Abdullah Cevdet

ABDULLAH CEVDET

(1869-1932)

Abdullah_Cevdet

Son devir fikir ve siyaset adamı, Jön Türk hareketini başlatanlardan biri.

 

9 Eylül 1869’da Arapkir’de doğdu. Babası Diyarbekir Birinci Tabur Kâtibi Ömer Vasfi Efendi’dir. İlk öğrenimini Hozat ve Arapkir’de’ yapt. Ma’mûretülazîz Askerî Rüşdiyesi İle Kuleli Askerî Tıbbiye İdâdîsi’ni bitirdikten sonra Mekteb-i Tıbbiye’ye kaydoldu. Bu dönemde adı geçen mektepte biyolojik materya­list eğilimler hâkim durumdaydı. Kendi­si ailesinde dinî eğilimin kuvvetli oldu­ğunu söylediği, hatta arkadaşları ara­sında dinî vecibelerine bağlı biri olarak tanındığı halde kısa sürede bu çevre­den etkilendi. Bunun sonucu olarak. Ludvvig Büchner’e ait otan ve biyolojik materyalist görüşleri halkın anlayacağı bir seviyede ele alarak Batı dünyasında büyük ilgi gören Kraft und Stoff adlı kitabın bir bölümünü Fizyolociya-i Te­fekkür (1890) adıyla Türkçe’ye çevirdi. Bu tarihlerde onun üzerinde önemli et­kiler yapan diğer bir kitap da. dini sos­yal gelişmeye engel telakki eden görüş­leri çarpıcı ve basit bir üslûpla nakle­den. Felix Isnard’ın Spiritualisme et Materialisme (1879) adlı eseridir. Bu iki kitabın yanı sıra Kari Vogt. Ernesi Hackel ve Spencer’in tesiri altında kalan Abdullah Cevdet, yine aynı tarihlerde Dimağ (1890), Fizyolociya ve Hıfz-ı Sıhhat-i Dimağ ve Melekât-ı Akîiyye (1894) adlarıyla biyolojik materyalizm ve dönemin yaygın temayülü olan beynin fonksiyonları üzerinde duran kitaplarını yayımladı. Aynı konular üzerinde Maâ­rif, Musavver Cihan ve Resimli Kitab mecmualarında makaleler yazdı. 1891′-de, bir felsefe ansiklopedisi niteliğinde olan ve daha çok İslâm âlimleriyle biyo­lojik materyalist filozofların fikirlerini bağdaştırmaya çalışan Fünûn ve Felsefe adlı çalışmasının ilk taslağını hazır­ladı (Cenevre 1897). Bu arada siyasete de ilgi duyan Abdullah Cevdet. 3 Hazi­ran 1889’da diğer tıbbiyeli arkadaşları İbrahim Temo, İshak Sükûtî. Mehmed Reşid ve Hikmet Emin ile birlikte, daha sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti adını alacak olan İttihâd-ı Osmânî Cemiyeti’nin ilk kurucuları arasında yer aldı. Okuldaki siyasî faaliyeti dolayısıyla bir­kaç defa okul idaresince tutuklandı ve mektepte hapis yattı. 1894’te mabey­nin emriyle yapılan bir soruşturma so­nucu gözaltına alındı, fakat yargılanma­dan irâde-i seniyye ile serbest bırakıldı. Temmuz 1894’te Mekteb-i Tıbbiye’den mezun oldu ve Dr. Diran Acemyan’ın asistanı olarak Haydarpaşa Hastahanesi’nde göz doktorluğu yardımcılığına ta­yin edildi. Kasım 1894’te geçici gö­revle kolera mücadelesi için Diyarbekir’e gönderildi. Burada bir yandan gö­revini sürdürürken diğer yandan İtti­hâd-ı Osmânî Cemiyeti’nin genişlemesi için çalıştı. Aralarında Ziya Gökalp’in de bulunduğu pek çok kimseyi teşkilâta üye kaydetmeyi başardı. Bu arada Büchner’in Natur und Geist adlı eseri­ni Goril adıyla yayımladı. [484] İstanbul’a dönünce Ermeni olayları sebebiyle oldukça gergin bir siyasî hava ile karşılaştı. Cemiyetin bu olaylar sonrasında yayımlayıp dağıtma­ya karar verdiği beyannameyi kaleme aldı. Bu sırada bazı faaliyetleri dikkati çekti ve İstanbul’dan uzaklaştırılmak için Adapazarı Redif Taburu tabipliğine tayin edildi. Ancak görevine gitmeden, beyanname sebebiyle yapılan soruştur­ma sonucu “Erbâb-ı fesaddan olduğu” tesbit edilerek otuz üç arkadaşıyla bir­likte tutuklandı; ardından Meclis-i Vükelâ kararı ile Trablusgarp’a sürüldü. [485] Bir süre kale zindanında kaldıktan sonra bir irâde-i seniyye ile şehir surları içinde dolaşmasına izin ve­rildi. Bu dönemde Receb Paşa’nın vali vekili ve kumandan olduğu Trablusgarp’ta, yaveri Şevket Bey tarafından kurulan yedi numaralı İttihat ve Terak­ki Şubesi’nin faal bir üyesi oldu. Ahmed Rıza ve Mizancı Murad beylerle şube adına sürekli haberleştiği gibi. gizlice Mizan, Meşveret ve Mechveret Suppl-ment Français dergilerine imzasız ve­ya “Bir Kürd” takma adı ite yazılar gönderdi. Buradaki gizli faaliyetleri Süleyman Kadara adında bir doktor ta­rafından doğrudan mabeyne bildirilin­ce, sürgün yerinin Fizan’a çevrilmesi için irade çıkmak üzereyken bir yelkenli İle Tunus’a kaçtı; oradan da Paris’e geçerek Avrupa’daki Jön Türkler’e ka­tıldı. Burada İttihat ve Terakki Cemiyeti erkânının iki gruba ayrıldığını, bir gru­bun temsilcisi olan Mizancı Murad’ın, Contrexeville şehrinde cemiyet ile Serhafiye Ahmed Celâleddin Paşa arasında tornalanan anlaşma gereğince İstan­bul’a geri döndüğünü gördü. Kendisi ise Ahmed Rıza’nın başında bulunduğu, söz konusu anlaşmayı kabul etmeyen gruba katıldı. Eylül 1897’de Cenevre’ye geçerek burada yeniden kurulan mer­kez komitesine girdi. İlk sayısı 1 Kânu­nuevvel 1897’de yayımlanan Osmanlı mecmuasının yöneticileri arasında yer aldı ve derginin başyazarı oldu. Aynı za­manda, cemiyetin yayın organı olarak Mısır’da çıkan Kânûn-ı Esasi ile Ro­manya’da yayımlanan Sadâyı Millet, Cenevre ve Londra’da neşredilen Kürdistan dergilerine “Bir Kürd” takma adı ile yazılar yazdı. 1895’te Schiller’den Türkçe’ye çevirdiği Guillaume Teil’e yazdığı önsöz, Jön Türk çevrelerinde çok etkili oldu. Gördüğü rağbet üzerine bu önsöz daha sonra İki Emel [486] adıyla risale olarak da yayımlandı. Abdullah Cevdet II. Abdülhamid’e karşı, dinî vecibelerini yerine getirmediği İçin gerçek halife sayılmaması yolunda ya­pılan muhalefetin de önde gelen isimle­ri arasında yer aldı ve cemiyetin mer­kez yayın organı olan Osmanlı mec­muasında bu konuda yazılar yazdı. Aynı konuda Şâkir Hoca tarafından verilen fetvaları derlediği Fetâvâyı Şerife [487] ile Mahkeme-i Kübrâ [488] adlı risaleleri yine cemiyet ta­rafından yayımlandı.

1898’de Osmanlı mecmuasının yayı­mında büyük malî zorluklar ortaya çı­kınca, merkez komitesi padişahın temsilcileriyle pazarlığa girişti ve Abdullah Cevdet, İshak Sükûtîve Tunalı Hilmi ga­zetede yazı yazmamak şartıyla. 1500’er Frank para ve ömür boyu 12 altın aylık tahsisat almak vaadiyle yayını durdur­muş gibi gözüktüler. Abdullah Cevdet bu paraya hak kazanmak için Paris’e gitti. Ancak onun Paris’te oturmakla beraber dergiye gizlice yazı yazdığını tesbit eden Paris sefiri Münir Paşa tah­sisatını kestirdi. Bu dönemde yazdıkla­rının en önemlileri, Gustave Le Bon’dan mülhem “Cumhur ruhu” teorisini nakleden yazılardır. 1899’da sarayla ay­nı pazarlıklar tekrarlandığında, Abdul­lah Cevdet Viyana sefareti tabipliğine getirildi ve bir daha ihtisas alanı dışında hiçbir yazı yazmayacağına dair bir de taahhütname imzaladı; fakat buna rağmen el altından Osmanlı mecmua­sına yazılar göndermeye devam etti. Al­dığı maaşları, önceleri cemiyete gönde­rirken daha sonra bundan vazgeçti; bu yüzden teşkilâttaki arkadaşları tarafın­dan şahsî davrandığı gerekçesiyle ten­kit edildi. 1903’e kadar kaldığı bu göre­vi sırasında daha çok şiirle meşgul oldu ve sembolist şiir çevrelerinde İlgiyle kar­şılanan kitaplar neşretti.

Abdullah Cevdet, siyasî faaliyetlerini gizlice devam ettirdiğini saraya bildiren Viyana sefiri Mahmud Nedim Bey’e (Pa­şa) karşı tecavüzkâr hareketlerde bulu­nunca, sefaret Avusturya polisine baş vurdu. Avusturyalı parlamenter Pernerstorfer tarafından ülkede kalması için verilen gensoru önergesine rağ­men, sınır dışı edilmesine karar verildi. [489] Presburg’a geçen Ab­dullah Cevdet, affı için. daha önce ger­çek halife sayılmaması gerektiğini sa­vunduğu 11. Abdülhamid’e yaptığı müra­caattan bir sonuç alamayınca Paris’e gitti. Burada Ahmed Rıza Bey ve arka­daşları, 1899’da saray tarafından teklif edilen görevi kabul etmesini harekete ihanet kabul ettiklerinden, kendisini kesinlikle aralarına almayacaklarını be­lirttiler. Bunun üzerine Cenevre’ye geç­ti; burada Edhem Ruhi (Balkan) ile bu­luştu. İki eski İttihatçı Osmanlı mec­muasını Cenevre’de tekrar neşre başla­dılar; Mart 1904’te de Jön Türk hare­keti içerisinde açıkça anarşist eğilimler taşıyan tek teşkilât olan Osmanlı İttihat ve İnkılâp Cemiyeti’ni kurdular. Abdul­lah Cevdet bu faaliyetinin yanı sıra. eski serhafıye Ahmed Celâleddin   Paşa’nın maddî yardımları ile Eylül 1904’te. Türk kültür hayatında etkisini uzun yıllar sürdürecek olan İctihad mecmuası ile aynı adı taşıyan yayınları kurdu. İctihad bu dönemde on altı sayfası Türkçe, geri kalan on altı sayfası da yabancı dillerde yayımlanan ve Jön Türk hareketi içinde siyaset yerine kültüre ağırlık veren ye­gâne mecmua oldu. Fakat Abdullah Cevdet, aslında sarayın ajanlarından Abdülhalim Hikmet’e ait olan ve II. Abdülhamid ile hükümet erkânı hak­kında çirkin ifadelerle eleştirilerde bu­lunan Bir Rüya [490] adlı ese­ri yayımladığı için, 20 Ekim 1904’te İsviçre’den sınır dışı edildi. Osmancı mecmuası kapandı; îctihad’m idaresi de Hüseyin Tosun Bey’e geçti. Abdullah Cevdet Ocak 1905’te İstanbul’da yapı­lan gıyabî muhakeme sonunda ömür boyu kalebentlik cezasına çarptırıldı.

1905 Eylülü başında Mısır’a geçen Abdullah Cevdet, îctihad’ı orada yayım­lamaya başladı. Bir yandan da Prens Sabahaddin Bey grubu ile yakın ilişki kurdu; Şûrâ-yı Osmânî Cemiyeti’nin idaresinde de görev aldı. İctihad’da ya­yımlanan, Osmanlı hanedanının gerekli olmadığı yolundaki yazısı büyük tepki­lere yol açtı ve bütün Jön Türk neşriyatı bu yazıyı eleştirdi. II. Meşrutiyetin ilânından sonra, İttihat ve Terakki Ce­miyeti liderleriyle olan anlaşmazlıkları yüzünden Mısır’da kalmayı tercih etti. Bu dönemde, büyük tartışmalara yol açan R. Dozy’nin. Essai sur l’histoire de l’Islamisme adlı kitabını Târîh-i İslâmiyyet ismiyle tercüme edip yayımladı. Hz. Peygamberin hayatını marazf psi­koloji ile açıklamaya çalışan ve kendisi­nin din düşmanı olarak tanınmasına se­bep olan söz konusu kitap aleyhine pek çok tenkit kaleme alındı. Bunların en önemlileri. Manastırlı İsmail Hakkı’nın Sırât-ı Müsfacîm’de çıkan “Târîh-i İslâmiyyet” başlıklı yirmi yedi bölümden oluşan seri makalesiyle, İsmail Fennî’nin îzâle-i Şükûk [491] adlı kitabıdır. Abdullah Cevdet’in “İfâde-i Mütercim” başlığı altında tercümesine yazdığı giriş, yer yer dindar İnsanların samimi duygularını rencide edici ifade­leriyle, onun Dozy ile âdeta suç ortağı sayılmasına yol açmıştır. “Din kardeşleri”ne ithaf ettiği bu girişinde, inanç ve duygulara ne ölçüde ters gelirse gelsin, Dozy’nin eserinde dile getirilen gerçek­lerin hiçbir bağnazlığa düşmeden kabul edilmesi gerektiğini ileri sürmüş, müel­lifin bir gayri müslim oluşunun fikirleri­ni itibardan düşürmeyeceğini, aslında böyle ilmî bir eser vermiş olan kimsenin müslüman sayılması gerektiğini id­dia etmiştir. Mütercimin, söz konusu girişte, bütün bir İslâm tarihi lite­ratürünü “Müstebit hükümdarların zo­ruyla kaleme alınmış siyasî metinler” olarak değerlendirmesi ve Dozy’nin ki­tabını objektiflik bakımından hepsinin üstünde kabul etmesi, muhafazakâr fi­kir çevrelerinin şiddetli tepkilerine yol açmıştır. Meşihat makamına yapılan sayısız müracaatlar sonunda İbrahim Hakkı Paşa kabinesi 17 Şubat 1910’da bu kitabı yasaklamış ve eldeki nüshala­rının Galata Köprüsü’nden denize atıl­masına karar vermiştir.

1910 yılı sonunda İstanbul’a dönen Abdullah Cevdet. İctihad’ı 24. sayısın­dan itibaren burada yayımlamaya baş­ladı. Kısa sürede. Garpçı ve biyolojik ma­teryalist fikirleri benimseyen birçok Os­manlı yazan bu dergi etrafında toplan­dı. Bunların en tanınmışları arasında Kı-lıçzâde Hakkı ile Celâl Nuri de bulunu­yordu. II. Meşrutiyet sonrasındaki siyasî faaliyetlere Abdullah Cevdet de, 1910 yılında kurulan Osmanlı Demokrat Fırkası’nın ikinci başkanı olarak katıldı. Bu fırkanın yayın organları olan Genç Türk, Selâmet-i Umûmiyye, Âzad ve Türki­ye gibi gazete ve dergilerde yazılar yaz­dı. Bu fırka Hürriyet ve İtilâfa katılınca siyasî faaliyetlerini azalttı. Daha sonra Mütareke’ye kadar siyasette geri plan­da kalmayı tercih etti.

İctihad mecmuası, yayımladığı din aleyhtarı makaleler dolayısıyla, meşiha­tın müracaatları sonunda birçok defa kapatıldı. Ancak bu kapatılmalar sonra­sında da değişik adlarla çıkmaya de­vam etti. 59. sayısı Cehd adıyla (1913) çıktıktan sonra pek çok sayı îşhad, îştihad, Âlem-i Ticâret ve Sanayi isimle­riyle yayımlandı. “Hİssiyyât-ı dîniyyeyi rencîde ettiği” gerekçesiyle alınan ka­patma kararlan, İctihad için ilk olarak 28 Mart 1913, sonra 6 Eylül 1913, Cehd için 6 Nisan 1913. İşhad için 27 Eylül 1913 tarihlerini taşıyordu. 16 Ekim 1913’te, her ne adla olursa olsun, çıkan mecmuaların toplatılması karan Dîvân-ı Harb-i Örfî tarafından verildi. İçtihadın son defa kapatılması ise 30 Aralık 1913’te oldu. Bu arada, tekrar İsviçre’ye giderek buradaki muhaliflere katılmayı planlayan Abdullah Cevdet’in 27 Eylül 1912 tarihli müracaat, daha önce İsviçre’den sınır dışı edilmiş oldu­ğu gerekçesiyle, İsviçre hükümeti tara­fından reddedildi. Bu dönemde kendi mecmuasının yanı sıra, muhalif yazarlara da yer veren Hak gazetesinin başya­zarlarından biri oldu ve İttihatçılar ile arasındaki ilişkileri düzeltmek İçin hü­kümet desteğinde çıkan bu dergide ya­zılar yazdı. [492]; fakat ida­reyi tenkitten de geri kalmadı.

îctihad mecmuası Garpçılar’ın belli başlı yayın organı durumuna gelmekle beraber, dergiyi çıkaranlar, Balkan Har-bi’nden sonra aralarında çıkan tartışma sebebiyle ikiye aynldılar. Batı’nın tama­men ve her yönüyle alınmasını isteyen Abdullah Cevdet ile bu görüşe karşı çıkan Celâl Nuri arasındaki tartışma, “Tam Garpçılar” ile “Kısmî Garpçılar” şeklinde ifade edilebilecek iki grup or­taya çıkardı ve Abdullah Cevdet tam Garpçılar’ın lideri durumuna geçti. İctihad’m Meşrutiyet dönemindeki son sa­yısı 13 Şubat 1915 tarihinde yayımlan­dı. Abdullah Cevdet, İttihatçılar tarafın­dan ölümle tehdit edilince mecmuasını kapatmak zorunda kaldı; Mütareke dönemine kadar da fazla bir yayın faa­liyetinde bulunmadı. Mart-Nisan 1918 tarihleri arasında İkdam gazetesinde imzasız olarak başyazılar yazdıysa da bunun İttihatçılar tarafından haber alınması üzerine bu faaliyetini de bırak­mak zorunda kaldı. Onun bu dönemde­ki faaliyetleri hemen bütün siyasî grup­lar tarafından olumsuz karşılanmıştır. Büyük Kabine döneminde İttihatçılar tevkif edildiği sırada onlarla birlikte tevkif edilen ve İttihatçı olmayan tek kişi oydu. [493]

Abdullah Cevdet’in II. Meşrutiyet dö­neminde söz konusu edilmesi gereken önemli bir faaliyeti de Shakespeare’den yaptığı tercümelerdir. Daha önce, 1898’de Cenevre’de Ode’yi neşretmişti. Bunu Hamlet ve Julius Caesar (Mısır 1908) tercümeleri takip etti. 1909’da Macbeth çevirisi gene Mısır’da yayım­landı. Romeo ve Julliet İse Şehbal mecmuasında tefrika edildi. [494] Daha sonra da Kral Lear (İstanbul 1917). An-tuan ve Kleopatra tercümeleri (İstanbul 1921) yayımlandı. Edebî faaliyet ve siya­sî teşebbüslerin yanı sıra Abdullah Cev­det’in diğer bir çalışması da G usta ve Le Bon’un eserlerini neşretmesi oldu. İlk baskısı 1907’de Mısır’da yapılan Rûhü’l-akvâm, 1913’te ikinci defa İstan­bul’da yayımlandı. Asrımızın Nüsûs-ı Felsetiyyesi ise 1914’te gene İstanbul’­da basıldı.

Mütareke’nin ilân edilmesiyle birlikte Abdullah Cevdet yeniden siyaset ve yayın sahnesine çıktı. İctihad’m 128. sayı­sı 1 Kasım 1918 tarihinde İştihad adıy­la yayımlandı. Bu defa mecmua, Garpçılık’tan çok siyasî bir karakter taşıyor­du ve İttihatçı aleyhtarlığının yayın ale­mindeki liderlerinden biri durumunday­dı. Abdullah Cevdet aynı muhalefeti Serbesti, Türkçe (Yeni) İstanbul gaze­telerinde yazdığı yazılarda da sürdürdü. Bu arada İngiliz Muhibleri Cemiyeti’nin İlk nizamname taslağını yaptı ve kuru­cuları arasında yer aidi; ayrıca İngiliz-ler’le iş birliği yapan Kürt Teâlî Cemiyeti’nde de önemli roller üstlendi. II. Meş­rutiyet döneminde de Roj-u Kürd ve Hetav-ı Kürd mecmualarında yazılar yazmış, fakat açıktan bir etnik ayrılık­çılık müdafaasında bulunmamıştı. Ancak, Mütareke döneminde bilhassa Jin gazetesi ile Jin mecmuasında yayımla­dığı yazılarda bu fikirlerini açıkça orta­ya koydu. 30 Mart 1919’da sıhhiye mü­dürü oldu ise de İctihad mecmuasında dinî tezyif edici yazıların yer alması se­bebiyle bu görevinde fazla kalamadı. 25 Mayıs 1920’de bu göreve yeniden tayin edildi ve beş ay sonra yine azlolundu. İctihad’ın 132. sayısında yayımlanan “Yara ve Tuz” adlı makalede “Salâtın sûret-i mütezeyyifânede zikri” sebebiy­le mecmua 10 Mart 1919 tarihinde tek­rar kapatıldı. Mecmuanın 139. sayısı ise ancak Kasım 1921’de neşrolunabildi. Bu arada, çıkanlışına öncülük ettiği Yir­minci Asır adlı bir gazetede yazılar yazdı.

Abdullah Cevdet, İçtihadın 1 Mart 1922 tarihli 144. sayısında yeni bir din olarak Bahâîliğin kabul edilmesini tav­siye edince hakkında bir dava daha açıldı. 20 Nisan 1922’de iki yıl hapse mahkûm olduysa da dava temyizce bo­zuldu. Cumhuriyet döneminde de süren dava, 30 Aralık 1926’da “Enbiyâya ta’n-fezâhat-i lisâniyye” suçlarıyla ilgili mad­denin ceza kanunundan çıkarılması üzerine düştü. Kurtuluş Savaşı’ndan sonra ise yeni yönetimi öven yazılanyla yayın faaliyetini sürdürdü. İçtihadın bu dönemdeki ilk sayısı, 150 numara ile 23 Kasım 1922’de yayımlandı. Ancak, Mütareke dönemindeki ayrılıkçı siyasî faaliyetleri ve yazıları, işgal kuvvetleriy­le olan ilişkileri ve İngiliz Muhibleri Ce­miyeti’nin beyannamesini imzalamış ol­ması sebebiyle, Alî Karar Hey’eti kendisinin bir daha devlet hizmeti almasını yasakladı; buna yaptığı itirazlar da so­nuçsuz kaldı. Aralık 1924’te Elazığ me­busluğu boşaldığı sırada Atatürk tara­fından Ankara’ya çağrılınca, mebusluğa getirileceği söylentileri yaygınlaştı. An­cak kendisini din aleyhtarı yazılan dola­yısıyla sürekli olarak eleştiren gazetele­rin, 1920’den itibaren nüfus politikası hakkında ileriye sürdüğü görüşlerini, “Avrupa’dan damızlık adam celbi” şek­linde takdim etmeleri ve bu alanda ka­muoyunda yoğun tartışmaların başla­ması üzerine mebusluk söylentileri son buldu. Bundan sonra kendisini tama­men İctihad’m yayımına veren Abdul­lah Cevdet aynı zamanda, bir bölümü devlet yayını olarak basılan önemli bi­yolojik materyalist eserler yayımladı. Bunların başlıcalan, Baron Holbach’ın Akl-ı Selîm adlı eseri [495] ile Voltaire’in Râhib Mesher’nin Vasiyet­namesi Hakkında [496] adlı kitabıydı. Yine bu dönemde Le Bon tercümeleriyle Dilmestî-i Mevlânâ’yı [497] ve ilk baskısı 1914’te ya­pılan Rubâiyyât-ı Ömer Hayyâm ve Türkçe’ye Tercümeleri’ni [498] neşretti. 29 Kasım 1932’de öldü. Hayatı boyunca büyük tartışmalara se­bep olduğu gibi ölümünden sonra da cenaze namazının kılınıp kılınmayacağı konusunda tartışmalar olmuştur.

Çok sayıda telif ve tercüme kitap neşreden Abdullah Cevdet’in telif eser­lerinin sayısı kırk altıyı, tercümelerinin sayısı da otuzu bulur. Tıpla ilgili olanları {Kolera, Mûsikî ile Tedaui, A’mâlık ve İçtihad’da makale olarak da yayımlanan Kaf­kasya’daki Müslümanlara Beyanname) dışındaki önemli bazı eserleri şunlardır: Mahkeme-i Kübrâ (1895), İki Emel (1898), Hadd-i Te’dîb, Ahmed Rıza Beye Açık Mektup (1903), Fünûn ve Felsefe (1906), Bir Hutbe (1909). İstan­bul’da Köpekler (1909), Yaşamak Kor­kusu (1910), dhân-ı îslâma Dâir Bir Nazar-ı Târihî ve Felsefî (1922), Adâb-ı Muaşeret Rehberi (1927). [499]

 

Bibliyografya

 

1- Manastırlı İsmail Hakkı, “Târîh-i İsİâmiyyet”, Sırât-ı Müstakim, sy. 72, Muharrem 1328.

2- sy. 74, Muharrem 1328.

3- İsmail Fennî (Ertuğrut), Izâte-i Şükak, İstanbul 1928.

4- Peyami Safa, Türk inkılâbına Bakışlar, İstanbul 1933.

5- İbnülemin, Son Asır Türk Şairleri.

6- Şerif Mardin, Jön Türklerin Siyâsî Fikirleri 1895-1908, Ankara 1964.

7- a.mlf., Continuity and Change in the Ideas of the Young Turks, An­kara 1969.

8- Hilmi Ziya Ülken, Türki­ye’de Çağdaş Düşünce Tarihi, İstanbul 1966, I, 387-405;

9- M. Şükrü Hanioğlu, Bir Siyasal Düşünür Olarak Doktor Abdullah Cevdet ue Dönemi, fstanbul 1981.

10- K. Süssheim, “Abd Allah Devdef, El” Suppl (Fr.).

11- [T. H.]. “Abdullah Cevdet”, İA, I, 46.

12- G. L. Lewis, “Diewdet,” El2 (İng.), II, 533.

13- TDEA, I, 11-12. [500]

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.