Cumhuriyet Dönemi Devrimleri Hukuk

CUMHURİYET DÖNEMİ DEVRİMLERİ

HUKUK

DEVLET DÜZENİ VE HUKUK

Toplumda yaşayan insanlar arasında saygın ilişkiler vardır. Örneğin; ailenin kurulması, işlemesi, sona ermesi, kişinin mal edinmesi, ekonomik hayatın düzenlenmesi… Bu ilişkilerin belli kurallara göre işlemesi zorunluluktur, aksi halde toplumda huzursuzluk, kargaşa çıkar ve bireylerin hayatı tehlikeye girer.

Bireylerin hayat ilişkilerinde uymak zorunda olduğu kurallara hukuk denir. Hukuk kurallarını koymak, bu kuralların uygulanmasını denetlemek için toplum üzerinde bir otoriteye ihtiyaç vardır ve bu otoritede “Devlet”tir.

Devlet dediğimiz bu olgu ortaya çıkınca, onunla bireyler arasında yeni ilişkiler doğar. Devletin, hukuk kurallarına uymayanları cezalandırması için ayrı kurallara ihtiyaç vardır. Böylece bir dizi hukuk kuralı daha ortaya çıkar. Hukuk, insanların birbirleriyle ve devletle olan ilişkilerini düzenleyen kurallardır. Hukuk ile devlet iç içe geçmiştir. Devlet, hukuk kurallarını koymak ve uygulanmasını sağlamakla görevlidir ve Devletin kurduğu düzen, hukuk düzenidir.

Her devlet hukuk kurallarını kendine yön veren çeşitli düşüncelere, geleneklere veya bilime göre koyar.

Ortaçağ Batı’da sona ererken, hukuk kurallarının artık dine değil, akla, bilime dayandırılması gereği anlaşıldı, toplumsal ilişkilerin donmaması, gelişmesi için hukukun akla ve bilime dayanması bir zorunluluktu.

 

OSMANLI DEVLETİ’NDE HUKUK

Osmanlı Devletinde hukuk başlıca şu kurallara bağlıdır:

1. Dini esaslara bağlıdır.

2. Hilafetle dini esaslara bürünmüştür.

3. Hukuk birliği yoktur. Müslümanlar İslam kurallarına, Hıristiyanlar ise kapitülasyonların kendilerine tanıdığı avantajla kendi hukuk kurallarına bağlı idiler. Yani İslam hukuku, siyasi hukuk birliğini sağlamaktan yoksun kalmıştı.

4. İslam hukuku mezhep bölünmeleri yüzünden kendi içinde bile bir bütünlüğe sahip değildi. Ayrıca toplum ihtiyaçlarına cevap veremeyecek duruma gelmiş ve saygınlığını yitirmişti.

5. İslam hukuku birçok suç ve cezayı tespit edemediğinden bugün geçerli olan “kanunsuz suç ve ceza olmaz” anlayışına aykırıydı. Eski sistemde mevcut olan bazı cezaların uygulanması ise modern hukuk anlayışı ile bağdaşmazdı.

6. Hukuk ve ceza yargılama usulleri de çok ilkeldi. Mahkemede tek yetkili kişi kadı idi. Kadılar hem savcı, hem de hakimdi. Bu ise hukukun özüne aykırı idi. Kadılar genellikle denetlenemiyordu. Davada en önemli delilin tanıklar olması, rüşvetin adalet örgütünde yaygın bir hal almasına yol açmıştı. Müslüman olmayanların Müslümanlara karşı şahitlik yapamayacakları kuralı da uzun yüzyıllar geçerli olmuştu.

7. İslam hukukunda kadın hakları sınırlıydı. Kadınlar yönetime katılamazdı. Aile yaşamında eşit haklar yoktu.

8. Ekonomik ve ticari hayatı düzenleyen dini yasalar da yetersizdi.

9. Hukuk sisteminde mevcut bu aksaklıkları düzeltmek için getirilen düzenlemeler, çıkarılan kanunlar sorunu çözemedi. Batı’dan ticaret, ceza kanunlarının alınması, İslam hukuku ilkelerine dayanan Mecelle adlı özel hukuk düzenlemesi ihtiyaçları karşılamadığı gibi, eski sistemin sakıncalarını da gideremedi. Hukuk birliği hiçbir zaman sağlanamadı.

Belirtilen bu nedenlerden dolayı Osmanlı Hukuk Düzeni ile toplumda sosyal adalet kavramına dayalı bir hukuk anlayışının yerleştirilmesi mümkün değildi. Yeni Türk Devleti çağdaşlaşmasının ilk koşulu olan laikleşmeyi hukukta da sağlamak zorundaydı.

 

DEVLET YAPISINDA LAİKLEŞMENİN AŞAMALARI

(Hukukta Laikliğe Geçiş)

1.  Saltanatın kaldırılması; 1 Kasım 1922, ilk adım, ilk inkılaptır. İslamda siyasal ve dini güçlerin tek elde toplanması ilkesi yok edilmiş, siyasi güç TBMM’ye, dolayısıyla ulusa geçmiştir. Halife, sembol durumuna düşürülmüştür.

2.  Cumhuriyetin İlanı; Saltanatın kaldırılmasından sonra demokrasiyi gerçekleştirmek için yapılması gereken Cumhuriyet’in İlanı idi. Cumhuriyet idaresi, ulus egemenliğini kesinleştirecekti.

Mustafa Kemal Ulusal Mücadelenin başından beri Saltanata karşı idi. Taktik olarak padişaha cephe alınmamıştı. Önemli kongrelerde ve TBMM’de ulusal egemenlik ilkesinin benimsenmesi hedefin Cumhuriyet olduğunu gösteriyordu. Adı konmamış olmasına rağmen yönetim biçimi zaten Cumhuriyetti. Cumhuriyetin ilanı ile bu devlet biçiminin adı konmuş ve kurumsallaştırılmış oldu.

3.  Halifeliğin kaldırılması; Saltanatın kaldırılmasının ardından ikinci büyük aşamadır. Devlet yapısındaki laikleşmenin en büyük aşamasıdır. Artık devletin niteliğini din değil, akıl ve bilim kuralları belirleyecektir.

Ulusal egemenliğe dayanan bir devlette halifelik kurumu yaşayamazdı. Çünkü halifelik devlet başkanlığı idi. Halbuki Cumhuriyetin ilanı ile bir Cumhurbaşkanı seçilmişti. Onun yanında hiçbir dinsel gücü olmayan hilafet makamında Osmanlı ailesinden birinin oturması mantıksızdı. 1921 Anayasası’nda da halifenin Meclisin düzenleyeceği kanuni esaslar dahilinde yerini alacağı belirtilmişti.

3 Mart 1924’de laik hukuk sistemini tehlikeye düşürebilecek bu kuruma son verildi.

Böylece inkılaplara karşı olanların son dayanağı olan Hilafet kurumu kaldırılırken, laik hukuk ve devlet sistemine geçişin en önemli hareketi de gerçekleştirilmiş, Türkiye Cumhuriyeti içte ve dışta pek çok problem ve tehlikeden uzaklaştırılmıştır.

4.  Şeriye ve Evkaf Vekaletinin kaldırılması; halifeliğin kaldırıldığı gün çıkartılan bir kanunla Şeriye ve Evkaf vekillikleri de kaldırıldı.

Şeriye vekilliği, devletin tüm işlerinin dine uygun olup olmadığını denetliyor, ayrıca din işlerini de düzenliyordu. Bir anlamda Din İşleri Bakanlığı olan Şeriye Vekaletinin, laik bir sisteme doğru giden Türkiye Cumhuriyet’inde yeri olamazdı. Devlet işleriyle din işleri karışmamalıydı.

Aynı şekilde Evkaf Vekilliği de dini nitelikte olan vakıfların işlerini yürütüyordu. Vakıflar pek çok cami, mescit, medrese, okul, hastane gibi kamu kuruluşlarını da kurup işletiyorlardı.

Her iki vekilliğin de kaldırılması ile din ve siyasetle uğraşan bu kurumların faaliyetine son verildi. Din ile ilgili hükümleri yerine getirmekle TBMM görevlendirildi. Sadece din işlerini görmek üzere, halka yardımcı olmak amacıyla Diyanet İşleri Başkanlığı kuruldu. Evkaf Vekilliğinin işleriyle de uğraşan bir genel müdürlük kurularak vakıflara ilişkin işler Başbakanlığa devredildi.

Böylece devletin din işleriyle uğraşmasına gerek kalmadığı gibi devletçe yapılan her işlemin dini hükümler açısından denetlenmesi yolu da kapatılarak laikliğe doğru önemli bir adım atılmış oldu.

Ayrıca aynı gün Erkan-ı Harbiye kaldırılarak Genelkurmay Başkanlığı kuruldu.

5.  Tevhid-i Tedrisat Kanunu (Eğitim ve Öğretimin birleştirilmesi) ile eğitim ve öğretim  birleştirildi. Eğitim kurumları devlet denetimine alındı ve Milli Eğitim Bakanlığı kuruldu, buna bağlı olarak çağdışı eğitim veren medreseler kapatıldı. Böylece laik eğitimin temelleri de atılmış oldu.

6.  Tekke, Zaviye ve Türbeler kaldırıldı.

7.  Medeni Kanun, Ceza Kanunu, Ticaret Kanunu, İcra ve İflas Kanunları gibi hukuk inkılabını tamamlamak ve ulusal hukuk birliğini sağlamak üzere diğer hukuk dallarında da kanunlar kabul edildi.

1925 yılında ülkenin ihtiyacı olan hukukçuları yetiştirmek üzere Ankara Hukuk Mektebi açıldı.

8.  Anayasa’dan laikliğe aykırı hükümlerin çıkartılması; hukuk alanındaki bu laik gelişmelere rağmen Anayasada hala devletin dinine ilişkin hükümler vardı. Halbuki Türk Devleti’nin artık dinsel hiçbir yanı kalmamıştı.

Bu nedenle 10 Nisan 1928’de Anayasa’da gerekli değişiklikler yapılarak “Devletin dini İslamdır” ve “Din işlerini TBMM yerine getirir” cümleleri kaldırıldı.

Böylece Türkiye Cumhuriyeti hukuk sisteminin dayandığı temel ilke olan laikliği gölgelendiren dini hükümler Anayasa’dan çıkartılmış oluyordu.

9.  Laiklik ilkesinin Anayasa’ya girmesi; 5 Şubat 1937’de altı Atatürk ilkesi Anayasa’ya kondu. Böylece Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Türk inkılabının dayandığı bu temel ilkeler uyulması zorunlu kurallar olarak devlet sisteminde yerini alırken, Atatürkçülüğün de vazgeçilmez esasları haline geldi.

 

TÜRK MEDENİ KANUNU’NUN KABULÜ

Devlet yapısı laikleşirken, hukuk kuralları içinde laikliğe aykırı olanları atıp, akla ve mantığa uygun olanları almak eski ve yetersiz olan hukuk sistemini bir kenara bırakarak toplumun ve çağın ihtiyaçlarını karşılayacak yeni bir hukuk sistemine geçmek gerekiyordu.

Hukuk düzeninin temeli Medeni Hukuk’tur. Kişilerin hak ve ödevleri, ailenin işleyişi, sona ermesi, miras sorunları, kişilerle mallar arasındaki mülkiyet ilişkileri, kişilerin birbirleriyle yaptıkları çok çeşitli işlemler (kiralama, satın alma, ödünç verme vs.) Medeni Hukukun kurallarıdır. Bir ülkede hukuk yenileşmesi yapılacaksa, her şeyden önce modern ve akılcı bir medeni kanunun kabulü gereklidir. Türk vatandaşının hayatını düzenleyecek sistemleştirilmiş bir kanuna olan ihtiyacı karşılamak üzere yepyeni bir medeni kanun kabul edilmeliydi.

Osmanlı Devletinin son zamanlarında yalnız Hanefi Mezhebi kurallarına göre kişilerle eşyalar arasındaki ilişkilerin bir bölümü düzenlenmişti. Bunun adı “Mecelle” idi. Güzel bir kanun kitabı olmakla beraber yalnız Hanifilere ve salt insanlarla eşyalar arasındaki ilişkiler açısından uygulanabiliyordu. (Birkaç borç ilişkisi de düzenlenmişti.) Bu bakımdan tam bir medeni kanun sayılmazdı.

Fransız İnkılabından sonra hukukta laikleşme çok hızlanmıştı. Fransızlar laik ve akılcı ilkelere dayalı üstün bir medeni kanun hazırlamışlardı. Daha sonra Avusturya, Almanya ve İsviçre ‘de laik medeni kanunlarını yaptılar. Hukuk reformu yapmak isteyenler, bu kanunlardan birini almışlardır. Akılcı esaslarla hazırlandıkları için her ulusça kullanılabilirdi. Örneğin; Hıristiyan olmayan Japonlar Alman Medeni Kanunu’nu almışlar ve uygulamışlardı. Japonlar tüm hukuk sistemlerini XIX. yüzyılın sonlarına doğru tümden laikleştirmişler ve tüm kanunlarını batıdan aynen almışlardır.

Türk Devlet ve Hukuk sisteminin laikleşmesi için yeni bir medeni kanun şarttı. Laik ve akılcı bir kanunun hazırlanması çok uzun bir süre gerektirecekti. Üstelik çeşitli ülkelerin medeni kanunlarından alıntılar yapılarak oluşturulacak bir kanunda bütünlük sağlanamayabilirdi. Bu nedenle Japonlar gibi ileri bir Avrupa medeni kanunun alınması uygun ve pratik görüldü. Sonuçta ileri ülke kanunları incelenerek yeni, kolay ve anlaşılır bir kanun olan İsviçre Medeni Kanunu kabul edildi.

 

İsviçre Medeni Kanununun tercih edilme nedenleri şunlardır:

1. Avrupa’da hazırlanan medeni yasaların en sonuncusu idi. Daha önce çıkarılan medeni yasalardaki eksiklikler bu yasada giderilmişti.

2. Çeşitli sorunlara son derece pratik ve akılcı çözüm yolları getiriyordu.

3. İfadesi ve kavramları karmaşık değildi.

Sonuçta, ufak bazı değişikliklerle ve eki olan İsviçre Borçlar Kanunu ile birlikte Türklerin Medeni Kanunu olarak TBMM’ce kabul edilerek yürürlüğe girdi. (4 Ekim 1926.)

 

Türk Medeni Kanunu’nun Getirdikleri ve Önemi

1. Kadın ve erkek toplumsal ve ekonomik alanda tam eşit hale geldi.

2. Aile hayatında kadın ve erkek arasındaki eşitlik sağlandı. Boşanma hakkı kadına da verildi.

3. Çocukların kız-erkek ayrımı yapılmadan mirastan eşit pay alması sağlandı.

4. Tek kadınla evlilik esası getirildi. Resmi nikah kabul edildi. Evlilik akdi devlet güvencesine alındı.

5. Çocukların iyi yetişmesi için ana-babaya yükümlülükler verildi.

6. Kişilerin mallarla ve birbirleriyle olan ilişkilerindeki çelişkiler ve boşluklar yok edilerek modern bir sistem getirildi.

Önemi:

Medeni Kanun, başta kadın-erkek eşitliği olmak üzere toplumun her kesiminde sosyal adaletin yerleşmesinde ve yasalar önünde eşit bir toplum yaratılmasındaki en önemli adımdır.

Bu kanun, Türk halkı ve hukukçular tarafından benimsenerek sosyal yaşama geçirilmiş ve ulusal bir hukuk doğmuştur.

Müslüman olmayan cemaatler de Lozan Antlaşması’yla kendilerine verilmiş olan örf ve adet kurallarının uygulanması hakkından feragat ederek yerine Medeni Kanuna uymak istediklerini bildirmeleri de yeni kanunun her türlü sosyal ihtiyaçları karşılaması ve ilişkileri düzenlemesinin en güzel örneğidir.

 

MEDENİ KANUNUN TÜRK KADININA GETİRDİKLERİ, TÜRK KADINININ BUNDAN ÖNCEKİ DURUMU VE DAHA SONRA TÜRK KADININA VERİLEN SİYASİ HAKLAR

Kadın, aile, ekonomi ve toplumsal alanda erkekle eşit duruma geldi. İnsanlarımızın yarısı kadındır. Kadın aile hayatında ve toplumsal etkinliklerde ne kadar bilinçli ve kültürlü olursa, bir ulus o kadar çabuk kalkınır. Toplumun yarısı, diğer yarısı ile eşit olmaz, üretime katılmaz, bilgisiz ve yeteneksiz olursa, o ulus geri kalmış sayılır.

Orta Asya Türklerinde kadına üstün bir yer verilirdi. Kadınlarla erkekler her bakımdan eşittiler. Hakan eşleri kocalarına vekillik ederlerdi. Ama bir süre sonra Arap alışkanlıklarını edinen Türk toplumları kadınları geri plana itmiştir.

 

Medeni Kanunla beraber çağdaş haklara kavuşan Türk Kadını,

1.  1930’da Belediye Seçimlerine katılma

2.  1933’de Muhtarlık Seçimlerine katılma

3.  1934’de Milletvekili Seçme ve Seçilme haklarına da kavuşarak tüm dünya üzerinde ayrıcalıklı ve öncü bir konuma gelmiş oldu.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.