Değişen Dünya ve Türk Dış Politikası Türk Dış Politikasının Genel Özellikleri

H. DEĞİŞEN DÜNYA VE TÜRK DIŞ POLİTİKASI TÜRK DIŞ POLİTİKASININ GENEL ÖZELLİKLERİ

“En uzakta zannettiğimiz bir olayın bize bir gün temas etmeyeceğini bilemeyiz. Bunun için insanlığın hepsini bir vücut ve her milleti bunun bir organı saymak icap eder; bir vücudun parmağının ucundaki acıdan, diğer bütün organlar etkilenir; Dünyanın filân yerinde bir rahatsızlık var ise bundan bana ne? dememeliyiz; böyle bir rahatsızlık varsa tıpkı kendi aramızda olmuş gibi onunla meşgul olmalıyız.

(…) Bir devlet ve milleti idare vaziyetinde bulunanların daima göz önünde tutmaları lazım gelen mesele budur.” Mustafa Kemal ATATÜRK

Hasan Rıza SOYAK, Atatürk’ten Hatıralar, s. 512

Atatürk’ün yukarıdaki sözü Türk dış politikasını nasıl etkilemiştir?

SSCB’nin dağılması ve iki kutuplu dünya düzeninin yıkılmasıyla Türkiye’nin temel dış politika dinamiklerinde büyük bir değişim olmuştur. Bu çerçevede Türk dış politikasının esasları yeniden belirlenmeye çalışılmıştır. Bu dönemde Türkiye, Türk topluluklarının da bulunduğu Balkanlar, Kafkaslar ve Orta Asya’da siyasi ve ekonomik iş birliği olanakları yakalarken etnik-dinî çatışmaların ortaya çıkardığı güvenlik sorunlarından olumsuz etkilenmiştir. Körfez Savaşlarından sonra Orta Doğu Bölgesi, Türkiye için güvenlik tehlikesi oluşturan bir alan hâline gelmiştir.

Türkiye’nin jeopolitik konumu siyasi ve ekonomik kazançların yanında güvenlik risklerini de beraberinde getirmektedir. Dünyanın en istikrarsız üç bölgesine (Balkanlar, Kafkaslar, Orta Doğu) komşu olan Türkiye’nin doğrudan dâhil olmadığı pek çok sorundan etkilenmesine sebep olmaktadır.

Günümüzde Türk dış politikasının başlıca amacı, medeniyetler arasında anlayış ve iş birliği kültürünün geliştirilmesine katkıda bulunarak barış ve refah içinde, istikrarlı, iş birliğine dayalı bölgesel ve uluslararası bir ortamın oluşturulmasıdır. Türkiye kuruluşundan itibaren dış politikada Atatürk’ün “Yurtta sulh, cihanda sulh.” ilkesini günümüzde de devam ettirmektedir.

I. Rusya Federasyonu

SSCB’nin dağılmasından sonra eski gücünü tekrar kazanmak isteyen Rusya Federasyonu, 1993 yılından sonra eski Sovyet cumhuriyetleri ile karşılıklı ortak çıkar ilişkisine göre hareket etmeye çalışmıştır. Doğu Avrupa’yı Batılı ülkelerin etkisine terk etmek zorunda kalan Rusya Federasyonu için hareket sahası olarak Kafkasya ve Orta Asya bölgeleri kalmıştır. Türkiye’nin Orta Asya Türk cumhuriyetleri ve diğer Türk topluluklarıyla yakından ilgilenmesi Rusya’nın bölgedeki etkinliğinin azalmasına neden olmuştur.

Rusya’nın Hazar petrolleri ve Orta Asya’nın zengin enerji kaynakları üzerindeki etkisini azaltmak isteyen Batılı Devletler, Azerbaycan-Gürcistan-Türkiye üzerinden bir enerji koridoru oluşturma politikası izlemiştir. Böylece Türkiye’nin bölgedeki önemi daha da artmıştır.

2000’li yıllara girilirken Türkiye-Rusya ilişkileri hızlı bir şekilde gelişmeye başlamıştır. Türkiye inşaat sektörü ve tüketim malları konusunda Rusya pazarında eksikliği giderirken Rusya da Türkiye’nin doğal gaz başta olmak üzere enerji ihtiyacını karşılamak, silah sanayini geliştirmek konusunda fırsatlar sunmaktadır. Şu anda Rusya, Türkiye’nin en fazla ihracat yaptığı ülke hâline gelmiştir. Bu konuda Rus doğal gazını Karadeniz’in altından döşenen bir boru hattıyla Samsun’a ulaştıran Mavi Akım Projesi bir dönüm noktası olmuştur.

Doğal gaz - petrol boru hatları

 

2. Kafkasya

SSCB’nin dağılması, Kafkaslarda Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan devletlerinin kurulmasını sağlarken bölgedeki etnik çatışmalar var olan istikrarı bozmuştur.

Türkiye, siyasi açıdan Kafkasya’daki yeni bağımsız cumhuriyetleri desteklemiş ve toprak bütünlüklerini korumasına öncelik vermiştir Ekonomik açıdan da bölge ülkeleriyle ticari ilişkileri geliştirmek ve Hazar enerji kaynaklarının nakli konusunda avantajlı bir konum elde etmeyi amaçlamıştır. Ayrıca bölgedeki etnik çatışmaların azaltılması, mülteci akını ve kaçakçılığı engelleyerek istikrarın sağlanmasına çalışmaktadır. Böylece Türkiye, Kafkasya’da siyasi, ekonomik ve güvenlik boyutu olan bir politika izlemektedir.

Türkiye ve Azerbaycan’ın siyasi, ekonomik ve stratejik açıdan ortak menfaatlere sahip olması iki ülkeyi yakınlaştırmıştır. Özelikle Dağlık Karabağ sorununda Türkiye uluslararası kamuoyunun aksine Azerbaycan’ın yanında yer almıştır. Hazar enerji kaynaklarının Batı’ya nakledilmesi konusunda alınan mesafeler Türk-Azeri ilişkilerini daha da geliştirmiştir.

Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) Petrol Boru Hattı, boru hattı projeleri içinde ilk defa gündeme gelmiş ve yapımına 2002’de başlanmıştır. 2005’te tamamlanan hat, faaliyete geçerek Azeri petrolünü taşımaktadır.

BTC ile paralel olarak geliştirilen Güney Kafkasya Boru hattı (GKB) ile Azerbaycan doğal gazının Şah Deniz projesiyle Gürcistan ve Türkiye üzerinden dünyaya pazarlanması hedeflenmektedir. Ayrıca Türkiye, Yunanistan’la bu hattı Avrupa’ya uzatmak için Şubat 2003’te bir anlaşma imzalamıştır.

Türkmenistan doğal gazını Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşıyacak olan Trans-Hazar Boru hattı (THB) projesi için de Aşkabat ile müzakerelerin sonuna gelinmiştir. Rusya ve İran doğal gazına Azerbaycan ve Türkmenistan doğal gazının da eklenmesiyle Türkiye, Avrasya’da enerji dağıtımında kilit ülke konumuna gelecektir.

Enerji dağıtımının NATO üyesi, demokratik ve laik bir yapıya sahip Türkiye üzerinden yapılmasını Batılı devletler ve ABD desteklemektedir. Ayrıca OPEC’in petrol tekelinin kırılarak fiyat istikrarının sağlanması ve Orta Doğu petrollerine olan bağımlılığın azaltılması Batı için son derece önemlidir.

Türkiye ile Ermenistan’ın kara sınırlarının kapalı olması, Orta Asya ile ulaşım bağlantısını sağlayan Gürcistan’ı, Türkiye için önemli bir ülke hâline getirmiştir. Gürcistan BDT’ye katılmamış ve Rusya’nın üzerindeki baskı ve nüfuzunu kırabilmek için Türkiye ve Batı ile iyi ilişkiler kurmuştur. Ortak kültürel ve tarihî bağları olan Gürcistan ile Türkiye arasındaki ilişkiler, Hazar enerji kaynaklarının Batı’ya açılma projeleri ile hem ekonomik hem de siyasi olarak gelişmiştir. Hazar petrolü ve doğal gazının ana nakil güzergâhını elinde bulundurmak isteyen Türkiye ile bu enerji hatlarından elde edeceği gelir ile hem siyasi hem de ekonomik sorunlarını aşarak istikrara ulaşmayı hedefleyen Gürcistan birbirleri için vazgeçilmez ülkeler olmuşlardır.

Türkiye, Ermenistan’ı tanıyan ilk ülkelerden biri olmuştur. Türkiye kuruluşunda öncü olduğu Karadeniz Ekonomik İş Birliği Teşkilatına (KEİ) Ermenistan’ı üye olarak davet ederek Kafkaslardaki çok yönlü politikasına uygun olarak iyi ilişkiler kurmaya çalışmıştır. Ancak Türkiye, 1915 olaylarını sürekli gündemde tutması ve işgal ettiği Azerbaycan topraklarından çekilmemesi nedeniyle Ermenistan’la kara sınırını kapatmış ve kısmi ambargo uygulamaktadır.

Üye ülkeler Gözlemci ülkeler
Arnavutluk Almanya
Azerbaycan ABD
Bulgaristan Avusturya
Ermenistan Beyaz Rusya
Gürcistan Çek Cumhuriyeti
Moldova Fransa
Romanya Hırvatistan
Rusya İsrail
Türkiye İtalya
Ukrayna Mısır
Yunanistan Polonya
Sırbistan Slovakya
Tunus

Aşağıdaki metin ve tablodan da yararlanarak Karadeniz Ekonomik İş Birliği Teşkilatının Türk dış politikasına yaptığı katkıları sorgulayınız.
Türkiye’nin girişimi ile 19 Aralık 1990’da Ankara’da yapılan toplantıyla temelleri atılan Karadeniz Ekonomik İş Birliği Teşkilatı (KEİ) Anlaşması, 25 Haziran 1992 tarihinde İstanbul’da düzenlenen Zirve Toplantısı’nda imzalanarak resmen işlerlik kazanmıştır.

KEİ’nin temel amacı üye devletlerin coğrafi yakınlıklarından ve ekonomilerinin birbirlerini tamamlayıcı özelliklerinden yararlanılarak ticari, ekonomik, bilimsel ve teknolojik iş birliğini geliştirmeleri ve Karadeniz’in bir barış, iş birliği ve refah bölgesi hâline gelmesini sağlamaktır. KEİ, hükümetler dışında parlamenterler, özel sektörler ve belediyeler arasında iş birliği yapılması için çalışmalar yapmaktadır. Sürekli İstanbul’da bulunan KEİ Uluslararası Daimi Sekreter-yası kurulmuştur. KEİ’nin finansal birimi, Karadeniz Ticaret ve Kalkınma Bankasıdır.    www.bsec-organization.org

 

3. Orta Asya Türk Cumhuriyetleri

8-10 Mart 1993’te Ankara’da T.C. Dış İşleri Bakanlığı ve TiKA’nın davetiyle toplanan Alfabe-İmla Konferansı prensip olarak Türk cumhuriyetlerin tek bir alfabede birleşmeleri gerektiği ve bu alfabenin “hem Türk dilinin yapısına uygunluğu hem de modern dünyayı daha yakından ve kolay olarak takip edip yararlanmak ve modern dünyada hak edilen yeri almak için Latin esasında” oluşturulmasını kararlaştırdı. Turgut Özal “Bundan böyle bütün dünya Türklüğün tarih sarkacında yükselişini seyredecektir.” derken Başbakan Süleyman Demirel, kurultayın iki yüz yıl geciktiğini, Adriyatik’ten Orta Asya’ya kadar uzanan Avrasya’nın yeni Türk dünyasını oluşturduğunu belirtiyordu.

Cumhuriyet Ansiklopedisi, c. IV, s. 395

 

Orta Asya’daki Türk cumhuriyetlerinin bağımsızlığım kazanmasının ardından Türkiye, bu ülkelerle ikili ilişkileri ve iş birliğini daha da güçlendirmeyi amaçlayan bir politika izlemektedir. 1992’den itibaren düzenlenen Türkiye ile Türk cumhuriyetlerinin katılımı ile gerçekleştirilen “Türkçe Konuşan Ülkeler Devlet Başkanları Zirvesi” bu ülkeler arasındaki iş birliği ve dayanışmayı geliştirmede önemli bir adım olmuştur. Ayrıca Türkiye, Türkmen doğal gazı ve Kazak petrollerini dünya piyasasına pazarlama çalışmalarına devam etmektedir.

Orta Asya ülkeleriyle ticari ilişkilerini geliştirmeye devam eden Türkiye’nin bölge ülkelerine sağladığı önemli miktarda kredi, teknik yardım, burslar, kamu görevlilerinin eğitimi, askerî yardım ve eğitim yoluyla, bu ülkelerin demokratik ve ekonomik kalkınma çabalarını desteklemeyi amaçlamaktadır. Bu amaç doğrultusunda, Orta Asya Türk cumhuriyetleri ile Türkiye arasında kültür ve eğitim alanlarındaki iş birliği hızlı bir şekilde gelişmektedir. Günümüzde birçok öğrenci karşılıklı olarak Türkiye’de ve bu cumhuriyetlerde yüksek öğrenim görmektedir.

4. Orta Doğu

Türkiye ile tarihî ve kültürel bağları olan Orta Doğu günümüzde karışıklık ve çatışmalar içindedir. Bu durumdan olumsuz etkilenen Türkiye, Orta Doğu’da kalıcı barış, refah ve huzur ortamının sağlanması için girişilen her faaliyete aktif olarak katkıda bulunmaktadır. Türkiye, özellikle 2000’li yıllarda bölgeye dışarıdan yapılan askerî müdahalelere olumlu bakmamış ve ülkemizdeki askerî üslerinin kullanımına izin vermemiştir. Suriye ve İran’la üst düzey ilişkiler geliştirmesi bölge ülkeleri ile Türkiye’nin ilişkilerini olumlu etkilemiş, Türkiye bölgede bağımsız politikalar geliştiren bir ülke konumuna gelmiştir.

Türkiye, 1990’da Basra Körfezi ve Irak’ta meydana gelen gelişmelerde askerî müdahaleye destek verirken bu durumdan en fazla etkilenen ülkelerden biri oldu. Irak’a uygulanan ambargo neticesinde ekonomik kayıplara uğrayan Türkiye, bölgede oluşan istikrarsızlık nedeniyle de sınırlarda güvenlik sorunu yaşadı. Mart 2003’te ABD liderliğinde Irak’a gerçekleştirilen askerî müdahale sonucunda Irak’ta bir otorite boşluğu doğmuştur. Bu durum Türkiye ile Irak arasında güvenlik sorunlarına yol açmaktadır. Bu nedenle Türkiye, Irak’ta istikrarın yeniden tesisi ve toprak bütünlüğünün korunmasına, ülkenin yeniden yapılanmasına büyük önem vermektedir. Türkiye, Türk nüfusunun çoğunlukta olduğu Kerkük’ün demografik yapısının değiştirilmesi teşebbüslerine ilişkin gelişmeleri de yakından takip etmektedir. Bu şehrin farklı etnik gruplar arasında birlik ve uyum bakımından bir örnek teşkil etmesi gerektiğine inanmaktadır. Türkiye, Irak ve komşuları arasındaki istişare mekanizmasında öncü rol oynamaya devam etmektedir.

Türkiye ile Suriye arasındaki “su sorununu” yanında Suriye’nin Türkiye’ye yönelik terör faaliyetlerine destek vermesi l990’lı yıllarda iki ülke ilişkilerini oldukça gerginleştirmişti. 2000’li yıllara gelindiğinde Suriye’nin teröre verdiği desteği kesmesi ve ABD’nin Suriye’ye karşı yaptırımlarına Türkiye’nin destek vermemesi iki ülke arasındaki ilişkileri normale dönüştürdü. iki devlet arasındaki ilişkiler üst düzey ziyaretlerle iyice pekiştirildi.

1990’lı yıllarda İran’ın ülkemize yönelik terör olaylarına destek vermesi, iki ülke arasındaki ilişkilerin gelişmesine engel oldu. İran’ın Orta Asya cumhuriyetlerindeki enerji nakil hatlarının kendi topraklarından geçmesini istemesi ve sorun yaşadığı ABD ile Türkiye’nin müttefik olması nedeniyle ilişkiler zor bir süreçten geçti. 2000’li yıllarda İran’ın Türkiye’ye yönelik teröre desteğini kesmesi ve ABD’nin İran’a yönelik politikalarına Türkiye’nin destek vermemesi ilişkilerin düzelmesini sağlamıştır.

İran ve Türkmenistan doğal gazlarının Türkiye üzerinden Batı ülkelerine ulaştırılması için anlaşmalar yapılmıştır. iki ülke arasındaki ilişkiler gelişerek devam etmektedir.

Türkiye, İsrail’in kuruluşundan itibaren ilişkilerini Arap ülkelerini de dikkate alarak sınırlı bir düzeyde tutmuştu. 1991 yılı sonunda iki ülkenin diplomatik temsil düzeyini karşılıklı olarak büyükelçilik düzeyine çıkarması, ilişkilerin düzelmesinin başlangıcı oldu.

Bundan sonra Orta Doğu ve dünyada yaşanan sorunlara karşı iki ülke arasında karşılıklı iş birliği gelişerek devam etti. Bu dönemde iki ülke arasında birçok ikili anlaşma imzalandı. 2000’li yıllarda İsrail’in Filistin’e yönelik saldırılarını Türkiye’nin “devlet terörü” olarak nitelendirmesi ve İsrail’in Kuzey Irak’taki oluşumu desteklemesi, Türkiye-İsrail ilişkilerini bozmuştur. 2004’ten sonra ilişkiler kısmen düzelmeye başladıysa da istenilen seviyede değildir.

Türkiye, İsrail ve Filistin’in güvenli ve tanınmış sınırlar içinde yaşaması politikasını benimsemektedir. Orta Doğu’da kalıcı barışın İsrail-Filistin uyuşmazlığının müzakere yoluyla çözümlenmesi gerektiği tezini savunan Türkiye, uluslararası barış çabalarına aktif olarak katılmaktadır.

 

5. Balkanlar

Balkanlar’daki devletlerin genelde Varşova Paktına üye olması Türkiye’nin bu ülkelerle siyasi, kültürel ve ekonomik ilişkiler kurmasına engel olmuştu. Varşova Paktı’nın dağılmasından sonra Türkiye Balkanlar’da oldukça aktif bir politika izlemiştir. Yugoslavya’nın dağılması ile birlikte Türk ve Müslüman halkların da yaşadığı bu topraklar, Türkiye’nin dış politikasında önemli yer edinmiştir. Özellikle Bosna-Hersek’teki iç savaş sırasında Müslüman Boşnaklara uygulanan insanlık dışı muameleler Türkiye’de büyük tepkilere yol açmıştır. Türkiye, Makedonya, Arnavutluk ve Kosova’daki etnik temelli siyasi sıkıntılarla yakından ilgilenmiş ve bu doğrultuda uluslararası kuruşlarla birlikte çalışmıştır. 1990’lardan sonra Bulgaristan ve Romanya ile kurulan iyi dostluk ilişkilerinin de etkisiyle Balkanlar’da en etkili devletlerden biri olmuştur.

Türkiye, Balkan ülkeleri arasında karşılıklı anlayış ve barış içinde birlikte yaşamaya dayalı bir ortamın oluşturulmasına büyük önem vermektedir. Bunun için Balkanlar’da istikrar ve güvenliği sağlamaya yönelik bütün faaliyetlere yoğun katkı sağlamıştır. BM ve NATO’nun Balkanlar’da oluşturduğu barış gücü içinde görevler almıştır. Ayrıca Kızılay aracılığıyla bölgedeki ihtiyaç sahibi kişilere yardımlar göndermiştir.

Yugoslavya’nın dağılmasından sonra bu ülkede ortaya çıkan sorunlar karşısında tarihî ve kültürel bağlarının bulunduğu bu coğrafyada denge oluşturmaya çalışmıştır.

Türkiye Boşnaklara yönelik saldırıların durdurulması için BM, NATO, Avrupa Güvenlik ve iş Birliği Teşkilatı (AGiT), iKÖ ve Avrupa Konseyi gibi tüm uluslararası örgütler nezdinde girişimlerde bulunmuştur.

Türkiye, NATO’nun Kosova harekâtında aktif olarak rol almış ve sonrasında Kosova’ya gönderilen barış gücüne katkı sağlamıştır. 17 Şubat 2008’de bağımsızlığını ilan eden Kosova’yı ilk tanıyan ülkelerden birisi Türkiye’dir.

Yugoslavya’nın dağılma sürecinde bağımsızlık mücadelesi veren Makedonya, Yunanistan’ın baskısıyla karşılaştı ve bünyesindeki Arnavut azınlıklarla ilgili sorunlar yaşadı. Türkiye bu dönemde Makedonya’nın bağımsızlığını tanımış, toprak bütünlüğünün korunmasında önemli rol oynamıştır.

Arnavutluk’ta 1990’da başlayan dışa açılma politikası Türkiye tarafından desteklenmiş, Arnavut askerleri Türkiye’de eğitilmiştir. Ayrıca Arnavutluk’ta meydana gelen toplumsal olayları yatıştırmak için oluşturulan uluslararası barış gücüne Türkiye de katılmıştır.

1980-1990 arasında Bulgaristan’da sayıları 1,5 milyonu bulan ve ülke nüfusunun % 15’ini teşkil eden Türk azınlığın, isimlerini zorla değiştirmek yoluyla Bulgarlaştırmaya (asimilasyon) tabi tutulması Bulgaristan’la ilişkilerimizde önemli bir sorun olmuştur.

Zorla isim değiştirmenin yanında, Bulgar hükümeti; Türkçe konuşulmasını yasaklamış, camileri kapatmış, Türklerin arazi ve evlerine el koymuştur. Bu yasaklara uymayanları cezalandırmak için sürgün kampları oluşturmuş ve çok sayıda soydaşımız hayatını kaybetmiştir.

1985 şubatında, Türkiye’nin yapılanlara tepki göstermesi üzerine Bulgaristan, isimleri değiştirilen kişilerin Türk değil “Müslüman Bulgar” oldukları cevabını vermiştir. Bunun üzerine Türkiye, sorunu uluslararası platformlara taşımıştır. Helsinki İzleme Komitesi, Milletlerarası Af Örgütü, Avrupa Konseyi ve İslam Konferansı Örgütünün konu ile yakından ilgilenmeleri sağlanmıştır. Uluslararası örgütlerden gelen tepkilere ve Türkiye’nin verdiği notaya rağmen Bulgaristan uygulamalarından vazgeçmedi.

1989 haziranında Türkiye soydaşlarımızı kabule hazır olduğunu açıklayınca 300 bin soydaşımız Türkiye’ye göç etti. Ailelerin bazı fertleri hapiste veya sürgün kamplarında kaldı. İlişkilerdeki bu gergin durum Kasım 1989’da, Bulgaristan Cumhurbaşkanı Jivkov’un iktidarı kaybetmesine kadar devam etti. Yeni Devlet Başkanı Mladenov’un soydaşlarımıza yönelik bu uygulamalardan vazgeçildiğini açıklamasıyla sorun çözülmüş oldu.

1990’lı yıllarda Romanya ve Türkiye arasındaki yoğun ticari ve iktisadi ilişkiler ikili siyasi ilişkileri destekleyen ve geliştiren bir unsur olmuştur. Romanya ve Bulgaristan Türk özel sektör yatırımlarının gözdesi hâline gelmiştir.

Türkiye ile Yunanistan arasında Ege Denizi’yle ilgili sorunlar, azınlıklar ve Kıbrıs sorunu uzun yıllardan beri devam etmekteydi. Buna ek olarak 1990’lı yıllarda Doğu Bloku ve Yugoslavya’nın dağılmasıyla birlikte Balkan-larda nüfuz mücadelesi sorunu da ortaya çıktı.

Yine 1990 sonrası Yunanistan’ın Türkiye’ye yönelik terör faaliyetlerine destek olması iki ülke ilişkilerini olumsuz etkilemiştir. Ayrıca Yunanistan, Türkiye’nin AB’ye tam üyeliği konusunda veto yetkisini kullanmaktadır. Bu durum iki ülke ilişkilerini daha da gergin bir hâle getirmiştir. Ocak 1996’da Ege Denizi’ndeki Kardak Kayalıkları yüzünden Türkiye ve Yunanistan savaşın eşiğine kadar gelmiştir.

Türkiye ile Yunanistan arasında uzun yıllardır devam eden Batı Trakya sorunu bu dönemde de devam etmiştir. Yunanistan Batı Trakya’da yaşayanlar “Türk değil Müslüman azınlıktır.” tezini savunmaya devam etmiş ve Türklerin eğitim, kültür, siyaset, ibadet vb. alanlardaki sorunları çözülememiştir. 26 Ocak 1990’da Batı Trakya Türkleri liderlerinden Dr. Sadık Ahmet’in “Türk” kelimesini kullanması yüzünden yargılanıp cezalandırılması Türkler tarafından protesto edildi. Batı Trakya’da özellikle Rodop’ta Türklere yönelik saldırılar sonucunda gelişen olaylar üzerine Yunanistan ve Türkiye karşılıklı olarak büyükelçilerini geri çekmiştir.

Yunanistan’da 1990 seçimlerinde Sadık Ahmet ve Ahmet Faikoğlu’nun bağımsız milletvekili olarak seçilmesi üzerine yeni bir seçim yasası çıkarıldı. Yeni seçim yasası, bağımsız adayların bile seçilebilmek için toplam geçerli oyların yüzde 3’ünü almaları hükmünü getiriyordu. Türklerin yaşadığı bölgede kayıtlı seçmenlerin tamamının bu oranın altında olması, Türklerin bağımsız siyaset yapmalarını imkânsız kılıyordu. 1995’te Sadık Ahmet’in bir trafik kazasında ölmesi, siyasi hak talep etme sürecini yavaşlatmakla birlikte Batı Trakya sorunu uluslararası gündeme yerleşti. insan haklarıyla ilgili uluslararası kuruluşların yoğun baskısı ile 1995’ten sonra Yunanistan’ın azınlık politikasında önemli değişiklikler görüldü.

Bu gelişmelere karşın Ağustos 1999’da Türkiye’de, ardından Yunanistan’da meydana gelen depremlerde her iki taraf da birbirlerine yardımda bulunmuştur. Böylece toplumlar düzeyinde yumuşama olmuştur. Yunanistan, Türkiye’nin Ab üyeliğine karşı olmadığını açıklamış ve Aralık 1999’da Helsinki Zirvesi’nde Türkiye’nin adaylığına yeşil ışık yakmıştır.

Günümüzde Yunanistan, Türkiye ile arasındaki sorunları AB süreci içerisinde çözmeyi düşünmektedir. 1999 sonrası sınır ticareti ve karşılıklı insan hareketliliği artmıştır. Türkiye ve Yunanistan arasında geçtiğimiz yıllarda başlayan yakınlaşma süreci iki ülke arasındaki düzenli görüşmelerle sürdürülmektedir.

Türkiye, ikili ilişkilerdeki iyileşmenin gelecek dönemlerdeki tüm sorunların çözümlenmesini sağlayacak şekilde sürmesini istemektedir. Bu durumun iki ülkenin yanı sıra bölgenin barış, istikrar ve güvenliğinin devamı için gerekli olduğunu düşünmektedir.

Türkiye ile Yunanistan arasında uzun yıllardır devam eden “Kıbrıs sorunu” bu dönemde de en önemli sorunlardan biri olmaya devam etmiştir. Türkiye, Kıbrıs’ta iki toplumun da eşit haklara sahip olduğu bir cumhuriyet yönetiminin sorunu çözeceği tezini savunmaktadır. Rum tarafının uzlaşmaz tutumu konunun uluslararası platforma taşınmasına yol açmıştır. Bundan sonra BM Genel Sekreteri ve özel temsilcileri iki toplum liderleri ile birçok görüşmeler yaptı. 1992 yılı sonlarına kadar yapılan görüşmelerde bir çözüme ulaşılamadı.

Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY)’nin AB’ye 1990’da yaptığı tam üyelik başvurusu 1997 Lüksemburg Zirvesi’nde kabul edildi. 1999 Helsinki Zirvesi’nde Kıbrıs sorununun çözümünün GKRY’nin AB’ye üyeliği konusunda ön şart kabul edilmemesi Rum tarafının çözümsüzlük politikasına devam etmesine sebep oldu. Böylece Kıbrıs sorunu, AB’nin müdahil olmasıyla birlikte yeni bir boyut kazanırken sorunun çözümü daha da güçleşti.

Kıbrıs sorununun çözümü için BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın taraflara sunduğu plana göre: Kurulacak Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti’ndeki bakanlıkların en az üçte biri Türklerden oluşacak, devlet başkanlığı ve başbakanlık makamları on ayda bir Türkler ve Rumlar arasında değişecekti. Annan Planı uzun müzakerelerden sonra taraflarca kabul edilerek Nisan 2004’te referanduma sunulmuştur. Bu plana Türkler (% 65) evet derken, Rumlar (% 76) hayır oyu kullandılar. Buna rağmen GKRY 1 Mayıs 2004’te AB’ye tam üye oldu. Bu gelişme ile Kıbrıs, Türk-Yunan ilişkilerinde doğrudan bir sorun olmaktan çıkarken AB ile Türkiye arasında bir sorun hâline gelmiştir.

Annan Planı’nın, Kıbrıs Türk seçmeni tarafından kabul edilmesi üzerine BM Genel Sekreteri, BM Güvenlik Konseyine üye ülkeleri; “Gerek ikili ilişkilerde gerekse uluslararası platformlarda işbirliği yaparak, Kıbrıslı Türklerin izolasyonuna neden olan kısıtlamaları ve engelleri ortadan kaldırmaya” davet etti.

BM Güvenlik Konseyi, 26 Nisan 2004’de “Kıbrıs Türk toplumu, Avrupa Birliği içinde bir gelecek İstediğini açık bir şekilde ifade etmiştir. Konsey, adadaki Türk toplumunun izolasyonuna son vermek ve bu kesimin ekonomik gelişimini teşvik etmek suretiyle yeniden birleşmeyi kolaylaştırmak konusunda kararlıdır.” açıklamasını yapmıştır.   www.kktcb.eu
ABD  ve AB başta olmak üzere uluslararası kamuoyunun, çözüme onay veren Türk tarafına yönelik taahhütlerin büyük kısmı yerine getirilmemiştir. Annan Planı’nın Türkiye ve KKTC açısından en önemli faydası, Kıbrıs’ta çözüm isteyen tarafın Türkler olduğunu dünya kamuoyuna göstermek olmuştur. Mart 2008’de alınan bir kararla iki tarafı birbirinden ayıran Lokmacı Sınır Kapısı açılmıştır. Günümüzde Kıbrıs sorununun çözümü için görüşmeler devam etmektedir.

6. Ekonomik İşbirliği Teşkilatı(ECO)

Türkiye’nin uluslararası alanda bölgesel işbirliğine yönelik olarak üye olduğu teşkilatlardan biri de Ekonomik İşbirliği Teşkilatı (EİT)’dır. EİT, üye ülkelerin sürdürülebilir sosyo ekonomik kalkınmalarını sağlamak amacıyla; 1985 yılında Türkiye, İran ve Pakistan tarafından kurulan bölgesel bir teşkilattır. Teşkilata 1992 Kasım ayında Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Türkmenistan ve Özbekistan Cumhuriyetleri ile Afganistan da katılmıştır.

Ekonomik işbirliği Teşkilatı’ nın yapılan çalışmalar sonucunda kısa sürede uluslararasında itibarı artmıştır. Üye ülkeler, bölgesel kalkınma konusunda atılan adımları geliştirmek için işbirliğine girmişlerdir. Teşkilat, zirve ve dışişleri bakanları düzeyindeki dönemsel toplantılarına ek olarak, ticaret, ulaştırma, tarım, enerji, çevre, sağlık, sanayi, maliye ve ekonomi gibi alanlarda bakan düzeyinde düzenli toplantı yöntemini benimsemiş; böylelikle, sektörel bazda alınan kararların ve kararlaştırılan işbirliği projelerinin belirli zaman dilimleri içinde izlenebilmesine imkân sağlanmıştır. Ülkemiz çeşitli EİT toplantılarına ev sahipliği yapmakta, diğer üye ülkelerdeki toplantı ve faaliyetlere temsilci göndermekte, çalışmalara katkıda bulunmaktadır.

7.Kızılayın Yurt Dışı Yardım Faaliyetleri

Türk Kızılayı yurt içinde ve yurt dışında acil ihtiyacı olan insanlara en kısa süre içinde yardım ulaştırmaktadır. Yardımlar, temel ihtiyaçlar yanında sağlık ve eğitim alanlarında yapılmaktadır.

Türk Kızılayının yurt dışında faaliyette bulunduğu yerlerden bazıları aşağıdaki tabloda verilmiştir.

Kızılayın yurtdışı faaliyetleri
Tarih Yer Gerçekleştirilen faaliyet
2005 Endonezya, Tayland ve Sri Lanka 2004 sonunda Güney Asya’da meydana gelen tsunami felaketine insani yardım gönderildi.
2005 Pakistan 2005’te meydana gelen depremden hemen sonra insani yardım gönderildi.
2006 Lübnan İsrail’in Lübnan’a yaptığı askerî operasyonlar sonrasında insani yardım mal­zemesi gönderildi.
2006 Sudan Kamplara yerleştirilmiş insanların yaşadıkları ağır koşullar ve sağlık hizmet­lerindeki yetersizlik nedeniyle insani yardım yapıldı.
2008 Gürcistan Gürcistan’a savaş sonrası insani yardım yapıldı.
2007 Irak Irak’ın Telafer kentinde meydana gelen patlamanın ardından bölgeye insani yardım yapıldı.
2008 Filistin İsrail’in Gazze şeridindeki askeri operasyonlar nedeniyle insani yardım yapıldı.

  8. Türk Ordusu ve Dünya Barışı

Soğuk Savaş sonrası dönemde uluslararası barışı koruma faaliyetleri önem kazanmıştır. Türkiye TBMM kararları çerçevesinde Somali, Bosna-Hersek, Arnavutluk, Kosova ve Afganistan örneklerinde olduğu gibi, barışı koruma ve uygulama harekâtlarına barış gücü olarak katılmıştır. Türkiye, BM, NATO ve AB liderliğindeki çeşitli barış görevlerine iştirak etmek ve destek vermek suretiyle, dünyadaki çeşitli barış operasyonlarına katkısını sürdürmektedir. Mehmetçiğin katıldığı önemli operasyonlar aşağıdaki tabloda gösterilmiştir.

Görev yeri Görev Tarihi Aldığı görevler
Somali 1993-1994 BM’nin oluşturduğu insani yardım amaçlı barış gücüne katkı sağlamak.
Bosna-Hersek 1993-1995 BM’nin insani yardım için emniyetli bölgeler oluşturulması amacıyla kurduğu Koruma Kuvvetine katkı sağlamak.
Bosna-Hersek 1995-1996 NATO’nun oluşturduğu Uygulama/İstikrar Kuvvetine katkı sağlamaya devam etmektedir.
Bosna-Hersek(AdriyatikDenizi) 1992-1996 Bosna Savaşı’nda NATO’nun oluşturduğu görev kuvvetine katkı sağlamak için görev yapmıştır.
Bosna-Hersek 2004 Bm’nin oluşturduğu Koruma Kuvveti, NATO’nun oluşturduğu Uygulama ve İstikrar Kuvvetleri ile AB liderliğinde oluşturulan İstikrar Harekâtı’na Saraybosna’da katkı sağlamaktadır.
Arnavutluk 1997 Arnavutluk’ta insani yardımın güvenle dağıtılabilmesi için BM kararı ile oluşturulan çok uluslu birliğe katılmıştır.
Arnavutluk 1999 Makedonya ve Arnavutluk’taki mültecilere yardım etmek için oluşturulan İnsani Yardım Kuvveti’ne katılmıştır.
Kosova 1999 Kosova krizi sırasında NATO’nun başlattığı hava harekâtına katılmıştır.
Kosova 1999- NATO’nun oluşturduğu Çok Uluslu Güney Görev Kuvvetine katkısını sürdürmektedir.
Afganistan 2002- BM Güvenlik Konseyi tarafından oluşturulan Uluslararası Güvenlik Yardım Kuvvetine katkıda bulunmaya devam etmektedir.
Lübnan 2006- BM Güvenlik Konseyi tarafından oluşturulan Lübnan Geçici Güvenlik Gücüne destek sağlamaya devam etmektedir.

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.