XXI. Yüzyıl Eşiğinde Türkiye ve Dünya Ders Notu

XXI. YÜZYILIN EŞİĞİNDE TÜRKİYE VE DÜNYA

  1. 1. 1990 SONRASI TÜRKİYE’DEKİ GELİŞMELER
  2. 1. 1. Ekonomik Krizler

-Türkiye, 1987 ile 2001 yılları arasında siyasi ve ekonomik istikrarsızlıkların birbirini etkilediği bir dönem yaşamıştır.

-Bu dönemde ülke sık sık değişen koalisyon hükûmetleri tarafından yönetilmiştir.

-Siyasi iktidarların hedefi, ekonominin büyük sorunlarını çözmekten ziyade, görev yaptıkları kısa vadede bütçe dengesizliklerini gidermek olmuştur.

– 1994 yılına gelindiğinde vergi gelirleri iç borç ödemesine yetmiyordu.

-Bu yüzden devlet, iç borç açığını kapatmak için dış borçlanmaya yönelmişti ve Merkez Bankası birikimlerini de kullanılmak zorunda kalmıştı.

-Ekonomiyi hızla istikrara kavuşturmak, kamu açıklarını daraltmak, ekonomide bir büyüme sağlamak ve ekonomik istikrarı sürekli kılacak düzenlemeleri başlatmak amacıyla IMF (Uluslararası Para Fonu) yardımıyla bir çözüm planı hazırlandı.

-Bu plan, 5 Nisan Kararları olarak bilinmektedir.

Bu kararlar;

  • Devlete ait KİT (Kamu İktisadi Teşebbüsleri) adı verilen işletmelerin zararlarını karşılamaya,
  • Döviz piyasalarına güven getirmeye,
  • Merkez Bankasına güç kazandırmaya,
  • Kamu gelirlerini artırmaya,
  • İş hayatına disiplin getirmeye yönelik karalardı.

Fakat 5 Nisan Kararları ile atılan adımlar;

  • Ülkede yaşanan ekonomik soruna kökten bir çözüm getiremedi.
  • Kararlar piyasalarda durgunluğa sebep oldu.
  • Sıkı denetlenen bazı bankalar iflas etti.
  • Ekonominin bütün sektörleri kararlardan olumsuz etkilendi.

Bilgi Notu

 5 Nisan Kararları ile;

  1. Döviz kurunun hedeflenen enflasyon oranı ile uyumlu bir şekilde gelişme sağlaması,
  2. Hazine ve diğer kamu kuruluşlarının Merkez Bankasından kredi kullanımlarına sınırlama getirilmesi,
  3. Kamu açıklarının denetim altına alınması,
  4. Bütçe açıklarının süratle kapatılması amacıyla akaryakıt vergisinden bütçeye aktarılan payın %50’den %70’e çıkarılması,
  5. Kamuda personel alımlarının durdurulması öngörüldü.

5 Nisan Kararları’nın en önemli başarısı, kamu kesimi borcunun azaltılması ve belli bir oranda bütçe disiplinin sağlanabilmesidir.

5 Nisan Kararları, yaşanabilecek ekonomik bir krizi yalnızca bir süreliğine ertelemiştir.

-Şubat 2001’de gerçekleştirilen Millî Güvenlik Kurulu toplantısında dönemin cumhurbaşkanı, Ahmet Necdet Sezer ile dönemin başbakanı, Bülent Ecevit arasında yaşanan sert tartışma siyasi krize yol açtı.

-Siyasi kriz Türkiye’de büyük bir ekonomik krizi de beraberinde getirdi.

– Türkiye’yi çok olumsuz etkileyen bu krize 2001 Ekonomik Krizi adı verilmektedir.

-2008’de ise Amerika Birleşik Devletleri’nde başlayan ve giderek tüm dünya ülkelerine hızlıca yayılan ekonomik bir kriz meydana geldi.

-Krizin temel nedeni, konut sahiplerinin ipotekli konut kredilerini ödeyememeleri üzerine bankalar ve finans kuruluşlarında başlayan darboğazın üretim ve hizmet piyasasını da darboğaza sokmasıydı.

-Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası da dünyadaki diğer merkez bankaları gibi faizleri düşürerek krizin etkilerini hafifletmeye çalıştı.

  1. 1. 2. Millî İradeye Darbeler 
  • 28 Şubat Darbesi
  • 27 Nisan E-Muhtırası
  • 15 Temmuz Hain Darbe Girişimi ve Milletin Zaferi 

28 Şubat Darbesi 

-28 Şubat 1997’de seçilmiş hükûmete karşı diğer askerî darbelerden daha farklı bir darbe gerçekleştirildi.

-Refah Partisi (RP) lideri Necmettin Erbakan ve Doğru Yol Partisi (DYP) lideri Tansu Çiller hükûmeti, silahlı kuvvetler tarafından istifaya zorlandı.

– 27 Mayıs ve 12 Eylül darbelerinin aksine askerler 28 Şubat’ta yönetime bizzat el koymadılar.

-Bunun yerine medya üzerinden hükûmete karşı bir savaş verildi.

-Silahlı kuvvetlerin hükûmeti görevden zorla almaması nedeniyle 28 Şubat’ı ta gerçekleştirilen darbe, “post-modern” darbe olarak adlandırılmıştır.

28 Şubat Darbesi’ne giden süreçte hükûmete karşı yapılan müdahalenin gerekçeleri olarak şunlar ortaya kondu: 

  • Başbakan Necmettin Erbakan’ın, İslam ülkeleri ile yakınlaşması ve tepkilere rağmen İslam dünyası ile iş birliği projelerini gündemde tutmayı sürdürmesi. İslam ortak pazarı için G-7’ye karşı, D-8’ler grubunu kurma projesi için harekete geçmesi.
  • Başbakan Necmettin Erbakan’ın, Başbakanlık Resmî Konutu’nda, kamuoyunda tartışılan bir iftar yemeği vermesi.
  • Refah Partili Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız’ın, Filistin ile dayanışma gecesi düzenlemesi; geceye İran Büyükelçisi Muhammed Rıza Bagheri’nin çağrılması. Gecede yapılan konuşmaların ve sergilenen tiyatro oyununun içeriğinden rahatsız olunması.

28 Şubat kararları 

  1. 8 yıllık kesintisiz eğitim tüm yurtta uygulanmalıdır.
  2. Kur’an kursları MEB’in sorumluluğu ve kontrolünde olmalıdır.
  3. Tarikatların faaliyetlerine son verilmelidir. 677 sayılı kanunla Tekke ve Zaviyelerin açılması yasaklanmıştır. Bu kanunun uygulanması için ilgililer uyarılmalıdır.
  4. Aşırı dinci kesimlerin kamu kurum ve kuruluşları, özellikle üniversite, eğitim kurumları, bürokrasi ve yargı kuruluşlarına sızması önlenmelidir.
  5. Kıyafet Kanunu’na aykırı uygulamalar önlenmelidir.
  6. Kurban derileri kanunda belirtilen kuruluşlarca toplanmalıdır.

-Yargıtay Başsavcısı Vural Savaş, iktidardaki Refah Partisi hakkında, “Laik cumhuriyet ilkesine aykırı eylemlerin odağı olduğu” iddiasıyla kapatma davası açtı.

-Dava 16 Ocak 1998’de sonuçlandı ve Refah Partisi kapatıldı.

-Necmettin Erbakan ve parti yöneticilerine 5 yıl siyaset yasağı getirildi.

27 Nisan E-Muhtırası 

-Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in başkanlık ettiği son Millî Güvenlik Kurulunda irticai faaliyetlerin artmasıyla ilgili tartışmalar tekrar gündeme getirildi.

– 2002 seçimlerinden sonra Adalet ve Kalkınma Partisinin (AK Parti) tek başına iktidar olması, 28 Şubat Darbesi’ni kurgulayan çevreleri yine kaygılandırdı.

-Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in görev süresinin sona erecek olması nedeniyle siyasi gerginlik arttı.

-Anayasaya göre cumhurbaşkanını TBMM seçiyordu ve meclis çoğunluğu AK Parti’de olduğundan AK Partinin göstereceği adayın seçilme ihtimali yüksekti.

-Bu nedenle cumhurbaşkanlığı seçimi yaklaştıkça laiklik tartışmaları arttı.

– Mecliste 27 Nisan günü gerçekleşen seçimlerin ilk turuna muhalefetin de küçük desteğiyle 361 milletvekili katılmış ve 367 sayısının altında kalınmıştı.

-Aynı gün saat 23.17’de Genel Kurmay Başkanlığının resmî internet sitesinin Basın Açıklamaları ve Duyurular kısmında, daha sonradan “e-muhtıra” olarak adlandırılacak olan bir bildiri yayınlandı.

-Muhtırada laiklik konusundaki hassasiyetinden bahseden TSK, Kutlu Doğum Haftası faaliyetleri sırasında ortaya çıkan başörtülü kızların görüntülerinden ve onların ilahi okumalarından duyduğu rahatsızlığı dile getirdi.

-Bu kutlamaların 23 Nisan ile aynı döneme denk gelmesini “devletin temel değerlerini aşındırmak için bitmez tükenmez bir çaba içinde olan bir kısım çevrelerin” hususi gayretlerine bağlayan TSK, “dinî duyguların istismar edildiği”  açıklamasını yaptı.

-28 Nisan’da, Hükûmet Sözcüsü Cemil Çiçek, bu bildiriye karşı hükûmet adına açıklama yaptı .

Cemil Çiçek: “Başbakanlığa bağlı bir kurum olan Genelkurmay Başkanlığının herhangi bir konuda hükûmete karşı bir ifade kullanması, demokratik hukuk devletinde düşünülemez. Genelkurmay Başkanlığı, hükûmet’in emrinde, görevleri anayasa ve ilgili yasalarla tayin edilmiş bir kurumdur…” sözleriyle hükûmetin TSK’nın siyasete karışmasına karşı çıktığını ilan etti.

-Hükûmet, TSK’nın 27 Nisan’da internet bildirisiyle yaptığı vesayet girişimine karşı daha önce askerî müdahalelere maruz kalan hükûmetlerin yapamadığı bir şekilde kararlı bir tutum gösterdi.

– Böylece demokrasiye ve millî iradeye yönelmiş büyük bir saldırı bertaraf edildi.

15 Temmuz Hain Darbe Girişimi ve Milletin Zaferi 

-15 Temmuz 2016’da TSK içerisinde örgütlenmiş bir grup FETÖ (Fethullahçı Terör Örgütü) mensubu subay tarafından demokrasiye ve millî iradeye karşı başlatılan hain darbe girişimi, tüm yurtta yaklaşık 22 saat süren bir mücadele sonucunda bertaraf edildi.

– Darbe süreci 15 Temmuz Cuma günü saat 22.00’de İstanbul Boğaziçi (15 Temmuz Şehitler Köprüsü) ve Fatih Sultan Mehmet köprülerinin bir grup asker tarafından trafiğe kapatılmasıyla başladı.

-Ardından Ankara’da TRT binası darbeciler tarafından ele geçirildi.

-Başbakan Binali Yıldırım, televizyon kanallarına bağlanarak bunun bir darbe girişimi olduğunu ve bu girişime izin verilmeyeceğini açıkladı.

-Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bu sırada çeşitli televizyon kanallarına görüntülü bağlantı gerçekleştirerek askerî kalkışmaya tepki gösterdi ve halkı darbe girişimine karşı meydanlara çıkmaya davet etti.

– TBMM, savaş uçakları ve savaş helikopterleri ile darbeciler tarafından bombalandı.

-Savaş helikopterleriyle Ankara Emniyet Müdürlüğüne ve Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ne saldırıldı.

-Darbe sürecinde yaşanan en önemli gelişme, özel kuvvetler mensubu astsubay Ömer Halisdemir’in komutanından aldığı emirle özel kuvvetleri ele geçirmeye çalışan general Semih Terzi’yi vurmasıyla yaşandı. Bu olay darbecilerin planlarının bozulmasına yol açtı.

-Bu yaşanan süreçte halk darbeye karşı birlik olup sokaklara çıktı ve darbecilere karşı direnişe geçti. –

-Darbeciler sivil halkın üzerine helikopterle, tanklarla ve tüfeklerle ateş açtılar.

-Ancak silahsız halkın karşısında direnemediler.

-Savcılığın başlattığı soruşturmayla darbeye karışan ve destek veren FETÖ mensupları tutuklanmaya başlandı. Böylece darbe girişimi bastırıldı.

-15 Temmuz Darbe Girişimi, Türkiye’de daha önce yaşanmış olan demokrasi ve hukuk dışı darbe girişimlerinden çok farklıydı.

-Bu darbe girişimi, TSK içine sızmış FETÖ mensuplarının sivil halka, devletin güvenlik güçlerine ve TBMM başta olmak üzere resmî kuruluşlara saldırdığı bir ihanet hareketi olarak tarihe geçti.

– Darbeciler ve onları destekleyenlerle etkin mücadele için TBMM, hükûmete anayasa gereği Olağanüstü Hâl (OHAL) uygulama yetkisi verdi ve Türkiye’de OHAL uygulaması başladı.

– Sadece darbeye karışanlar değil TSK başta olmak üzere tüm kamu kuruluşlarına sızmış bulunan FETÖ mensupları ve FETÖ yapılanmasında yer alanlar için yargı süreci başlatıldı.

-Milletin darbecilere karşı gösterdiği iradenin ve kazanılan zaferin ardından her yıl, 15 Temmuz Demokrasi ve Millî Birlik Günü kutlamaları gerçekleştirilmektedir.

  1. 1. 3. Terörle Mücadele 

Terörizmin amacı şiddet yoluyla kargaşa çıkararak toplumun direnme gücünü kırmak, bir ülkedeki siyasi ve sosyal düzeni zayıf göstererek halkın siyasal düzene desteğini azaltmaktır.

-11 Eylül 2001’deki New York (Niv York) terör saldırılarından sonra, uluslararası sistem kökten değişmiş ve terörizm devletler için en önemli tehdit hâline gelmiştir.

-Orta Doğu başta olmak üzere dünyanın pek çok yerinde bazı devletler, ekonomik veya politik çıkarları gereği, diğer devletlere karşı dolaylı yıpratma ve dayatma yöntemi olarak terör örgütlerini bir silah olarak kullanmaktadırlar.

-Terörizmin dünya devletlerince belirlenmiş ortak bir tanımı, terörist örgütlenmeleri kendi gizli emelleri için araç olarak kullanan devletler yüzünden yapılamamaktadır.

-Bu sebeple terörle mücadelede dünya devletleri birlik içinde hareket edememektedir.

-Dünyada çok önemli bir stratejik konuma sahip olan Türkiye, bazı devletler tarafından istikrarsızlaştırılmak ve zayıflatılmak istenmektedir.

-Türkiye, özellikle dış destekli yardımlarla gerçekleştirilen pek çok terör hareketine maruz kalmaktadır.

-Türkiye’nin yakın tarihine bakıldığında birçok terör örgütü ile karşı karşıya kaldığı görülür.

-Türkiye, 1973’te başlayan dış destekli bir Ermeni Terör Örgütü ASALA şiddeti ile karşılaştı.

– ASALA terörünün bitirilmesinin ardından 1980’lerin sonunda PKK bölücü terör örgütü saldırıları başladı.

– PKK, dış güçlerin de yardımlarıyla Türkiye’yi bölmeyi ve parçalamayı amaçlayan ayrılıkçı bir terör örgütüdür.

-PKK terör örgütüyle uğraşan Türkiye, sınır komşuları olan Irak ve Suriye’de yaşanan iç istikrarsızlıklar nedeniyle, 2014 yılından itibaren bölgedeki güvenlik açığını değerlendirerek güç kazanan ve dış desteklerle büyüyen DAEŞ terör örgütünün hedefi hâline geldi.

-DAEŞ, Suriye’nin kuzeyinden Türkiye’deki yerleşim birimlerine saldırılar düzenleyerek ya da Türkiye içinde düzenlediği bombalı saldırılarla terör eylemleri gerçekleştirdi.

-Türkiye, PKK ve DAEŞ’in yanı sıra FETÖ ile de etkin bir şekilde mücadele etmektedir.

– FETÖ, halkın dinî duygularını ve yardımseverliğini istismar ederek devletin pek çok kurumunda gizli yapılanmalar   gerçekleştirmiş bir terör örgütüdür.

–  11 Aralık 2015’te Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının talimatıyla FETÖ/Paralel Devlet Yapılanması’na (PDY) yönelik Türkiye genelinde operasyonlar başlatılmıştır.

–  FETÖ, 1999 yılından beri ABD’nin Pennsylvania (Pensilvanya) Eyaleti’nde yaşayan Fetullah Gülen’in liderliğinde kurulmuştur.

–  FETÖ, deşifre olmasının ardından yargı ve emniyet teşkilatları içine yerleştirdiği kişilerle demokratik yolla seçilmiş Türkiye Cumhuriyeti hükûmetine karşı 17-25 Aralık Yargı Darbesi girişiminde bulundu. Fakat başarılı olmadı.

–  Türkiye; terörle mücadelesini askerî, siyasi, hukuki ve sosyal önlemler alarak sürdürmektedir.

–   Bu kapsamda askerî önlem olarak ülke içinde terör operasyonları yapılmakta, ülke dışındaki terör hedeflerine karşı sınır ötesi harekâtlar düzenlenmektedir.

Hukuki önlem olarak Olağanüstü Hâl Uygulaması gerekli görülen hâllerde hayata geçirilmektedir. –

Siyasi olarak alınan önlemlerle terörle mücadele yasaları çıkarılmıştır.

8.1.4. Bilim, Sanat ve Spordaki Gelişmeler 

-1980’li yıllarda Turgut Özal’ın liberal politikalarıyla Türkiye dünyadaki gelişmelere ve rekabete açılmaya başladı.

-Medyanın gelişimi Türkiye’de devlet dışındaki sivil alanların canlanıp gelişmesine yardımcı oldu.

-1990’lı yıllarda özel medyanın gelişmesi Türk sinemasını olumsuz etkiledi.

-Türk sinema sektörü 1990’lı yılları ekonomik kriz içinde geçirdi.

-2004’te, 5224 sayılı “Sinema Filmlerinin Değerlendirilmesi ve Sınıflandırılması ile Desteklenmesi Hakkında Kanun” çıkarıldı.

– Bu yasa ile uluslararası değerlendirme ve sınıflandırma sistemine geçildi.

-1990’lı yıllarda Türkiye’de başlayan liberalleşme ve medyanın gelişimi, müzik alanında pop müzik tarzının gelişmesini sağladı.

-1980’lerde egemen olan arabesk müziğin toplumsal temalar içeren sözleri ve melankolik müziği, artık yerini salt aşk temaları işleyen neşeli müziklere bıraktı.

-1990’lı ve 2000’li yıllarda Türkiye’de spor alanında önemli gelişmeler yaşandı.

-Bulgaristan Türklerinden Naim Süleymanoğlu, Türklere yapılan baskılardan kurtulmak ve Türkiye adına müsabakalara katılabilmek için 1986’da Avustralya’da düzenlenen Dünya Halter Şampiyonası’nda Türkiye Büyükelçiliğine sığınarak Türkiye’ye iltica etti.

-1993 Dünya Şampiyonası’nda üç altın madalya kazanmasının yanı sıra, iki dünya rekoru kıran Süleymanoğlu, 1994’te Bulgaristan’da yapılan Avrupa Halter Şampiyonası’nda sadece üç kaldırış yaparak üç dünya rekoru kırdı.

– Naim Süleymanoğlu, Türkiye’nin güreş sporu dışında olimpiyatlarda altın madalya kazanan ilk sporcusu oldu.

-Naim Süleymanoğlu halter kariyeri boyunca 46 dünya rekoru kırdı.

-1999-2000 futbol sezonunda UEFA Kupası’nda oynama şansını elde eden Galatasaray Futbol Kulübü, bu kupayı kazanarak ilk kez bir Avrupa kupasını Türkiye’ye getiren Türk takımı oldu.

-Bilim alanında ise en büyük başarı bir Türk bilim adamının 2015 yılında Nobel Kimya Ödülü’nü kazanmasıyla gerçekleşti.

-1979’dan itibaren çalışmalarını ABD’de sürdüren Prof. Dr. Aziz Sancar, kanser hastalığı konusunda yaptığı önemli çalışmalar ve hücrelerin hasar gören DNA’ları nasıl onardığını haritalandıran araştırmaları sayesinde 2015 Nobel Kimya Ödülü’ne layık görüldü.

  1. 2. 1990 SONRASI DÜNYADAKİ GELİŞMELER 
  1. 2. 1. SSCB’nin Dağılması ve Türk Cumhuriyetleri’nin Bağımsızlıklarına Kavuşması

 SSCB’nin Dağılması 

-Soğuk Savaş’ın taraflarından birisi olan Doğu Bloku ve bu blokun lider ülkesi SSCB, XX. yüzyıl son çeyreğinde siyasi ve ekonomik olarak sorunlar yaşamaya başladı.

– Bu süreçte nükleer silahlanma ve Yıldız Savaşları adı verilen uzay çalışmaları SSCB ekonomisini olumsuz etkiledi.

-Ekonomide ve sistemde yaşanan sorunlar, SSCB’nin diğer Doğu Bloku ülkeleri üzerinde kurduğu siyasi ve askerî otoriteyi sarstı.

-SSCB yönetimi, 1987’de Devlet Başkanı Gorbaçov’un açıkladığı Glasnost ve Perestroika (Perestroyka) programlarıyla, Sovyet sisteminde şeffaflığa ve yeniden yapılanmaya gidileceğini ilan etti.

– Böylece demokratik uygulamalarla totaliter yapı gevşetilerek toplumsal hareketlerin yatıştırılması hedefleniyordu.

SSCB Devlet Başkanı Mihail Gorbaçov, ortaya koyduğu Perestroika düşüncesiyle ile tıkanan siyasi sistemi ve devlet teşkilatını yeniden düzenlenmek istedi.

Bilgi Notu 

  • Perestroika: Rusça ‘yeniden yapılandırma’ anlamına gelen siyasi bir kavramdır. SSCB’de gerek ekonomik gerekse katı siyasi merkeziyetçiliğin ortadan kaldırılmasına ve idareyi yenilemeye yönelik siyasi programa verilen isimdir.
  • Glastnost: Sovyet Komünist partisi içinde daha demokratik bir yapılanmayı hedefleyen, katı bürokratik yapıyı aşmayı ve bürokratik ayrıcalıkları ortadan kaldırmayı amaçlayan bir dizi düzenlemeye yönelik siyasi programa verilen isimdir.

-Bu sorunu aşmak için Gorbaçov, 1990’da “Egemen Devletler Birliği Antlaşması” adımını attı.

-Böylece SSCB’den ayrılmaya yönelik eğilimlerin gücü azaltılacak ve hatta SSCB’yi oluşturan devletler arasında daha sıkı bir yapı kurulacaktı.

– Bu adımı SSCB’nin geleceği açısından iyi görmeyen ordu içindeki bazı komutanlar Gorbaçov’a karşı bir darbe yaptı.

– SSCB’nin en büyük cumhuriyeti olan Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Boris Yeltsin, darbeyi yapanlara karşı halkı direnmeye çağırdı.

-Yeltsin’in çağrısıyla halk darbecilere karşı koydu.

-Aynı zamanda Batılı devletler de Yeltsin’e destek verdi. Kısa süre sonra darbe yapanlar dağılmak zorunda kaldı.

-Olayın hemen ardından SSCB yapısı içinde yer alan devletlerin tamamına yakını, bağımsızlıklarını ilan ettiler.

-19 Ağustos 1991’de Kremlin Sarayı’na SSCB bayrağı yerine Çarlık Dönemi’nde kullanılan Rus bayrağının çekilmesi ve ardından Sovyet Komünist Partisinin faaliyetlerine son verilmesiyle SSCB resmen dağıldı.

Orta Asya Cumhuriyetleri ve Türkiye 

-25 Aralık 1991 tarihinde Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte Orta Asya ve Kafkasya’da birçok devlet bağımsızlığını kazandı.

– Türkiye, bu süreçte bağımsızlığına kavuşan Türk Cumhuriyetleri’ni tanıyan ilk ülke oldu.

-Bağımsızlığını kazanan Kazakistan, Türkmenistan, Özbekistan, Azerbaycan ve Kırgızistan ile Türkiye’nin ortak bir dile, ortak bir hafıza ve ortak bir kültüre sahip olması bu devletlerle olan ikili ve bölgesel ilişkilerin güçlenmesine zemin hazırlamıştır.

Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı (TİKA) 

-Türkiye’nin SSCB sonrası dönemde Orta Asya ve Kafkasya’da yapılacak faaliyetleri ve dış politika önceliklerini uygulayacak, koordine edecek bir organizasyon ihtiyacı doğrultusunda 1992’de Dışişleri Bakanlığına bağlı olarak Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı (TİKA) kurulmuştur.

SSCB sonrası süreçte TİKA’nın Türk Cumhuriyetlerindeki hedefi; bu ülkelerin kendi sosyal yapısını kurması, kendi kimliğini sağlıklı bir şekilde inşa etmesi, kültürel ve siyasi haklarını geliştirmesi, teknik altyapı konusunda eksiklerini giderebilmesi konularında destek vermekti.

-1995’e kadar Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinde ekonomik, sosyal ve kültürel faaliyetler yürüten TİKA, o tarihten itibaren eğitim ve kültürel iş birliği çalışmalarına ağırlık verdi.

-Özellikle okullar, kütüphaneler, laboratuvarlar inşa edildi; üniversitelere teknik donanım yardımları yapıldı.

Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı 

-6 Nisan 2010’da başbakanlığa bağlı müsteşarlık düzeyinde bir kamu kurumu olarak Yurt Dışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı kurulmuştur.

Kurumun görevi; yurt dışındaki Türk vatandaşlarının, kardeş toplulukların ve Türkiye’de öğrenim gören uluslararası burslu öğrencilerin çalışmalarını koordine etmek; bu alanlarda verilen hizmetleri ve yapılan faaliyetleri geliştirmek olarak tanımlanmıştır.

Uluslararası Türk Kültürü Teşkilatı (TÜRKSOY) 

-Uluslararası Türk Kültürü Teşkilatı 1993’te Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan ve Türkiye’nin Kültür Bakanlarının imzalamış olduğu antlaşma ile kurulmuştur.

TÜRKSOY’un kuruluş amacı Türk halklarının gönül birlikteliğini ve kardeşliğini güçlendirmek, ortak Türk kültürünü gelecek nesillere aktarmak ve dünyaya tanıtmak için çalışmaktır.

-Nevruz kutlamaları, TÜRKSOY’un geleneksel etkinliklerinin başında gelir.

Yunus Emre Enstitüsü 

-Yunus Emre Vakfı, Türkiye’nin diğer ülkeler ile kültürel alışverişini artırıp dostluğunu geliştirmek amacıyla 2007’de  kurulmuş bir kamu vakfıdır.

Kurumun görevi aşağıdaki gibidir:

  1. Türkiye’yi, Türk dilini, tarihini, kültürünü ve sanatını dünyaya tanıtmak,
  2. Bununla ilgili bilgi ve belgeleri dünyanın istifadesine sunmak,
  3. Türk dili, kültürü ve sanatı alanlarında eğitim almak isteyenlere yurt dışında hizmet vermek.

Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı 

Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, Kırım Türk’ü düşünür İsmail Gaspıralı’nın “Dilde, fikirde, işte birlik” ilkesini yaşama geçirmek için Prof. Dr. Turan Yazgan tarafından kurulmuştur.

-Vakıf, çalışmalarıyla Türk Dünyası’nı Kültürel anlamda iş birliğine kavuşturmayı hedeflemektedir.

-Bu amaçla Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, Türk Dünyası’nın stratejik noktalarında eğitim kurumları açmıştır.

  1. 2. 2. Avrupa Birliği (AB) ve Türkiye 

-Türkiye Cumhuriyeti, kuruluşundan itibaren çağdaş medeniyetler seviyesine ulaşma yolunda uluslararası gelişmeleri yakından takip etmiştir.

-Bu amaçla OECD (Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü) ve NATO gibi uluslararası teşkilatlara üye olunmuştur.

– II. Dünya Savaşı sonrasında Avrupa için bir barış ve iş birliği projesi olarak nitelendirilen Avrupa Ekonomik Topluluğunun (AET) 1957’de kurulmasından kısa bir süre sonra Türkiye, 31 Temmuz 1959’da topluluğa ortaklık başvurusunda bulunmuştur.

-Türkiye adına bu başvuruyu, dönemin başbakanı ve aynı zamanda da Demokrat Parti lideri olan Adnan Menderes yapmıştır.

-Ankara Antlaşması, Türkiye ile Avrupa Birliği ilişkilerinin hukuki temelini oluşturmaktadır.

-Türkiye’nin AET’ye uyum süreci antlaşmanın yürürlüğe girdiği 1 Aralık 1964 itibarıyla başlamıştır.

-Bu dönem taraflar arasındaki ekonomik farklılıkları azaltmaya yönelik çalışmalar içerdiği için “Hazırlık Dönemi” olarak adlandırılmıştır.

– 12 Eylül 1980 Askerî Darbesi’nin ardından AB ile ilişkiler resmen askıya alınmıştır.

-AET, 1991 Maastricht (Mastrikt) Antlaşması ile resmen Avrupa Birliği (AB) adını almıştır.

-Türkiye ile AB arasındaki Gümrük Birliği 1 Ocak 1996’da yürürlüğe girmiştir.

10-11 Aralık 1999’da yapılan Helsinki Zirvesi’nde Türkiye’nin AB’ye adaylığı resmen onaylanmış ve diğer aday ülkelerle eşit konumda olacağı açık ve kesin bir dille ifade edilmiştir.

-Temel hak ve özgürlüklerin kapsamını genişleten demokrasi, hukukun üstünlüğü, düşünce ve ifade özgürlüğü, insan hakları gibi alanlarda mevcut düzenlemeleri güçlendiren ve güvence altına alan reformlar yapılmıştır.

17 Aralık 2004 tarihli Brüksel Zirvesi’nde, AB-Türkiye ilişkilerinde bir dönüm noktası daha yaşanmış ve zirvede Türkiye’nin siyasi kriterleri yeteri ölçüde karşıladığı belirtilerek 3 Ekim 2005’te üyelik müzakerelerine başlanması kararı alınmıştır.

-Günümüzde de müzakereler hâlâ devam etmektedir.

-Bu amaçla Türkiye Cumhuriyeti siyasi sisteminde Avrupa Birliği bakanlığı da kurulmuştur.

  1. 2. 3. Bosna Savaşı ve Balkanlardaki Gelişmeler 

-Bosna Savaşı, 1 Mart 1992’den 14 Aralık 1995’e kadar sürmüş olan bir savaştır.

– Bosna Savaşı, 1945’te Balkanlarda kurulan Yugoslavya Cumhuriyeti’nin dağılmasının ardından çıkmıştır.

Yugoslavya Devleti; Sırbistan, Hırvatistan, Bosna-Hersek, Kosova, Slovenya, Makedonya ve Karadağ Cumhuriyetlerinden oluşan federal bir cumhuriyetti.

1980’de Devlet Başkanı Mareşal Tito’nun ölümünden sonra Yugoslavya’yı oluşturan federal devletler arasındaki ilişkiler bozulmaya başladı.

-Oluşan siyasi gerginlik sonucu 1990’da Yugoslavya’yı oluşturan cumhuriyetlerden birisi olan Slovenya bağımsızlığını ilan etti.

-Böylece Yugoslavya parçalanma dönemine girdi.

-Yaşanan gelişmeler karşısında 27 Kasım 1991’de Bosna-Hersek kendi ülkesinin bütünlüğünü korumak için bağımsızlığını ilan etti.

– Bosna-Hersek nüfusunun çoğunluğunu oluşturan Boşnaklar ve Hırvatlar bağımsız bir devlet olarak tanınmak isterken Bosna-Hersek’te yaşayan Sırplar, Batı Sırp Cumhuriyeti’ni ilan ettiler ve istedikleri bölgeleri ele geçirmek için Müslüman Boşnaklara karşı saldırılara başladılar.

-1992’de Müslüman Boşnaklara karşı etnik temizlik yapmak amacıyla Sırp ağırlıklı federal ordunun, Sırp milislerin ve daha sonra da Hırvat milislerin saldırıları üzerine Bosna-Hersek harabeye döndü.

– Şehrin sembolü olan Osmanlı mirası Mostar Köprüsü, Hırvat topçuları tarafından imha edildi.

-1993’te, BM Güvenlik Konseyi Srebrenica’yı güvenli bölge olarak ilan etti ve bölgeye yönelik her türlü silahlı saldırıyı yasakladı.

-1995’te Radko Miladiç komutasındaki Sırp güçleri, sabaha doğru Srebrenica kentini tank ve top ateşiyle bombardımana tutmaya başladılar.

– Srebrenica, BM komutasındaki 400 Hollandalı asker tarafından korunuyordu.

-Sırp tehditleri sonucu kampta bulunan tüm Müslüman Boşnaklar, Hollandalı BM askerleri tarafından silah zoruyla dışarı çıkmaya zorlandılar.

-Bu insanlara hiçbir şey yapılmayacağını söyleyen Sırplar, 11 Temmuz 1995 ile 17 Temmuz 1995 tarihleri arasında 8 binden fazla genç ve yetişkin erkeği katlettiler.

-Bu hadise Srebrenica Soykırımı olarak tarihe geçti.

– 1995’te yapılan NATO toplantısında Bosna-Hersek’teki Sırp hareketine müdahale etme kararı çıktı.

-5 Eylül 1995’te ABD’nin girişimiyle savaşan taraflar Cenevre kentinde barış görüşmelerine başladılar.

– Cenevre’de varılan antlaşmadan sonra Bosna-Hersek’teki üç toplumun liderleri olan  Aliya İzzetbegoviç , Slobodan Miloseviç ve Franjo Tudjman (Franko Tujman) ABD’nin Dayton (Deytın) kentinde barış masasına oturdular ve 21 Kasım 1995’te Dayton Barış Antlaşması’nı imzaladılar.

Antlaşma özetle şöyleydi:

  1. Bosna-Hersek adı aynı olan ve daha önce tanınan uluslararası sınırlara uygun sınırları olan tek bir devlet olarak kalacaktır.
  2. Devlet iki birimden, Bosna-Hersek Federasyonu ve Bosna Sırp Cumhuriyeti’nden oluşacaktır.
  3. Tüm taraflar La Haye’deki (Lahey) savaş suçları mahkemesine yardımcı olacaktır.

-Dayton’da imzalanan ön antlaşma, 14 Aralık 1995’te Paris’te tarafların imzasıyla kesinleşti.

-Böylece Bosna Savaşı resmen sona erdi.

1992 baharında başlayan ve 1995 yılının aralık ayında Dayton Barış Antlaşması imzalanıncaya kadar devam eden savaşın sonuçları şöyle oldu: 

  1. Tahmini olarak 102.622 kişi hayatını yitirdi.
  2. Ölenlerin %83’i Boşnak, %10’u Sırp, %5’i Hırvat’tı.
  3. Nüfusun yarıdan fazlası yerinden edildi ve evsiz kaldı.
  4. Yaklaşık 1,2 milyon kişi mülteci konumuna düştü.
  5. Mültecilerin yarım milyonu komşu ülkelere, geri kalan 700.000 Bosnalı da Batı Avrupa ülkelerine sığındı.
  6. Çatışmaların yarattığı ortamda demografik yapı bozuldu. Ülkedeki hiçbir kent ve kasaba savaştan önce sahip olduğu etnik çeşitliliği koruyamadı.
  1. 2. 4. Orta Doğu’da Meydana Gelen Başlıca Gelişmeler

 Siyonizm Sorunu ve Filistin 

Bilgi Notu 

  • Siyonizm: yüzyıl sonlarında çeşitli ülkelerde Yahudiler tarafından ortaya atılan, Filistin’de bağımsız bir Yahudi devleti kurmayı amaçlayan akımdır. 

II. Dünya Savaşı’nın bitmesinden sonra İngiltere’nin denetiminde olan Filistin topraklarına Avrupa’dan büyük oranda Yahudi göçü gerçekleşti.

– Bu durum Filistin’de Yahudi-Filistin gerginliğine yol açtı.

– II. Dünya Savaşı’nın ardından İngiltere, Amerika’nın yardımını sağladıktan sonra, Filistin meselesini Birleşmiş Milletlere götürüp, meselenin çözülmesini istedi.

-BM, 1947′de Filistin’in biri Yahudi öteki Arap olmak üzere iki devlet arasında paylaşılmasına karar verdi.

-Yahudiler bu kararı kabul ederken Araplar reddetti.

-Kudüs şehrine ise, BM denetiminde milletlerarası bir bölge statüsü tanındı.

-Araplar bunu kabul etmedi.

-Bunun üzerine Yahudi liderler, 14 Mayıs 1948′de İsrail Devleti’nin kuruluşunu ilan ettiler.

-Ardından Orta Doğu’nun en büyük sorunu olan ve günümüze kadar etkileri süren Arap-İsrail çatışması ve Filistin Sorunu ortaya çıktı.

Buna bağlı olarak: 

  1. 1948 Arap-İsrail
  2. 1956 Mısır-İsrail
  3. 1967 Arap-İsrail
  4. 1973 Arap-İsrail savaşları meydana geldi.

-1978’de Mısır ve İsrail arasında imzalanan Camp David (Kemp Deyvid) Antlaşması’yla İsrail ve Arap devletleri arasında bir daha sıcak çatışma yaşanmadı.

– Ancak Filistinlilerin işgal edilmiş topraklarını koruma mücadelesi sona ermedi.

-Filistin’de başlayan ve Filistin halkının başkaldırısı anlamına gelen ‘İntifada’ bu mücadelenin en somut örneğidir.

-İsrail işgaline karşı Filistin halkının başkaldırısı olan Birinci İntifada, 1987’de başladı.

İkinci İntifada ise 2000’den 2005 yıllına kadar devam eden Filistin ayaklanmasıdır.

-Cezayir’de toplanan Filistin Millî Konseyi, 15 Kasım 1988’de ilan ettiği bildiriyle Bağımsız Filistin Devleti’ni ilan etti.

-Bağımsız Filistin Devleti’ni Türkiye dâhil birçok ülke tanıdı.

– İsrail, Batı Şeria ve Gazze bölgelerinde Filistinlilerin özerk bir yönetim kurması düşüncesine olumlu yaklaştı.

– ABD öncülüğünde yapılan görüşmeler sonucunda 1993’te İsrail ve Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) liderleri barış antlaşması imzaladı.

– Bu antlaşmaya göre İsrail, Batı Şeria ve Gazze bölgelerinde Filistinlilerin özerkliğini resmen kabul etti.

– Fakat bu gelişmeler yaşanırken İsrail, Filistinlilere şiddet uygulamaya ve Filistin topraklarında yeni Yahudi yerleşim merkezleri kurmaya devam etti.

-2002’de İsrail, Batı Şeria’da 8 metre yüksekliğinde ve 730 km uzunluğunda ördüğü bir duvarla Batı Şeria’yı tamamen dünyadan soyutlamak istedi.

-İsrail, Gazze bölgesinden kendi topraklarına füze atılmasını bahane ederek 2007’de Gazze’ye 2009’a kadar sürecek olan şiddetli bir saldırı başlattı.

-2010-2011 yıllarında başta Rusya olmak üzere Brezilya, Arjantin ve Şili, 1967 öncesi sınırlarını esas alarak Filistin’i bağımsız bir devlet olarak kabul ettiklerini dünyaya ilan ettiler.

– İçme suyu sorunu Batı Şeria ve Gazze’de Filistinliler için önemli bir problem olmuştur.

– Abluka altına alınan Gazze’de kanalizasyonlar caddelere akmakta, sağlık sorunları çözülememekte, hastaneler ilaç bulamamaktadır.

-İsrail’in Filistinlilere karşı insan haklarını ihlal eden uygulamaları ve bu konuda başta BM kararları başta olmak üzere kendisine yapılan uluslararası tüm uyarıları dikkate almaması, bölgede barışın önündeki en büyük engel olarak ortaya çıkmaktadır.

Körfez Savaşları

 Körfez Savaşı 

1990’lı yıllarda Orta Doğu’da yaşanan en önemli olaylardan biri de Körfez Krizi ve bu krizden kaynaklanan Körfez Savaşı’ydı.

-Körfez Savaşı’nın çıkmasındaki temel neden Irak’ın komşusu Kuveyt’i işgal etmesiydi.

-1980-1988 arasında komşusu İran ile savaşan Irak, savaşın bitmesinin ardından silahlanmaya devam etti.

-Ayrıca dünyanın en zengin petrol üreticilerinden biri olan Kuveyt üzerinde hak iddia etmeye başladı.

– Irak, 2 Ağustos 1990’da Kuveyt’i işgal etti.

-. Dünya petrol kaynaklarının yüzde 60’lık dilimine sahip olan Orta Doğu bölgesindeki bu değişim, başta ABD olmak üzere Batılı devletlerin çıkarlarını doğrudan etkiledi.

-Kuveyt işgali üzerine toplanan Birleşmiş Milletler, Irak’ı kınadı ve işgal ettiği topraklardan kayıtsız şartsız çekilmesini istedi.

-Yine BM kararı ile Irak’a ekonomik ve askerî ambargo uygulandı.

-Irak’a yönelik yaptırımlara ek olarak Kuveyt’i Irak işgalinden kurtarmak amacıyla ABD öncülüğünde uluslararası askerî bir güç oluşturuldu.

-Irak’ın BM kararlarına uymayacağını açıklaması üzerine, 17 Ocak 1991’de Irak’a karşı önce hava harekâtı ardından da kara harekâtı başlatıldı.

– Irak ordusu mağlup oldu ve Kuveyt işgalden kurtarıldı.

-Savaşın ardından Irak’ta iç karışıklık baş gösterdi.

– Irak’taki Baas rejimine muhalif Kürt gruplar ülkenin kuzeyinde, Şii gruplar ise ülkenin güneyinde ayaklanma başlattılar.

-Irak hükûmetinin ülkenin kuzeyindeki kontrolü kaybetmesiyle birlikte bu bölgede otorite boşluğu oluştu.

-Bölgede güçlenen muhalif Kürt gruplar, Irak’tan kopuş sürecine girdiler.

-Ayrıca oluşan otorite boşluğu nedeniyle Türkiye’ye karşı bölücü eylemlerde bulunan PKK terör örgütü, Irak’ın kuzeyine yerleşmeye başladı.

-Bu durum Türkiye için bir güvenlik sorunu hâline geldi.

 

  1. Körfez Savaşı ve ABD’nin Irak’ı İşgali 

– ABD, 11 Eylül 2001 yılında New York şehrinde bulunan Dünya Ticaret Merkezine yapılan saldırıdan sonra, İngiltere ile birlikte teröre karşı dünya çapında bir mücadele başlattığını ilan etti.

– Bu doğrultuda teröre destek verdiği iddiasıyla önce Afganistan’a askerî müdahalede bulunan ABD, ardından Irak’a yöneldi.

-ABD, Irak’ı kitle imha silahları edinmek ve dünya barışını tehdit etmekle suçladı.

– Irak, ülkesindeki askerî tesislerin BM yetkililerince denetlenmesini kabul etti.

-. Irak’ın BM kararlarını koşulsuz kabul etmesi, Kuveyt işgali nedeniyle komşularından resmen özür dilemesi ve BM yetkililerinin kitle imha silahlarına rastlamadıklarını rapor etmeleri üzerine gerginlik yumuşadı.

-. Fakat ABD yönetimi bu kez de Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin ve ailesinin Irak’ı terk etmelerini istedi.

-Aksi takdirde Irak’a askerî müdahale yapılacağını açıkladı.

-Irak yönetimi ABD’nin bu uyarısını reddetti.

-Savaş öncesi ABD yönetimi, Türkiye topraklarından geçerek Irak’a askerî müdahale yapmak istedi.

-Fakat 1 Mart 2003’te yapılan oylamada ABD’nin bu isteği TBMM tarafından reddedildi.

-ABD öncülüğündeki koalisyon güçleri, 20 Mart 2003’te Irak’a hava saldırısını başlattı.

– 22 Mart 2003’te ise kara harekâtı başladı.

-ABD kuvvetleri, 9 Nisan 2003’te Irak’ın başkenti Bağdat’ı işgal etti.

-Irak kuvvetleri ve koalisyon güçleri arasındaki savaş, ABD Başkanı George W. Bush’un (Corç Buş) 15 Nisan 2003 tarihinde kesin zaferin kazanıldığını ilan etmesiyle son buldu.

Savaş sonucunda; 

  • Irak devlet başkanı Saddam Hüseyin ve Baas rejimi devrildi.
  • Irak’ı işgal eden ABD, ülkeye geçici valiler atayarak ülkeyi yönetmeye başladı.
  • 13 Temmuz 2003’te ABD nüfuzunda “Geçici Irak Yönetim Konseyi” oluşturuldu ve bu geçici konsey BM nezdinde tanındı.
  • Böylece dünyanın küresel gücü olan ABD, İngiltere ile birlikte, dünyanın en zengin petrol yataklarına sahip ülkesi olan Irak’ı ele geçirerek Orta Doğu’da önemli bir güç kazandı.

– Siyasi istikrarsızlık ve otorite boşluğu, Irak topraklarındaki denetlenemeyen terör gruplarının sayısını ve buna bağlı olarak şiddet olaylarını artırdı.

– Irak’ta yaşanan bu istikrarsızlık hem Irak’ın komşularında hem de tüm bölgede güvenlik sorunlarını ortaya çıkardı.

Arap Baharı 

-Arap Baharı, 2010’da Orta Doğu ülkelerindeki demokratik olmayan yönetimlere karşı bu ülkelerin halkları tarafından daha çok demokrasi ve özgürlük talebiyle başlatılan, protesto ve ayaklanmalarla gerçekleşen halk hareketleridir.

Tunus’ta Arap Baharı;

-Arap Baharı olarak adlandırılan süreç Tunus’ta başladı.

Süreci başlatan olay;

  • İş bulamamaktan ve geçim sıkıntısından dolayı seyyar satıcılık yapan üniversite öğrenimli Tunuslu Muhammed Buazizi adlı gencin bir zabıta görevlisince tokatlanması ve tezgâhı ile mallarına el konulmasıdır.
  • Bu olayın ardından Tunuslu genç Muhammed Buazizi’nin kendisini yakarak intihar etmesi sonrası başlayan hükûmet karşıtı gösteriler sonucu, Tunus Devlet Başkanı Zeynel Abidin Bin Ali görevinden istifa etti.
  • -Bu sürece Yasemin Devrimi adı verildi.
  • Yasemin Devrimi’nden sonra Tunus’ta daha demokratik bir yönetim kuruldu ve yeni bir dönem başladı.
  • -Tunus’ta başlayan olaylar diğer Arap ülkelerine de yayıldı.

Mısır’da Arap Baharı; 

  • -25 Ocak 2011’de Mısır’ın en büyük meydanı olan Tahrir Meydanı’nda, Arap baharının esintileri yayılmaya başladı.
  • Kısaca “Öfke Günü” olarak da bilinen 25 Ocak gününde, Mısır halkı özgürlük için sloganlar atmaya başladı.
  • Tunus’ta olduğu gibi Mısır’da da açlık, işsizlik, yolsuzluk, diktatörlük gibi benzer sorunlar sebebiyle halk isyan etmeye başladı.
  • Ülkede gitgide büyüyen isyan nedeniyle Hüsnü Mübarek’in 1981’de başlayan yönetimi, 11 Şubat 2011’de istifa etmesiyle son buldu.Muhammed Mursi, Mısır’da demokratik seçimle başa geçen ilk cumhurbaşkanı oldu.

Libya’da Arap Baharı;

  • Mısır’dan sonra Libya’da da protestolar başladı.
  • Bu durum Libya’yı iç savaşa sürükledi.
  • Fransa, yaşanan olaylara seyirci kalamayacağını söyleyerek NATO ile birlikte olaylara müdahale etti.
  • NATO güçleri Libya askerî güçlerini havadan vurdu.
  • Libya yönetiminin zayıflamasıyla muhalif güçler başkent Trablus’u ele geçirdi.
  • Libya Lideri Muammer Kaddafi, muhalif milisler tarafından linç edilerek öldürüldü.

Suriye’de Arap Baharı;

  • -Arap Baharı’nın etkileri Suriye’de daha sert ortaya çıktı.
  • Ülkeye egemen Baas Partisi yönetiminin demokratik olmayan ve baskıcı yönetiminden bunalan halk, rejime karşı protestolara başladı.
  • Devlet Başkanı Beşşar Esed yönetimindeki Baas rejiminin protestolara karşı müdahalesi çok sert oldu.
  • Suriye’de iç savaş başladı.
  • 4 milyon kadar Suriyeli dünyanın çeşitli yerlerine sığınmacı olarak yerleştirildi.
  • Bu sığınmacılardan yaklaşık 3 milyonu ise Türkiye’ye geldi.

Körfez ülkelerinden Bahreyn ve Yemende de Arap Baharı;

  • -Körfez ülkelerinden Bahreyn ve Yemen’de de Arap Baharı’nın etkileri görüldü.
  • Bu iki ülkede protestolar bir süre sonra mezhep çatışmasına dönüştü.
  • -Suudi Arabistan’ın müdahalesiyle Bahreyn’de muhalifler bastırıldı.
  • -Fakat Yemen’de durum Libya ve Suriye’deki gibi bir iç savaşa dönüştü.

– 2010’da Tunus’ta başlayan değişimle Orta Doğu’da daha demokratik bir dönemin başlayacağı düşünüldü.

-Fakat beklenen olmadı.

– Sürecin bazı ülkelerde iç savaşa dönüşmesi bölgede istikrarsızlığa yol açtı.

-Batı ülkelerinin siyasi çıkarları nedeniyle bu çatışmalara müdahale etmesi bölgedeki sorunları daha da derinleştirdi.

– Mısır’da ise demokratik yollarla seçilmiş Muhammed Mursi’nin askerî bir darbeyle devrilmesi ülkedeki ve bölgedeki demokrasi beklentilerini sonlandırdı.

  1. 2. 5. 11 Eylül Saldırıları ve Küresel Terör 

– ABD, II. Dünya Savaşı’nın ardından SSCB ile birlikte küresel bir güç hâline gelmişti.

-Soğuk Savaş sürecinde ABD, Batı Bloku’nun lideri olmuştu.

-1991’de SSCB’nin ve Doğu Bloku’nun dağılmasıyla birlikte ABD, dünyanın en büyük küresel gücü oldu.

– ABD, Dağılan SSCB sahasında ve eski Doğu Bloku ülkelerinde siyasi etkisini artırdı.

– 11 Eylül 2001 tarihinde ABD’nin New York kentinde bulunan Dünya Ticaret Merkezine, Washington’a (Vaşingtın) ve Pentagon’a sivil uçakların kullanıldığı saldırılar düzenlendi.

– Bu saldırılarda Dünya Ticaret Merkezinin iki binası da çöktü ve burada çalışan binlerce kişi hayatını kaybetti.

– 11 Eylül Saldırısı, ABD sınırları içine doğrudan ABD’ye yapılan ilk saldırıydı.

Dönemin ABD Başkanı George W. Bush (Corc W. Buş), saldırıyı ABD’ye yönelik bir savaş ilanı olarak niteledi.

– 12 Eylül 2001 günü yapılan NATO toplantısında NATO’nun 5. Maddesi’nin hayata geçirilmesine karar verildi.

Bu maddeye göre ;

  • NATO üyelerinden birisi saldırıya uğradığında NATO’nun bunu tüm üyelere yapılmış bir saldırı olarak kabul etmesi öngörülüyordu.

– 11 Eylül Saldırısı’nı ülkesine bir savaş ilanı olarak kabul eden ABD yönetimi, saldırının arkasında olduğuna inandığı ülkelere karşı savaş başlattı.

-İlk olarak saldırıyı üstlenen El-Kaide adlı terör örgütünün konumlandığı Afganistan’a karşı askerî bir operasyon başlatıldı.

– 7 Ekim 2001’de başlayan bu harekât sonucunda Afganistan’daki Taliban yönetimi devrildi.

-ABD, Afganistan’ı işgal etti.

-11 Eylül Saldırısı’nı desteklediği ve kitle imha silahları bulundurduğu iddiasıyla ABD, 20 Mart 2003’te Irak’a karşı askerî operasyon başlattı ve Irak’ı yeniden işgal etti.

– ABD kendi politikası için tehlikeli gördüğü İran ve Kuzey Kore’ye karşı Çek Cumhuriyeti ve Polonya’ya ‘Küresel Füze Kalkanı’ adı altında füze sistemleri yerleştirdi.

-Fakat bunu kendisine karşı bir hareket olarak gören Rusya,  ABD’ye sert tepki gösterdi.

  1. 2. 6. Irak ve Suriye’de Yaşananlar 

Irak’taki Gelişmeler 

– Irak’ın 2003’te ABD tarafından işgalinden sonra Irak’ın yeniden yapılandırılması süreci başladı.

– İşgalci ABD güçleri, yeni Irak hükûmeti ile imzaladığı güvenlik antlaşmasıyla belli şartlarda Irak’taki etki ve varlığını korumayı garanti altına alarak 2009’dan itibaren askerlerini Irak’tan çekmeye başladı.

– İşgalden sonra kaç Iraklı sivilin öldüğü tam olarak tespit edilemedi.

-Resmî olmayan rakamlara göre bu sayı bir milyona ulaştı.

– Irak, dünyanın en büyük ham petrol rezervine sahip ülkelerinden biridir.

– Bu petrol zenginliğine rağmen, denetimsiz silahlı grupların boru hatlarına ve pompa merkezlerine sürekli saldırıları nedeniyle, petrol üretimi işgal öncesindeki 2,5 milyon varil düzeyine çıkamamıştır.

-Bu da Irak halkının yaşam standardını düşürmektedir.

– Irak’ın kuzeyinde kurulan özerk yönetim ve merkezî Irak hükûmeti arasında başta petrol olmak üzere pek çok konuda anlaşmazlık olması, ülke siyasetinin mezhep ve aşiret esası üzerinden belirlenmesi ülkede istikrarsızlığı artırmıştır.

– Bu istikrarsızlıktan yararlanan PKK terör örgütü, Irak’ın kuzeyinde üslenmiş ve Türkiye’ye karşı terör saldırıları gerçekleştirmiştir.

DAEŞ terör örgütü, hem bölge hem de Türkiye için büyük bir tehdit hâline gelmiştir.

– Irak’ın bu durumu Türkiye için ciddi bir güvenlik sorunu hâline gelmiştir.

Suriye’deki Gelişmeler 

– 2010’da Orta Doğu ülkelerindeki demokratik olmayan yönetimlere karşı başlayan ve Arap Baharı olarak adlandırılan süreç, her ülkede farklı etkilere yol açtı.

– Daha fazla demokrasi talebiyle başlayıp bir iç savaşa dönüşen Suriye olayları, Baas rejiminin sert müdahaleleri, radikal unsurların çatışmalara dâhil olmasıyla büyüdü.

ABD, İran ve Rusya’nın doğrudan ya da dolaylı yollardan destekledikleri gruplar aracılığı ile Suriye’ye müdahale etmesi ülkeyi büyük bir yıkıma sürükledi.

– Suriye’de devlet otoritesinin ortadan kalkmasıyla birlikte DAEŞ terör örgütü güçlendi ve Türkiye için bir tehdit hâline geldi.

– Bunun yanı sıra PKK’nın Suriye kolu olan PYD terör örgütü ülkedeki otorite boşluğundan yararlanarak Suriye’nin kuzeyinde etkin hâle geldi.

– DEAŞ terörü ile mücadele bahanesi ile özellikle ABD tarafından silahlandırılan PYD terör örgütü, Suriye’nin kuzeyini ele geçirerek devletleşmeye doğru gitmek istedi.

– Fakat 24 Ağustos 2016’da Türk Silahlı Kuvvetlerinin Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) ile birlikte başlattığı Fırat Kalkanı Harekâtı ile PYD’nin uygulamak istediği planın önüne geçildi.

-Azez, Cerablus ve El Bab bölgeleri DAEŞ’ten temizlenerek huzur sağlandı.

Suriyeli Mülteciler 

– 2011’de başlayan Suriye olaylarının en büyük etkisi Suriye ile en uzun kara sınırına sahip ülke olan Türkiye’de hissedildi.

– Suriyeli mülteciler sınırdan içeri alınarak Hatay’daki bir spor salonuna yerleştirildi.

– Suriye’de iç savaşın şiddetinin artması üzerine Türkiye’ye yapılan göçler artarak devam etti.

-Türkiye, savaştan kaçan Suriye halkını etnik köken ve inanç gözetmeden “açık kapı” ilkesi ve “geçici koruma” politikası çerçevesinde kabul edeceğini duyurdu ve bu politikasına sadık kaldı.

– 2016 yılı verilerine göre Türkiye 3 milyon Suriyeli mülteciye ev sahipliği yapmıştır.

– Türkiye kişi başına düşen millî gelire oranla dünyanın en çok yardım yapan ülkesidir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.