Şeyh Sait İsyanı Ve Takrir-i Sükûn Kanunu

ŞEYH SAİT İSYANI VE TAKRİR-İ SÛKUN KANUNU

11 ŞUBAT 1925

Dıştan gelen kışkırtmaların da etkisiyle Doğu’da 11 Şubat 1925 tarihinde bir isyan çıktı ve kısa zamanda yayılarak büyüdü. Şeyh Sait adında bir aşiret reisi kendi gibi cahil kimseleri toplayarak “din elden gidiyor” propagandası ile isyanı büyüttü.

Daha isyan başlamadan önce doğu illerinde bir isyan olacağı haberi Meclis’e gelmişti. Ancak dönemin Başbakanı Ali Fethi Bey, değerli bir devlet adamı olduğu kadar ılımlı ve hoşgörülü biriydi. Bu nedenle ayaklanma haberini aldığı zaman gerektiği gibi değerlendirememiş ve olayın yerel güçlerle bastırılabileceğine inanmıştır. Ayaklanmanın kısa sürede büyüyüp genişlemesi ve önlenememesi sonucu Ali Fethi Bey hükümetten ayrılmış, Başbakanlığa İsmet Paşa getirilmiştir.

TAKRİR-İ SÛKUN KANUNU VE İSTİKLAL MAHKEMELERİ

4 Mart 1925’te Meclisten güvenoyu alan İsmet Paşa, aynı gün Takrir-i Sûkun Kanunu’nu meclisten geçirtti.

Takrir-i Sûkun Kanunu’na göre, “İrtica, isyan ve ülkenin sosyal düzenini, huzur ve sûkununu, güvenlik ve asayişini bozmak yolunda olan bütün örgütleri, tahrikleri, kışkırtmaları, girişimleri ve yayınları Hükümet yönetim yolları ile yasaklayabilecekti.”

Bu kanun, iki yıl yürürlükte kalacak ve böylece Anayasa’nın “Özgürlüklerin sınırını kanun belirtir.” hükmünden yararlanılarak, gericilerin her türlü etkinlikleri ortadan kaldırılabilecekti. Çünkü kanun hükümete gazeteleri kapatmaktan, partileri dağıtmaya kadar her türlü yetkiyi veriyordu.

Mecliste aynı gün ayaklanma bölgesi ile Ankara’da birer İstiklal Mahkemesi kurulması kararlaştırıldı. Ayaklanma bölgesindeki mahkemenin hükümleri hemen yerine getirilecekti.

Bu arada, ayaklanmayı bastırmak için büyük bir askeri harekat yapılması kararlaştırılmıştı. Bazı bölgelerde seferberlik ilan edilmesi kararı da isyanı bastırmak için alınan önlemler arasında idi.

Hükümet isyanı bastırmak için önlemler alırken, isyancılar da son hedefleri olan Diyarbakır önlerine geldiler ve şehre saldırmaya başladılar. Ancak I. Kolordunun yönettiği askeri harekat sonucu isyancılar püskürtüldü. III. Kolordu da isyanı bastırma hareketine girişti.

Şeyh Sait ve adamlarının ayaklanma sırasındaki yağma ve talanları yüzünden, daha önceleri hükümet kuvvetlerine yardım etmeyen pek çok köy ve aşiret, asilerin yakalanması için hükümet güçlerine yardımcı olmaya başladı. 15 Nisanda ayaklanma hemen her tarafta bastırıldı. İsyancıların elebaşları yakalanarak en ağır cezaya çaptırıldı. 31 Mayıs 1925’te bölgede asayiş ve güvenlik yeniden sağlandı.

Suçluların İstiklal Mahkemesi huzurunda yaptıkları itiraflardan, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının programında yer alan, “dini düşüncelere saygılı olunacağı” ve “yerinden yönetim usulünün uygulanacağına” dair hükümlere dayanarak yaptıkları propagandalar, ayaklanmayı düzenleyenlerin işine gelmiş ve halkı isyan için cesaretlendirmiştir.

Bu durumun açığa çıkması üzerine, Diyarbakır’daki İstiklal Mahkemesi, kendi bölgesi içinde bulunan partinin bütün şubelerini kapatma kararı vermiştir.

Ankara’da bulunan İstiklal Mahkemesi ise Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası adına yapılan propagandalarda, dinin ve dince kutsal olan şeylerin siyasi emel ve amaçlara alet edildiğini tespit ederek bu duruma hükümetin dikkatini çekmiştir.

Diyarbakır ve Ankara İstiklal Mahkemelerinin kararlarını dikkate alan Cumhuriyet Hükümeti, Takrir-i Sûkun Kanunu’na dayanarak Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının bütün şube ve merkezlerinin kapatılmasına (5 Haziran 1925) karar vermiştir.

Hükümetin kapatma kararında bundan böyle hiçbir gerici kuruluşa tahammül edilemeyeceği bildiriliyordu. İstanbul’daki gerici basın susturulmuş, isyan sert bir biçimde bastırılmış ve inkılaplardan hiçbir şekilde ödün verilmeyeceği Hükümet tarafından kesin bir dille açıklanmıştır.

Bu ayaklanma, içteki huzur ve güveni, geçici bir süre için sarsarken, dışarıda da özellikle İngilizlerin işine yaramıştır. Kurtuluş Savaşı’ndan yeni çıkan ordu, bu ayaklanma ile tekrar yıpranmış ve Musul-Kerkük bölgesini askeri yollarla elde etmek olanağı ortadan kalkmıştı. Bunun üzerine Türk Hükümeti Milletler Cemiyeti’nin kararına uyarak Irak ile bugünkü sınırı çizdi ve Musul Sorunu da İngilizlerin istediği biçimde çözümlendi.

 

MUSTAFA KEMAL’E SUİKAST GİRİŞİMİ

Rejime karşı olan İttihatçılar Mustafa Kemal’e İzmir gezisi sırasında suikast düzenlediler ise de başarılı olamadılar. İttihat ve Terakki Partisi yanlıları suikast iddası ile yargılandılar fakat delil yetersizliğinden serbest bırakıldılar. Mustafa Kemal, bu girişimden sonra; “Benim naçiz vücudum elbet birgün toprak olacaktır ancak Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.” sözünü söylemiştir.

 

İKİNCİ ÇOK PARTİLİ HAYATA GEÇME DENEMESİ

SERBEST CUMHURİYET FIRKASININ KURULMASI (12 AĞUSTOS 1930)

Mustafa Kemal’e göre, sistemin halk egemenliği çerçevesinde işleyebilmesi, yöneticilerin halktan uzaklaşmamaları için çok partili demokrasiye geçilmesi zorunluluk haline gelmişti.

Cumhuriyet ve İnkılaplara karşı olanların yuvası haline gelen Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının Takrir-i Sûkun Kanunu’na dayanılarak kapatılmasından sonra ülke 1930 yılına kadar tek parti ile yani Cumhuriyet Halk Fırkası ile idare edilmişti. Mustafa Kemal ve devleti idare eden öteki yöneticiler tek parti yönetiminin sakıncalarını biliyorlar ve Meclis’te dürüst ve çalışkan bir muhalefet grubunun bulunmasını istiyorlardı.

1930 yılında belli başlı devrimlerden büyük bir bölümü tamamlanmıştı. 1929 yılında ABD’de çıkan ve kısa sürede bütün dünyayı saran büyük ekonomik bunalım Türkiye’yi de etkilemişti. En modern ve kalkınmış ülkelerde büyük bir işsizlik ve enflasyon başlamış ve Türkiye’de ise inkılaplar için atılan adımlar yavaşlamak zorunda kalmıştı.

Mustafa Kemal, zaman zaman çıktığı yurt gezilerinde halk ile yaptığı temaslarda, onların yakınmalarını ve partiyi bazı yönlerden eleştirilerini dinlemişti. Özgürlük ve demokrasi aşığı bir kişi olduğundan, bu duruma çözüm için bir parti kurulması gerektiğine inanıyordu. Ancak bu şekilde gerçek anlamda demokratik hayata geçilebilirdi.

Bu amaçla yakın arkadaşlarının bir muhalefet partisi kurarak işe başlamasını istiyordu. Böylece çok partili hayata geçiş gerçekleşebilirdi.

Mustafa Kemal bu arzusunu gerçekleştirmek için, yakın arkadaşlarından Paris büyükelçisi ve eski başbakanlardan Fethi Okyar Bey’i yeni bir parti kurmakla görevlendirdi.  

Yalnız kurulacak muhalefet partisi:

1. Cumhuriyet rejimine karşı olmayacak

2. Türkiye Devleti laik kalacaktı.

Böylece Fethi Bey, Mustafa Kemal’in isteği doğrultusunda 12 Ağustos 1930’da Serbest Cumhuriyet Fırkası’nı kurdu. Bu şekilde muhalefet hayatına atılan yeni parti, Türkiye Cumhuriyeti’nin üçüncü partisi oluyordu.

Yeni parti, önce Meclis içinde ortaya çıktı. Ülke çapında teşkilatlanma şartların gelişmesine göre daha sonra tamamlanacaktı.

Partinin Programı:

Yeni parti batılı anlamda demokrasi ve liberalizmin savunucusu olarak kuruldu. Serbest Cumhuriyet Fırkası, Cumhuriyet Halk Fırkası’nın Devletçilik politikasına karşı serbest girişimin yanındaydı. Ticaret ve sanayi etkinliklerinin sıkı devlet denetiminden sıyrılması durumunda, kalkınmanın hızlanacağını savunuyordu.

Ekonomik görüşler dışında Cumhuriyet ve İnkılap ilkeleri açısından Halk Fırkasından ayrılan bir yönü yoktu. Programına göre parti Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik ve Laiklik esaslarına bağlı kalacaktı. Hatta bunların gelişmesi için ayrıca çaba harcayacağını da belirtiyordu.

Parti bunlardan başka seçimlerin tek dereceli olmasını, kadınların siyasi haklara sahip olmasını da savunuyordu.

TÜRK İNKILABINA KARŞI GRUBUN, YENİ PARTİYE SIZMA

GAYRETLERİ, PARTİNİN KENDİSİNİ FESHETMESİ

Yeni parti pek fazla yeni bir şey getirmiyordu ama halk sorunlarını bu partide dile getirme çabası içine girdi. Böylece parti büyük bir hızla gelişmeye başladı.

Bu arada laiklik ilkesini henüz benimsemeyen kesim de bu partiye dolmaya başladı. Fethi Bey’in tüm çabalarına rağmen bu gidişe engel olunamıyordu. Bütün önlemlere rağmen gericilik yine tehlikeli bir biçimde ortaya çıktı. Bu grup koyu bir din propagandasına girişti. “Laik Cumhuriyet” esası bu partinin programında ilk maddeyi oluşturduğu halde, inkılaplara düşman olanlar, yeni partinin kuruluşundan cesaret almışlar ve çalışmalarını bu parti çerçevesinde sürdürmüşlerdi. Olaylar Fethi Bey’in kontrolünden çıkmıştı.

Sonuçta; Serbest Cumhuriyet Fırkası 17 Aralık 1930 tarihinde kendi kendisini fethetmiştir. Fırkanın kendisini feshetmesiyle Türkiye’de çok partili siyasi hayata geçmek için yapılmış olan ikinci deneme de çok kısa ömürlü olmuş ve bundan sonra 1945 yılına kadar Türkiye Cumhuriyeti tek partili sistemle yönetilmiştir.

Mustafa Kemal, tüm iyi yaklaşımlarına ve isteğine rağmen yaşadığı sürece yeni bir demokrasi denemesini göremedi.

Ülkede eskiden beri bulunan gericilik her yeni parti kuruluşunu yeniden harekete geçmek için bir fırsat sayıyordu.

Saltanatçı ve dini çevrelerin gericilik hareketleri tamamen ortadan kaldırılmadıkça, yeni parti kurmalar ve demokrasi denemeleri kışkırtmalara aracı oluyor ve demokratik gelişime katkıda bulunacağına bunu engelliyordu.

Anlaşıldı ki, demokrasiye geçişin ön koşulları hazırlanmalı, halk ve kamuoyu bu yönden aydınlatılmalı, Cumhuriyet ve İnkılaplar iyice kökleştirilmeliydi.

Fakat bu da uzun zaman istiyordu ve Atatürk’ün ömrü bu dönemi aşmaya yetmedi. Üstelik Atatürk’ün son yıllarında dünya ulusları arasında gerginliğin artması, bir dünya savaşı tehlikesiyle karşı karşıya kalınması, yeni bir denemeyi önleyen çok önemli sebepler arasındaydı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.