Ekonomik Alanda Gelişmeler

EKONOMİK ALANDA GELİŞMELER

Ekonomik etkinlik, yaşama mücadelesinin sürdürülmesi demektir. Bir toplumun ekonomik hayatı, ülkenin yeraltı yerüstü kaynaklarının kullanılarak, mümkün olduğu ölçüde ihtiyaçları giderme etkinliğidir. Bu her alanda üretime dayanır. İnsanların ihtiyaçları sınırsızdır. Ancak önce temel ihtiyaçlar, sonra diğer ihtiyaçları karşılamak gerekir.

Üretim yalnız tarım ve sanayi alanında olmaz. Hizmetler de üretilir. Bu nedenle de ulaştırma, haberleşme, diğer hizmetler ve emek karşılığı gösterilen her etkinlik ekonomik hayatın içindedir.

Ekonomik hayatı en iyi biçimde düzenlemek için çeşitli yöntemler denenmiş ve denenmektedir. Her ulus, kendi anlayışına ve kaynak durumuna göre ekonomik yöntemlerini bulur. Osmanlı Devletinin ekonomik hayatı uzun yıllar hep tarımsal üretime dayanmıştır. Devletin kurulduğu sıralarda bu üretim biçimi yeterliydi, Dünyada sanayileşme daha başlamamıştı.

XVI. yüzyılda dünyada büyük değişiklikler olmaya başladı. Avrupalılar, büyük zenginliklere sahip büyük kıtalar bulup, buralara yerleşti. Buralardaki bol ve ucuz mallar Avrupa’ya akmaya başladı. Avrupalılar bu etkinliği sürdürebilmek için ulaşım şebekeleri kurdular. Elde ettiği malları bu ulaşım imkanlarından yararlanarak dünyanın her yanına götürüp satmaya başladılar. Bir yandan da bilim ve teknikteki gelişmelerle sanayileştiler. Kurdukları ulaşım ağı ve sahip oldukları sömürgelerden sağladıkları hammaddeleri işleyerek ve kendi öz kaynaklarını da harekete geçirerek XVIII. yüzyılın sonlarından itibaren dünya ekonomisine tümü ile egemen oldular. Daha sonra Japonya ve ABD’de bu yarışta Batılıların arasına katıldılar.

Osmanlı Devleti bu gelişmelerin içine giremedi. XVIII. yüzyıldan itibaren bu toplum, dine aykırı saydığı için her türlü yeniliği reddediyordu. Bu yüzden de bu gelişmelerin yabancısı kalıyor ve gün geçtikçe geriliyordu. Ayrıca kapitülasyonlar da sanayinin kurulmasını bir ölçüde engelliyordu. Ancak gelişememesinin ana nedeni yeniliklere kapalı kalmaktı.

Bunun sonucunda Osmanlı ekonomisi XVIII. yüzyıldan itibaren hızla çökmeye başlamış ve bu çöküş İmparatorluğun ortadan kalkmasına kadar sürmüştü.

Çöküşün başlıca sebepleri, kapitülasyonlar adı altında yabancı devletlere verilmiş olan ayrıcalıklar, 1838’den sonra Avrupa Devletleriyle yapılan ticaret antlaşmalarına göre kendilerine imparatorluk pazarlarında verilen iç ticaret ayrıcalıkları, 1836’dan sonra yabancı sermayenin Türkiye’de yerleşmesi, yabancılara mülk edinme haklarının tanınması, devletin gelir kaynaklarını rehin vermek (ipotek) şartıyla Avrupa Devletlerinden borçlanması idi.

Bundan başka, Türk aydınlarının, devlet memuriyetlerini sanayi ve ticaret işlerine tercih etmesi, halkın yalnız ziraat ve esnaflıkla uğraşması, dış ticaretin Türk olmayanlar ve yabancılar elinde bulunması da ticaret ve sanayi kabiliyetlerinin gelişmesine engel olmuş ve ulusal bir ekonomi hayatının doğmasını güçleştirmişti.

Bu geri ekonomi, ardı ardına gelen uzun savaşlar, bu savaşlarda verimli ülkelerin elden çıkması ile tümden geriledi. XIX. Yüzyılın ortalarından itibaren (1854) Batılı devletlere borçlanmamız bizi yarı sömürge durumuna getirdi. Aldığımız borçları verimli alanlara yatıramadık ve ödeyemedik. Bunun üzerine Batılılar Osmanlı Devleti üzerinde tam bir ekonomik denetim kurdular (Duyun-u Umumiye).

Görüldüğü üzere Cumhuriyetin ilk yıllarında ekonomik durum çok bozuktu. Cumhuriyete kadar tam 10 yıl ard arda savaşılmış, eldeki sınırlı kaynaklar erimişti. Bu uzun savaşlar, ekonomik etkinliğin temel öğesi olan “insan” üzerinde olumsuz etkiler yapmıştı. Ayrıca az sayıdaki uzmanlar da savaşlarda yok olmuştu. Ülkede sanayi denecek bir şey yoktu. Tüm yurttaki işçi sayısı 80 bin kadardı. Bunlar da el sanatçılarıydı. Üretim yapan tek bir fabrika yoktu. Her türlü ihtiyacımızı dışarıdan sağlamak zorundaydık.

Tarım da yozlaşmıştı. Kurtarılan yurt toprakları yakılıp yıkılmış, köylü nüfus savaşlarda erimişti. Sulama, tohumlama, gübreleme bilinmiyordu. Köylü ağır vergiler altında ezilmişti. Az miktarda üretilen tarımsal ürünler de yol olmadığı için ülke içine dağıtılamıyordu.

Türkler, yüzlerce yıl ticaretle uğraşmamışlardı. Bu iş özellikle Rum ve Ermenilerin elindeydi ve bunlar da artık yurttan çıkarılmıştı. Bundan sonra ticareti Türklerin yapması gerekiyordu. Bu da zaman isteyen bir işti.

Ekonomik kalkınma için gerekli “sermaye”de yoktu. İlk bütçelerimizin imkânları hep ordu için kullanılmış, elde para kalmamıştı. Onarım için paraya ihtiyaç vardı ama yurdun hiçbir yerinden para gelmiyordu. Dışarıdan parasal yardım da istemiyorduk. Lozan’da kapitülasyonlar kaldırılmıştı. Batılı devletlerden eski şartlarda para sağlama imkânı yoktu. Ayrıca Osmanlı Devleti’nden kalma büyük bir borç yükümüz vardı.

Bu bunalımlı ekonomik koşullarda yurtta sağlık, eğitim, kültür hizmetlerinin de gereğince yerine getirilmesi mümkün değildi.

 

CUMHURİYET’İN İKTİSADİ SİSTEMİNİ KURMA ÇALIŞMALARI VE 1. İZMİR İKTİSAT KONGRESİ (17 ŞUBAT 1923)

Türkiye Cumhuriyeti kurulurken, bir devletin gücünü belirleyen en önemli faktörün ekonomi olduğu biliniyordu. Dışa bağımlı sanayileşmemiş geri bir ekonominin, bağımsız ileri bir ekonomiye dönüştürülmesi gerekiyordu. Ülkede sermaye birikimi yoktu. Ekonominin gelişmesi için gerekli altyapı ve teknoloji Osmanlı mirası içinde bulunmuyordu. Tarımda, ticarette ve sanayide yapılacak hamlenin nasıl bir yönteme bağlanacağı konusunun tespit edilebilmesi için bir yandan Ankara’da Ziya Gökalp başkanlığında bir ekonomi heyeti oluşturuldu. Diğer yandan da İzmir’de bir “Türkiye İktisat Kongresi” toplanması için hazırlıklara başlandı.

17 Şubat 1923’te yeni Türk Devletinin iktisat politikasını tespit etmek üzere İzmir’de I. Türkiye İktisat Kongresi toplandı. Bu kongrenin amacı, ekonomik kalkınma için ortak amaçlar ve bu amaçları gerçekleştirecek yöntemleri aramaktı.

Kongreye sanayi, ticaret, ziraat ve işçi grupları temsilcileri katıldı. Mustafa Kemal, kongrenin açılış konuşmasında ülke ekonomisine yön verilmesi zorunluluğunu anlattı. Kongrenin iki haftalık çalışması sonunda “Misak-ı İktisadi” kabul edildi.

Devletin o günkü şartlarına uygun olarak devlet desteğinde iktisadi liberalizm benimsendi. Misak-ı İktisadi’de ağırlıklı olarak ticaret ve ziraat gruplarının görüşlerine yer verildi. Kongrede alınan kararlar yol gösterici bir değer taşımakla beraber, Cumhuriyet hükümetlerinin politikaları üzerinde etkili olmuştur.

 

Kongrenin Aldığı Kararlar:

1. El işçiliği ve küçük işletmeden süratle fabrikasyon sistemine geçilmelidir.

2. Devlet yavaş yavaş ekonomik gücü olan organ haline gelmelidir. Özel sektör tarafından yapılacak teşebbüsler devletçe desteklenmelidir.

3. Dış ülkeler ile rekabet edebilmek için sanayi bir bütünlük içinde kurulmalıdır. Yabancıların tekellerinden kaçınılmalıdır.

4. Özel teşebbüse kredi sağlayacak iki devlet bankası kurulmalıdır.

5. Demiryollarının yapımına kısa sürede başlanmalıdır.

6. İşçilere “amele” değil işçi denmelidir.

7. Aşar kaldırılmalı ve çiftçilere kredi şartları kolaylaştırılmalıdır.

8. İşçilerin çalışma şartları iyileştirilmeli ve çalışma süreleri sınırlandırılmalıdır.

9. Sendika hakkı tanınmalıdır.

İktisadi tedbirler alınırken ekonomik bağımsızlık titizlikle korunacaktı. Kurulmakta olan Türkiye Cumhuriyeti’nin iktisat politikası kalın çizgileriyle de olsa İzmir İktisat Kongresi’nde belirlenmiştir.

Kongre, ekonomik doktrinlere saplanmamış, bilime ve ülkenin içinde bulunduğu duruma akla uygun çözümler getirmiştir. 1920-1933 arası Yeni Türk Devleti’nin ekonomik, kültürel ve sosyal alanlarda kalkınma yılları olmuştur.

1933’ten sonra ise devlet, özel teşebbüsün başarısız olduğu alanlara girmiş, yeni büyük atılımlar (yatırımlar) devlet eliyle yapılmıştır. Bu uygulamalardan da “Devletçilik” ilkesi doğmuştur. Nitekim 1933’te birinci “Beş Yıllık Plan” bu görüşler doğrultusunda hazırlanmıştır. Plan çok başarılı olmuş, birçok yeni fabrikalar açılmış ve Türkiye sadece kendi kaynakları ve çabaları ile kalkınabilen dünyanın üç büyük ülkesinden biri haline gelmiştir. Bunlar Rusya, Japonya ve Türkiye’dir. Beş Yıllık Kalkınma Planı’nın ardından hemen II. Beş Yıllık Kalkınma Planı hazırlandıysa da II. Dünya Savaşı’nın çıkması ile bu plan uygulanamamıştır. 1933-1938 yılları arasına Türk sanayisinin planlı kuruluş dönemi denilmiştir.

 

SANAYİ VE TİCARET ALANINDA YAPILAN YENİLİKLER

1926’da özel teşebbüsü sanayi kurmaya özendirmek için Teşvik-i Sanayi Kanunu çıkarıldı. (Sanayiyi özendirme yasası). Ne var ki bu çabalara rağmen elde yeterli sermaye bulunmadığından bu yasa istenilen sonuca ulaşamadı. Bunun üzerine sanayi kurma işini devlet üzerine aldı ve I. Beş Yıllık Kalkınma Planı uygulamasıyla Malatya, Kayseri ve Bursa’da Merinos fabrikaları kuruldu, böylece bugünkü tekstil sanayimizin temeli atıldı. Gemlik’te ipek, Paşabahçe’de cam, Beykoz’da deri, İzmit’te kağıt sanayi kuruldu. İlk kez ağır sanayi atılımı olan demir-çelik işletmesi Karabük’te açıldı.

Türkiye’de yeterli sermaye birikiminin bulunmaması, sanayi yatırımlarının azlığının temel nedeniydi. 26 Ağustos 1924’te yeni kurulacak sanayi işletmelerinin sermaye ve kredi sorunlarına yardımcı olmak ve Türkiye’de milli tasarrufun ve mevduatın gelişmesinde öncülük yapmak üzere Türkiye İş Bankası kuruldu.

1927 yılında İtibar-ı Milli Bankası ile birleşen Türkiye İş Bankası halkın güvenini ve desteğini kazanarak ülkenin kalkınmasında önemli bir görev üstlendi.

İş Bankası, kömür, bakır, kurşun ve kükürt madenlerine, şeker fabrikalarına, kereste sanayisine yatırım yaptı. Ayrıca bir sigorta şirketi ile ihracatçı firmalarla ticari ortaklıklar kurarak ülke ekonomisine önemli katkılarda bulundu.

19 Nisan 1925’te sanayi işletmelerinin finansman ihtiyacının karşılanması, eski Osmanlı devlet işletmelerinin işletilmesi ve modernleştirilmesi amacıyla Ticaret bakanlığı tarafından Sanayi ve Maadin Bankası kuruldu. 1932’de Türkiye Sanayi Kredi Bankası haline getirildi, 1933’te de bankanın malvarlığı Sümerbank’a devredildi.

 

İÇ VE DIŞ TİCARETİ CANLANDIRMA FAALİYETLERİ

Osmanlı Devleti’nde kapitülasyonlar dolayısıyla yabancı tüccarlar, iç ve dış ticarette ayrıcalıklı durumdaydı; koruyucu gümrük politikası uygulanamıyordu. Osmanlı ekonomisi açık pazar durumundaydı. 1863’ten itibaren ticari kazançlar üzerine konulan gelir vergisi, ülke içinde faaliyette bulunan yabancı tüccara uygulanamıyordu. Bu nedenlerle iç ve dış ticaret gelişememişti.

Cumhuriyet kurulduğunda iç ve dış ticaretin canlandırılması en önemli sorunlardan biri oldu. Atatürk, ülke ticaretinin Türk Ulusunun kontrolü altında bulunmasını amaçladı. İzmir İktisat Kongresinde alınan kararlar arasında iç ve dış ticaret ile gümrüklere ilişkin olanlar ağırlıklı bir yer tutmaktaydı.

Bu kararlara rağmen 1929 yılına kadar etkili bir koruyucu dış ticaret politikası izlenemedi. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı gümrük tarifelerinden Lozan Antlaşmasının imzalanmasından beş yıl sonra kurtulabildi ve ancak 1929’da çıkarılan Gümrük Tarife Kanunu ile korumacı dış ticaret politikası uygulanabildi.

Öte yandan Osmanlı Devleti’nde yabancı bankaların egemenliğinde bulunan bankacılık sistemi Cumhuriyetin ilanından itibaren giderek millileşti. Devlet sermayesi ile milli bankalar kuruldu.

 

DENİZ TİCARETİ VE TAŞIMACILIĞI

Osmanlı Devleti kapitülasyonlar nedeniyle kabotaj hakkına sahip değildi; yani Türk limanları arasında yolcu ve yük taşıma işi Türk gemilerinin yanı sıra yabancı gemilerle de yapılabiliyordu. Bu nedenle Osmanlı deniz ticareti filosu güçsüzdü ve deniz ticareti hiç gelişememişti. Deniz ulaştırmasının büyük bir bölümü ile önemli limanların işletilmesi yabancı şirketlerin elindeydi.

İzmir İktisat Kongresinde kabotaj hakkının Türk gemilerine tanınması ve deniz taşımacılığının devlet tarafından teşviki karara bağlandı. Lozan Antlaşması’nda Türk gemilerinin kabotaj hakkı kabul edildi. Kabotaj hakkının tam olarak uygulamaya konulması 1926 yılında çıkarılan Kabotaj Kanunu ile gerçekleşti. Türk deniz ticareti ve taşımacılığı bu tarihten sonra anlamlı gelişmeler gösterdi. 1937 yılında deniz işletmeciliği ve bankacılık işlemleri yapmak üzere Deniz Bank kuruldu.

 

TARIM ALANINDA YAPILAN YENİLİKLER

Osmanlı’da Türk halkının dörtte üçü tarımla uğraşırdı. Devletin geçimi de bu alanda idi. Ancak tarım şartları çok ilkeldi. İzmir İktisat Kongresinde zirai ekonominin geliştirilmesi amacıyla bir dizi karar alındı. Hükümetin Ziraat Bankası’ndan aldığı borçların diğer borçlara göre öncelikle ödenmesi, Ziraat Bankası’nın sermayesinin hükümetçe başka amaçlarla kullanılmaması, çiftçilere kısa vadeli kredi verilmesi, ziraatte makineleşmenin sağlanması bu kararlar arasındaydı.

Hükümetin bir köylü ve köycülük politikası düzenlemesi gerekliydi. Köylü için çalışmak, devletin dayandığı temelleri kuvvetlendirmekten başka bir şey değildi.

 

Hükümet bu düşünceye dayanarak köycülük siyasetinin esaslarını şöyle belirledi:

1. Köylüden ezici vergilerin kaldırılması

2. Köylünün üretim imkânlarının arttırılması

3. Köylünün bilgi ve görüşünü yükseltecek tedbirlerin alınması

4. Toprağı olmayan köylülere toprak verilmesi

 

17 Şubat 1925 tarihinde Aşar Vergisi kaldırıldı. Köylünün sırtındaki yük kalkınca üretimde önemli artışlar kaydedildi.

Köylüye ucuz kredi verilmesini sağlamak için Ziraat Bankası’nın imkânları arttırıldı.

Köylünün üretiminin aracısız olarak tüketiciye ulaştırılması ve malının değerlendirilmesi için Tarım Kredi Kooperatifleri kuruldu.

Bilimsel araştırmalarla üretimi arttırmak için Ziraat Enstitüsü kuruldu. (Burada bugünkü Ziraat ve Veterinerlik fakülteleri doğmuştur.)

Ucuz tohum sağlanması, tahılların depolanması ve tarımsal hastalıklarla mücadelede büyük adımlar atıldı.

Atatürk kendi kurduğu çiftliklerde çeşitli yöntemlerin denemelerini yaptırdı, bu çiftlikler tarımsal kalkınmanın simgesi oldu.

Atatürk çok istediği halde sağlığında toprak reformunu yapmaya muvaffak olamamıştır. Amaca uygun geniş kapsamlı bir toprak reformu günümüze kadar da yapılamamıştır.

 

BAYINDIRLIK VE ULAŞTIRMA ALANINDA YAPILAN YENİLİKLER

Savaş sırasında yıkıntı haline gelen şehirler ve kasabalar yeniden onarıldı. (Özellikle Ankara başkent olduktan sonra büyük imar ve bayındırlık faaliyetleri yapıldı)

Ülkenin her yerinde okul, hastane, karayolu, köprü, tünel ve liman yapımlarına girişildi.

Demiryolu yapımına hız verildi. (Daha önce yalnız Batı Anadolu’da demiryolu vardı. 3350 km kadardı ve 65 yılda yabancılara yaptırılmıştı. İşletme hakkı da yabancılara verilmişti. Zarar edecek olursa da bu zararı devlet karşılayacaktı.) Kendi öz kaynaklarımızla yurdumuzun kuzeyi güneyine, doğusu batısına birkaç noktadan demiryolları ile bağlandı. 10 yıl içinde 3500 km. demiryolu yapıldı. Öte yandan yabancıların elindeki demiryolları satın alındı.

 

SAĞLIK ALANINDA YAPILAN YENİLİKLER

Türklerde sağlık hizmetleri öteden beri önemli devlet hizmetlerinden sayılmış, yönetimin ileri gelenleri birçok hastane ve doktor yetiştiren eğitim kurumları açmışlardı.

Osmanlıların Batılılaşma döneminde de sağlık hizmetlerine ve doktor yetiştirmeye özel bir önem verilmişti. Ancak XX. yüzyıl Türkiye’sinde nüfusun artması, sürekli savaşlar ve göçler yüzünden bu hizmetlerin yetersizliği açıkça ortaya çıkmıştı.

Daha Cumhuriyet ilan edilmeden önce ilk TBMM Hükümeti zamanında Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı kuruldu, toplumun sağlığı bir bütün olarak devletin etkinliği altına alındı.

Yeni hastaneler, dispanserler, sağlık ocakları açıldı.

Başta hekim olmak üzere, ebe, hemşire, sağlık memuru gibi personel sayısı arttırıldı.

Yurdu kasıp kavuran, halkın gücünü kıran hastalıklara karşı çetin bir mücadele verildi. Özellikle sıtma ve frengiyle mücadele başarılı sonuçlar verdi. Kısa sürede salgın hastalıklar yok edildi.

Beden eğitimine önem verildi. Beden Eğitimi teşkilatı kuruldu ve bugünkü canlı spor hayatımızın temeli atıldı.

1921 yılında Türkiye Çocuk Esirgeme Kurumu kurularak çocukların ve gençlerin yetişmesi için gerekli tedbirler Devlet tarafından alınmış oldu.

Öte yandan halkın sağlık yönünden eğitilmesi için halk eğitimi çalışmalarında sağlık konularına yer verildi, okullara sağlıkla ilgili dersler konuldu.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.