II. Abdülhamit

ABDÜLHAMİT II

34-II. Abdülhamid

 

Otuz dördüncü OsmanlI padişahı (1842 – 1918). Abdülmecit’in oğludur. Annesi Tirimüjgân Kadmefendi’dir. Babası her yönden bilgili yetişmesine önem büyük vermişti. II. Abdülhamit, zeki, düşüncelerini gizlemekte yetenekli bir insandı. Adetâ devlet yönetmek için yaratılmıştı. Fakat devlet adamlarının bir çoğu ona güvenemiyordu. V. Murat’ın, delilik belirtileri göstermesi üzerine hükümdarlıktan indirilmesi gerekli görüldü. Meşrutiyeti ilân edeceğine söz veren II. Abdülhamit padişahlığa getirildi (1876).

II. Abdülhamit, Osmanlı Devleti’nin meşrutiyetle yönetilmesini isteyen ünlü bir ismi, sevilen devlet adamı Mithat Paşa’yı sadrazamlığa getirdi. Bu sırada Osmanlı devleti çok güç bir durumda bulunuyordu. Daha önce Hersek, Bosna ve Bulgaristan’da çıkan ayaklanmalar sona ermemişti. Sırplar ve Karadağlılar da OsmanlI devletine savaş açmışlardı. Türk kuvvetleri, Sırpları yenilgiye uğrattılar. Sırp ordusunda panik çıktı. Sırp prens Rus çarından yardım istedi. Rusya, Sırbistan ve Karadağ ile hemen ateşkes antlaşması yapılması için OsmanlI hükümetine bir ültimatom verdi. Yalnız başına Rusya ile savaşmayı uygun görmeyen OsmanlI devleti, Sırbistan ve Karadağ ile ateşkes antlaşması yaptı. Rusya, Balkanlardaki isteklerini artırıyordu. İngiltere, kendi çıkarları bakımından Rusya’nın davranışlarına karşı çıktı. Balkan ülkelerindeki anlaşmazlıkları çözmek ve yeni bir savaşı önlemek için İstanbul’da bir konferans toplanmasına karar verildi. Bu konferansa Rusya, İngiltere, Fransa, Avusturya, Almanya, İtalya ve Osmanlı devleti katıldı.

II. Abdülhamit, konferans açıldığı gün, padişah olmadan önce verdiği sözü yerine getirerek Kanunu Esası’yi (Anayasa) ilân ettirdi (23 Aralık 1876). Konferansa katılan devletlerin delegeleri, Bosna ve Hersek ile Bulgaristan’a özerklik verilmesini ileri sürdüler. Bu önerileri, Osmanlı devleti tarafından kabul edilmeyince konferans dağıldı.

II. Abdülhamit, İstanbul konferansının çok erken ve sonuçsuz biçimde dağılmasından Mithat Paşa’yı sorumlu gördü ve onu sadrazamlıktan ayırıp yurt dışmda başka bir göreve gönderdi.

Ardmdan da ülkeyi Kanunu Esası” nin emirleri doğrutusunda yönetmeye başladı. Mebus (milletvekili) seçimini yaptırdı ve Mebuslar Meclisini topladı. Bu sırada, Rusya’mn OsmanlI devletine savaş açmasına engel olmak için İngiltere’nin çağrısı üzerine Londra’da bir konferans toplanmıştı. II. Abdülhamit bu konferansta alman kararları Mebuslar Meclisine getirdi. Mebuslar Meclisi bu kararları da Rusya’nın önerilerini de kabul etmedi. Bunun üzerine Rusya, Osmanlı devletine savaş ilân etti (1877). Rus orduları Romanya ve Kafkasya üzerinden Türk topraklarına saldırdılar (Bak. Doksanüç savaşı). Türk kuvvetleri, Balkanlarda ve Doğu Anadolu’da yer yer çok başarılı savaşlar yaptılar. Plevne’yi savunan Gazi Osman Paşa, düşmana büyük kayıplar verdirdi. Fakat, Rusların İstanbul önlerine kadar ilerlemelerine engel olunamadı. Ordu geri çekilirken Türk halkı da büyük ölçüde göç etmeye başladı.

O ana dek hep Meclis’in kararları doğrultusunda yürümüş olan II. Abdülhamit, bu durum karşısında Rusya’dan barış istedi. Öte yandan da bozgunun sorumlusu olarak gördüğü Mebuslar Meclisi’ni süresiz olarak kapattı (1878). Bundan sonra, ülkenin iç yönetiminde ve dış politikada kendi başma hareket etti. İngiliz donanması Marmara’ya girmiş, Ruslarda karargâhlarını Ayastafanos’ta (Yeşilköy) kurmuşlardı. Burada Ruslarla Ayastafanos antlaşması yapıldı. Bu antlaşma ile Karadağ, Sırbistan ve Romanya’ya bağımsızlık verilmesi, Tuna’dan Ege denizine kadar uzanan ve Makedonya’yı içine alan yerlerde özerk Bulgaristan prensliği kurulması, Bosna ve Hersek’te ıslahat yapılması, Ardahan, Kars, Batum ve Doğubayazıt’m Ruslara bırakılması, ayrıca bu devlete savaş tazminatı ödenmesi kabul ediliyordu. İngiltere ve Avusturya bu antlaşmaya karşı çıktılar. Aralarına Almanya’yı da alarak Berlin’de bir kongre toplanmasını Rusya’ya kabul ettirdiler. Bir ay süren görüşmelerden sonra Berlin antlaşması imza edildi. Buna göre, Ayastafanos antlaşmasının önemli maddeleri olduğu gibi bırakıldı. Yalnız Ege denizine kadar uzanan büyük bir Bulgaristan kurulmasından vazgeçildi. Doğu Rumeli ile Makedonya Osmanlı devletine bırakıldı. Doğu Rumeli’yi padişahın atadığı bir Hıristiyan vali yönetecekti. Makedonya’da da ıslahat yapılacaktı. Bulgaristan prensliği, içişlerinde bağımsız olacak ve Osmanlı devleti yönetiminde bulunacaktı. Doğubeyazıt Osmanlı devletine geri verilecek, Ardahan, Kars ve Batum, Rusya’da kalacaktı. Avusturya, Bosna ve Hersek’i geçici olarak işgal edecekti. Tesalya’nın büyükçe bir bölümü Yunanistan’a verilecekti. Ermenilerin bulunduğu yerlerde ve Girit’te ıslahat yapılacaktı. Osmanlı devleti, Rusya’ya savaş tazminatı ödeyecekti. İngiltere de payını almakta gecikmedi. Berlin kongresi başlamadan önce, Osmanlı devletiyle Rusya’ya karşı bir savunma anlaşması yaptı ve buna karşılık Kıbrıs’a yerleşti (1878). Rusya, Kars, Ardahan ve Batum’dan çekilince, İngiltere de Kıbrıs’tan ayrılacaktı. Berlin antlaşması, OsmanlI devletine bir yarar sağlamadı. Bulgaristan’ın küçültülmesiyle Rus baskısı önlenmiş olmakla birlikte, Avrupa devletlerinin kuvvet dengesi uğruna Osmanlı ülkelerinin önemli bir bölümü paylaşılmış, geri kalanlarının paylaşılması için de açık kapı bırakılmıştı.

II. Abdülhamit, imzalaması son derece acı gelen bu antlaşmalardan sonra devleti tamamen kendi düşüncesine göre yönetmeye başladı. Dış politikada uysal, kurnazca ve barışçı bir yol tuttu. Fakat içeride sert ve ödünsüz davrandı. Fikri hakların artırılmasıyla birlikte ülkede oluşan hazımsızlık ortamı ve kargaşa, onun bu konulara tutucu yaklaşmasına neden oluyordu. Bu esnada ülke içinde yayılan çok ağır bir dedikoduyla, eski Sultan Abdülaziz’in intihar etmeyip öldürüldüğü ileri sürüldü. Mithat Paşa ve damatları bu dedikodunun sorumlusu olarak II. Abdülhamit’in oturduğu Yıldız sarayında kurulan özel bir mahkemede yargılandılar. Bu mahkeme Mithat Paşa’ya ve damatlarına ölüm cezası verdi. II. Abdülhamit bu cezayı sürgüne çevirdi. Mahkûm edilenler, Taif e (Hicaz’da) sürüldüler. Mithat Paşa, burada üç yıl hapis hayatı yaşadı. 1884 yılında boğularak öldürüldü.

II. Abdülhamit zamanında Osmanlı İmparatorluğu’nun toprak kayıpları asgari düzeye indi. Ancak Devlet bu konuda yine de bir kaç darbe yemekten geri kalmadı. Fransa, ülkesine yakın olan Tunus’u işgal ederken (1881) İngiltere de Mısır’da çıkan bir ayaklanmayı bahane ederek buraya yerleşti (1882). Bir süre sonra, Bulgaristan prensliği Doğu Rumeli’yi ülkesine kattığını açıkladı (1885). II. Abdülhamit hükümeti, bu olupbittiler karşısında o ülkelerdeki işgalcilere karşı yıpratıcı çete savaşlarını artırdı. Girit’te Rumların çıkardıkları bir ayaklanmaya yardım eden Yunanistan’a ise doğrudan savaş açıldı (1897). Ethem Paşa komutasındaki Türk ordusu, başarılı savaşlar yaparak Tesalya’yı ele geçirdi. Dömeke’de toplanan Yunan kuvvetleriyle yapılan savaşı da Türk ordusu kazandı. Dömeake alındı; Atina yolu tamamen açılmış oldu. Bu sırada Avrupa devletlerinin araya girmesiyle bir antlaşma yapıldı. Yapılan antlaşmaya göre Yunanistan Girit’teki askerlerini çekecek ve Osmanlı devletine savaş tazminatı verecekti.

Abdülaziz zamanında görülen Yeni Osmanlılar hareketi, bu dönemde İttihat ve Terakki adıyla bir dernek haline geldi. Bu dernek, basında ve okullarda kışkırtıcı çalışmalar yapınca, II. Abdülhamit buraları gözaltında bulundurmak gereğini duydu. Gittikçe şiddetlenen bir denetim, izleme ve baskı politikası uygulamaya başladı. Bu yüzden güç durumda kalanlar Avrupa’ya gittiler. Ülkede geniş bir haberalma örgütü kuruldu. II. Abdülhamit aleyhine çalışanlar hakkında haber getirenlere ödüller verildi. Dozu zaman zaman aşırıya kaçan bir baskı yönetimi kuruldu. İçerideki bütün şikayetlere karşılık, Osmanlı’nın bu müthiş haberalma ağı dışarıda hayranlıkla izlendi. Sultan bu yolla 33 yıl boyunca İngiltere’den Hindistan’a ihtiyaç duyduğu her bölgeden en derin devlet sırlarına dahi vakıf olmayı başardı.

II. Abdülhamit’in uzun süren hükümdarlığı sırasında eğitim alanında sayısız yararlı işler yapıldı. İmparatorluğun çeşitli yerlerinde yeniden ortaokullar ve liseler (rüştiyeler, idadiler) açıldı. Darülfünun (üniversite) yeniden kuruldu. Ayrıca Mülkiye okulu, Maliye okulu, Hukuk okulu, Ticaret okulu, Mülkiye Mühendis okulu, Baytar okulu, Güzel Sanatlar okulu açıldı. Adliyede ve orduda ıslahat yapıldı. Ceza usulü ve Ticaret usulü kanunları çıkarıldı. Polis teşkilâtı Batı örneğine uygun olarak geliştirildi. Memurlar için Emekli Sandığı kuruldu. İllerde malî durumun elverdiği ölçüde yollar, köprüler, okul binaları, hükümet konakları yapıldı. Yabancı sermaye ile Rumeli’de ve Anadolu’da demiryolları yaptırıldı. Banka şubeleri açıldı. Madenler işletildi. Bunlar gibi daha başka işler de görüldü.

II. Abdülhamit zamanında, geniş ölçüde para sıkıntısı çekildi. Bu padişah kendisinden öncekiler gibi gereksiz masraflar yapmadı. Tutumlu davranmaya da önem verdi. Fakat daha önce yapılan harcamalar ve savaşlar, ülkenin Avrupa mallarına açık pazar olması gibi nedenlerle bozulan malî durumu düzeltemedi. Borçların faizleri bile ödenemiyordu. Osmanlı devletine borç veren Avrupa devletleri, alacaklarını kurtarmak amacıyla Genel Borçlar İdaresini (Düyunu Umumiye) kurdurdular. Anlaşmaya göre, bu idare, pul, tütün, içki, tuz, ipek gibi önemli vergi kaynaklarına ve bazı illerin aşar vergisine el koydu. Böylece alacaklılara güven sağlandı. Fakat devletin egemenliği zedelenmiş oluyordu.

Mali konulardaki bütün bu sıkıntılara rağmen, II. Abdülhamid, ünlü Siyonist gazeteci Theodor Herlz’den gelen “Filistin’i Yahudilere satması” teklifini öfkeyle geri çevirdi, kendisine bu teklifile gelen Yahudi grubuna tarihe geçen bir konuşma yaptı. Oysa Yahudi heyetinin getirdiği teklif, olaya maddi açıdan bakıldığında son derece tatminkârdı. Padişah bu reddiyesinden sonra hem Türk hem de dünya basınında sürekli “kızıl sultan” olarak anılmaya başlayacaktı. “Kızıl Sultan” deyimini ilk kez Theodor Herlz bir makalesinde kullandı (“Kızıl Sultan’ı bağımsız İsrail için ikna edemedim”), sonra bu ifadeyi diğer basın-yaym organlarına da transfer etti.

II. Abdülhamit, devleti bütçesiz yönetiyordu. Devlet ödemeleri düzenli değildi. Memurlara, yılda ancak altı-yedi ay aylık verilebiliyordu. Malî darlık yanında hürriyetlerin kısılması, iç ayaklanmalar, dışa karşı uğranılan başarısızlıklar, yeni yeni özerk yönetim istekleri, halk arasında tepki yaratıyordu. Osmanlı devleti her açıdan yorgun ve köşeye sıkışmış bir durumdaydı. Devleti, bu güç durumdan kurtarmak için çalışmalar yapılıyordu. Fakat, bu yolda tam bir amaç birliği yoktu. Aydınların büyük bir bölümü, meşrutiyet yönetimini, devletin kurulması için tek çare olarak görüyordu. Bazıları, dünyadaki bütün Müslümanları birleştirerek güçlü bir duruma gelinmesini ileri sürüyordu. Başka bir grup, dünyadaki bütün Türklerin bir yönetim altında toplanmasnı daha uygun buluyordu. Oysa en doğru yol bu ülkenin halkına güvenmekti.

Gizli olarak çalışan ve meşrutiyet yönetimini isteyen İttihat ve Terakki cemiyetinin amacı, II.Abdülhamit’e zorla Kanunu Esasî’yi yürürlüğe koydurmaktı. Bu sırada İngiltere ve Rusya, karışıklık içinde bulunan Makedonya’nın Osmanlı yönetiminden ayrılması konusunda gizlice anlaşmışlardı. Bu bölgede devletin en değerli subayları ve memurları görev yapıyorlardı. Durumu öğrenen İttahat ve Terakki cemiyeti, Avrupa devletlerinin içişlerimize karışmalarını önlemek için meşrutiyeti ilân ettirmeye karar verdi. Cemiyete bağlı subaylar arasında düşünce birliği sağlandı. Ordu birliklerinde bazı hareketler başladı. Niyazi Bey adında genç bir subay Manastır çevresinde, taburu ile dağa çıktı. Amacının II. Abdülhamit’in hürriyet tanımayan kötü yönetimine son vermek olduğunu açıkladı. Binbaşı Enver bey, birliği ile Selânik çevresinde dağa çıktı. İttihat ve Terakki cemiyeti de Selânik’te hükümet konağını işgal etti. Bu davranışların genişlemesini çok zararalı gören II. Abdülhamit, Kanunu Esasî’nin uygulanacağını açıklayarak İkinci Meşrutiyeti ilân etmiş oldu (1908). Bundan sonra seçim yapıldı. Büyük bir törenle Mebuslar Meclisi açıldı. Halk geniş bir hürriyete kavuştu. Basında her düşünce serbestçe açıklanıyordu.

İttihat ve Terakki cemiyeti, mecliste çoğunluk sağlamıştı. Bu cemiyet, devlet yönetiminde geniş ölçüde söz sahibi oldu. Ancak İstanbul’da yaşanan 31 Mart olayı üzerine Ayan Meclisi ile Mebuslar Meclisi birlikte toplanarak II. Abdülhamit’in hükümdarlıktan indirilmesine karar verdi.

İkinci Meşrutiyet ilân edilince, Avusturyalılar, yönetimi geçici olarak kendilerine bırakılan Bosna ve Hersek’ten de mebus seçileceğini göz önünde tutarak burasını kendi ülkelerine kattıklarını açıkladılar. Arkasından Bulgaristan bağımsızlığını ilân etti.

II. Abdülhamit, hükümdarlıktan indirildikten sonra Selânik’e gönderildi. Orada 1912 yılına kadar kaldı. Balkan savaşının başlaması üzerine İstanbul’a getirilip Beylerbeyi sarayına yerleştirildi. Burada 1918 yılında öldü. II. Mahmut türbesine gömüldü.

Çok tartışılan bir padişah olmasına karşın, kendi bildiği usûl ve yollarla ile hep bu ülkenin iyiliği için çalışmıştır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.