Uluslararası İlişkilerle İlgili Temel Kavramlar Ders Notları

A. ULUSLARARASI İLİŞKİLERLE İLGİLİ TEMEL KAVRAMLAR

1. Devlet

“Devlet” (state) kavramından genel anlamda hukuksal bir varlık anlaşılmaktadır. Modem anlamda devlet, sınırları belirlenmiş bir ülke toprağı üzerinde yaşayan halkın belli bir hükümetle yönetildiği, egemen bir örgütlenmedir.

Siyaset literatüründe devlet, farklı yaklaşımlar tarafından farklı şekillerde tanımlanmıştır. Bazı bilim adamları devleti sosyal değerler piramidinin zirvesinde tutar. Bunlara göre devlet en üstün değerdir ve başlı başına bir amaçtır. Örneğin Hegel’e göre devlet en yüce kurumdur ve bireye göre daha önceliklidir.

Liberallere göre ise devlet bir amaç değil sadece özgürlüğün korunmasını sağlayan bir araçtır. Bunlar devleti, özgürlüklerin garantisi ve onu geliştiren, koruyan bir yapı olarak görmektedir.

Realist geleneğe mensup bilim adamları ise devleti, güvenliği sağlamak için oluşturulmuş zorunlu bir egemen iktidar yapısı olarak görmektedir. Belirli sınırlara sahip ve bu sınırlar içinde tek bir hukuk sisteminin uygulandığı egemen siyasal topluluklar anlamına gelen modem ulus- devletin Avrupa’da doğuşu, Protestanlığın ve Avrupa’da laiklik anlayışının doğmasına yol açan Otuz Yıl Savaşlarını sona erdiren 1648 Westfalya Antlaşması’na dayandırılmaktadır. Bu anlamdaki devlet; bazı bilim adamlarınca uluslararası ilişkilerin temel ve biricik aktörü, bazılarına göre ise çok sayıda aktörden biri olmakla beraber uluslararası ilişkilerin en önemli aktörü olmaya devam etmektedir. Westfalya Antlaşmasının aynı zamanda modem uluslararası sistemin siyasal temelini oluşturduğuna da inanılmaktadır.

Bu süreç sonunda Avrupa’da devlet en önemli siyasal, ekonomik ve toplumsal varlık haline gelmiştir. Nitekim Avrupa’da kapitalizmin gelişmeye başlamasına, bir dünya ekonomisi kavramının ortaya çıkmasına, Avrupa’nın gücünün ve etkisinin sömürgeleştirme süreciyle tüm dünyaya yayılmasına yol açmıştır. Dolayısıyla 1648 sonrasında devlet, uluslararası siyasal sistemin temel aktörü haline gelmiştir.

Yukarıda da belirtildiği gibi geçmişte Yunan ve İtalyan kent devletleri, Roma İmparatorluğu veya Kutsal Roma İmparatorluğu gibi doğuda ya da batıda tarihte devlet olarak anılan pek çok yapı aslında modem anlamda ulus-devlet olarak tanımlanmıyor. Modern anlamda devlet; sınırları belirlenmiş bir toprak parçasında yaşayan, devlete sadakat duygusu ile bağlı bir halka, egemen ve diğer devletler ta- rafından tanınmış meşru sayılan bir hükûmete sahip siyasal topluluk anlamına gelmektedir. Bu bağlamda Avrupa’da modern devle- tin ortaya çıkış süreci olarak on yedinci yüz- yılın ikinci yarısı temel alınmaktadır. Buradan yola çıkarak modem ulus-devletin temel unsurları dört ana başlıkta toplanabilir. Bunlar: Ülke toprağı, ulus ya da halk, hükümet ve egemenliktir.

Feodalizm: Kapitalizm ve sanayileşme öncesi toplumsal, ekonomik ve siyasal yapıya verilen addır. Roma İmparatorluğu ’nun yıkılmasıyla kurulmaya başlamış olsa da XI. yüzyıldan itibaren hâkim bir yapı haline gelen ve XVII. yüzyılın ortasına kadar devam eden feodalizm, Orta Çağ’a özgü bir yapıdır. Feodalizmin temel üretim aracı, tarım ve kara sabandır. Hiyerarşik bir ilişkiye dayanan feodalizm, Antik Roma ’da hâkim bir yapı olan kölelikten sonraki toplumsal yapıyı da temsil eder. Bu yapıda köleler ve köle sahipleri yerine kendilerine serf denen köylüler ile toprağın ve üretim aracının sahibi olan senyörler (soylular ve lordlar) bulunmaktaydı. En tepede ise kral vardı. Aynı zamanda monark da denen kralın altında lordlar, onların da altında başka lordlar ve soylular bulunmaktaydı. Monar- kın egemenliği mutlak olmayıp bunu lordlarla paylaşmaktaydı.

Kapitalizm: Özel mülkiyete dayanan, ürünün fiyatının arz ve talebe göre belirlendiği serbest piyasa I ekonomisi olarak da bilinen ekonomik ve toplumsal yapıdır. Feodalizmin yıkılmasıyla ve sanayileşmeyle başlamıştır. Feodalizmdeki serf-lord ilişkisinin yerini ücretli  işçi-burjuvazi almıştır.

2. Egemenlik

Hukuksal anlamda bir devletin tamamlayıcı unsurlarından biri egemenliktir. Bir devlet diğer üç unsuru (ülke toprağı, halk, hükümet) taşısa bile Birleşmiş Milletler tarafından üyeliğe kabul edilmedikçe egemen siyasal bir teşkilat olarak uluslararası hukuk kişisi ve uluslararası toplumun meşru bir üyesi olarak görülmemektedir. Egemenlik aynı zamanda bir devlet açısından hukuki meşruiyetin de kaynağını teşkil etmektedir. Bir devletin hukuksal olarak egemenliği aynı zamanda devletlerin uluslararası alanda eşitliğine de işaret etmektedir.

Hukuksal bir kavram olan “egemenlik”, esas olarak bir devletin ülke topraklan üzerinde yönetme yetkisini kullanma hakkını ifade etmektedir. Birbirleri ile iç içe geçmiş hukuksal ve siyasal anlamlara sahip egemenlik kavramı, içsel ve dışsal egemenlik olarak iki anlama sahiptir.

İçsel egemenlik devletin ülke içindeki diğer güç merkezlerine göre üstün konumuna işaret etmekte ve meşru güç kullanma yetkisine sahip olduğunu ifade etmektedir. Devlet bu anlamda diğer siyasal gruplar karşısında en üstün güce sahip siyasal otoritedir. Dışsal egemenlik ise bir devletin diğer devletlerle ilişkilerini herhangi bir fiziksel sınırlamayla veya baskıyla karşılaşmadan yürütme yetkisidir.

Siyasal karşılığı bağımsızlık olan dışsal egemenlik, bir devletin kendi halkını diğer devletler karşısında temsil etme yetkisine de işaret etmektedir.

Egemenlik kavramının ortaya çıkışının ya da kökeninin Westfalya sistemine dayandığı ileri sürülmektedir. Dolayısıyla egemenlik kavramının tarihsel anlamda belirginleşmesinin Avrupa’daki feodalitenin çözülerek merkezi krallıkların ortaya çıkmasıyla yakından ilişkili olduğu düşünülmektedir.

Kavramı ilk defa kullanan Jean Bodin’e göre egemenlik, yönetenlerin yönetilenler üzerindeki sınırlanamaz gücünü ifade etmektedir. Buna göre kralın merkezi otoritesi her şeyin üzerindedir. Bu mutlak egemenlik anlayışı Thomas Hobbes tarafından daha da yüceltildi. Hobbes’a göre egemenin yani devletin egemenliği mutlak ve asla sınırlanamaz. Oysa çağdaş egemenlik anlayışı, gerek içsel gerekse dışsal anlamda bu mutlaklık anlayışından uzaktır. Liberal demokratik devlette egemenlik bireyin mutluluğu için kullanılır ve gerektiğinde yasalarla sınırlanmalıdır. Kaldı ki günümüzde hiçbir devlet, ülke toprakları üzerinde sahip olduğu yetkileri kullanırken mutlak ve sınırsız bir şekilde hareket edememektedir. Özellikle demokratik devletler, ülke içinde siyasal yönetme yetkisini (egemenliğini) kullanırken bunu içerideki diğer birey ve gruplarla paylaşmaktadır. Aynı şey uluslararası alanda da söz konusu olmaktadır. Devlet; diğer devletleri, uluslararası baskı gruplarını ve uluslararası anlaşmalardan doğan taahhütlerini dikkate alarak kararlar almaktadır.

Jean Bodin (1530-1596) modem egemenlik teorisinin kurucusu olarak kabul edilmektedir. Bodin ‘e göre egemenlik, kralın veya devletin bazı istisnalar dışında sınırlanamaz siyasal ve hukuksal yetkisini ve kural koyma gücünü ifade eder.

3. Ulus

Ulus; aynı ortak paydada buluşan, ortak geleneklere, ortak dile, ortak geçmişe ve ortak grup bilincine sahip en geniş toplumsal grup olarak tanımlanmaktadır. Avrupa ve Asya’da ilk ulus-devletlerin İngiltere, Fransa, İspanya, Çin, Japonya ve Pers İmparatorluğu olduğu kabul edilmektedir.

Ulus ve devlet kavramlarının birbirinin yerine kullanılması zaman zaman karışıklığa yol açmaktadır. Toplumsal grup anlamında bir ulus bazen birden fazla devlette bulunabileceği gibi ortada bu ulusu tanımlayan isimde bir devlet söz konusu olmayabilir. Geçmişte Osmanlı ve Avusturya-Macaristan İmparatorlukları, yakın geçmişte Sovyetler Birliği, günümüzde ise Amerika Birleşik Devletleri ve Hindistan çok uluslu devletlerdir. İlk Avrupa devletlerinin her biri bir ulustan oluşan gerçek ulus-devletler olmakla beraber günümüz modern devletleri göçler ve sömürgecilik gibi nedenlerle çeşitli ulusların karışımı haline gelmiştir.

Bazıları ulusa genetik açıdan bakarak aynı etnik kökenden gelen ve aynı dili konuşan insan topluluğu olarak tanımlama eğilimi içindedir. Bunlardan sadece dil unsuru alındığında aynı ulusu oluşturan bir topluluğun üyelerinin her zaman aynı dili konuşmadığı görülmektedir. Ulus tanımı bu şekilde yapıldığında ulusçuluk kavramının ırkçılık veya etnik ayrımcılık haline gelme tehlikesi vardır. Ayrıca aynı etnik kökenden gelen insanların oluşturduğu türdeş devlet sayısı da oldukça az olduğundan “modem ulus-devlet” kavramı bu anlamda çok az sayıda devlet için kullanılmaktadır. Kaldı ki böyle bir tanım pek çok ülkede yeni karışıklıkları çağrıştırdığından ve kışkırtıcı bir kavram olduğundan modem siyaset bilimciler böyle bir tanımlamadan kaçınmaktadır. Ulus; ortak kültüre, ortak değerlere, ortak standartlara, ortak siyasal hedeflere sahip olan topluluk biçiminde tanımlanarak daha bütünleştirici bir yol tercih edilmektedir.

Bu tanım itibarıyla ulus, insanların kendine özgü farklılıkları koruyarak ortak değerler veya bir ortak kimlik çerçevesinde bir araya gelmelerini ifade etmektedir. Bu anlamda insanlar aynı ortak siyasal projeye destek vermekte ve aynı siyasal hedefe yönelmektedirler,

Belli bir ülke toprağına sahip ve hukuksal bakımdan egemen olan topluluklara ulus-devlet denmektedir ve günümüzde bütün devletler bu tanım gereği ulus-devlet olarak nitelenmektedir. Diğer bir ifadeyle ulus-devlet anlamında ulus; bir devletin sınırları içinde yaşayan insan topluluğu olarak tanımlandığında bunlar arasında etnik, din ve dil gibi ortak özelliklerin bulunup bulunmadığına bakılmamaktadır. Bu bağlamda ünlü bir siyaset bilimci olan Rupert Emerson’a göre de ulus, bir toplumsal mirasın en önemli unsurlarına ortaklaşa sahip olduklarına inanan ve gelecekte de kaderlerinin ortak olduğunu düşünen bir topluluktur.

4. Uluslararası

Uluslararası ilişkiler ve uluslararası politika kavramlarını tanımlamadan önce “uluslararası” kavramını tanımlamak gerekir. Bu kavram ilk defa XVIII. yüzyılımı sonlarına doğru kullanılmaya başlamıştır. Kavram ilk önceleri uzunca bir zaman egemen ulus devletler arasındaki ilişkileri düzenleyen uluslararası hukuktan esinlenerek sadece egemen devletler arası ilişkileri ifade etmek için kullanılmıştır. Ancak devletler arasında resmî düzeyde sürdürülen hukuksal ve diplomatik ilişkilerin dışında başka ilişkilerin de bulunduğu zaman içinde kabul edilmeye başlamıştır.

XX. yüzyıla kadar dış politika, esas olarak devletlerin tek başlarına verdikleri bir karardı. Savaşa ve barışa büyük ölçüde devletin başında bulunan küçük bir grup ya da kişi karar vermekteydi. Ayrıca devletler büyük ölçüde dışa kapalıydılar. Ekonomi, finans, ticaret, iletişim ve ulaşım devletin kontrolünde cereyan etmekteydi. Devlet, sınırları üzerinde tam egemen durumdaydı. Para akışını kontrol edebiliyordu. Yabancı yayınlara ülkesini kapayarak ülkesinin neyi ne kadar bilmesi gerektiğine kendisi karar verebiliyordu. Hatta bunun büyük bir kısmı on yıl öncesine kadar dünyada geçerli olgulardı.

Öte yandan XX. yüzyıla kadarki dönemde de ticari ilişkiler söz konusuydu ve tüccarlar bir ülkeden diğerine gidip gelmekteydi. Misyonerlik faaliyetleri de ülkelerin birbirini etkilemesi için kullanılmaktaydı. Bu durum, günümüzde ulaşım ve iletişim teknolojisinin sağladığı etkileşim imkânlarıyla karşılaştırıldığında ihmal edilebilir düzeydeydi.

“Uluslararası” kavramının sadece devletler arası ilişkileri ifade etmesi o günün koşullarına uygun bir tanımlamaydı. Günümüzde uluslararası ekonomik ilişkiler çerçevesinde sürdürülen ticari ve mali ilişkilerin bir kısmı resmî kanallarla yürütülmekteyse de pek çoğu gayri resmî olarak sürdürülmektedir. Ayrıca bir ülkeden diğerine öğretmen, öğrenci ve turistlerin seyahatleri ile yine bir ülkeden diğerine söz konusu olan göçlerin, basın, radyo ve filmler aracılığıyla gelişen uluslararası kültürel ilişkilerin pek çoğunun gayri resmî kanallardan yürütüldüğü bilinmektedir.

XX. yüzyılın başından itibaren hükümetler veya çeşitli gruplar arasında artarak devam eden haberleşme, ticaret, maliye, tarım, sağlık, spor, bilim, felsefe, eğitim, silahsızlanma ve barış gibi konularda söz konusu olan ilişkiler “uluslararası” kavramının anlamını genişletmiştir. Çünkü uluslararası toplumun her kesimi bu sürece katılmakta ve bundan faydalanmaktadır.

5. Uluslararası İlişkiler

Uluslararası ilişkiler kavramı, uluslararası alanda devlet ve devlet dışı tüm aktörler arasındaki her tür ilişkiyi kapsayan oldukça zengin içeriğe sahip bir kavramdır.

Diğer bir ifadeyle uluslararası ilişkiler; siyasal, askerî, güvenlik, ekonomik, mali ve ticari ve finansal ilişkilerin yanında kültürel, eğitim, bilim, spor, sanat ve ben- zeri tüm toplumsal ilişkileri de içine almaktadır. Bu nedenle uluslararası ilişkiler kavramı, uluslararası ilişkilerin sadece siyasal yönünü anlatmak için kullanılan uluslararası politika kavramına göre çok daha geniş bir anlama sahiptir.

Devletler arasındaki diğer ilişkilerin aynı zamanda siyasal ilişkilere dönüştüğü ya da siyasal ilişkilerin sonunda gelişen ilişkiler olduğu düşünülecek olursa uluslararası politikanın anlamının da sanıldığı kadar dar olmadığı fark edilir. Çünkü iki ülke arasında gelişen kültürel ve toplumsal ilişkiler hatta bir spor müsabakası vesilesiyle başlayan temaslar, iki ülke arasındaki buzların erimesini sağlayarak yıllarca dondurulmuş ve çözümü zor görünen sorunların üstesinden gelinebilmesi yönünde kapıyı açmakta ve yepyeni siyasal ilişkiler dönemi için perdeyi aralamaktadır.

Bazen siyasal ilişkiler ekonomik ve toplumsal ilişkilere yol açar bazen de ekonomik ilişkiler diğer ilişkileri tetikler. Örneğin uzun Soğuk Savaş yılları boyunca düşmanca ilişkileri olan Türkiye ve Rusya Soğuk Savaşın sona ermesiyle ekonomik ve ticari alanda başlayan ilişkileri sayesinde siyasal ve güvenlik alanında da karşılıklı güvene dayanan ilişkiler kurabilecek noktaya gelmişlerdir. Buna benzer örnekleri çoğaltmak mümkündür.

6. Uluslararası Politika ve Dış Politika

Uluslararası politika ile dış politika kavramlarının anlamları ve aralarındaki ilişkiden söz edecek olursak bunlardan özellikle uluslararası politika kavramının dış politika kavramından daha geniş bir anlama sahip olduğunu belirtmekte yarar var. Çünkü dış politika, belli bir ülkenin ya da ülkelerin diğer ülke ya da ülkelere karşı izlediği siyasal tutum ve davranışlarını ifade eder. Bu nedenle uluslararası politika kavramına göre anlamı daha dardır. Bu darlık iki nedene dayanmaktadır. Birincisi dış politika kavramının bir devletin diğer devlet ya da devletlere karşı siyasal tutumunun adı olmasından, İkincisi ise dış politikanın sadece egemen devletler arası ilişkileri ifade etmesinden kaynaklanmaktadır.

Başka bir ifadeyle dış politika, bir devletin diğer devletlere veya devletler grubuna ya da bölgeye dönük siyasal tutumunun adıdır ve devletin resmî organları tarafından yürütülen bir süreçtir. Ancak bu iki kavram arasında en belirgin benzerlik her ikisinde de ister bir ülke açısından bakılsın isterse tüm ülkeler açısından bakılsın esas olarak siyasal davranışlara odaklanmalarıdır. Siyasal olanın dışındaki ilişki ve davranışlar ise siyasal sonuçları açısından değerlendirilmektedir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.