Yeni Oluşum Sürecinde Balkanlar

E. YENİ OLUŞUM SÜRECİNDE BALKANLAR

1. Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti’nin Dağılması

Aşağıdaki metinlerden de yararlanarak Yugoslavya’yı oluşturan etnik grupların birbirlerine karşı bakış açıları, Yugoslavya’da iç savaşın çıkmasını nasıl etkilemiştir?

FARKLILIKLARIN BİRLİKTELİĞİ

Ortaçağda, Balkanlarda krallıklarını kurmuş olan Hırvatistan ve Sırbistan özellikle Osmanlı Devleti’nin bölgeden çekilmesiyle krallıklarını tekrar kurma arzusuna kapıldılar.

1919’a gelinceye kadar bir arada yaşamayı başaramamış olan Sırplar, Hırvatlar ve Slovenler 19İ9’da Sırpların liderliğinde Yugoslavya Krallığı’nı kurdular.

Krallığın kurulmasından sonraki dönemlerde öncelikle ekonomik sorunlar ortaya çıkmaya başladı. Krallıkta kuzeyden güneye ekonomik açıdan bir seviye farkı yaşanmaktaydı. Özellikle Slovenya ve Hırvatistan’da modern tarım yöntemleri kullanılırken sanayinin de daha fazla gelişmiş olduğu görülüyordu. Buna karşın Sırbistan, Karadağ ve Bosna-Hersek’teki bölgeler çok fakir durumdaydı ve insanların çoğunluğu köylerde yaşamaktaydı. Bunun için Hırvatlar ve Slovenler kendilerini medeni ve Avrupalı olarak görürken diğerlerini küçüm- süyorlardı…

II. Dünya Savaşı’nda Hırvatlar, Almanların yardım ve desteği ile bir nevi bağımsız yaşadı. Hitler tarafından desteklenen milliyetçi Ustaşaların Hırvatistan’daki Sırplara karşı giriştiği etnik temizlik hareketi Sırplar tarafından hiçbir zaman unutulmadı.

Yugoslavya’daki halklar aynı etnik kökenden gelmelerine rağmen aralarında bir takım farklılıklar vardı. Boşnaklar diğerlerinden dinî açıdan ayrılırken Hırvatlar ve Sırplar arasında mezhep farklılığı bulunmaktaydı. Slovenler ve Hırvatlar Hristiyanlığın Katolik, Sırplar ise Ortodoks mezhebine men­suplardı. Slovenleri Hırvatlardan ayıran ise dil farklı­lığı idi. Sırp-Hırvat ve Boşnaklar bazı küçük farklılık­larla Sırpça ve Hırvatçayı kullanırken Slovenler arasında kendi dilleri hâkimdi. Hırvat ve Boşnakların Latin Alfabesini, Sırpların ise Rusların kullandığı Kril Alfabesini kullanması başka bir farklılık olarak ortaya çıkıyordu.

Avrasya Dosyası,Sırbistan Bosna-Hersek Özel, s. 35-52 düzenlenmiştir.

SIRP POLİTİKASI

Tito Yugoslavyası’nda Sırplar, kendilerine haksızlık yapıldığını düşünüyordu. Oysa Sırplar Sırbistan dışındaki cumhuriyetlerde de nüfus­larıyla kıyaslanamayacak oranda en önemli kademelerde görev almışlardı.

1985’te Sırplar yayınladıkları memorandum­la Yugoslavya’ya üç eleştiri yöneltti.

  1. Bütün federal hükümetler Hırvatistan ve Slovenya Cumhuriyetleri lehine ekonomik politi­kalar uygulayıp Sırbistan’a karşı ekonomik ay­rımcılık yaptılar.
  2. Tito’nun Sırbistan’da Kosova ve Voyvodi- na Özerk Bölgeleri’ni oluşturması ve 1974 son­rası onları karar alma sürecine doğrudan katma­sı Sırbistan’a yönelik bir haksızlıktı.
  3. Sırp olmayan cumhuriyetlerin desteğiyle Arnavut ayrılıkçılar, Kosova’da anti-Sırp bir politika izlemekteydi.

Teorik temellerini memorandumdan alan Miloşeviç’in milliyetçi politikasının ilk uygulama alanı da nüfusunun % 90’ı Arnavut olan Kosova oldu.

Kosova’nın özerkliğinin ortadan kaldırılma­sıyla resmî kurumlarda, okullarda, mahkemeler­de ve hastanelerde Arnavutça kullanılması ya­saklandı. Bu baskıya karşı çıkan çalışanlar işlerinden atıldılar. Gösterilere katılan çok sayıda öğrenci ve öğretim üyesi üniversitelerden uzak­laştırıldı.

Ekim 1990’da Sırp hükümeti Kosova’da Sırp tarihine ve kültürüne özel bir ağırlık veren yeni müfredat programını kabul etti. Uygulamaları eleştiren Arnavut politikacıları tutuklanırken Arnavut basını da baskı altına alındı. Bütün bunlarArnavut milliyetçiliğini beslemeye başladı.

L. Doğan TILIÇ, Milliyetçiliğin Pençesindeki Kosova, s. 120-122

düzenlenmiştir.

BOSNALI YAZAR MİRSAD SİNANOVİÇ’LE RÖPORTAJ

1969’da Tito, Boşnakları “Müslümanlar” adı altında ayrı bir “kurucu millet” olarak tanıdı. O zamana kadar böyle bir gerilim yoktu. Ama Sırplar her zaman Müslümanları kıskandılar. Gizli ama herkesin bildiği, Osmanlı döneminden kalma bir düşmanlık vardı. Bunu gösterecek siyasi fırsatlar arıyorlardı, biz bağımsızlığımızı isteyince bu fırsat ellerine geçmiş oldu. Biz Sırpların gözünde hep Türk’üz, Osmanlıyız.

Bir İnternet haberi, 13.09.2007

I. Dünya Savaşı sonunda imzalanan barış anlaşmaları Balkan ülkelerinde “azınlıklar” meselesi ve toprak anlaşmazlıklarını ortaya çıkardı. 1919 Paris Antlaşması’yla Sırp-Hırvat ve Slovenlerden oluşan, krallıkla yönetilen Yugoslavya (Güney Slavları) devleti kuruldu. Aynı etnik kökenden gelmelerine rağmen bu topluluklar arasında siyasi, sosyal, ekonomik, dinî ve kültürel farklılıklar bu gruplar arasında sürekli çatışmalar ve anlaşmazlıklar yaşanmasına neden oldu.

II. Dünya Savaşı’nda Almanya’nın Yugoslavya’yı ele geçirmesi ile Nazi yanlısı ayrılıkçı Büyük Hırvatistan Devleti kuruldu. Hırvatlar, Ustaşa adı verilen ayrılıkçı bir örgüt kurup etnik arındırma politikası uyguladılar. Alman işgaline karşı Sırpların oluşturduğu Çetnik adı verilen örgüt, aşırı milliyetçi Ustaşa’nın faaliyetlerine karşı mücadele etti ve bulundukları yerlerde etnik temizliğe girdiler.

Eski Yugoslavya

Tito’nun önderliğindeki komünist partizanlar, Batı ittifakının da desteğini alarak Alman ordusuna ve yerel milislere karşı başarılı oldu. 1945’te yapılan seçimleri kazanan Tito, Yugoslavya Federal Halk Cumhuriyeti’ni kurarak ülkedeki monarşi (krallık) yönetimine son verdi.

1945’te sosyalist temeller üzerine kurulan Yugoslavya, krallık döneminden itibaren farklı toplulukların, siyasi, kültürel, sosyal ve ekonomik nedenlere bağlı olarak ortaya çıkan sorunları tek parti yönetiminde etnik uyumu sağlayarak aşmayı amaçladı. Ulusların ayrı siyasi varlığı ve kendi geleceklerini belirleme ilkesini kabul ettiği Yugosavya’da egemen ulus anlayışının engellenmesi amacıyla siyasi yapı “federalizm” olarak belirlendi.

Yugosavya, Slovenya, Hırvatistan, Bosna-Hersek, Karadağ, Sırbistan, Makedonya Federal Cumhuriyetleri ile Voyvodina ve Kosova özerk bölgelerinden oluşturuldu. Bu durum özellikle Yugoslavya Krallığı’nda etkin güç durumunda bulunan Sırpları rahatsız etti. Bütün toplulukların dil ve eğitim açısından ulusal hakları vardı. Fakat bu kâğıt üzerindeki eşitliğe rağmen Tito Yugoslavya’sında da Krallık döneminde olduğu gibi Sırpların egemenliği ve kuzeyden güneye ekonomik gelişmişlik farkı devam etti.

Tito yönetimi dış politikada Sovyet hegemonyasına karşı duruşu ile SSCB’den uzaklaşırken Batılı devletlere ve ABD’ye yakınlaştı. Hatta ABD, Yugoslavya’ya askerî ve mali yardımda bulundu. Bu gelişmeler Yugoslavya’nın COMINFORM’dan ihraç edilmesine neden oldu. Bunun üzerine Bağlantısızlar Bloku’nda yer aldı.

Aşağıdaki tablolara göre Tito’nun etnik uyum ve eşitlik politikası gerçekleşmiş midir? Bu durumun Yugoslavya’daki iç savaşın çıkışına etkileri nasıl olmuştur? Açıklayınız.

Yugoslavya’da ekonomi

Yugoslavya’da 1961’de Sırpların konumu (%)

Kişi başına

millî gelir ($) (1947)

Kişi başına

millî gelir ($) (1980)

İşsizlik

(%)

(1981)

Yugoslavya nüfusu içinde Sırplar 45
Bakan, memur ve üst düzey memurlar 84
Slovenya 2.100 2.376 1,8 Hekimler 84
Hırvatistan 1.284 1.500 5,6 Subaylar 70
Sırbistan 1.140 1.176 14,9 Generaller 60
Bosna-Hersek 996 804 14,1 Komünist Parti üyeleri 57
Kosova 636 360 21,3 Yugoslavya istihbarat Teşkilatı (UDBA) 100
Avrasya Dosyası, Sırbistan, Bosna-Hersek Özel, s. 37, 38

1974 Anayasası ile Tito ömür boyu devlet başkanı seçildi. Aynı zamanda bu anayasa ile ulusların her birinin, “ayrılma hakkı da dâhil olmak üzere kendi kaderini tayin hakkı”ndan da bahsedildi. Diğer federe cumhuriyetlere tanınan yetkilerin, Kosova ve Voyvodina Özerk Bölgelerine de verilmesi Yugoslavya’da nüfusun çoğunluğunu oluşturan Sırpları rahatsız etti.

Tito’nun 1980’de ölümünden sonra Yugoslavya’yı oluşturan 6 federe cumhuriyetin cumhurbaşkanlarının devleti dönüşümlü olarak yönetmesiyle istikrar korundu. Ancak 1980’lerin başında etkili olan Dünya Ekonomik Buhranı ülkeyi olumsuz etkiledi.

1987’de Yugoslavya’da yıllık enflasyon oranı % 120’ye, 1988’de ise % 250’ye yükseldi. 20 milyar dolar dış borç, % 13’lük işsizlik oranı ve federe cumhuriyetler arasındaki ekonomik farklılıklar aşırı milliyetçilerin harekete geçmesi için uygun şartları hazırladı ve Yugoslavya’nın parçalanma sürecine girmesinde etkili oldu.

Yogoslavya'nın Parçalanışı

Aralık 1987’de Slobodan Miloşeviç’in bir darbeyle Sırp Komünist Partisinin başına geçmesi ile Avrupa’nın 4. büyük ordusu olan Yugoslavya Federal Ordusu (JNA), Sırpların kontrolüne geçti. Daha önceden Federal Anayasa’nın Kosova ve Voyvodina’ya tanıdığı özerklik hakkı, Mart 1989’da Miloşeviç’in kontrolü altındaki Sırbistan Parlamentosu tarafından iptal edilirken özerk bölgelerin kendi yasalarını çıkarma yetkisi de kaldırıldı.

Buna karşılık Slovenya Cumhuriyeti Parlamentosu 7 Haziran 1989’da Slovenya halkının kendi geleceğini kendisinin belirlemesi yönünde karar alarak 2 Temmuz 1990’da da bağımsızlığını ilan etti. Bunu Hırvatistan Parlamentosunun bağımsızlık kararı takip etti. Böylece Yugoslavya’da parçalanma süreci başlamış oldu.

Yugoslavya Fedaral Hükümeti bağımsızlıklarını ilan eden Hırvatistan ve Slovenya’dan ellerindeki silahlarını teslim etmelerini istedi. Bu isteğin reddedilmesi üzerine 1 Mart 1991’de Sırp-Hırvat çatışmaları başladı. 25 Haziran 1991’de Slovenya ile Hırvatistan, Yugoslav Federasyonundan ayrıldıklarını açıkladılar. Ertesi gün Sırpların kontrolündeki Yugoslav Ulusal Ordusu ve onun silahlandırdığı düzensiz Sırp milisleri harekete geçti. Böylece Yugoslavya’da iç savaş başlamış oldu. Aynı yıl içinde Makedonya ve Bosna-Hersek de bağımsızlıklarını ilan edince Yugoslavya’yı oluşturan altı devletten dördü; Slovenya, Hırvatistan, Makedonya ve Bosna-Hersek devletten ayrılmış oldular.

BM, Yugoslavya krizinin çözümünde etkin rol oynayamadı. Yalnızca BM Güvenlik Konseyi 25 Eylül 1991’deki kararı ile Yugoslavya’ya silah satışlarını yasakladı ve kurulan BM Barış Gücü bölgede faaliyetlerine başladı. Ancak Yugoslavya’daki cumhuriyetlerin silah ve askerî güç açısından denk olmaması ve Yugoslav Ulusal Ordusunun Sırpların kontrolünde olması Sırpları üstün duruma geçirirken bazı cumhuriyetleri savunma hakkından yoksun bıraktı ve sivil kayıpların artmasına yol açtı.

  • Gorbaçov ile başlayan radikal reformlar, Doğu Avrupa’da bir seri demokratikleşme hareketi başlatırken sosyalist ideolojinin siyasi yapısındaki “merkezî otoriteyi” sarstı.
  • İki Almanya 1990’da birleşti.
  • Kasım 1989’da Çekoslovakya “Kadife Devrimi” adı verilen kansız bir devrimle demokrasiye geçti.
  • 1993’te Çekoslovakya Çek Cumhuriyeti ve Slovakya olmak üzere iki ülkeye ayrıldı.

Yugoslavya’daki bu gelişmeler üzerine ABD, Fransa ve İngiltere bu ülkenin toprak bütünlüğünü savundu. Almanya ise tarihî, dinî ve kültürel bağlarının da etkisiyle 23 Aralık’ta Slovenya ve Hırvatistan’ın bağımsızlıklarını tanıdı ve AT ülkelerine de bu konuda baskı yaptı. Bosna-Hersek’i tanımadığı gibi Bosna’ya uygulanan silah ambargosunun kalkmasına da karşı çıktı.

Bosna-Hersek Cumhuriyeti Sırp, Hırvat ve Boşnakların birlikte yaşaması nedeniyle Yugosavya Fedaral Cumhuriyeti içinde “Küçük Yugoslavya” olarak anılmaktaydı.

Bosna Hersek’te 15 Ekim 1991’de Bosna-Hersek Meclisi bağımsızlık kararı alırken Bosnalı Sırplar da yeni bir anayasa kabul ederek Bosna Sırp Cumhuriyeti’nin temellerini attı. Bosna-Hersek’in bağımsızlık kararı 29 Şubat 1992’de, Bosnalı Sırpların seçimi boykot etmelerine rağmen referandumla onaylandı. 6 Nisanda da AT Bosna-Hersek’in bağımsızlığını tanıdı.

Bu durumu kabul etmeyen Sırbistan, Bosna-Hersek’in başkenti Saraybosna’yı ele geçirmek ve Bosna-Hersek’te Sırpların yoğun olduğu yerlerle Sırbistan’ı bir koridorla birleştirmek istedi. Bosna’ya askerlerini gizlice göndermenin yanında milis grupları da silahlandırarak silahsız Boşnaklara karşı acımasız bir savaş başlattı.

Büyük Sırbistan” hayali yanında Bosna-Hersek’in yer altı zenginlikleri, kritik arazi yapısı ve stratejik önemi de Sırpların bu bölgeyi istemesinde etkili oldu. Sırplar iki aydan kısa bir süre içinde Bosna topraklarının üçte ikisini ele geçirdiler. Yıl sonunda Bosna’nın % 70’i Sırp denetimi altına girdi.

27 Nisan 1992’de Sırbistan ve Karadağ, Yugoslavya Federal Cumhuriyeti’ni; Temmuz 1992’de ise Hırvatistan’ın desteğini alan Bosnalı Hırvatlar “Hersek-Bosna Cumhuriyeti”ni kurdular. Ocak 1993’te de Sırplara karşı ortak mücadele eden Boşnak ve Bosnalı Hırvatlar anlaşmazlığa düşerek kendi aralarında savaşmaya başladı. Bu durum Sırpların işini daha da kolaylaştırdı.

Sırpların etnik temizlik harekâtından kurtulmak isteyen çoğunluğu kadın ve çocuklardan oluşan yaklaşık 500.000 kişinin Batı Avrupa ülkelerine sığınmaya çalışmaları üzerine Almanya, Avusturya, Macaristan, Hırvatistan ve İtalya sınırlarını mültecilere kapattı. 12 Ağustos 1992’de BM Yüksek Mülteciler Komisyonu 28.000 Boşnak mülteciyi kabul etmeyerek geri gönderdi. Bu karar Sırpların etnik temizlik harekâtını kolaylaştırdığı gibi aynı zamanda cesaretlendirdi. Bu durum uluslararası bir müdahalenin yapılması yönünde baskıları artırdı. Mülteci sorunuyla uğraşmak istemeyen Batılı devletlerin de etkisiyle Saraybosna, Gorajde, Serebrenika, Tuzla, Zepa ve Bihac 1993’te BM Güvenlik Konseyi tarafından güvenli bölge ilan edildi. Bu güvenli bölgelere yerleştirilen BM Barış Gücü askerlerine savaştan kaçarak kendilerine sığınan çoğunluğu Boşnak sivil, kadın ve çocukları koruma görevi verildi.

Şubat 1994’te Saraybosna’daki pazar yeri patlamasında sivillerin ölmesi ve yaralanması NATO’nun tepkisine sebep oldu. Rusya, Yugoslavya krizinde başından beri tarihî, dinî ve kültürel bağlarından dolayı Sırpları desteklemişti. Fakat Sırp milliyetçiliğinin taşkınlıkları ve Rusya ile Batı arasında gelişmeye başlayan güçlü ilişkiler Rusların Bosnalı Sırplara verdiği desteği sınırlamasına neden oldu. Bundan sonraki süreçte ABD ve Rusya Bosna sorununda arabuluculukta ön plana çıktı. Mart 1994’te Washington’da düzenlenen bir törenle Bosna-Hersek topraklarında bir Boşnak-Hırvat Federasyonunun kurulmasına ilişkin bir anlaşma imzalanarak Ocak 1993’ten beri devam eden Hırvat-Boşnak mücadelesi sona erdi.

Temmuz 1995’te General Ratko Mladiç komutasındaki Sırp güçleri, daha önce BM Güvenlik Konseyi tarafından “güvenli bölge” ilan edilmiş olan Doğu Bosna’daki Serebrenika’yı işgal etmiş; genç, yaşlı demeden Bosnalı Müslümanlardan binlerce sivili topluca katletmiştir.

YUGOSLAVYA DAĞILIRKEN
1991 yılına gelindiğinde Slovenler ömrünü tamamladığına inandıkları Yugoslavya’nın bir parçası olarak kalmak yerine artık bağımsız ve Avrupa’nın bir parçası olan bir Slovenya beklentisi içine girmişlerdi.
Hırvatlar ise Yugoslavya dağılırken bağımsız ve AT’a girmiş bir Hırvatistan’ı hedef olarak benimsiyordu. Ayrıca Hırvat lider Tucman Sırp milliyetçiliğine karşı Hırvat milliyetçiliğini geliştirmek ve Bosna-Hersek topraklarını da paylaşarak “Büyük Hırvatistan”ı oluşturmak istiyordu. Tucman, bütün etnik grupların bir arada yaşamasından dolayı “Küçük Yugoslavya” denilen Bosna-Hersek’in paylaşılmasının Yugoslavya’nın dağılması ve bağımsız Hırvatistan’ın kurulmasını kolaylaştıracağına inanıyordu.
Sırplar ise Bosna-Hersek’i de içine alan “Büyük Sırbistan”ın kurulmasını ana hedef olarak görüyorlardı.
Sonuçta her iki etnik grupta amaçlarına Bosna-Hersek üzerinden ulaşmayı planlıyorlardı. Birbirlerini rakip olarak gören Hırvat ve Sırpların mücadeleleri daha çok Ustaşa ve Çetnik örgütleri üzerinden oluyordu.
Boşnaklar ise hayallerini gerçekleştirme peşinde koşan bu iki gruba karşı yaşama hakkı başta olmak üzere temel insan hak ve hürriyetlerini koruma telaşına düşmüştü.
Avrasya Dosyası, Sırbistan, Bosna-Hersek Özel, s. 39,40

Tüm dünyayı ayağa kaldıran bu katliam, NATO’yu da harekete geçirmiş ve 30 Ağustos 1995’te Sırp hedeflerine yönelik kapsamlı hava operasyonları başlatılmıştır. Üç hafta süren bu harekât sonucunda Sırplar ateşkes yapmayı kabul etmiştir.

Sırpların bölgeden çekilmek istememesi ve katliamlara devam etmesi üzerine 30 Ağustos-14 Eylül 1995 arasında NATO Hava Kuvvetleri, havadan Sırp hedeflerine taarruzda bulunarak Sırpların Saraybosna’nın 20 km gerisine çekilmesini sağladı. 14 Aralık 1995’te Yugoslavya Federal Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Slobodan Miloşeviç ve Hırvatistan Cumhurbaşkanı Franyo Tucman ve eski Bosna-Hersek Cumhurbaşkanı Aliya İzetbegoviç tarafından Dayton Antlaşması imzalanarak Bosna Savaşı sona erdi.

Bosna-Hersek Devleti’nin yapısı bu antlaşmayla belirlendi. Antlaşmanın eki olan ülke anayasası gereğince Bosna-Hersek’in % 51’i, Boşnaklar ile Hırvatların kontrolünde olan “Bosna ve Hersek Federasyonu”na, % 49’u ise Sırpların kontrolündeki “Sırp Cumhuriyeti” olmak üzere iki entiteden (devletçikten) ve bir küçük özerk bölgeden oluşan bir devlet hâline geldi.

Savaş sonrasında eski Yugoslavya için oluşturulan Uluslararası Ceza Mahkemesi, hem Sırpların hem de Hırvatların, ele geçirdikleri bölgelerde etnik temizlik yaptığını ifade etmiştir. 1992-1995 yılları arasındaki bu olaylarda uluslararası Kızılhaç Örgütünün verilerine göre Bosna Hersek’te 35.000’i çocuk toplam 312.000 kişi hayatını kaybetmiş ve 2 milyon Boşnak evini terk etmek zorunda kalmıştır.

Yugoslavya’nın parçalanmasından sonra kurulan cumhuriyetler, güvenlik arayışı, siyasi ve ekonomik sebepler çerçevesinde uluslararası oluşumlara katılmak istemiştir. Ekonomik açıdan diğer cumhuriyetlere göre ileri seviyede olan Hırvatistan ve Slovenya AB’ye üye olmuştur. NATO’nun genişleme süreci konusunda belirtildiği gibi Slovenya 2004’te üye olurken Hırvatistan 2009’da üye olma hakkı kazanmış, Makedonya ise Yunanistan’ın vetosundan dolayı NATO’ya girememiştir.

BİLGE LİDER ALİYA İZZETBEGOVİÇ

Aliya İzzetbegoviç 1925’te Bosna Hersek’in Şamaç (Aziziye) kasabasında doğdu. Ortaöğrenimini Saraybosna’da tamamlayan Aliya, II. Dünya Savaşı sırasında Hırvat ve Sırp çetelerine karşı Boşnakların varlığını korumasında önemli rol oynayan, “Genç Müslümanlar Teşkilatı”na üye oldu. Savaş sırasında kurulan Bağımsız Hırvat Devleti’nin işgali altındaki Saraybosna’da liseyi bitirdi.

Savaş sonunda “Genç Müslümanlar Teşkilatı”na üye ve Tito’ya muhalif olmaktan 1946’da tutuklanarak uzun süre çeşitli cezaevlerinde hapsedildi.

İzzetbegoviç’in, Yugoslavya ve İslam dünyasında birçok dergi ve gazetede yazıları yayınlandı. Yazdığı kitapları yüzünden hapse mahkûm edildi. 1989’da ilan edilen genel af sonucunda özgürlüğüne kavuştu. Mart 1990’da kurduğu “Demokratik Hareket Partisi”nin ilk başkanı seçilen Begoviç, 1990 seçimlerinde Bosna-Hersek’in ilk devlet başkanı seçildi ve bu görevi 2000 yılındaki üçlü devlet başkanlığı dönemine kadar sürdürdü.

İzzetbegoviç, 1992-1995 Bosna Savaşı ve sonrasında Bosna-Hersek’in bağımsızlığını kazanmasında büyük bir rol üstlendi. 19 Ekim 2003’te Saraybosna’da vefat etti.

Aliya İZZETBEGOVİÇ, Tarihe Tanıklığım, s. 5

MAVİ KELEBEĞİN İZİNDE

İnsanlık ve savaş suçlarının işlendiği bu savaş sırasında katliamları saklamak isteyen savaş suçluları, onlarca kilometre uzaklarda yeşillendirilerek gizlemek istedikleri toplu mezarlar oluşturdular. Bu mezarlar, normalden derin kazılarak mezar içine bırakılan metal parçalar ile manyetik değişkenlik taraması yapılması (uydu resimleri vs.) engellenmek suretiyle gizlenmek istendi. Bölgede inceleme yapan uzmanların toplu mezarların üzerinde yetişen yaban çiçeği Artemis ve bu çiçekten beslenen mavi kelebeklerin nüfusunda bir artış gözlemlemeleriyle bu güne kadar 370’ten fazla toplu mezar tespit edildi. Bosna Hersek’te mavi kelebeğin izinde her geçen gün yeni toplu mezarlar açığa çıkmaktadır.

Bir gazete haberi, 11.07.2008

ANCAK HEPSİ ÖLDÜ
Lahey Adalet Divanı tarafından Hırvatistan ve Kosova’da insanlığa karşı suç işlemekten, Bosna’da ise soykırım suçundan yargılanan Sırbistan eski Devlet Başkanı Slobodan Miloseviç yargılanması devam ederken hücresinde ölü bulundu.
Mahkemenin başsavcısı Carla Del Ponte mahkemede: “Bosna olayları Ortaçağ vahşetini anımsatıyor. Benim görevim kurbanların sesinin duyulmasını sağlamak. Kurbanları da çağırmak isterdim. Ancak hepsi öldürüldü.” diye konuşmuştu.
Bir İnternet haberi, 14.03.2006

Bosna’da yaşanan olayları Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılmasına ilişkin Sözleşme’de belirtilen esaslara göre değerlendirerek bir kompozisyon yazınız.

2. Arnavutluk’ta Demokratikleşme Süreci

XV. yüzyılda Osmanlı hâkimiyetine giren Arnavutluk, 1912’de bağımsız oldu. II. Dünya Savaşı’nda italyanlar tarafından işgal edilen Arnavutluk Enver Hoca liderliğinde, İtalyan ve Almanlara karşı mücadele verdi ve savaş sonunda Komünist Partisinin yönetimine girdi. Başlangıçta SSCB ile iyi ilişkiler kuran Enver Hoca liderliğindeki Arnavutluk, 1961’de SSCB’den uzaklaştı ve Avrupa’da yalnız kaldı. Bu arada Çin, Adriyatik Denizi kıyısında kendisine bir üs verilmesi karşılığında Arnavutluk’a önemli iktisadi yardımlarda bulundu. Bu gelişmeler Arnavutluk’u Çin Halk Cumhuriyeti’ne yaklaştırdı. Ancak 1976’da Çin Halk Cumhuriyeti’nde başlayan reformlar bu ilişkileri olumsuz etkiledi ve Arnavutluk Çin’den de uzaklaştı.

Nisan 1985’te Enver Hoca’nın ölümünden sonra Ramiz Alia,

Arnavutluk Komünist Partisi liderliğine ve devlet başkanlığına getirildi.

Enver Hoca döneminde dışa kapalı bir politika takip eden Arnavutluk,

Aliya döneminin ilk yıllarında aynı politikayı takip etti. Bu yüzden Arnavutluk SSCB’de başlayan değişim rüzgârlarından en son etkilenen devlet oldu.

Balkanlarda ve Avrupa’da meydana gelen gelişmeler üzerine Alia, sosyalist rejimi yumuşatmaya yönelik tedbirler almak zorunda kaldı. 1990 başlarından itibaren Arnavutluk büyük bir değişim içine girerek bir dizi reformlar yaptı. Ramiz Alia, dış ülkelerle münasebetleri geliştirerek uzun yıllardır dış dünyaya kapalı olan Arnavutluk’un dış politikasını temelden değiştirdi. Hükümet, ekonomide liberalleşmeyi kabul ederken dış sermayenin sınırlı da olsa ülkeye girmesine izin verdi. Arnavutluk’ta ilk kez 1992’de iktidar partisinin denetiminde olmakla birlikte çok partili seçimler yapılarak demokrasiye geçiş sağlandı. Son olarak 28 Kasım 1998’de referandumla yeni anayasa kabul edildi. 22 Mart 1992’de yapılan seçimlerde Demokrat Parti birinci parti oldu. Böylece Sosyalist Parti iktidarına da son verilerek Demokrat Parti liderliğinde bir hükümet kuruldu. Bunun üzerine Ramiz Alia istifa etmek zorunda kaldı ve cumhurbaşkanlığına Demokrat Parti lideri Sali Berişa seçildi. Arnavutluk’un Avrupa Birliği ve NATO’ya üyelik görüşmeleri sürmektedir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.