Selçuklularda Devlet Teşkilatı

SELÇUKLULAR’DA DEVLET TEŞKİLÂTI

Büyük Selçuklular’da devlet teşkilâtı Tuğrul Bey zamanından itibaren düzenli bir şekle konulmuştur. Bunda, Türk beylerinde kuvvetle yaşayan hâkimiyet telakkisiyle devlet teşkilâtı geleneklerinin önemli rolü vardır. Selçuklular’da hâkimiyetin yegâne temsilcisi “es-sultânü’l-a‘zam” (es-sultânü’l-muazzam) unvanıyla anılan hükümdardır. Vezir Nizâmülmülk Siyâsetnâme adlı eserinde (s. 6), Tanrı’nın her yüzyılda insanlar arasından padişahlık vasıflarıyla bezediği birini seçtiğini, dünya işlerini ve halkın barış içinde yaşamasını ona tevdi ettiğini söyler. Nizâmülmülk’ün bu ifadesinden hükümdarın kudretini doğrudan doğruya Tanrı’dan aldığı ve onun adına saltanat sürdüğü anlaşılmaktadır. Türk töresine göre hükümdarlar Tanrı bağışı, yani “kut” yoluyla yeryüzündeki insanları yönetmekle görevlidir. Bu geleneği sürdüren Selçuklu hükümdarları görevin kendilerine Tanrı tarafından verildiğine inanırlardı. Sultan Alparslan’a göre Tanrı, kendisine teveccüh göstererek onu insanlar arasında dünya işlerini düzene koyması için seçmiştir (Köymen, Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi, III, 69). Hükümdarın fermanları, hatta ağzından çıkan sözler kanun hükmündeydi. Hükümdar danışma meclisleri kurar ve burada çeşitli meseleler tartışılırdı. Ancak kesin karar verme veya alınan kararları uygulayıp uygulamama yetkisi hükümdara aitti. Anadolu Selçukluları döneminde de yöneticiliğin hükümdarlara Tanrı tarafından verildiğine inanılıyordu. Muhammed b. Ali er-Râvendî, İbn Bîbî ve Kerîmüddin Aksarâyî gibi dönemin tarihçileri eserlerinde bunu ifade etmişlerdir. Ayrıca bu durum sikkelerde de görülmekte, meselâ I. Keykâvus’a ait bir sikkede “es-sultan bi-rızâi’llâh el-gālib bi-emri’llâh” ifadesi yer almaktadır (Aykut, s. 167).

Hâkimiyet Sembolleri

Selçuklular’da mânevî ve maddî unsurlar olmak üzere başlıca iki grup hâkimiyet sembolünden söz edilebilir. Mânevî unsurların en önemlisi unvan ve lakaplardır. Selçuklular başlangıçta eski Göktürk teşkilâtının uygulayıcısı Oğuz Yabgu Devleti’nin izindeydiler. Devletin başındaki hükümdar “yabgu” unvanı taşıyordu. Selçuk Bey’in oğulları Arslan ve Mûsâ da yabgu unvanını kullanmışlardır. Selçuklular’ın Horasan’a geçip çevredeki müslüman ve Türk devletleriyle temasa geçmesinden sonra bu unvanlarda değişiklikler görülmeye başlanmıştır. Tuğrul Bey önceleri emîr ve melik unvanlarını (el-emîrü’l-ecel, el-melikü’l-celîl) kullanıyordu. Nitekim 433’ten (1041-42) itibaren bastırdığı sikkelerde de emîr unvanı bulunmaktadır. Halife Kāim-Biemrillâh’ın 438’de (1046-47) Horasan üzerindeki hâkimiyetini onaylamasının ardından aynı yıl içinde bastırdığı paralarda “es-sultânü’l-muazzam şâhânşâh” unvanına yer verildiği görülmektedir (Artuk, I, 342; Köymen, Tuğrul Bey ve Zamanı, s. 74-76; Alptekin, III [1971], s. 443 vd.). Paralarında “es-sultânü’l-muazzam” unvanını kullanan ilk Türk-İslâm hükümdarı olan Tuğrul Bey’den sonra Büyük Selçuklu ve Irak Selçuklu sultanları da genellikle aynı unvanı kullanmıştır. Kirman Selçukluları’nın kurucusu Kavurd Bey de Kirman bölgesine hâkim olduktan sonra melik unvanı kullanmaya başlamış ve halefleri bu unvanı kullanmaya devam etmiştir (Merçil, Kirman Selçukluları, s. 147-148). Anadolu Selçukluları’nın ilk hükümdarı Süleyman Şah’ın sultan unvanını kullandığı ileri sürülmektedir. I. Mesud, II. Kılıcarslan ve I. Keyhusrev’in Büyük Selçuklular’da olduğu gibi “es-sultânü’l-muazzam” unvanını taşıdığı bilinmektedir. I. Keykavus ile I. Keykubad’ın “sultânü’l-ber ve’l-bahreyn” unvanını kullandıkları, çöküş döneminde ise daha çok “es-sultânü’l-a‘zam” unvanına yer verildiği görülmektedir.

Selçuklu hükümdarlarından Tuğrul Bey’in lakabı “rüknü’d-dîn melikü’l-İslâm ve’l-müslimîn, burhânü emîri’l-mü’minîn, melikü’l-meşrik ve’l-mağrib”, Alparslan’ın lakabı ise “Adudüddevle” idi. Ani şehrini fethinden sonra Alparslan’a “Ebü’l-feth” lakabı verilmiştir. Sultan Melikşah’ın lakabı “celâlüddevle muizzü’d-dîn ebü’l-feth” idi. Oğullarından Berkyaruk “rüknü’d-dünyâ ve’d-dîn ebü’l-muzaffer”, Muhammed Tapar “gıyâsü’d-dünyâ ve’d-dîn”, Sencer “muizzü’d-dünyâ ve’d-dîn ebü’l-hâris” lakaplarını kullanmış, Irak Selçuklu hükümdarları da bu lakapları kullanmaya devam etmiştir. Kirman Selçuklu melikleri de çeşitli lakaplarla zikredilmiştir (a.g.e., s. 8, 46, 51, 55, 64, 68, 73, 95). Suriye Selçukluları’nın kurucusu Tutuş’un lakabı “tâcü’d-devle”, oğullarından Rıdvan’ın “fahrü’l-mülûk”, Dukak’ın “şemsü’l-mülûk” idi. Rıdvan’ın oğlu Alparslan Tâcüddevle el-Ahras “Ebû şücâ” lakabını, Anadolu Selçuklu sultanları ise “rüknü’d-dîn, izzü’d-dîn, gıyâsü’d-dîn ve alâüddin” lakaplarını kullanmıştır.

Hükümdarlık alâmetlerinden biri de hutbedir. Selçuklular’da ilk hutbe Çağrı Bey adına Merv şehrinde 428 yılı Receb ayının ilk cuma günü (22 Nisan 1037) okunmuş, bunu Tuğrul Bey adına yaklaşık bir ay sonra Nîşâbur’da okunan hutbe izlemiştir. Hutbede önce Abbâsî halifesinin, ardından Selçuklu sultanının adı zikredilirdi. Halep Selçuklu Meliki Rıdvan bu geleneğe aykırı hareket ederek Fâtımî halifesi adına hutbe okutmuş, ancak Sünnî İslâm dünyasından gelen tepkiler üzerine bir ay sonra bu uygulamadan vazgeçmiştir. Anadolu Selçukluları’nda kendi adına hutbe okutan ilk sultan I. Kılıcarslan’dır (İbnü’l-Esîr, X, 427). Hutbe konusunda dikkat çekici bir olay II. Keyhusrev’in ölümünden sonra görülmüş, hutbe bir ara müştereken tahta oturtulan üç oğlu (IV. Kılıcarslan, II. Keykâvus ve II. Keykubad) adına okunmuştur.

Taht ve taç hükümdarlığın önemli maddî sembollerindendir. Selçuklu sultanları resmî törenlerde, vasal hükümdar ve elçi kabullerinde, nikâh merasimlerinde tahta otururlardı. Tuğrul Bey, kendisini Bağdat dışında karşılamaya gelen halifenin vezirini tahtında oturarak kabul etmişti. Sultanlar ikamet ettikleri yerlere ve seferlerine göre değişik tahtlar kullanmışlardır. Abbâsî halifesi diğer hâkimiyet alâmetleri yanında Tuğrul Bey’e bir de taç vermişti. Sultanlar cülûs merasimlerinde, elçi kabullerinde, resmî törenlerde ve meydanlardaki gösterilerde taç giyerlerdi. Önemli bir hükümdarlık sembolü de sikkedir. Tahta çıkan hükümdarın ilk işlerinden biri üzerinde adının, unvanının ve lakaplarının bulunduğu sikke bastırmaktı. Selçuklular’da tesbit edilebilen ilk dinar Sultan Tuğrul Bey’e ait olup 433 (1041-42) yılında Nîşâbur’da basılmıştır. İstisnalar hariç bütün Selçuklu paralarının ön üst yüzünde Oğuzlar’ın hâkimiyet sembolü olan ok ve yay işareti bulunmaktadır. Türkler’de ok ve yayın hükümdarlık sembolü olarak kullanımı Oğuz Han zamanına kadar gitmektedir. Tuğrul Bey 429’da (1038) Nîşâbur şehrine girdiğinde kolunda bir yay ve göğsünde üç ok bulunuyordu. Kirman Selçuklu Devleti’nin kurucusu Kavurd Bey’in tuğrası isim ve elkābı üzerine konan ok, yay ve yaycıktan ibaretti. Saltanat çadırı veya otağ da önemli hükümdarlık sembolleri arasındadır. Kaynaklarda “hargâh, serâperde, sürâdık” gibi kelimelerle ifade edilen saltanat çadırının hazineden çıkarılıp kurulması sefere çıkma veya harekete geçme işaretidir. Çadırın kurulacağı yer seferin yönünü göstermesi bakımından önemlidir. Selçuklu saltanat çadırlarının rengi kırmızıydı. Hükümdarlık sembollerinden olan yüzük (mühür) evrak ve hazinenin mühürlenmesi, sultanın emrinin yerine getirilmesi için yetki verdiği bir şahsı gösteren nişan, bir hükümdarın öldüğünün ispat işareti gibi amaçlarla kullanılmıştır. Yüzük altından yapılır, yakut, fîrûze ve zümrüt gibi kıymetli taşlarla süslenirdi. Bayrak, sancak, hükümdar sefere veya alayla bir yere giderken başı üzerinde tutulan şemsiye (çetr), çizme, kemer, kılıç, eyer örtüsü (gāşiye), halife tarafından verilen hil‘at, nevbet, tevkī‘ ve tuğra da birer hükümdarlık sembolüdür.

Büyük Selçuklular’ın Rey, Bağdat, İsfahan, Merv, Nîşâbur ve Hemedan gibi şehirlerde sarayları vardı. Anadolu Selçukluları ise Konya, Kubâdâbâd, Keykubâdiye, Antalya ve Alâiye’de (Alanya), daha başka yerlerde saray ve köşkler yaptırmıştır. Saray teşkilâtındaki görevliler doğrudan sultana bağlıydı. Bu görevlilerin yetkileri ve protokoldeki yerleri tesbit edilmiş olup bunların aşılmasına izin verilmezdi. Görevliler genelde asker (gulâm) kökenliydi. Saray teşkilâtında sultandan ve vezirden sonra en üst görevli büyük hâcibdi ve emrinde hâcibler bulunmaktaydı. Vekîl-i der sultanla vezir arasında haberleşmeyi sağlar, ayrıca bir çeşit nedimlik yapardı. Vekîl-i hâs sarayın masraflarını, mutfağını, ahırı kontrol ederdi; hükümdarın oğulları ve maiyetine ait işler de onun görevleri arasındaydı. Muhtemelen üstâdüddâr da aynı görevleri yapıyordu. Nedimler sultanın hoşça vakit geçirmesini sağlamakla görevliydi. Saray muallimleri çocukların ve gulâmların eğitiminden sorumluydu. Mutribler sarayda çalgı çalıp şarkı söyleyerek eğlence meclislerine katılanları eğlendirirler, sâkîler sultana ve davetlilere şerbet ve içecek sunarlardı. Bunların dışında av işleriyle görevli bâzdâr, hükümdarın elbiselerine nezaret eden câmedâr, saray mutfağından ve hükümdarın sofrasının hazırlanmasından sorumlu hânsâlâr (çavuş), leğen ve ibriği tutan taştdâr (ibrikdâr, âbdâr), saraya ve özellikle hükümdara ait hayvanlarla ilgilenen emîr-i âhûr (mîrâhur), hükümdarın bayrağını taşımakla görevli emîr-i alem (mîr-i alem), hükümdar ve sarayı korumakla görevli muhafızların kumandanı emîr-i cândâr, hükümdar sofralarına nezaret edip yemekleri kontrol eden emîr-i çaşnigîr, sultanla devlet erkânının katıldığı önemli meclisleri tertipleyen emîr-i meclis, hükümdarın silâhını taşıyan ve silâh depolarından sorumlu emîr-i silâh (silâhdar), sultanın av işlerini tanzime memur emîr-i şikâr, sarayı koruyan ve hükümdarın vereceği cezaları infaz etmekle görevli olan emîr-i hares ve sultanın içeceklerini ve şerbetlerini hazırlayan şarabdâr gibi görevliler saray kadrosu içinde yer almaktaydı. Ayrıca kihterân (saray küçükleri) denilen pasbânân (gece bekçileri), nevbetiyân-ı hâs (nöbetçiler), derbânân (kapıcılar), ferrâş ve hadem (hizmetkârlar) vb. de saray görevlileri arasında bulunuyordu.

Merkez Teşkilâtı

Büyük Selçuklular’ın ve diğer Selçuklu devletlerinin idarî teşkilâtında en büyük müessese büyük divandır (Dîvân-ı A‘lâ, Dîvân-ı Saltanat). Vezirin başkanlığındaki bu divan Dîvân-ı İnşâ ve Tuğrâ (başkanı tuğraî), Dîvân-ı Zimâm ve İstîfâ (başkanı müstevfî), Dîvân-ı Arz (başkanı ârızü’l-ceyş) ve Dîvân-ı İşrâf-ı Memâlik (başkanı müşrif) adlı dört divandan oluşuyordu. Sâhib-i Dîvân-ı Saltanat veya hâce-i büzürg denilen vezirler sadece sultana karşı sorumluydu. Vezirler hükümdarlar üzerinde nüfuz sahibiydi, ayrıca sultanın mutlak vekili sıfatıyla geniş yetkileri vardı; çeşitli makamlara tayinler yapıp azillerde bulunabiliyor, sultan nezdinde başkaları için şefaatçi olabiliyorlardı. Vezirler de hükümdarlar gibi sembollere sahipti. Askerî seferlere katılmakta ve ordulara kumanda edebilmekteydiler. Selçuklu devlet teşkilâtında Dîvân-ı A‘lâ’nın dışında başka divanlar da vardı. Bunlardan Dîvân-ı Berîd’in görevi eyaletlerle haberleşmeyi düzenlemek ve ülkede meydana gelen olayları merkeze bildirmekti. Dîvân-ı Hâs hükümdarın sahip olduğu arazinin yönetiminden sorumluydu. Dîvân-ı Evkāf-ı Memâlik merkezdeki vakıfların devlet tarafından kontrolünü sağlıyor ve gereği halinde yönetimlerini üstleniyordu. Haksız mal ve servet edinenlerin mallarına hükümdarın emriyle el konulunca bunlarla ilgilenmek için oluşturulan kuruluşa Dîvân-ı Müsâdere deniyordu. Selçuklu sultanlarının eşleri olan hatunların emrinde de divanlar bulunuyordu. Anadolu Selçukluları’nda başında pervânenin olduğu Dîvân-ı Pervânegî vardı. Büyük divanda atabeg ve sultanın merkezde bulunmadığı sırada devlet işlerini idare eden nâib-i saltanat gibi görevliler de yer alıyordu.

Taşra Teşkilâtı

Selçuklular’da merkezin dışındaki bölgeler eyaletlere ayrılmıştı. Eyaletleri siyaseten şehzadeler, hânedan mensupları, gulâm kumandanlar ve Türkmen beyleri, mülkî açıdan ise merkezden tayin edilen amîd veya valiler idare etmekteydi. Amîd sivil idarenin eyaletteki en büyük temsilcisiydi. Eyaletlerde Dîvân-ı Eyâlet mevcuttu. Bu divan merkezdekinin küçük bir örneğiydi. Taşra teşkilâtında vergi işlerinden âmil ve mutasarrıflar sorumluydu. Şahne bazı büyük şehirlerde ve kabileler arasında emniyeti sağlayan, aynı zamanda askerî vali sıfatıyla hükümdarın temsilcisi olarak görev yapan memurdu. Şahneler asker kökenli olup genelde Türk kumandanları arasından seçilirdi. Eyaletlerde ve yerleşim merkezlerinde belediye hizmetlerini yürütmek muhtesiblerin göreviydi. Şehirlerde valinin emrinde bulunan reis sivil bir görevliydi. Reisler yerli halkın asil aileleri arasından tayin edilirdi. Anadolu Selçukluları’nda eyalet merkezlerinde emniyet ve asayiş subaşılar (serleşker) tarafından sağlanırdı.

Ordu Teşkilâtı

Büyük Selçuklular Ortaçağ’ın en büyük ordularından birine sahipti.Türkler’den ve çeşitli milletlerden oluşan bu ordunun esasını sultanı ve sarayı korumakla görevli saray gulâmları ve hassa ordusu oluşturuyordu. Saray gulâmları Türk, Arap, Kürt, Deylemli gibi çeşitli kavimlere mensuptu. Küçük yaştan itibaren uzun süreli bir eğitim gören saray gulâmları yılda dört defa maaş alırdı. Saray en büyük gulâm yetiştirme merkeziydi. Gulâmların sayısı yaklaşık 4000 kadardı. Irak, Kirman ve Anadolu Selçukluları’nda da aynı grup mevcuttu. Selçuklu askerlerinin savaşçı kısmını Hassa Ordusu oluştururdu. Türkler’den ve muhtelif unsurlardan toplanan, isim ve künyeleri divan defterlerinde kayıtlı bu ordu normalde başşehirde bulunurdu. Sâlâr denilen kumandanları doğrudan sultanın emrindeydi. Râvendî’ye göre (Râhatü’s-sudûr, I, 128) divan sicillerinde kayıtlı süvari kuvvetlerinin sayısı 46.000 idi. Böylesine büyük bir dâimî orduyu beslemek hazineye ağır yük getirdiği için sultanlar eyalet veya bölgeleri iktâ olarak bağışladılar. İktâ sahipleri de gelirlerinin karşılığında asker (sipahi) beslediler. Bunlar savaş zamanlarında sultanın ordusuna katılırlardı. Tuğrul Bey Bağdat’a girdiğinde ordusunda 50.000, diğer bir kayda göre 120.000 asker bulunuyordu. Sultan Melikşah zamanında Selçuklu ordusu 400.000 kişiydi. Berkyaruk 495’te (1102) İsfahan’a geldiğinde emrinde 15.000 süvari ve 100.000 kişilik bir maiyeti vardı. Kirman Selçukluları için tesbit edilen en büyük asker sayısı 6000’i atlı, 10.000’i yaya olmak üzere 16.000 idi. Anadolu Selçukluları’nda bu sayı 50.000 ile 180.000 arasında değişmektedir (Brosset, s. 404-405). Büyük Selçuklular ile Kirman Selçukluları’nda ordunun başkumandanı sipehsâlâr idi. Anadolu Selçukluları’nda ise başkumandan beylerbeyi (emîrü’l-ümerâ) unvanı taşıyordu. Ayrıca Selçuklu meliklerinin ve emîrlerin kendi orduları ve askerleri vardı. Bunlar savaş sırasında sultanın emriyle esas orduya katılırdı. Büyük Selçuklu Devleti’nin kuruluş döneminde askerî güç bakımından başlıca dayanağını konar göçer Türkmenler oluşturuyordu. Türkmenler daha sonra ikinci planda kalmaya başlayınca sultanların emirlerine itaat etmeyip olay çıkarmaya, zaman zaman da isyan eden hânedan mensuplarını desteklemeye başlamış, İran ve Irak’ta maddî zararlara sebebiyet vermeleri üzerine Anadolu ve Suriye’ye sevkedilmiştir. Anadolu Selçukluları’nda da sınır bölgelerinde uç Türkmenler’i denilen Türkmen grupları bulunmaktaydı. Tâbi hükümdarlar, yapılan antlaşmalar gereği savaş zamanlarında daha önce belirlenen sayıda askeri Selçuklu ordusuna gönderiyordu. Özellikle müslüman olmayan ülke ve devletlerle Haçlılar ve Bâtınîler’e karşı yapılan seferler sırasında halktan çok sayıda gönüllü Selçuklu ordusuna katılırdı. Anadolu Selçukluları gerektiğinde orduyu takviye için Frank, Hârizmli, Grek, Rus, Kıpçak, Kürt, Arap ve Ermeniler gibi milletlerden ücretli asker temin etmişlerdir. Selçuklu orduları savaş meydanına devrin diğer Türk ve İslâm orduları gibi merkez, sağ kol, sol kol, öncü kuvvet ve artçı kuvvet şeklinde yerleştirilirdi. Selçuklu tarihinde ilk deniz aşırı seferi Kirman Meliki Kavurd Bey Uman’a yapmıştır. Büyük Selçuklular döneminde ilk gemi Sultan Berkyaruk zamanında Basra yöneticisi Emîr Kumaç’ın (Kamaç) nâibi İsmâil b. Arslancık tarafından inşa ettirilmiştir. Emîr İsmâil, Uman’ın yarısına ve bazı adalara sahip olan Ebû Sa‘d Muhammed ile denizde de savaşmıştır. Anadolu Selçukluları’nda donanmayla ilk ilgilenen yönetici I. Süleyman Şah’ın vekili Ebü’l-Kāsım’dır. Ebü’l-Kāsım, Gemlik’te (Kios) gemi inşa ettirmek istemiş, ancak Bizanslılar bu gemileri daha yapıldığı sırada yakmıştır. Alâiye’nin I. Keykubad tarafından fethi sırasında gemiler kullanılmış ve burada bir tersane yaptırılmıştır. Sinop ve Antalya’da da tersane bulunmaktaydı. I. Keykubad zamanında Suğdak’ın (Sudak) fethiyle Anadolu Selçuklu donanması deniz aşırı seferler gerçekleştirmiştir. Selçuklular’da donanma kumandanlarına “reîsü’l-bahr, melikü’s-sevâhil, emîr-i sevâhil” adı verilmiştir.

Adliye Teşkilâtı

Selçuklu adliye teşkilâtı, şer‘î ve örfî olmak üzere ikiye ayrılmıştı. Şer‘î yargı sisteminde davalara kadılar bakmaktaydı. Kadı, evlenme ve boşanma işleri, nafaka, miras ve alacak davalarına bakar, yetimlerin, akıl hastalarının, erkek akrabası olmayan kadınların vasîliklerini üzerine alır, noter vazifesi görür, camileri ve bunlara ait tesisleri, vakıfları yönetir, vakfiyeleri tanzim ederdi. Kadılar âlim ve zâhid kişiler arasından seçilir, rüşvet almalarını önlemek için onlara rütbelerine uygun maaş verilirdi. Kādılkudât denilen başkadı sultan tarafından tayin edilirdi. Anadolu Selçukluları’nda Konya kadısı kādılkudât olarak görev yapıyordu. Şer‘î davaların dışında kalan örfî davalara Dîvân-ı Mezâlim denilen mahkeme bakıyordu. Zulme ve haksızlığa uğrayan kişilerin, malları gasbedilen tüccarın, yüksek rütbeli memur ve kumandanlardan şikâyeti olan halkın başvurduğu yer Dîvân-ı Mezâlim’di. Bu divanın en önemli özelliği hüküm verme yetkisinin hükümdarda bulunmasıdır. Büyük Selçuklular’dan itibaren sultanlar haftada iki gün bu mahkemeye başkanlık etmiştir. Daha sonraki dönemde devletin toprakları genişledikçe sultanlar Dîvân-ı Mezâlim başkanlığına vezir, hânedan mensupları ve kadıları vekil olarak tayin etmiştir. Suçluları ve gözden düşen emîrleri sultan adına tutuklama ve ölüm cezası dahil sultan tarafından verilen buyrukları yerine getirmek emîr-i dâdın göreviydi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.