BİRİNCİ MUSTAFA

(2. Dönem 19 Mayıs 1622 – 10 Eylül 1623)

15-Sultan I. Mustafa Han

Dört sene, iki ay, yirmi bir gün Topkapı Sarayı’nda mahpus hayatı yaşayan Birinci Mustafa, bir kaç kişinin şahsî hırsı yüzünden, tekrar, Osmanlı cihan devletinin tahtına zoraki oturtulmuştu. Sultan Osman bahsinde, hangi şartlar altında o yüce makama getirildiğini beyana çalıştığımız için üzerinde durulmayacaktır. Yalnız, bir kere daha lanetlemek için, Kara Davud Paşa’dan bahsedeceğiz.
Taht sahibi görünse de, dünya âlem biliyor ki, Mustafa, hiçbir şeye kadir değildir. Bütün işler validesi eliyle, bu hain paşaya yaptırılmaktadır. Yapılan işlerin içinde bir tane iyi iş bulunmayışı da gayet normaldir. Çünkü: Başta iyi niyet yoktur. Devlet çarkı tersine işlemeye, bir masum şehidin kanı üzerinde dönmeye başlamıştır.
Kitaplarda, çeşitli şekillerde anlatılan Sultan Genç Osman’ın şehâdeti sonrasının ana çizgisi, bir kaç kişi hariç, herkesin vicdan azabından kıvrandığı yolundadır.
Vicdanı rahat olan vicdansızlar, başta Davud Paşa, sonra Cebecibaşı denen tiynetsiz ve Kilindir Uğrusu namlı alçak. Bunların başında mı, yoksa arkasında mı? denir, bilmiyorum. Sultan Mustafa’nın anası ve bir de ince hesapların kadın Kösem Sultan. “Kilindir, Güney Makedonya’da bir kasabadır. Uğru ise hırsız demektir.”
Valide Sultan, Mustafa’nın yerine devlet işlerini idare ederken halk ve askerin büyük kısmı da vicdanlarındaki kini temizleme yarışındadır. Önce Sipahiler, Davud Paşa’nın sarayı önüne birikip, “Biz sana emânet eylemiştik, neden Sultanımızı katleyledin?” diye hesap sorarlar. Paşa, “Sultan Mustafa’nın fermanıyla katleyledim, benim mesuliyetim yoktur.” diyerek savuşturur. Her işin içinden sıyrılma becerisine sahip olan bu alçak Paşa’nın hiç bir insanî haslete sahip olmadığına bir misal daha. Memleket en sancılı günlerini yaşarken Darüssaade Ağası’nın saray döşemelerini ve pâdişâhın hazinesini bile soymuştur.
Yeniçeri ve sipahiler Sultan Osman’dan memnun değildi. Tahttan uzaklaştırılsın ama hayatına dokunulmasını istemiyorlardı. Birçok kişi ölüm hadisesine içerlemişti. Mesul kişileri affetmiyorlardı. Hem Sultanı öldürülenleri, hem de Sultan’a yanlış yaptıranları temizlemek niyetlerini durmadan meydana koyuyorlar.
Üç hafta sonra (11 Haziran 1622) tekrar toplanan Yeniçeri ve Sipahiler “Sultan Osman’ın müşavirlerinden olup ihtilal günü Kızlarağasıyla sadrâzamın akıbetinden kurtulmuş olan Hoca Ömer Efendi’nin Kaymakam Ahmed Paşa’nın, eski Kethüda Hüseyin’in, Kara Ali Ayos ve Nasûh Ağaların başlarını istediler…
Davud paşa iktidara nasıl geldiğini bildiği gibi nasıl gideceğini de biliyor, bütün mesaisini kendisini bertaraf edecekleri bertaraf etmeye harcıyordu. Bu cümleden olarak Sultan Ahmed’in oğullarının hepsini ortadan kaldırmaya azmetmiş, ilk sırada, en büyük Şehzade Murad var; daha 10 yaşında. Büyük vaadlerle saraya yerleştirdiği bir adamı Şehzade Murad’ın işini bitirecekti ki, kendi işi bitti. Murad kurtuldu. Bu Murad istiklâlin Dördüncü Murad’ıdır.
Davud Paşa’nın yakayı ele vermesi zor olmadı. Şehzade Murad’ı öldürmekle vazifelendirdiği Akağalar reisinin yakalanıp idam edilmesi, bunun yapmaya çalıştığı icraatın arkasında Davud Paşa olduğuna inanılması kâfi idi.
Bütün mesele Genç Osman’ın feci akıbetinin hazmedilmemesidir. Berbat hallerin mesulleri Sipahi ve Yeniçeri olmakla beraber, bunların tamamı değildi. Artık, ölüm olmayacaktı. Ölüm işini Davud Paşa’nın organize etmesi yığınlarca kinin üzerine yönelmesine yetti. Halkın da asker kadar nefreti üzerindeyken makamında kalması doğru bulunmayıp Valide Sultan’ın emriyle azledildi. Davud Paşa’dan alınan Mühr-ü Hümâyun Mere Hüseyin Paşa’ya verildi.” Mere Hüseyin en adi cinsinden bir Arnavud’dur…” Bu sözler Hammer’e ait.
İhtilalin dağılmayan tozu dumanı arasında iyi adamların yüzü seçilemediği için, öne fırlayan kötüler yetki sahibi oluyor.
Mere Hüseyin’in sadâreti uzun ömürlü olamadı. Yeniçeri askeriyle ters düştüğü için padişaha şikâyet edildi. Sultan Mustafa tahtta oturup Valide Sultan devlet yönetmeye çalışırken şikâyetlerin muhatabı da haliyle Valide Sultan idi.
“Sadrazamlığa Dâvud, Gürcü Mehmed Paşa veya Lefkeli Mustafa Paşa’dan birini seçin. Sizin intihab edeceğiniz kişi benim makbûlumdur…” Pâdişâhtan kendilerine tercih selâhiyeti verilen asker insiyatif kullanamadı. Kavgada baş istemekten daha zor gelen bu işi üzerlerinden atarak:
“Pâdişâh kimi isterse onu tayin edebilir” diyerek kenara çekildiler. Mühür Lefkeli’ye verildi. Tercih sebebi de, Lefkeli’nin hanımı Pâdişahın dadısı idi.
Taht boş Sultan Mustafa’yı bir kalıp olarak oraya oturtanlar ne yapsalar olmuyor. İçini gerçeklerle dolduramadıkları zavallı delinin veliliğini yaymayı denediler. Şeyhlerden biri Ramazan’ın son cumasında, konuşmasını kerametlerle, Sultan Mustafa’nın velayetiyle süslüyordu. Vaazında diyordu ki Cerrahpaşa Camii İmamı İbrahim Efendi.
“Ümmeti Muhammedi Pâdişah-ı veli üç gündür bir tenha odaya girüp kapanmış; namaz kılup ağlamaktadır. Hiç kimseye söz söylemez; esrarına ancak kendisi vâkıftır. Sultan Osman Hân’ın mertebesini âlem-i rüyada müşahede eylemişler. Pek yüksek görmüştür; Hakk Teâlâ rahmet eyleye!”
Şu aşağıdaki uydurmadır deniyor:
“Davud Paşa denilen mel’un, Sultan Osman’ı boğazlamaya gitmiş imiş. Sultan Mustafa bunu anladığında, hemen tahtından fırlayıp bağırmaya başladı.” Kıyma, zalim kıyma.” Bu sözü tekrarladı durdu. Sonra da “Kıydı, kâfir kıydı; Yüce Tanrı’dan bulasın. Bu saltanatınız gerekmez, işte Padişahınız.” diye ağladı durdu.”
Sultan Mustafa deli veya veli, hangi sıfat yakıştırılırsa ona uyar; ikisi arasında zar kadar mesafe var. Veliliğini, menfaatlerine uygun görüp de halka yayanlar utansın. Mustafa’nın akıl zarını deldiği gün gibi aşikâr olduğu herkesin ma’lumu olduğu halde neler neler uydurdular. Yine de onu akıllandırmaya güçleri yetmedi.
Bu arada devlet ne yapıyordu? İyi-kötü vezirlerle ayakta duruyor. Olağan işler yürüyor. Tayinler, aziller, nakiller süratle devam ediyor. Halkın, Sultan Osman’ın katillerine karşı beslediği kin selvi gibi büyüyor. Tek tek, mesul kişilerden intikam alınması dileği yüreklere sığmıyor. Herkes diyet ödemeliydi ki gönüller ateşi birazcık söne.
Bir Derviş Ağa var idi. Sultan Osman’ın yerine oturtmak için Sultan Mustafa’yı arayıp bulan. Bu adam Yeniçeri Ağalığına terfi ettirilip emeğinin karşılığını almıştı. Timaşvar Eyaleti’ne gönderildi. Orada attan düşerek boynunu kırdı ve birkaç gün sonra öldü.
Vicdanı rahat olan vicdansızlardan biri de Kilindir Uğrusu denen Cebecibaşı da hakettiğini bulacaktır. Yedikule Zindanı Kilindir Uğrusunun dünyaya bakabildiği son yerdir.
Sultan Osman’ın ölümünde dahli olmayanlar, bilhassa sipahiler halkın yakıcı bakışlarından usanmış, suçlu olmadıkları halde suçlu sanılmaktan acı duyuyorlardı. Sultan Mustafa’ya zabitlerini göndererek “Sultan Osman’ın katlini eğer Pâdişâh emretmişse, bunu açıklasın” mealinde bir arz-ı hal takdim ettirdiler.” Bir gün sora Şeyhülislâm’dan, katiller için fetva istediler. Diğer gün Pâdişâhın kulağına ulaşacak kadar gürültü çıkarıldı. Mesele anlatılınca, Sultan Mustafa’dan:
“Sultan Osman’ın katledilmesini ben istemedim; Davud Paşa öldürdü: Katiller kim ise haklarından gelinsin.” diye bir Hatt-ı Hümâyun çıktı.
Bunun üzerine asker:
“Tiz katiller bulunsun!” diye çağrıştılar.
Sultan Osman’ın kulağını Sultan Mustafa’nın validesine götürmüş olan bir Kara Mezak Çavuş vardı. Sultan Osman’ın yanık bağrını serinletmek için su istediği çeşmenin yanında bulunup, boynu vuruldu. Yine o devrin yaramaz adamlarından, yalnız, maksadı meçhul “beni dahi isteseler virin” diye Sultan Osman’ı korumaya çalışıyor gibi görünen Ohrili Hüseyin Paşa’nın vücudu parçalandı.
Davud Paşa o zamanın birinci derecede yüz karası, merhametsizliğin heykeli sayılırdı. Devrilmek korkusuyla saklandığı bir samanlıkta yakalandı. Pejmürde bir kıyafet içinde, bir arabayla Yedikule Zindanı’na getirilip oradan lâyık olduğu yere (Cehenneme) gönderildi.

Abaza Paşa’nın İsyanı

İstanbul’da Sultan Osman’ın öcünü alma çalışmaları devam ederken, Erzurum Valisi Abaza Paşa isyana kalkıştı. Celâlileri de arkasına alan Abaza Paşa’nın maceralarını bundan sonraki bahiste ele almak üzere, şimdilik erteliyoruz.

Birinci Mustafa, ikinci defa iliştirildiği tahtta otururken, hiç farkında olmamıştır ama, çok hareketli, kanlı günler yaşanıyordu. Sadece, değişen sadrâzamlar, olayların delili olarak sayılsa yeter. Ohrili Hüseyin Paşa sadrâzam idi. Parçalanarak öldürüldü. Dâvud Paşa yerine getirildi. Yirmi üç gün sonra da Mere Hüseyin Paşa geldi. Arnavud olup, Türkçeyi tam konuşamayan Paşa, önünden götürülmesini istediği idamlıklar için, Türkçedeki “götürün” manâsına gelen Arnavudça “Mere” dediğinden dolayı adı Mere Hüseyin kalmış. Zulüm ve soygunda emsalsiz olan bu Paşa, vazifesine ancak 25 gün devam edebilir. Ondan sonra Lefkeli Mustafa Paşa iki ay 14 günlüğüne iş başı yapar. Lefkeli’den boşalan sadâret makamı Gürcü Mehmed Paşa’ya emanet edilir. Gürcü Mehmed Paşa 4 ay 14 gün süren dağdağalı bir dönem yaşadıktan sonra, bu makamı daha önceki sahiplerinden Mere Hüseyin Paşa’ya bırakmak zorunda kalır. Mere Hüseyin Paşa’nın müddeti 6 ay, 25 gündür.
Sultan Mustafa’nın ikinci dönemi bütün cepheleriyle karmaşa yaşamaktadır. En büyük ayıbı yaşayan ve yaşatanlar bu halden utanmaya başlayacaklardır, az kaldı! Mere Hüseyin’den sonra Kemankeş Mehmed Paşa Vezir-i Âzam olup, aradan on gün geçmiştir. Bir delinin iktidarda kalmasına artık kimsenin gücü yetmeyecektir.
Abaza Mehmed Paşa Erzurum Beylerbeyi’dir. Başkaldırmış, Sultan Osman’ın katlinin hesabını sormak istiyor. Kemankeş Ali Paşa da devlete düzen vermek için çırpınıyor, Yeniçerilerle Sipahiler ne yapacağını bilemez durumdalar. Padişah Mustafa bir şey yapamayacağı için, fazla bir şey bilmesi de önemsenmiyor. Ne var ki, çok şey bilip, çok şey yapacak mevkîdedir.
Sultan Mustafa, saltanat makamında bulunmasında şahsi kabahat sahibi de değildir. Bütün suç, onu malûm durumda iken zorla oraya getirenlerin omzundadır. Hâlbuki Yüce Yaratıcı, onu her türlü mesuliyetten uzat tutulacak hale getirmişti.
Zavallı Mustafa, padişahlığın ne demek olduğunu bilemeden zorla oturtulduğu tahtta günlerini geçirirken, belki de güdü ile, bazen yanık yanık bağırıyor:
“Osman nerdesin? Gel, beni kurtar!
Gel Osman beni kurtar!”
Bu çığlıkların sahibinin, daha fazla ızdırap çekmesini doğru bulmazlar. Vezir-i Âzam, Şeyhülislâm ve Kazasker Mustafa’nın hal’i için anlaşmaya varırlar, Valide Sultan’a haber gönderilir:
“Sultan Mustafa tahtında otururken varalım, sorular soralım.” “Adın nedir ve kimin oğlusun, bugün nedir?”
Ne kadar acı, hattâ gülünç olsa da maalesef, böyle. Mustafa bu kadar soruya bile doğru cevap verebilse, padişahlığı devam edecek. Tabii ki Mustafa’nın kendinden haberi yok. Yeğeni Sultan Osman’ın boğdurulmasından sonra, olan aklı da gitmiş, tam bir divânedir.
Valide Sultan gelince durum müzâkere edilir. Valide; hayatına dokunulmaması şartıyla, oğlunun tahttan indirilmesine rıza gösterir.
Şimdi mühim bir engel kalmıştı; para. Malûm ya, tahta her geçen pâdişâh askere cülus bahşişi verir. Eskiden pâdişâhlar uzun seneler görev başında kalır, fetihler yapılır, taşınamayacak kadar ganimetlerle taht şehrine dönülürdü; hazine dolup, taşardı. Uzun zamandır ganimetten mahrum kalındığı gibi, son 5-6 senede üç defa dağıtılan cülus bahşişi ve rüşvetlerle, soygunlarla hazine fukara ambarına dönmüştü.
Vezir-i Âzam askerin ileri gelenleriyle görüşür, konuşur ve anlaşırlar. Bu seferlik, iktidar değişikliğinden kimse para beklemeyecek. Yeniçeriler, tutamayacakları bir söz vermişlerdir. Amma bu sözle Sultan Mustafa onbeş sene yaşayıp, yine orada öleceği saray dairesine gider. Yeğeni, 11 yaşındaki Murad 17. Osmanlı Pâdişâhı olarak tahta oturur. (10 Eylül 1623)
Bu zamana ait iyi bir iş var mıdır, diye araştırdık, aşağıdaki hâdiseyi bulduk.

Sultan Mustafa Devrinden Bir Güzel Tablo

Memleketin her tarafını matem bulutları örterken, vicdanındaki ağır baskıya dayanamayıp meydana atılanlar da yok değildi. 21 Haziran 1622’de sadrâzamın dağıttığı rüşveti paylaşmaya çalışan askerin arasına dalan bir sipahi “Kanı benim Osman Han’ımı neylediniz?” diye tekrar tekrar bağırarak bir mülâzımbaşıyı öldürüp sekiz kişiyi ağır yaralamış. Döğüşe döğüşe Sultanahmet Camii’nin minaresine çıkan sipahi, okları bitene kadar direnmiş, 80 kadar askerin kimini öldürüp, kimini yaralamış. Sonunda yakalanıp başı kesilerek cezasını görmüş. En azından yapılan zulme nasıl bir hınçla baktığını göstermesi açısından enteresan bir olaydır, bu Sipahi’nin serdengeçtiliği.