Atatürk’ün Kişiliği İle Hayatındaki Olgular Arasındaki İlişkiler

ATATÜRK’ÜN KİŞİLİĞİ İLE HAYATINDAKİ OLGULAR ARASINDAKİ İLİŞKİLER

Toplumlara ışık veren, rehberlik eden önderlerin ortaya çıkabilmesi için, bazı şartların varlığı gereklidir. Özellikle “inkılap” yapan önderler ancak bu şartların varlığı ile belirebilirler. Atatürk’ü Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu ortam doğurmuştur. Bu ortam oluşmasaydı kuşkusuz ki Atatürk’ün bir önder olarak belirmesini de göremezdik.

A) MEVCUT ORTAM

Bu ortamın özelliklerini iki bölüme ayırarak ele alabiliriz. Birincisi Atatürk’ün yetiştiği zamanlara kadar Osmanlı İmparatorluğu’nun durumunu, ikincisi olarak da Atatürk’ün görüp yaşadığı dönemi gözden geçirmek gerekmektedir.

Atatürk, XIX. yüzyılın sonunda doğup yetişen bir Türk aydınıdır. Bu yüzyıl, yalnız Osmanlı Devleti açısından değil, bütün dünya bakımından son derece önemli bir zamanı kapsar. XIX. yüzyılda, batılı büyük devletlerin dünya üzerinde egemenliği doruk noktasına çıkmıştır. Başta İngiltere olmak üzere Fransa, Belçika, Hollanda gibi birkaç devlet dünyayı hem ekonomik hem de siyasal bakımdan paylaşmışlardı. Bunların yanında daha eski sömürgeci devletlerin, yani İspanya ve Portekiz’in nüfuzları iyice azalıyordu. XIX. yüzyılda daha önceki dönemlerde gelişen bilimlerin teknik alana dökülmeleri sonucunda ayrıca müthiş bir teknolojik gelişme başlamıştı. Tarihte benzeri görülmemiş bu gelişme de batılı devletlerin içinde oluşuyordu.

Bu gelişmenin dışında kalmış ülkeler ise ya doğrudan doğruya sömürgeleşmiş ya da Batılı büyük güçlerin nefesleri kesen baskısı altına girmişlerdi. İşte XIX. yüzyılın Osmanlı İmparatorluğu da bu ikinci grubu oluşturan devletlerin içindeydi. XVIII. yüzyılın sonlarına kadar dünyanın en güçlü devletlerinden olan bu imparatorluk, bildiğimiz sebeplerden dolayı XVIII. yüzyıldan itibaren bir gerileme ve çökme süreci içine girmişti. Geleneksel yöntemlerle bu çöküşün önlenemeyeceği anlaşılmış ve XVIII. yüzyılın sonlarına doğru sosyal kurumlarda belli düzeltmelere yani reformlara gidilmişti.

Ancak bütün bu çabalara rağmen Osmanlı Devleti’nin çöküşü önlenemedi. Çünkü XIX. yüzyıl boyunca yapılan reformlarda hiçbir zaman tam kapsamlı davranılamamıştı. Osmanlı toplumunu gerileten asıl sebepler araştırılıp bulunamamıştı.

Öte yandan pek çok ve birbirinden son derece farklı milleti içinde barındıran devlette Türk milliyetçiliği ilkesi yerleşememişti. Fransız Devriminin etkisiyle bu milletler devletten ayrılıp bağımsızlaşırken, onları bir arada tutmak çabası nedeniyle ulusal bütünlüğe dayanan siyaset çizilememişti.

XIX. yüzyılda yapılan reformlarda ekonomi alanı da ihmal edilmişti. Yüzlerce yıl süren kapitülasyonlar XIX. yüzyılda iyice ağırlaşmış, batılı devletler imparatorluk üzerindeki sömürülerini yoğunlaştırmışlardı.

İşte XIX. yüzyıl sonunda doğan ve yetişmesini XX. yüzyıl başlarında da sürdüren Atatürk bu ortam içinden çıkmıştı. XIX. yüzyıl sonunda dünya yepyeni bir çağa, XX. yüzyıl medeniyetine geçerken Osmanlı Devleti’nin durumu hiç de iç açıcı değildi.

İşte Atatürk, kurtuluş için XIX. yüzyıldan beri harcanan reform çabalarına dönülmesinin artık mümkün olmadığını anlamıştı. Türk yurdu, milletin kendi geleceğine sahip çıkması ile kurtarılacaktı. Milli bağımsız ve laik bir devlet oluşmalıydı. Zira Osmanlı Devleti içinde yapılmaya çalışılan reformlar bu amaçları gözetmediği için başarısız kalmışlardı.

B) BAĞIMSIZLIK İHTİYACI

Mustafa Kemal’in doğuştan önder yaratılışta ve bağımsız bir ruha sahip olduğu bilinmektedir. Bu özelliğini, kendisi şöyle anlatıyor: “Hürriyet ve bağımsızlık benim karakterimdi. Ben, milletin en büyük ve atalarımın en değerli mirası olan bağımsızlık aşkı ile dolu bir adamım. Bence, bir millette şerefin, onurun, namusun ve insanlığın doğup yaşayabilmesi, mutlaka o milletin hürriyet ve bağımsızlığına sahip olmasına bağlıdır. Ben, yaşayabilmek için mutlaka bağımsız bir milletin evladı olmalıyım.” Görüldüğü gibi, O’nun karakterindeki hürriyet ve bağımsızlık vasfı, daha çok yaradılışından ve geçirdiği tecrübelerden kaynaklanmaktadır.

İnsan hak ve özgürlüklerini kısıtlayan, herhangi bir toplumu diğerlerinin üzerinde kayıtsız şartsız egemen kılan, demokratik yollar dışında bir millete iktidar olma iddiasında bulunan görüşlere, düşüncelere; bireylere ve kuruluşlara, Mustafa Kemal düşmandır, O’nun takip ettiği yolu ve hedefi, giderek gelişmek ve olgunlaşmak suretiyle milli bağımsızlık ve egemenliğe dayanarak, milli iradenin ve meşru temsilcilerinin etki ve yöntemiyle milli ülküleri gerçekleştirmektir.

İşte Atatürk, kendi düşünce sistemini bu ortam içinde kurmuştur. Bağımsız bir cumhuriyet, Türk milliyetçiliğine dayalı aklın ve bilimin ışığı altında yürüyen bir toplum… Bu düşünce sisteminin çeşitli ızdıraplı dönemler aşılıp nasıl geliştiğini ve özelliklerini işte bu derste öğreniyorsunuz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.