III. Abdurrahman

ABDURRAHMAN III

 

Ebü’l-Mutarrif Abdurrahmân b. Muhammed el-Mervânî el-Ümevî (ö. 350/961) Endülüs Emevî halifesi (912-961). 22 Ramazan 277’de [322] Kurtuba’da doğdu. Babası Muhammed’in veliahtlık meselesinden dolayı kardeşi tarafından bir komplo sonucu öldürül­mesi üzerine dedesi Emîr Abdullah, Abdurrahman’ı veliaht tayin etti ve onun ölümü üzerine 16 Ekim 912de tahta geçti.

Abdurrahman emîr olduğu sırada ül­kenin içinde bulunduğu siyasî durum pek iyi değildi. Merkezî otorite zayıf­lamış, buna bağlı olarak isyanlar ve yarı bağımsız hareket eden hükümetler ortaya çıkmıştı. Yeni emîrin ilk göre­vi isyanları bastırıp memleketin bütün­lüğünü sağlamaktı. Bu isyanların en tehlikelisi, 880 yılında Bübeşter’de (Bobastro) devlete karşı ayaklanarak İs­panya’nın güneyine (Andalusia) hâkim olan Ömer b. Hafsün’un isyanı idi. Ab­durrahman’ın ilk işi. kendisinden önce­ki üç emir tarafından bir türlü bastırılamayan İbn Hafsün’un isyanını bastır­mak oldu. Abdurrahman 913’te yaptığı ilk seferinde onun elinde bulunan bazı şehir ve müstahkem mevkileri kurtardı. Ertesi yıl yapılan ikinci seferde ise Ma­lağa ve sahil bölgesi itaat altına alına­rak İbn Hafsûn’a Kuzey Afrika’dan ge­len yardımlara engel olundu. Daha son­ra İbn Hafsün’un elindeki yerler birer birer zaptedildi. Bu arada on yıldan be­ri İbrahim b. Haccâc ve oğullarının elin­de bulunan İşbîliye (Sevilla) ve Karmûne (Carmona) tekrar merkezî hükümete bağlandı. Ömer b. Hafsûn Eylül 917’de öldü; fakat isyan oğulları tarafından devam ettirildi. Büyük oğlu Ca’fer Bü­beşter’de idarenin başına geçti. Fakat 919 yılında yapılan sefer sonunda şehir kuşatıldı ve haraç verilmesi şartıyla anlaşma yapıldı. Aynı yıl diğer oğlu Ab­durrahman yenilgiye uğratılarak tes­lim olmak zorunda bırakıldı. Ertesi yıl Ca’fer küçük kardeşi Hafs tarafından öldürüldü. Bu sefer Bübeşter İbn Haf­sün’un oğullarından Süleyman’ın eline geçti. Bütün gücüyle isyanı devam et­tirmeye gayret eden Süleyman, nihayet 928de Bübeşter önlerinde yapılan çar­pışmada öldürüldü. Sadece, hayatta ka­lan sonuncu oğlu Hafs Bübeşter’de di­reniyordu. Altı ay kadar devam eden kuşatma sonunda Hafs da teslim oldu ve 17 Ocak 928’de isyan tamamen bas­tırıldı. İbn Hafsûn ve oğullarının isyanı­nın bastırılması, bütün İspanya’da oldu­ğu gibi hıristiyan ve müslüman devlet­ler nezdinde de Abdurrahman’a büyük bir itibar kazandırdı ve emir, en-Nâsır-Lidînillâh unvanını aldı. Diğer taraftan ülkenin çeşitli bölge ve şehirlerinde yan bağımsız hükümetler birbiri arkasından itaat arzetmeye başladılar.

İbn Hafsûn’un isyanının bastırılma­sından sonra Abdurrahman, Benî Mer-vân’ın idaresinde bulunan Batalyevs’i (Badajoz) itaat altına almaya karar ver­di. Haziran 929’da kısa bir kuşatma so­nucu Batalyevs teslim oldu. Batalyevs’in zaptından sonra, yıllardan beri sık sık isyan bayrağını açan Tuleytula’ya (Toledo) kesin olarak Emevî hâkimiyeti al­tına alma sırası gelmişti. Tuleytula son derece müstahkem bir şehirdi. Bunu bilen Abdurrahman bir elçi heyeti gön­dererek itaat etmelerini istedi. Ancak şehir halkı bu teklife yanaşmadı. Bu­nun üzerine 930 yılı ilkbaharında Vezir Saîd b. Münzir kumandasında bir ordu gönderildi. Temmuz ayında bizzat Ab­durrahman da gelerek şehri kuşattı. Emîrin bir süre sonra Kurtuba’ya dön­mesine rağmen kuşatma iki yıl devam etti. Bu durum karşısında âsiler Leon Kralı 11. Ramiro’dan yardım istediler. Yardıma karar veren Ramiro yolda Eme­vî kuvvetleri tarafından mağlûp edildi. Şehirde açlık baş gösterdi ve halk kapı­ları açmak mecburiyetinde kaldı. Ab­durrahman 2 Ağustos 932 tarihinde Tuleytula’ya girdi. Böylece yirmi yıllık bir mücadele sonunda Endülüs sükûne­te kavuşmuş oldu.

III.Abdurrahman devri dış politika bakımından da son derece hareketli bir dönemdir. Bir taraftan kuzeydeki hıristiyan devletlerle çetin mücadeleler devam ederken diğer taraftan da Ku­zey Afrika’daki müslüman devletlerle dostça ve düşmanca münasebetler bir­birini takip ediyordu. Tahta geçmesin­den bir yıl sonra Ordono kumandasındaki bir Galicia ordusu Lizbon’un gü­neybatısında yer alan Yâbüre (Evora) üzerine yürüyerek şehri zaptetti ve hal­kını kılıçtan geçirdi. Bir veya iki yıl son­ra bu sefer Asturia-Leon kralı sıfatıyla Mâride (Merida) bölgesine saldırarak Kal’atülhaneş’i (Alange) tahrip etti. Bir­birini takip eden bu hücumlar karşısında Abdurrahman, Ahmed b. Muhammed b. Ebû Abde’yi 916 yılında Leon topraklarına gönderdi. Ahmed b. Muhammed. 4 Eylül 917 tarihinde II. Ordono ile karşılaştı. Fakat bu savaş müslümanlar için bir felâket oldu. Ordu kumandanı Ahmed b. Muhammed şehid düştü ve başı kesilerek San Esteban surlarına asıldı.

Abdurrahman bu mağlûbiyetin intikamını almak için derhal hazırlıklara başladı. Diğer yönden müslümanlar tarafından bir hücuma mâruz kalacağını bilen II. Ordono. Navarra Kralı I. Sancho Garces ile anlaşarak akınlarına devam ediyordu. Hâcib Bedr b. Ahmed kuman­dasındaki ordu Ağustos 918de Ordono’yu ağır bir yenilgiye uğrattı. Ertesi yıl İshak b. Muhammed kumandasında­ki ordu Ordonoyu tekrar mağlûp etti. Fakat kazanılan bu iki zafer Abdurrahmanı tatmin etmedi. Bu sebeple Hazi­ran 920’de büyük bir ordu ile Kurtuba’dan hareket etti. Önüne çıkan hıris-tiyan birliklerini dağıtıp kale ve şehirleri yıkarak Asturia-Leon Krallığının top­raklarına girdi ve eski Roma şehri Clu-nia’ya kadar ilerledi. Kaleler, kiliseler ve manastırlar yıkıldı. Böylece 917 felâ­ketinin intikamı alınmış oldu. Ancak Abdurrahman bu sefer de Ordono’nun müttefiki Sancho Garces üzerine döndü. Hedefi krallığının merkezi Benblûne’yi (Pamplona) zaptetmekti. Sancho Garces, Abdurrahman’in üzerine geldiğini haber alınca kuzeye çekildi ve ken­disine yardıma gelen Ordono ile birleşti. İki ordu 26 Temmuz 920 tarihinde Junguera’da karşılaştı ve savaş müslümanların kesin zaferi ile son buldu. Bu za­ferden sonra Muez yakınlarına kadar ilerleyen Abdurrahman. Nebre’yi (Na­varra) üç hafta boyunca yağmalattı ve eylül ayı başında Kurtuba’ya döndü.

Uğradığı bu yenilgilere rağmen II. Or­dono yeni bir hücuma mâruz kalmadan harekete geçerek Najera’yı Sancho Gar­ces adına zaptetti. Diğer taraftan Sanc­ho Garces’te Viquera şatosundaki Benî Kasî hanedanının son mensuplarına sal­dırdı. Bunlar Abdurrahman’in yeni bir sefer yapması için kâfi sebeplerdi. Ab­durrahman 924 yılı ilkbaharında hare­kete geçti. Bu sırada Ordono ölmüş, ye­rine kardeşi II. Fruela geçmişti. Abdur­rahman önce doğuya yönelerek Mürsiye (Murcia) ve Belensiye (Valencia) üze­rinden kuzeye döndü. Hedefi Sancho Garces’in başşehrini zaptetmekti. Yol üzerindeki   müstahkem yerleri tahrip ederek İreti vadisinde Sancho Garces ile karşılaştı. Yapılan savaşı yine müs­lümanlar kazandı. Artık Benblüne’nin zaptı için hiçbir engel kalmamıştı. Gerçekten Abdurrahman hiçbir mukave­metle karşılaşmadan Benblûne’ye girdi. Böylece hedefine varmış olarak Kurtu­ba’ya döndü.

Abdurrahman’ın bu başarılı seferin­den yedi yıl sonra II. Ramiro’nun Astu­ria-Leon tahtına geçmesine kadar hıristiyan devletlerle mücadeleler durmuş­tur. II. Ramiro’nun 933 yılında müslü-manların elinde bulunan Madrid’e saldırmasıyla mücadeleler yeniden başladı. Ertesi yıl müslümanlar başarılı akınla­rıyla ona karşılık verdiler. Karşılıklı de­vam eden bu akınlar 1 Ağustos 939’da Simancas surları önünde cereyan eden ve müslümanların mağlubiyetiyle son bulan savaşla şiddetlendi. Bu yenilgi­den sonra, Abdurrahman’in katılmadığı seferler çoğunlukla başarıyla sonuçlan­mıştır.

II.Ramiro’nun ölümüyle kuzeydeki hıristiyan krallıklar arasında ihtilâf baş gösterdi. Diğer yönden yerine geçen III. Ordono da zayıf bir şahsiyetti. III. Ab­durrahman bu gelişmelerden faydala­narak 951 yılından itibaren hıristiyan topraklarına akınları sıklaştırdı. Tem­muz 955’te müslüman kuvvetleri III. Ordono’yu Kastilya’da ağır bir yenilgiye uğrattı. III. Ordono bir elçilik heyeti göndererek barış teklifinde bulundu. Onun bu teklifini kabul eden Abdurrah­man, Muhammed b. Hüseyin ile özel doktoru yahudi Ebû Yûsuf u (Ebû Yû­suf Chasdaı b. Isaac b. Shaprut) gönder­di. Yapılan anlaşmaya göre birçok kale ya müslümanlara bırakılacak veya tah­rip edilecekti. Bu tarihten itibaren ku­zeydeki komşu hıristiyan devletler yıllık vergi vermek şartıyla Abdurrahman ile barış yapmak mecburiyetinde kal­dılar.

Endülüs Emevi Devletinin askerî ve malî alandaki üstünlüğü karşısında İs-panya’daki hıristiyan prenslikler pek si­lik kalmışlardır. Onun bu askerî başarı­ları ve Endülüs İslâm medeniyetinin gücü Pireneîer’i aşarak Batı Avrupa’dan Bizans İmparatorluğu’na kadar hisse­dilmiş ve Kurtuba’ya Avrupa elçileri gel­meye başlamıştı. Ancak Endülüs Emevî halifesi Abbâsîler’i ve Fâtımîler’i kendi­ne düşman olarak görüyordu. Aynı du­rum Bizans için de söz konusu oldu­ğundan, birbirinden çok uzak olan bu iki devlet ortak düşmanlarına karşı an­laşma yoluna gittiler. Daha önceki yıl­larda da bu iki devlet arasında karşılıklı olarak elçiler gönderilmişti. III. Abdur­rahman devrinde ilk elçinin hangi ta­raftan gönderildiği kaynaklarda farklı şekilde verilmekle birlikte, 949 yılında karşılıklı elçi heyetleri gönderildiği bilin­mektedir. Diğer taraftan zaman zaman Batı Avrupa devletlerinden de Kurtu­ba’ya elçiler geliyordu. Avrupa devletle­ri, Desinalı korsanların Fransa içlerine kadar ilerleyerek etrafı yağma ve tah­rip etmeleri üzerine III. Abdurrahman’dan yardım istediler. Bu korsanla­rın X. yüzyılın ilk yarısında iyice kuvvetlenerek yağma akınlarını İtalya’ya ka­dar uzatmaları üzerine Alman İmpara­toru I. Otto, III. Abdurrahmanı tahkir eden bir mektup gönderdi, fakat halife elçiyi kabul etmedi. Ancak Recemund adında bir piskoposu I. Otto’ya gönder­di; Recemund Frankfurt’ta imparator ile görüştü.

III. Abdurrahman’ın Endülüs Emevî tahtına çıktığı yıllarda Kuzey Afrika’da Fatımî devleti kurulmuştu. İmam Ubeydullah, Mehdiyye şehrini kurarak sağ­lam bir başşehre sahip olduktan sonra ele geçirdiği Ağlebî donanmasını takvi­ye etti ve böylece Akdeniz’de büyük bir güç olarak ortaya çıktı. Diğer taraftan âsi İbn Hafsûn’u desteklemekten çekin­medi. Abdurrahman ise donanmasını kuvvetlendirerek Akdeniz’den gelecek tehlikelere karşı gerekli tedbirleri aldı. Böylece bu iki devlet rakip olarak karşı karşıya gelmiş oldular. Daha sonraki yıllarda Fâtımîler’in Mağrib’e müdahale etmesi ve mahallî hanedanlarla müca­deleye girişmesi, Abdurrahman’a Mağ­rib’e müdahale fırsatı verdi. 927’de Melile’yi (Meliha) zapteden Abdurrahman, 931 yılında da Septe”yi (Ceuta) ele geçirerek burada kuvvetli bir deniz üs­sü kurdu. Böylece Akdeniz’den gelecek Fatımî tehlikesi ortadan kalktığı gibi uzak Mağrib de Endülüs’ün hâkimiyeti­ne girmiş oldu. Ancak bu hâkimiyet sürekli olmadı. 933 yılında Tâzâ’da ya­pılan savaşta galip gelen Fâtımîler Fası ele geçirdiler. 934’te Fatımî Halifesi Ubeydullah el-Mehdinin ölümü üzerine III. Abdurrahman in kumandanı Müsâ b. Ebü’l-Âfiye Fas’ı geri aldı. Yeni halife Kâim-Biemrillâh derhal harekete geçe­rek kaybedilen yerleri tekrar zaptetti. Bu arada Berberi kabileleri arasında çıkan ihtilâflar ve isyanlar III. Abdurrahman’ın işine geliyor ve Fâtımîler’e karşı isyancıları destekliyordu. Endü­lüs Emevi Devleti’nin Mağrib’de büyük bir nüfuz kazanması, bu bölgelerde ya­şayan kabile ve hanedanları III. Abdurrahman’a tâbi olmaya sevkediyordu. Böylece Cezayir’den Sicilmâse’ye ve At­las Okyanusu’na kadar her tarafta En­dülüs Emevî Devletinin hâkimiyeti ta­nınmış oldu.

Bununla beraber zaman zaman du­rumdan memnun olmayanların isyan ettikleri de vâkiydi. Bunların başında İdrîsîler geliyordu. Kuzey Afrika’daki bu olaylar yeniden Fâtımîler ile Endülüs Emevîleri’ni karşı karşıya getirdi. 955 yılında bir Fatımî gemisinin Sicilya açık­larında Endülüslü gemiciler tarafından ele geçirilmesi. Fatımî Halifesi Muizz’in Endülüs’e saldırmasına sebep oldu. Fatımî donanması Meriyye’ye (Almeria) çıkarma yaparak limanda bulunan En­dülüs donanmasını yaktı. III. Abdurrah­man buna karşılık olmak üzere donan­ma kumandanı Galib’e, İfrîkıyye sahille­rini yağmalamasını emretti. İlk teşeb­büs başarısızlıkla sonuçlandı; ancak er­tesi yıl yetmiş gemiyle harekete geçen Galib bazı şehirleri yağma ve tahrip ederek geri döndü. Endülüs Emevî hali­fesi bu arada tersanelere kuvvetli bir donanma yapılmasını emretti. Buna kar­şılık Fatımî Halifesi Muiz de silâhlan bırakmak niyetinde değildi. 347de (958-59) Cevher adındaki kumandanının em­rinde büyük bir orduyu bütün Mağrib’i zaptetmek için harekete geçirdi. Cev­her, karşısına çıkan Endülüs birliklerini mağlûp ederek arka arkaya Tâhert’le Sicilmâse şehirlerini zaptetti ve Süs’a kadar ilerledi; Tanca ve Septe dışındaki bütün şehirleri işgal etti. Abdurrahman ise bütün gayretlerine rağmen olumlu bir sonuç alamadı ve İspanya’nın kapısı durumunda olan Tanca ve Septe ile ye­tinmek zorunda kaldı.

III. Abdurrahman, ihtişamlı bir ha­yattan sonra 2 Ramazan 350 [323] tarihinde Kurtuba’da öldü.

III. Abdurrahman. İbn Hafsûn’un isya­nının bastırılmasından ve ülkede sükû­netin sağlanmasından sonra, 929 yılın­da Endülüs Emevî Devleti tarihinde ilk defa “Halife” ve “Emîrü’1-mü’minîn” un­vanını almıştır. Kendisinden öncekiler genellikle “Emir” unvanını kullanıyorlar­dı. Endülüs Emevî Devleti’nin kurucusu I. Abdurrahman, ailesinin Abbasîler ta­rafından katledilmesine ve Endülüs’e gelip iktidarı ele geçirmesine rağmen, halifelik unvanını kullanmamıştı. Diğer emirler de Abbasî hilâfeti ile rekabetle­ri devam ettiği halde aynı yolu takip ettiler. III. Abdurrahman’ın “Halife” un­vanını kullanması Abbâsîlere karşı de­ğil, doğrudan doğruya Fâtımîler’e karşı yapılmış bir harekettir. 909 yılında İfrîkıyye’de ortaya çıkan ve kısa zamanda Kuzey Afrika’nın büyük bir kısmına hâkim olan, hatta Endülüs’teki siyasî ge­lişmelere müdahale eden Fâtımîler, Şiî oldukları için, gerek dinî, gerek siyasî, gerekse askeri bakımdan Endülüs Eme­vîleri’ni tehdit ediyorlardı. III. Abdurrah­man içerde sükûneti sağladıktan sonra bu başarılarını manevî bakımdan takvi­ye etmek ve Fâtımîler’e karşı girişeceği mücadelelerde Sünnî müslümanlann desteğini sağlamak düşüncesiyle “Hali­fe” unvanını almış olmalıdır. Böylece İslâm dünyasında Abbasîler ve Fâtı-mîler’den sonra üçüncü halifelik ortaya çıkmış oldu.

III. Abdurrahman devri yalnız siya­sî ve askeri bakımdan değil, iktisadî, kültürel ve imar faaliyetleri bakımından da Endülüs Emevî Devleti’nin en parlak devridir. Onun yarım yüzyıl devam eden emirlik ve halifeliği süresince ülkenin her tarafında imar faaliyetleri dikkati çekmektedir. Zamanında Kurtuba batı Avrupa’nın en büyük başşehri idi. Bu­nunla yetinmeyip 936 yılında Kurtuba yakınında, hanımının adına izafeten Medînetüzzehrâ’yı kurdu ve hilâfet merke­zini oraya nakletti. Muhteşem sarayı, devlet daireleri ve bahçeleriyle şehir kı­sa sürede çok gelişti. Ayrıca 941 yılında yeni su yollan yaptırarak Kurtuba’ya su getirdi. İşbîliyenin surları yapıldığı gibi Meriyye de onun zamanında âdeta ye­niden inşa edildi. Büyük şehirleri birbi­rine bağlayan yollar yeniden yapılarak veya tamir edilerek ticarî faaliyetler ge­liştirildi. Bütün yollar Kurtuba’da birle­şiyordu. Kara ticaretinin yanında deniz ticareti de çok gelişmişti. Akdeniz li­manlan Endülüs ticaret gemilerinin uğ­rak yerleri idiler. Yünlü ve ipekli doku­malar, porselen, Abbas b. Firnâs tarafından ük defa Endülüs’te imal edilen cam eşya. mücevherat, demir ve bakır eşya ile kâğıt başlıca ihraç mallarını teşkil ediyordu. Tarım, hayvancılık ve madencilik çok geliştiği için ithalât ih­racatın yanında çok azdı. Bu sebeple halkın refah seviyesi yüksekti. Onun devrinde Endülüs. Avrupa ülkelerinin en gelişmişi idi.

III. Abdurrahman aynı zamanda ilim ve edebiyatın da hâmisi idi. Kurtuba’-daki Câmi-i Kebîr’in yanında yüksek öğ­retim kurumunu ilk defa o kurmuştur. Burada yalnız müslümanlar değil, gayri müslimler de rahatlıkla tahsil yapma imkânına sahiptiler. III. Abdurrahman, zamanında kurulan saray kütüphane­sini geliştirmiş ve ilgililerin hizmetine sunmuştur. Filozof İbn Meysere. el-EIkdal-ferîd’in müellifi şair İbn Abdü Rabbih ve şair İbn Hânî. tarihçi İbn Kütiyye, astronomi âlimi Mesleme b. Kasım el-Kuıtubî. tarihçi ve tabip Arîb b. Sa’d ile tabip Yahya b. İshak gibi âlim, şair ve edipler onun zamanında ilim ve edebi­yatın gelişmesine hizmet etmişlerdir.

III. Abdurrahman hırslı, azimli, devlet adamlarıyla istişare eden. özellikle ede­biyatçılara ve fakihlere değer veren bir hükümdardı. Geniş müsamahası saye­sinde ülkesindeki gayri müslimler rahat ve müreffeh bir hayat sürmüşlerdir. Âlim ve ediplerle sohbet etmesini se­ver, nükteleriyle herkesin takdirini ka­zanırdı. Çok zeki ve kabiliyetli, cesur, iyi niyetli, cömert ve sarsılmaz bir iradeye sahip idi. [324]

 

Bibliyografya

 

1- İbnü’l-Esîr, el-Kâmil (nşr. C. 1. Tomberg), Leiden 1851-76-Beyrut 1399/1979.

2- Nüveyrî. Nihâyetut-ereb, XXIII (nşr. Ahmed Ke­mâl Zekî-Muhammed Mustafa Ziyâde), Kahi­re 1980.

3- İbn Haldun. el-‘İber, Bu­lak 1284-Beyrut 1399/1979.

4- Makkarî, Nefhu’t-tîb (nşr. İhsan Abbas), Beyrut 1388/1968, bk. İndeks.

5- R. Dozy, Histoire des musulmans d’Espagne, Paris 1912.

6- R. Dozy, Spanish İslam (trc. F. Griffin Stokes), London 1972.

7- E. Levi-Provençal. Histoire de İEspagnç musulmane, Pa­ris 1950-53.

8- Anwar G. Chçjne, Müs­lim Spain, Its History and Culture, Minnesota 1974, bk. İndeks.

9- S. M. Imâmüddin. Müslim Spain, Leiden 1981, bk. İndeks.

10- David Wasserstein, The Rise and Fail of the Party-Kings, Princeton 1985.

11- Enrico Cerutli. “Lecalife Abd ar-Rahmân III de Cordoue et Le Martyr Pelage Dans un Poeme de Hrotsvitha”, St.ls., XXXII (1970).

12- E. Lâvi-Provençal. “Abd al-Rahmanni”, El2 (İng),1,83-84. [325]

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.