Paylaşılamayan Orta Doğu

B. PAYLAŞILAMAYAN ORTA DOĞU 

DÜNYANIN FIRTINA MERKEZİ

“Gerçekten Orta Doğu’nun istikrarsız ve karışık durumu; başta bölgenin jeopolitik konumu dünyanın en geniş petrol rezervlerine sahip bulunması, bölge devletlerinin görüşleri ve hedeflerinin birbiri ile çatışması; gelir dağılımının dengesiz olması, din ve mezhep farklılıkları… gibi bir takım köklü faktörlerden kaynaklanmaktadır. Bir Amerikalı profesör bu nedenle, bölgeye “dünyanın 1 numaralı fırtına merkezi” adını yakıştırmıştır.”

İhsan GÜRKAN, Türk Dış Politikası ve Orta Doğu, s. 3

Önceki ünitelerde öğrendiklerinizden ve metinden hareketle Orta Doğu’nun istikrarsız durumunun ortaya çıkış nedenlerinin neler olduğunu belirtiniz.

I. Dünya Savaşı’ndan sonra İngiltere ve Fransa’nın kışkırtmaları sonucunda Orta Doğu’da Osmanlı Devleti egemenliğinde yaşayan bazı Arap toplulukları millî devletlerini kurabilmek için ayaklanmışlardı.

SSCB yönetiminin Çarlık dönemine ait gizli anlaşmaları açıklaması ve ABD’nin de sömürgeci politikalara karşı çıkması, İngiltere ve Fransa’nın planlarını bozmuştu. Bunun üzerine İngiltere ve Fransa manda yönetimleri kurarak bölgedeki egemenliklerini devam ettirmişlerdi.

I. Dünya Savaşı’ndan yıpranarak çıkan Avrupa devletleri, Orta Doğu ülkelerinin bağımsızlık mücadelelerine karşı koyacak durumda değildi. Ayrıca SSCB ve Nazi Almanyası’ndan gelen tehditler İngiltere ve Fransa’nın hareket alanını kısıtlıyordu. Sömürgeci devletler gittikçe artan bir muhalefetle karşılaştılar. Muhalefetin öncülüğünü ya halk içinden çıkan geleneksel yöneticiler ya da eğitimli seçkinler yapıyordu. 1930’ların ekonomik bunalımıyla ortaya çıkan toplumsal huzursuzluklar, muhalefet liderlerinin halk desteğini arkalarına almalarında önemli bir etkendi. Bu şartlar İngiltere ve Fransa’nın bölgedeki etkinliklerinin azalmasına neden olmuştu.

Bu gelişmeler üzerine bölge ülkeleri bağımsızlıklarını kazanmaya başladı ve monarşi yönetimleri kuruldu. Pek çok ülkede asgari ölçülerde de olsa kendi kendini yönetme hakkı kabul edildi. Birçok Müslüman ülkede milliyetçi ve modernleşme yanlıları iktidara geldi.

II. Dünya Savaşı’ndan sonra Soğuk Savaş Döneminde Batılı devletlerin ABD, Doğu Bloku ülkelerinin ise SSCB önderliğinde iki kutba ayrıldığı dünyada özellikle Müslüman toplumlar kendilerini bu iki kutbun dışında tutmaya çalıştılar. Bununla beraber bağımsızlık sürecinde Batı karşıtlığının artması ve sosyalist bloktan da gelen destek, Mısır, Suriye, Irak gibi bölge ülkelerinin Doğu Bloku ile ilişkilerinin gelişmesini sağladı. Batılı devletler, kültürel ve dinî özelliklerini bir tarafa bırakarak bu devletleri gelişmekte olan ülkeler statüsündeki blokların dışında değerlendirdiler. Bölgenin zengin yer altı kaynaklarına sahip olmasına rağmen ekonomik açıdan gelişememiş halk, bu zenginlikten faydalanamamıştır. Manda döneminin mirası olarak toplumlardaki etnik ve dinî parçalanmışlık, Orta Doğu ülkeleri için sorun teşkil etmeye devam etmiştir. Etnik ve dinî kaynaklı sorunlar bölge ülkelerinde günümüze kadar süren iç çatışmalara sebep olmuştur. Bu da ülkelerin siyasi, ekonomik ve kültürel gelişmesini de engellemiştir.

1. İsrail’in Kuruluşu 

İngiliz mandası altındaki Filistin’de bir Yahudi yurdunun kurulması çalışmaları, XIX. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkmıştı. Bu amaçla toplanan ilk kongre, 29 Ağustos 1897 de İsviçre de Basel’de toplanmış ve bu kongrede Yahudilerin Filistin’de bir “yurt” edinmesi kararı alınmıştı.

Filistin, Osmanlı Devleti toprakları içerisinde yer almaktaydı. Bu nedenle Dünya Siyonist Örgütü Başkanı Theodor Herzl, Yahudilerin Filistin’e göç etmelerine izin verilmesine karşılık II. Abdülhamid’e Osmanlı Devleti’nin dış borçlarını ödemeyi önermiş ancak istediği sonucu alamamıştı. Buna rağmen Filistin’de izinsiz olarak kurulan Yahudi kolonilerinin sayısı 1914’te kırk altıya ulaşmıştı.

SULTAN ABDÜLHAMİD’DEN HERZL’E TARİHÎ CEVAP
“Ona (Herzl’e) söyleyin bu meselede ikinci bir adım atmasın. Ben bir karış dahi olsa toprak satmam, zira bu vatan bana değil, milletime aittir. Milletim bu imparatorluğu kanlarını dökerek kazanmışlar ve yine kanlarıyla mahsuldar kılmışlardır. O, bizden ayrılıp uzaklaşmadan tekrar kanlarımızla örteriz. Benim Suriye ve Filistin alaylarımın efradı birer birer Plevne’de şehit düşmüşlerdir. Bir tanesi dahi geri dönmemek üzere hepsi muharebe meydanında kalmışlardır. Türk imparatorluğu bana ait değildir, Türk milletinindir. Ben onun hiçbir parçasını vermem. Bırakalım, Yahudiler milyarlarını saklasınlar, benim imparatorluğum parçalandığı zaman onlar Filistin’i hiç karşılıksız ele geçirebilirler. Fakat, yalnız bizim cesetlerimiz taksim edilebilir. Ben canlı bir beden üzerinde ameliyat yapılmasına müsaade edemem.” Prof. Dr. Mim Kemal ÖKE, II. Abdülhamid, Siyonistler ve Filistin Meselesi, s. 81
Osmanlı Devleti’nin yıkılması, Orta Doğu’daki dengeleri ve İsrail’in kuruluşunu hangi yönlerden etkilemiştir?

I. Dünya Savaşı sırasında, Başkan Wilson’un da Yahudi sorununu benimsemesi, İngiltere’yi harekete geçirmiş, İngiliz Dışişleri Bakanı Balfour, 2 Kasım 1917 de Siyonist Federasyonu Başkanı’na gönderdiği mektupta, İngiltere’nin Filistin de bir Yahudi devleti kurulmasını kabul ettiğini resmen bildirmişti. “Balfour Deklarasyonu” adını alan bu belge, Yahudi devleti kurulması sorununun bir dönüm noktası sayılmaktadır. Bu tarihten sonra Yahudiler, büyük kitleler hâlinde Filistin e göç etmeye başladılar.

BALFOUR DEKLARASYONU

Dışişleri Bakanlığı,

“Yahudi Siyonist beklentilerle uyum gösteren aşağıdaki bildirinin majestelerinin hükümeti (İngiliz hükümeti) tarafından bakanlar kuruluna sunulduğunu ve kabul edildiğini bildirmekten zevk duyarım.

Majestelerinin hükümeti, Filistin’de Yahudi halk için ulusal bir yurt kurulmasının lehindedir ve bu amaca ulaşılabilmesi için gerekenleri elinden geldiğince yapacaktır.

Filistin’de bulunan Yahudi olmayan toplumların medeni ve dinî haklarına yönelik hiçbir tarafgirlik ve herhangi bir ülkedeki Yahudilerin sahip olduğu haklara ve siyasi konuma halel getirilmesine meydan verilmeyeceğinin bilinmesi gerekir.”

Saygılarımla A. James Balfour

Prof. Dr. Türel YILMAZ, Uluslararası Politikada Orta Doğu, s. 39

Yukarıdaki belgeden hangi çıkarımlara ulaşılabilir?

İngiltere’nin 1917’den sonra takındığı tutum ve izlediği politika, Araplar arasında bu devlete karşı sert tepkilere yol açtı. Diğer yandan Araplar ile Yahudiler arasında çarpışmalar başladı. Bu arada Filistin’in iki taraf arasında bölünmesi düşüncesi ortaya atıldıysa da bundan bir sonuç alınamadı. Ancak bu dönemde Filistin’e Yahudi göçü devam etti. Bunun sonucunda da 1882 yılında 35.000 i geçmeyen Yahudi nüfusu 1939 yılı sonlarında 463.535 e ulaştı.

Filistin’de Müslüman ve Yahudi nüfusu (1922-1942)
Yıl Toplam

Müslüman

Yahudi

Sayı % Sayı %
1922 752.048 589.177 78,34 83.790 11,14
1932 1.073.827 778.803 72,52 192.137 17,90
1935 1.308.112 836.688 63,96 355.157 27,15
1939 1.501.698 927.133 61,74 445.457 29,66
1942 1.620.005 995.292 61,44 484.408 29,90

* Toplam nüfusa tabloda yer almayan Hristiyan ve diğer din mensupları da dâhildir.

Prof. Dr. Tayyar ARI, Orta Doğu, s. 204

BM'nin 1947-181-A kararına göre Filistin'in paylaşım planı
Wilson ilkelerine göre her millete çoğunlukta olduğu bölgelerde devlet kurma hakkı verilmelidir. Haritadaki devletlerin sınırlarını ve tabloyu dikkate alarak bölgedeki siyasi gelişmelerle ilgili hangi çıkarımlara ulaşılabilir?

Yahudiler, II. Dünya Savaşı sırasında da Filistinde bir İsrail devleti kurmak amacıyla çalışmalarını sürdürdüler. Savaşın sonlarına doğru Filistin’deki Yahudiler de girişimlere başladı. Bu arada Filistin’de bağımsız Arap Devleti kurulması için Arap devletleri de çalışmalarını hızlandırdılar.

İngiltere’nin Yahudileri desteklemesine karşılık Almanya ve İtalya, Arapları destekliyordu. İngiltere, ABD’nin de desteğini alarak 1947’de Filistin sorununu Birleşmiş Milletler Teşkilatına götürdü. Burada Filistin’in Araplar ve Yahudiler arasında bölünmesine, Kudüs’e tarafsız bir statü verilmesine karar verildi.

Birleşmiş Milletlerin bu taksim kararı Arap ülkelerinde tepkiyle karşılandı. Bu ülkelerde ABD ve Birleşmiş Milletler aleyhinde gösteriler yapıldı. 1947 yılı Aralık ayı başlarından itibaren, Filistin’de, Arap ve Yahudiler arasında çarpışmalar başladı. Güvenlik Konseyi konuyu ele alarak görüştü fakat bir sonuç alınamadı. Bu sırada da İngiltere, 14 Mayıs 1948’de, Filistin’deki manda yönetimini tek taraflı olarak kaldırdı. Aynı gün, İsrail Devleti’nin kurulduğu ilan edildi.

  • Bu tarihten sonra günümüze kadar uzanan Arap-İsrail savaşları ve Filistin sorunu başlamıştır.

 

2. Eisenhower Doktrini 

ABD ve ORTA DOĞU

23 Temmuz 1954 tarihli ABD Millî Güvenlik Konseyi Raporu’nda Orta Doğu’daki Amerikan politikası şöyle anlatılmaktadır:

Genel düşünceler:

1. Orta Doğu’nun hür dünya için büyük stratejik, ekonomik ve politik önemi vardır. Bu bölgede dünyanın en büyük petrol rezervleri bulunmaktadır. SSCB ile dünya çapında yapılacak bir çatışmada hayati öneme sahip bölgeler, Süveyş Kanalı ve diğer doğal savunma sınırları SSCB etkisine girerse ABD’nin menfaatleri tehlikeye girer.

2. Orta Doğu’daki mevcut şartlar ve gelişmeler Batı menfaatleriyle ters düşmektedir. Son yıllarda Batı’nın itibar ve iktidarı gerilemiştir. Orta Doğu milletleri, bağımsızlıklarını korumada kararlıdır ve diğer ülkelerin kendi iç işlerine karışmasından hoşlanmamaktadır. İngiltere ve Fransa’nın etkisi zayıflamış, eski sömürge uyumunun yerini güvensizlik ve nefret almıştır. İngiltere ve Fransa’ya yönelik güvensizliğin bir bölümü, bu iki devletin müttefiki olduğu için ABD’ye karşı da gösterilmektedir. Daha da önemlisi Arap halklarının bize İsrail politikamızdan ötürü kızgınlıklarıdır…

3. Orta Doğu’da hür dünyanın güvenliğinin tehdidi doğrudan bir Sovyet saldırısından çok, bölge ülkelerinin SSCB yayılmasını bir tehlike olarak görmemelerinden kaynaklanmaktadır. Bu ülkeler ikna edilemezse Batı, Orta Doğu’yu önümüzdeki senelerde kaybedebilir.

4. (…) Hâlen tartışılan siyasi sorunların üstesinden gelebilmek için ABD, Arap devletlerine diğer Batılı devletler ve İsrail’den bağımsız olarak davranabilme yeteneğine sahip olduğunu ispatlamalıdır.

Ümit ÖZDAĞ, Değişen Dünya Dengeleri ve Basra Körfezi Krizi, s. 48-50

Metne göre 1950’lerde Orta Doğu’daki devletlerin Batılı devletlere bakışlarını nedenleri ile açıklayınız? ABD bu gelişmeler üzerine nasıl bir politika izlemiştir?

İngiltere ve Fransa’nın Orta Doğu’dan çekilmesinden sonra bölgedeki siyasi boşluğu doldurmak isteyen ABD, Bağdat Paktının kurulmasında, Süveyş krizi esnasında İngilizlerin ve Fransızların Mısır’dan çıkarılmasında etkin ve tarafsız bir rol oynamıştı. Ama Süveyş krizinde SSCB’nin Araplardan yana tavır koyması bu devletin Orta Doğu’da ilgi görerek taraftar bulmasına, Batı karşıtlığının artmasına sebep oldu.

ABD Başkanı Eisenhower, Orta Doğu’nun SSCB’nin kontrolüne girmesini engellemek ve bölge halkını ABD’nin yanına çekmek için 5 Ocak 1957’de kongreye bir mesaj gönderdi. “Eisenhower Doktrini” adını alan bu mesajın amacı: Orta Doğu ülkelerine ekonomik ve askerî yardım yapmak, bu ülkelere komünist bloktan bir saldırı gelmesi hâlinde Amerikan Silahlı Kuvvetlerinin kullanılması için izin almak ve her yıl 200 milyon dolar harcama yetkisi istemekti.

Eisenhower Doktrini ile ABD, Orta Doğu ile ilişkilerini geliştirmiş, SSCB ile ilk defa Orta Doğu’da karşı karşıya gelmeye başlamıştı. Bu doktrin ile Orta Doğu ikiye ayrılmıştı. Lübnan, Pakistan, Irak, Türkiye, Afganistan, Libya, Tunus, Fas ve en sonunda İsrail bu doktrini kabul ettiklerini bildirdiler. Buna karşılık Mısır, Suriye, Ürdün ve Suudi Arabistan’dan olumsuz tepki geldi. Bir kaç hafta sonra Suudi Arabistan, tutumunu değiştirerek Eisenhower Doktrini’ni “iyi ve müsbet” bulduğunu bildirdi.

  • Süveyş krizi, 1956 yılında İsrail, İngiltere ve Fransa’nın oluşturduğu ittifak ile Mısır arasında yapılan savaştır. Mısır lideri Nasır’ın Batılıların kontrolündeki Süveyş Kanalı’nı millîleştirdiğini açıklamasından sonra çıkan savaş, SSCB ve ABD’nin baskısı nedeniyle İngiltere ile Fransa’nın geri adım atmasıyla sona ermiştir.

SOĞUK SAVAŞ STRATEJİLERİ

XIX. yüzyılın sonu ile XX. yüzyıl, büyük devletler arasındaki çıkar mücadelesinin kimin yararına çözülebileceğinin askerî ve siyasi uzmanlarca değerlendirildiği bir dönem oldu. Bu dönemde “dünyaya nasıl egemen olunacağı” sorusuna cevap olarak dünyanın stratejik merkezlerini saptamaya yönelik bazı jeopolitik kuramlar ortaya atılmaya başlandı. (…)

Soğuk Savaş Döneminde Amerikalı Spykman tarafından geliştirilen kuram ABD politikalarını önemli ölçüde etkilemiştir. Spykman, dünya egemenliği için İç Hilal (Türkiye, İran, Irak, Pakistan, Hindistan, Çin, Kore ve Doğu Sibirya boyunca uzanan kuşak) bölgesinin ele geçirilmesi gerektiğini iddia ediyordu. Spykman kuramını şu iki cümleyle formüle etmişti; “İç Hilal, Avrasya’yı; Avrasya ise Dünya’yı denetler.

Başta ABD olmak üzere pek çok Batılı devlet, Soğuk Savaş Dönemi stratejilerini Spykman’ın bu görüşü üzerine inşa ettiler. Bu görüş SSCB’nin ABD’ye meydan okumaya başladığı 1950’lerde birçok uluslararası örgütlenmenin kurulmasında etkili oldu.

Bir başka yorumcu Albay Harry Sachaklian ise Soğuk Savaş Döneminde ABD’nin, SSCB çevresindeki ülkelerde stratejik hava gücü konuşlandırması fikrinin temellerini attı. Ona göre, stratejik üstünlüğün sağlanması için hava üstünlüğünün olması şarttı. Bu nedenle Eisenhower döneminde İç Hilal bölgesindeki ABD yanlısı ülkelerde hava üsleri kurulmaya başlandı.

Prof. Dr. Baskın ORAN, Türk Dış Politikası, c. I, s. 562

Yukarıda açıklanan stratejiler doğrultusunda Türkiye’nin iştirak ettiği paktlar ve anlaşmaları da dikkate alarak ülkemizin uluslararası alandaki konumunu değerlendiriniz.

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.