Küresel Sorunlar

İ. KÜRESEL SORUNLAR

1. Küresel Isınma

Bir seranın cam ile kaplı çatı ve yan duvarlarına çarpan güneş ışınları sera camından kolayca içeri girer. Ancak, sera içindeki cisimlere çarpan ışın enerjisi, ısı enerjisine dönüşür ve dalga boyları değişir. Bu dalga boyundaki ısı enerjisinin sera dışına çıkmasını camlar engeller ve geriye yansıtır. Böylece güneş ışığı geldiği sürece sera ısınmaya devam eder. Seranın içiyle dışarısı arasında büyük sıcaklık farkı oluşur. Bu fiziksel olaya “sera etkisi” denir.

Fosil yakıtlar olarak adlandırılan doğal gaz, petrol ve kömürün yanmasıyla açığa çıkan gazlara sera gazları denir. Yukarıdaki metin  yola çıkarak sera gazları denilen karbondioksit, kloroflourkarbonlar, metan, ozon ve azotoksit küresel ısınmayı sizce nasıl etkiler?

Yandaki şekil incelendiğinde sera gazlarının seralardaki camlar ile aynı işleve sahip olduğu görülür. Sera gazları, Sera Etkisigüneşten gelen ışık ışınlarının yeryüzüne ulaşmasına ve ısıtmasına izin verirler.

Fakat ışık ışınlarının yere çarparak ısı enerjisine dönüşmüş hâlinin atmosfere dönmesine izin vermezler. Normalde geceleri soğuması gereken yeryüzü ve atmosferin yere yakın katmanları yeterince soğumaz. Sıcaklığın yüksek olması atmosferdeki su buharı miktarını da artırır. Su buharı da yeryüzünün daha fazla ısınmasına yardımcı olurken yeryüzünde sıcaklık, normal değerlerin üstüne çıkar.

Sanayi inkılâbı ile başlayıp II. Dünya Savaşı’ndan sonra hızlanan enerji ihtiyacı günümüzde giderek artmaktadır. Fosil yakıtlar olarak adlandırılan “kömür, petrol ve doğal gaz” dünyanın bugünkü enerji ihtiyacının % 75’ini karşılamaktadır. Yapılarında karbon (C) ve hidrojen (H) bulunan bu yakıtlar kullanıldıklarında atmosfere bol miktarda karbondioksit (CO2) salmaktadır.

Aşağıdaki tablo ve grafikleri inceleyerek sera gazlarının küresel ısınmaya etkilerini yorumlayınız.Küresel Isınma

 

Küresel Yüzey Sıcaklıkları

Küresel ısınmaya neden olan gazlar içinde en etkili olan karbondioksitin, 1958’ten itibaren % 9 artması dünyanın iklim dengelerini bozmuştur. Karbondioksit başta olmak üzere havayı kirletin gazların yağışlarla yeryüzüne inmesi su ve toprak kirliliğinin önemli nedenlerinden olmuştur. Küresel ısınmada etkili olan gazlardan kloroflourkarbonlar ise günümüzde buzdolabı, klima, sprey, yangın söndürücü ve plastik sanayinde kullanılmakta olup bu ürünlerin sayısı her geçen gün artmaktadır.

Küresel ısınmanın etkisinin XXI. yüzyılda yoğun olarak görüleceği, buzulların erimesiyle denizlerin su seviyelerinin yükseleceği bilinmektedir. İnsanların büyük bir kısmının yaşadığı dünyanın tarımsal üretim deposu olan kıyı ovalarının sular altında kalacağı bilim adamları tarafından açıklanmaktadır. Ayrıca iklimlerde değişmeler olacağı, kuraklık ve su ihtiyacının artacağı, bazı yerlerin çölleşeceği, yağışların dengesizleşeceği ve 2025 yılı itibariyle dünya nüfusunun yarısının susuzlukla mücadele etmek zorunda kalacağı tahmin edilmektedir. 2050’ye kadar ise bitki ve hayvan türlerinin dörtte birinin yok olacağı ve bu durumun doğal dengeyi geri dönülemez şekilde bozacağı ifade edilmektedir.

KÜRESEL ISINMANIN TÜRKİYE’YE OLASI ETKİLERİ

Çevre ve Orman Bakanlığının isteğiyle İstanbul Teknik Üniversitesi tarafından hazırlanan, “Türkiye için İklim Değişikliği Senaryoları” başlıklı rapora göre;

2070’te Türkiye genelinde sıcaklıkların 6° C yükselmesi beklenmektedir. Bu durumda Ege, Akdeniz, İç Anadolu, Doğu ve Güneydoğu kesimlerinde sıcaklık yükselmeleri etkili olacaktır. Karadeniz Bölgesi’nde yağışlar da % 20 civarında artarken güneyde ise % 30 civarında bir azalma görülecektir. Türkiye’de kar yağmadığı kışlar görülürken beklenmedik zaman ve yerlerde kar yağabileceği tahmin edilmektedir. Ülkemizde enerji üretimi ve sulamada çok önemli bir yere sahip olan Fırat ve Dicle nehirlerinin havzalarında yağışlar azalacak. Ekosistemlerinde meydana gelecek değişme sonucu ülkemizdeki birçok canlı türü de yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalacaktır.    www cevreorman.gov. tr

 

BM’NİN ŞUBAT 2007 İKLİM DEĞİŞİMİ RAPORU
Küresel ısınma ve dünyada iklim değişimi ile ilgili BM raporunda, küresel sıcaklık artışının olası etkileri aşağıdaki biçimde özetlenmektedir:
1.    Sıcaklık 2,4 derece artarsa: Su sıkıntısı başlayacak. Kuzey Amerika’da kum fırtınaları tarımı yok edecek. Deniz seviyeleri yükselecek. Peru’da 10 milyon kişi su sıkıntısı çekecek. Mercan kayalıkları yok olacak. Gezegendeki canlı türlerinin yüzde 30’u yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalacak.
2.    Sıcaklık 5,4 derece artarsa: Denizler 5 m. yükselecek. Deniz seviyesi ortalaması 70 metre olacak. Dünyanın yiyecek stokları tükenecek.
3.    Sıcaklık 6,4 derece artarsa: Göçler başlayacak. Yüz milyonlarca insan uygun iklim koşullarında yaşamak umuduyla göç yollarına düşecek. Kadınlar su bulamadıkları için saçlarını kestirecekler. Denizler çölleşecek. Kuraklık yaşanacak. Okyanuslardan aktarımla içme suyu elde edilecek. Suda yaşayan bazı hayvanlarımız (kutup ayısı, fok balığı vs.) tırmanacak buz bulamayacaklar. Yüzmekten yorulup ölecekler. İnsanlar 50 yaşındayken susuzluktan 85 yaşında gibi gözükecekler. Bebeklerin sakat doğma olasılığı artacak.  www.kuresel-isinma.org

 

 

  • Kyoto Protokolü

Küresel ısınma bir veya birkaç devletin çabası ile çözülebilecek bir sorun olmaktan çok bütün devletlerin iş birliği ile çözülebilecek bir sorundur. Bunun için “BM iklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesine (BMİDÇS) bir ek niteliğindeki “Kyoto Protokolü” hazırlanmıştır. Aralık 1997’de Japonya’nın Kyoto şehrinde görüşülmeye başlayan Protokol, Şubat 2005 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Türkiye 30 Mayıs 2008’de Protokolü imzalayacağını açıklamış ve 13.05.2009’da imzalamıştır.

Kyoto Protokolü

2. Çevre Kirliliği

Canlıların sağlığını olumsuz yönde etkileyen, doğal çevrede zararlı etkiler meydana getiren yabancı maddelerin hava, su ve toprakta normalin üzerinde birikmesi olan çevre kirliliği, günümüzde yaşanan en önemli sorunlardan biridir. Doğal çevrenin ve kaynakların sınırsız olmadığını unutan insanlar yüzyıllar boyunca doğal kaynakları tüketme ve kirletme yoluna gitmişlerdir. Özellikle son elli yıl içinde binlerce canlı türünün yok olması, doğal dengenin bozulmasının ortaya çıkardığı hastalıklar ve insanlara verdiği zararlar yoğun bir şekilde görülmeye başlanınca bazı tedbirler alma yoluna gidilmiştir. Ancak çevrenin korunması ve çevre kirliliğinin önlenmesi konusunda hâlâ ortak bir bilinç oluşmamıştır. Çevre kirliliğini genel olarak hava, su, toprak ve gürültü kirliliği olarak sınıflandırabiliriz.

Yeryüzündeki su kaynaklarının ancak % 1’i kullanılabilir tatlı su kaynağıdır. Son yıllarda küresel ısınmanın etkisiyle dünyada meydana gelen kuraklık, su kaynaklarının çok daha fazla önem kazanmasını sağladı. Günümüzde milyonlarca insan yeterli ve temiz su kaynakları bulamadığı için ölmekte veya salgın hastalıklarla mücadele etmek zorunda kalmaktadır. Tatlı su kaynakları yanında tuzlu su kaynakları da iklimin dengeli bir şekilde devamı için gereklidir. Tuzlu sularda yaşayan canlılar doğal dengenin korunması için son derece önemlidir.

Evlerden, sanayi tesislerinden, maden işletmelerinden sulara sürekli zararlı atıklar karışmaktadır. Tarımda kullanılan ilaçlar ve gübreler kirlenmeyi daha da artırmaktadır.

Canlı yaşamı için çok önemli olan bir diğer doğal kaynak topraktır. Nüfusun hızla arttığı, kullanılabilir toprak miktarının ise sürekli azaldığı dünyamızda 1 cm kalınlığında toprak tabakasının oluşabilmesi için yüzlerce yıl geçmesi gerekir. Verimli toprakların sulara katılan veya havaya salınan zararlı maddelerle kirlenmesi, yanlış sulama, erozyon vb. nedenlerle hızlı bir şekilde yok olması dünyada açlık tehlikesini büyük boyutlara ulaştırmıştır.

Fosil yakıt kullanımı sonucu hava kirliliğine sebep olan birçok madde asit yağmurlarıyla yeryüzüne inerek suyu ve toprağı kirletmektedir. Yeterli fosil yakıt bulunmayan birçok ülkenin nükleer enerjiye yönelmesi, nükleer atıkların toprağa gömülerek saklanması, nükleer santrallerde meydana gelen kazalar (Çernobil gibi) çok geniş alanlarda hava, su ve toprağı kirletmektedir. Doğal çevrenin yok olması beraberinde uzun yıllar süren hastalıkları da getirmiştir. Çernobil’de meydana gelen kazadan sonra bütün dünyada nükleer enerji tartışma konusu olmuştur. Nükleer enerjiye karşı olanlar yasaklanmasını isterken, taraftar olanlar gerekli tedbirler alındığında enerji ihtiyacının ancak böyle bir kaynakla karşılanabileceğini savunmaktadır. Fosil yakıtların ve nükleer enerji kullanımının olumsuz sonuçlarının görülmesi üzerine bir çok gelişmiş ülkede güneş, rüzgâr, dalga enerjisi gibi farklı enerji kaynaklarının kullanımı için çalışmalar hız kazanmıştır.

Gürültü kirliliği ise şehirlerde yaşayan insanların önemli sorunlarından birisi olup sağlık problemlerine ve iş verimliliğinin düşmesine neden olmaktadır.

Dünyada nükleer enerji kullanımı
Ülke adı Nükleer santral sayısı Elektrik üretim payı (%) Ülke adı Nükleer santral sayısı Elektrik üretim payı (%)
ABD 103 20 Rusya 31 16
Fransa 59 80 Slovakya 5 56
Belçika 7 56 Ukrayna 15 49
ispanya 9 24 İsviçre 5 32
İsveç 10 45 İngiltere 19 20
Japonya 29 55 Bulgaristan 4 42
G. Kore 20 45 Ermenistan 1 43
Litvanya 1 70

Çernobil’den bir ses şöyle diyor: “Normal bir insansındır! Sonra bir gün birdenbire Çernobil insanına dönüşürsün. Herkes gibi olmak istersin ama olamazsın. Sana farklı gözlerle bakmaya başlarlar. Sorarlar: “Korkutucu muydu? Santral nasıl yandı? Neler gördün?” “Artık çocuğun olabilir mi? Eşin seni terk etti mi?” ilk zamanlar hepimiz bir hayvana dönüştürülmüştük. Herkes başını çevirip bize bakıyordu. “Oradan gelmiş!”

Hepsinin ortak noktası ise Çernobilli olmaları… Çernobilli olmanın acılarını yaşıyor olmaları.

Svetlana ALEKSIYEVIÇ, Çernobil’den Sesler, s. 114

 

Aşağıdaki verilen örgütlerin kuruluş amacı ve çalışma alanlarını araştırarak tabloyu doldurunuz.

Uluslararası teşkilatın adı Kuruluş amacı Çalışma alanları
Birleşmiş Milletler Teşkilatı (UN)
Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF)
Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO)
Dünya Bankası (World Bank)
Dünya Sağlık Örgütü (WHO)
Gıda ve Tarım Örgütü (FAO)
Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO)
Dünya Doğayı Koruma Vakfı (WWF)

3. Nüfus Artışı ve İşsizlik

1650’lerde 500 milyon olan dünya nüfusu 2000’lerde 6 milyara yükselmiş ve her yıl bu nüfusa yaklaşık 97 milyon insan katılmaktadır. Günümüzde dünya nüfusunun sadece 1 milyar kadarı gelişmiş ülkelerde yaşarken, geri kalan 5 milyardan fazla insan, az gelişmiş veya geri kalmış ülkelerde yaşamaktadır.

Gelişmiş ülkelerde nüfus artış hızı ortalama % 0,5-1 arasında değişirken az gelişmiş ülkelerde % 2, geri kalmış ülkelerde % 2,5-3 civarında gerçekleşmektedir. Bu durum dünyayı çözülmesi zor sorunlarla karşı karşıya bırakmaktadır. Hızlı nüfus artışı gelişmekte olan ülkelerde, kaynakların yetersiz, kalkınma çabalarının sonuçsuz kalmasına, ekonomik ve sosyal sorunların artmasına neden olmaktadır. Gelişmiş ülkeler ise bu artışın dünyanın sosyo-ekonomik dengelerini ve istikrarını bozabileceği endişesini taşımaktadırlar.

BM’nin raporlarına göre, ülkelerin nüfus artışları mevcut hızıyla devam etmesi hâlinde dünya nüfusunun 2030 yılında 10 milyara yaklaşacağı ve bunun 8,4 milyarının düşük ve orta gelir grubu ülkelerde, 1,6 milyarının gelişmiş ülkelerde yaşayacağı tahmin edilmektedir. Bu durumda beslenme, temiz su ihtiyacı, işsizlik, trafik ve haberleşme önemli sorunlar olarak ortaya çıkacaktır. Bu sorunları aşmak için; modern tarım yöntemleri kullanmak, planlı şehirleşme yapmak, nüfus artışını yavaşlatmak, var olan kaynakları verimli şekilde kullanmak gerekmektedir.

Dünyada nüfus artışı ile aynı hızda iş imkânlarının oluşturulamaması, hatta teknolojik gelişmeler sayesinde iş gücüne duyulan ihtiyacın her gün biraz daha azalması, işsizlik tehlikesini ön plana çıkarmıştır.

İşsizlerin toplam nüfus içindeki oranı azalmasına rağmen, işsiz kişi sayısındaki artış devam etmektedir. 2008 yılında dünyada yaşanan ekonomik krizin işsiz sayısını daha da artıracağı tahmin edilmektedir.

4. Yetersiz Beslenme ve Açlık

Tablodan yararlanarak aşağıdaki sorulan cevaplayınız.

1.    Yetersiz beslenme sorunu yaşayan ülkelerin ortak özellikleri nelerdir?

2.    Dünyada açlık ve yetersiz beslenme sorunu nasıl bir değişim göstermektedir?

Yetersiz beslenen kişi sayısı (milyon kişi)
Ülkeler 1969-1971 1979-1981 1990-1992 1995-1997 2001-2003 2004
1 Hindistan 218,3 261,3 214,8 201,8 212,0 209,5
2 Çin 386,6 304,0 193,6 145,6 150,0 153,7
3 Bangladeş 20,3 33,3 39,2 50,4 43,1 44,0
4 Kongo 6,0 10,0 12,2 27,2 37,0 39,0
5 Etiyopya 31,5 32,7
6 Pakistan 16,9 23,6 27,8 24,8 35,2 37,5
7 Tanzanya 8,9 5,2 9,9 15,7 16,1 16,4
8 Filipinler 18,8 12,9 16,2 15,4 15,2 14,6
9 Endonezya 55,9 36,5 16,4 11,8 13,8 13,8
Toplam (172 ülke) 937,2 897,3 775,9 735,8 819,8 825,9

Sanayi inkılabından sonra tarımda makineleşme, gübreleme, ilaçlama ve sulama imkânları gibi gelişmeler, tarımsal üretimdeki verimliliği büyük oranda artırmıştır. Yeryüzünde tarıma elverişli topraklar sınırlı olmasına rağmen verimlilik artışları sayesinde birim araziden elde edilen ürün miktarı büyük oranda artırılabilmektedir. Buna son zamanlarda gen mühendisliği alanında kaydedilen gelişmeler de eklendiğinde yeryüzündeki kaynakların israf edilmeden kullanılması ile bugün yeryüzünde açlık diye bir sorunun olmaması gerekir. Oysa günümüzde yeryüzünün birçok bölgesinde hızla büyümekte olan bir açlık sorunu vardır. Dünyadaki açlık sorununun giderek büyümesinde ve bu konudaki endişelerin artmasında küresel iklim değişikliğine bağlı olarak artan kuraklık ve bölgesel anlaşmazlıklardan doğan çatışmalar etkilidir.

Yetersiz Beslenen Nüfus Oranları Haritası

Yapılacak bazı fedakârlıklarla açlık sorununu büyük ölçüde hafifletmek mümkün görünmektedir. BM Gıda ve Tarım Örgütü (FAO), 2015 yılına kadar dünyada açlık çeken kişi sayısını yarı yarıya azaltarak 800 milyondan 400 milyona indirmek için 24 milyar dolara ihtiyaç olduğunu bildirmiştir. Bu rakam her yıl silahlanmaya harcanan yüzlerce milyar doların yanında çok küçük bir rakamdır. Uluslararası Barış Enstitüsü (SlPRI), yayınladığı 2001 silahlanma raporunda kişi başına yıllık 137 dolar, toplamda ise 722 milyar doların silahlanmaya harcandığı ve silahlanma yarışının gittikçe hız kazandığı belirtiliyor.

Açlık sorununun çözümünde önemli bir faktör açlık nedenlerinin ortadan kaldırılmasıdır. Bu nedenlerin ortadan kaldırılması için birkaç devletin çabası yeterli olmayacağından uluslararası iş birliği yapılması ve açlık sorunu yaşayan ülkelere destek verilmesi gerekir. Dünyada yoksulluk ve açlıkla mücadele için Dünya Gıda Programı (WFP), FAO, Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ve BM Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO),Uluslararası Tarımsal Kalkınma Fonu (IFAD) çalışma yapmakta ve projeler üretmektedir.

Hızlı nüfus artışı ve yeryüzünde tarıma uygun alanların sınırlı olduğu düşünüldüğünde açlık sorununun çözümü için son zamanlarda önerilen en önemli çözüm yollarından biri biyo-teknolojidir. Biyoteknolojik yöntemlerle, kendi türü dışındaki bir türden gen aktarılarak belirli özellikleri değiştirilmiş bitki, hayvan ya da mikroorganizmalar elde edilebilmektedir. Dünyada günümüze kadar 170 bitki türünde çalışılarak toplam 2.672 adet gen yapısı değişime uğramış bitki çeşidi geliştirilmiştir. Yukarıdaki grafikte de görüldüğü gibi en fazla genetik çalışma, tahıllar üzerinde yapılmıştır.

Gen teknolojilerinin uygulamaları açlık sorununa çözüm olabileceği düşüncesiyle birçok ülke tarafından desteklenmektedir. Bazı ülkeler ise biyoteknolojik yöntemlerle ürün elde edilmesine, ürünlerin insan sağlığına olan olumsuz etkileri nedeniyle karşı çıkmaktadır. Biyoteknolojik yöntemlerle günümüzde en çok mısır, soya, pamuk ve kanola üretilmektedir.

5. Uluslararası Terör

Son yıllarda dünyada uluslararası güvenlikle ilgili en önemli sorun terördür. Buna rağmen, terör olarak kabul edilen eylemler konusunda devletler arasında ortak bir fikre varılamamıştır Uluslararası politik dengeler ve ülkelerin çıkarları fikir birliğine varılamamasında önemli bir etken olmuştur. Özellikle terörist örgütler listesi oluşturmak devletler arasında pazarlık konusu edilmiştir. Bunun temel nedeni ise uluslararası bir terör tanımının bulunmamasıdır. Uluslararası bir terör tanımının yapılamaması terörü yasaklayan genel bir uluslararası anlaşmanın hazırlanmasını da engellemektedir.

BM’nin teröre bakış açısı, Genel Kurulun 1994’te yayınladığı deklarasyondaki “Politik sebeplerle yapılan, toplumun tamamında veya bir bölümünde korku ortamı yaratacak cezai eylemler; siyasi, felsefi, ideolojik, etnik, ırksal, dinî veya herhangi bir gerekçe ile haklı gösterilemez.” hükmü ile ortaya konmuştur.

20. yüzyılın sonlarına kadar terörist eylemlerin karakteristik özeliği genellikle devlet adamlarını hedef almasıdır. Avusturya-Macaristan veliahtı Ferdinand’ın, ABD Başkanı John F. Kennedy’nin ve Hindistan Başbakanı Indira Gandhi’nin öldürülmesi bunlara örnektir.

Yeni dönemde terörizm de küreselleşmiştir. Terör örgütleri, internet ve uydu telefonu gibi modern iletişim araçlarıyla haberleşerek kitlesel tahribata yol açacak silahlarla dünyanın her tarafında eylem yapabilen terör ağlarına dönüşmüştür. 1990’lı yıllarda terörist faaliyetler çok fazla insanı hedef alan bir yapıya bürünmüştür. 11 Eylül saldırıları sonrasında, uluslararası terör, eylemlerini kişiler yerine sembol hedeflere yöneltmiştir. Örneğin 1992’de Asya kıtasında meydana gelen 17 terör eyleminde can kaybı 25 iken, 1995 yılında meydana gelen 16 eylemde can kaybı 5.639 kişidir. 11 Eylül 2001’de Dünya Ticaret Merkezi’ne uçaklarla yapılan saldırılarda 2.974 kişi hayatını kaybetmiştir.

Küreselleşme ile birlikte terörizmle mücadele, devletler için tek başlarına yürütebilecekleri bir politika olmaktan çıkmıştır. Bu doğrultuda devletler, terörizmle mücadelede uluslararası kuruluşlar bünyesinde daha fazla iş birliği yapmaktadır. Ancak sürekli yeni yöntemler geliştiren terörün güncellenmeyen yasalarla önlenmesi mümkün olmamaktadır. Bunun için geniş kapsamlı bir terörle mücadele anlaşması gerekmektedir.

Aşağıdaki tarih şeridinde boş bırakılan yerleri diğer örneklere uygun olarak doldurunuz.

Küreselleşme Tarih Şeridi 1

Küreselleşme Tarih Şeridi 2

 

6. Salgın Hastalıklar

Küreselleşen dünyamızda çok sayıda insan uzak mesafelere sık sık seyahat etmektedir. Böylece herhangi bir salgın hastalık kısa sürede yayılarak küresel bir salgına dönüşmekte, dünyayı tehdit eden önemli sorunlardan biri hâline gelmektedir. Yeni salgın hastalıkların yanında tüberküloz, kolera, veba ve sıtma gibi daha önceden bilinen bazı hastalıkların çeşitli ilaçlara ve antibiyotiklere karşı direnç geliştirmesi bu hastalıkların da tehlike yaratmasına neden olmuştur. Bunun yanında tropikal hastalıklar hâlâ büyük bir tehlike olmaya devam etmektedir. Dünya Sağlık Örgütüne göre; uzun ve maliyetli bir süreç olan yeni ve etkili ilaçların geliştirilmesi, hastalıkların yayılma hızına ayak uyduramamaktadır.

Dünyada son 25 yıl içinde etkili olan salgın hastalıklardan bazıları:

a.    AIDS

1981’de ABD’de keşfedilen AIDS için hâlen kesin olarak bilinen bir tedavi yöntemi yoktur. AIDS’ten korunmak için hastalığa sebep olan HIV adlı ölümcül virüsün yayılmasını önlemek tek yoldur. Virüs, insan vücudunun hastalıklara karşı direncini sağlayan bağışıklık sistemini etkisiz hâle getirmektedir. Bu durum basit bir enfeksiyonun bile ölümcül hâle gelmesine sebep olmaktadır. insan vücuduna giren virüsün yok edilmesi ya da vücuttan atılması mümkün değildir.

BM “AIDS ile Mücadele Programı”nın 2006 yılı raporuna göre; dünyada HIV taşıyanların sayısı 39,5 milyon olup, yılda 4,3 milyon kişi AIDS hastalığına yakalanmaktadır. Raporda ayrıca, AIDS’e yeni yakalananların % 40’ının 15-24 yaşındaki gençler olduğuna dikkat çekilmektedir. AIDS cinsel ilişki ve kan yoluyla bulaşan bir hastalıktır.

b.    Kırım Kongo Kanamalı Ateşi Hastalığı

İlk olarak 1944’te Kırım’da tanımlandığı için Kırım Kanamalı Ateşi adı verilen hastalık, 1956’da Kongo’da da ortaya çıkınca “Kırım-Kongo Kanamalı Ateşi” adını aldı. Kenelerden bulaşan Nairovirüs adı verilen bu virüsün sebep olduğu hastalık 2002’den itibaren Türkiye’de de görülmeye başlandı. Sadece 2008’de 55 vatandaşımız bu hastalık nedeniyle hayatını kaybetti.

c. Kuş Gribi

Kanatlı hayvanlarda toplu ölümlere yol açan ve H5N1 virüsünün insanlarda meydana getirdiği hastalığa “kuş gribi” adı verilmiştir. 1997’de Çin’deki kuş gribi salgını sırasında hastalığın insanlarda ölüme sebep olduğu tespit edilmiştir. Virüs, yaklaşık her 10 yılda bir yapısını değiştirerek ülkeler ve kıtalar arasında yayılan salgınlara neden olmaktadır. Türkiye gibi göçmen kuşların göç yolları üzerinde bulunan ülkelerde yayılma hızı daha yüksektir. Genellikle kanatlı hayvanlarda bulunan bu virüs, hasta hayvanlar ya da virüslerin bulaştığı araç-gereçle temas, yeterince pişirilmeyen et ve yumurtalardan insana bulaşmaktadır.

d. SARS (Akut Solunum Yolu Yetmezliği Sendromu)

İlk defa 2003’te Asya, Kuzey Amerika ve Avrupa’da saptanan SARS’ın nedeni henüz bilinmemektedir. Kuluçka dönemi 2 ile 7 gün arasında olan hastalığın belirtileri (öksürük, ateş, titreme, baş ağrısı vb.) bulaşıcılığın da başladığı gösterir. Hastalığın temel yayılma yolu öksürüktür. SARS’lı hastanın öksürerek ya da hapşırarak havaya damlacıklar saçması ve başka birinin onları soluması yoluyla yayılır.

e. Hepatit

Karaciğerde meydana gelen iltihabi reaksiyon Türkiye’de yaygın olarak sarılık olarak tanımlanır. Ancak ülkemizde de hepatit denilince yaygın olarak hepatit B anlaşılır. Virüsler (hepatit B, hepatit C …), bakteriler, çeşitli ilaçlar, uzun süreli alkol kullanımı ve çeşitli endüstriyel maddelere (karbon tetraklorür gibi) uzun süre maruz kalmak hepatite yol açabilir. Hastalık sonucu karaciğerde hassasiyet, büyüme ve iltihap ortaya çıkar. Virüslerle ortaya çıkan hepatit bulaşıcıdır ve karaciğerde kalıcı hasarlara sebep olur. Hepatit cinsel ilişki ve kan yoluyla bulaşır.

f.    Sıtma

Hastalığa sebep olan parazitin dişi anofel sivrisinekleriyle insanlara bulaşmasıyla yayılan ateşli bir hastalıktır. Teşhisi kolay, tedavisi ve korunması mümkün olan sıtma hastalığı çok eski zamanlardan beri bilinmektedir. Yeryüzünde belirli bölgelerde yaygındır. Orta ve Güney Amerika, Afrika ülkeleri, Orta Doğu, Afganistan, Pakistan ve Hindistan, Japonya dışındaki Uzak Doğu ülkelerinde sıtmaya yaygın biçimde rastlanmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü ve BM Çocuk Fonu 2005 yılı raporuna göre bu hastalık, başta Afrika olmak üzere dünyada 1 milyondan fazla kişinin ölümüne yol açmaktadır.

g.    A(H1N1) Virüsü (Domuz Gribi)

A(HİN1) adı verilen virüsün neden olduğu hastalık domuz gribi olarak adlandırılmaktadır. Bu şekilde adlandırılmasının sebebi, hastalığa sebep olan virüsün domuzlarda görülen grip virüslerine çok benzemesidir. Aslında bu yeni virüs insan, domuz ve kuşlarda gribe neden olan virüslerin bir karışımıdır. A(H1N1) insandan insana öksürme, hapşırma ve virüsün bulunduğu alanlara temas edilmesiyle bulaşır. Diğer grip virüsleriyle aynı şekilde yayılmakta ve benzer belirtiler (Ani ateş, kas ağrısı, boğaz ağrısı ve kuru öksürük vb.) göstermektedir.

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.