Atatürk Dönemi Türk Dış Politikası

H. ATATÜRK DÖNEMİ TÜRK DIŞ POLİTİKASI

“… Milletimizin, güçlü, mutlu ve güvenlik içinde yaşayabilmesi için, devletin tamamen millî bir siyaset izlemesi ve bu siyasetin, iç kuruluşlarımıza tamamen uygun ve dayalı olması gerekir. Millî siyaset dediğim zaman, amaçladığım mana ve anlam şudur: Millî sınırlarımız içinde, her şeyden evvel kendi kuvvetimize dayanıp varlığımızı koruyarak millet ve memleketin gerçek mutluluğuna ve bayındırlığına çalışmak… Genel olarak erişilemeyecek hayalî emeller peşinde milleti uğraştırmamak ve zarara sokmamak… Uygar dünyadan, uygar ve insanca davranış ve karşılıklı dostluk beklemektir.”

M. Kemal ATATÜRK

11. sınıf bilgilerinizi de yoklayarak Atatürk’ün belirlediği dış politika esaslarının Türkiye’nin uluslararasmdaki konumunu nasıl etkilediğini açıklayınız.

Millî Mücadele’nin askerî ve diplomatik safhasını başarıyla sonuçlandıran Türkiye, Lozan Barış Antlaşması ile uluslararası alanda resmen tanındı.

1923’ten sonra Türkiye dış politikada Lozan’da hâlledilemeyen Musul, dış borçlar, Suriye sınırı, nüfus mübadelesi ve Boğazlar sorunlarına öncelik verdi. Bu konular ve Millî Mücadele’den itibaren Batılı devletlere karşı duyulan güvensizlik Sovyetler Birliği’yle var olan iyi ilişkilerin devamını sağladı. Türkiye, Lozan’dan kalan sorunlarını çözdükten sonra Batı ülkeleri ile de iyi ilişkiler kurmaya başladı.

Lozan Antlaşması sonrası ülkenin yaralarının sarılabilmesi ve yapılan inkılapların başarıya ulaşabilmesi için yurt içinde ve uluslararası alanda barış ortamına ihtiyaç vardı. Türkiye ilk andan itibaren dış politikada, Atatürk’ün “Yurtta barış, dünyada barış.” sözünü ilke edinerek barışçı bir politika izlemeye çalıştı.

1930’dan itibaren özellikle Avrupa’da ortaya çıkan bunalımlar, I. Dünya Savaşı’nın getirdiği statükoyu korumak isteyen (İngiltere, Fransa gibi) devletler ile bu yapıyı değiştirmek isteyen (Almanya, İtalya gibi) devletler arasında gittikçe keskinleşen bir kutuplaşmaya sebep oldu.

Avrupa’daki gelişmelerle ilgili olarak Atatürk, Versay Antlaşması’nın I. Dünya Savaşı’nın sebeplerini yok etmediğini aksine düşmanlıkları daha da arttırdığını düşünüyordu. Ona göre yenen devletler, yenilenlere barış şartlarını zorla kabul ettirirken bu ülkelerin etnik, jeopolitik ve ekonomik özelliklerini göz önüne almamışlardı.

Atatürk İtalya’daki gelişmelerle ilgili olarak da şu sözleri söylemişti: “Mussolini’nin yönetimi altında kuşkusuz büyük bir kalkınmaya ve gelişmeye sahne olmuştur. Eğer Mussolini, gelecekteki bir savaşta, İtalya’nın görünen büyüklüğünü, savaş dışında kalmak biçimiyle, gerektiği gibi kullanabilirse barış masasında başlıca rollerden birini oynayabilir. Ancak korkarım ki İtalya’nın bugünkü şefi, Sezar rolünü oynamak isteğinden kendisini kurtaramayacak ve İtalya’nın askerî bir güç oluşturmaktan henüz çok uzak olduğunu hemen gösterecektir.”

Bu dönemde, Türkiye, 1932’de Milletler Cemiyetine üye olarak Batılı devletlerle olan iyi ilişkilerini pekiştirdi. Bölgesel ve uluslararası alandaki barışçı faaliyetlere aktif bir şekilde katılmakla beraber, kendi güvenliğini ön planda tutarak öncelikle bölgesel ittifaklara yöneldi. Balkan ve Sadabat Paktlarının kuruluşuna öncülük etti. Boğazlar ve Hatay meselelerini uluslararası hukuk kuralları çerçevesinde kendi lehinde bir çözüme kavuşturdu. Aynı zamanda Avrupa’daki askerî ve siyasi gelişmeler (özellikle İtalya ve Almanya’daki) üzerine Batılı ülkeler ile Sovyetler Birliği arasında hassas bir denge kurmaya gayret gösterdi. Böylece izlediği dış politika sayesinde Türkiye, bölgede bir istikrar unsuru oldu.

 

1.Dış Politikadaki Gelişmeler

a. Türkiye’nin Milletler Cemiyetine Girişi

Milletler Cemiyeti, I. Dünya Savaşı’ndan sonra barışı koruyacak uluslararası bir örgüt olarak kurulmuştu. Başlangıçta 42 üyesi olan Milletler Cemiyetine üye olmak için Genel Kurulun üçte iki çoğunluğuyla karar vermesi gerekiyordu.

Lozan Antlaşması’ndan sonra Batılı devletlerle sorunlarını çözen ve komşu devletlerle de dostluk antlaşmaları imzalayan Türkiye Batı ile daha iyi ilişkiler kurmak istedi.

1930’dan itibaren Avrupa’da gruplaşmaların belirli bir durum alması uluslararası barış ve güvenliği tehdit etmeye başladı. Bu durumun yaşandığı sıralarda Türkiye’nin uluslararası politikada artan önemi Batılı devletler üzerinde de etkisini gösterdi. Türkiye ile iş birliği yapmak isteyen Batılı ülkeler, onu Milletler Cemiyetinin bünyesine katmak istedi. Milletler Cemiyeti Genel Sekreterinin Türkiye’yi Milletler Cemiyeti üyeliğine davet etmesi üzerine Büyük Millet Meclisi 9 Temmuz 1932’de Cemiyete katılma kararı aldı.

İki yıl sonra da konsey üyeliğine seçilen Türkiye, Milletler Cemiyetine üye olmakla aynı zamanda uluslararası iş birliğine resmen katıldı. Bundan sonra cemiyet içinde ve dışında barışın korunması çabalarına da devam etti.

b. Balkan Antantı

Türkiye Balkan devletleri ile iyi ilişkiler kurmayı amaçlıyordu. Bu sebeple 1923’te Arnavutluk, 1925’te de Bulgaristan ve Yugoslavya ile ikili dostluk antlaşmaları imzaladı. Bu arada Balkan devletleri kendi aralarındaki sorunları çözmeye çalışmaktaydı. 1926’da Türkiye, tüm Balkan devletleri arasında sınırların karşılıklı olarak güvence altına alınması amacıyla bir girişimde bulundu. Türkiye’nin amacı, imzalanacak bir anlaşmayla Balkanlar da istikrarı sağlamak, aynı zamanda Balkanlar dışından gelebilecek tehlikeleri engellemekti. Ancak Türkiye’nin bu girişimleri sonuçsuz kaldı.

Bu tarihlerde en büyük tehlike, Balkanlar’da ve Doğu Akdeniz’de yayılmacı bir politika izleyen, sahip olduğu On İki Ada ile de bölgeye yerleşen İtalya idi. Balkan Devletleri arasındaki bazı anlaşmazlıkların ortadan kalkması ile bir anlaşma zemini oluşmaya başladı.

30 Ekim 1930 günü, Türkiye ve Yunanistan arasında Dostluk, Tarafsızlık ve Uzlaştırma Antlaşması’nın imzalanması Balkan devletleri arasında dayanışmanın gerçekleştirilmesinde önemli bir gelişme oldu. Atatürk ve Venizelos’un önderliğinde Türk-Yunan dostluğu gelişti. 1933 yılında Türkiye sırasıyla Yunanistan, Bulgaristan, Romanya, Yugoslavya ile birer Dostluk ve Tarafsızlık Antlaşması yaptı. Bu ikili antlaşmalar Balkan devletleri arasında anlaşma yolunu açarak Balkan Paktı’nın imzalanmasına zemin hazırladı. Venizelos, Türk-Yunan ilişkilerinde ve Yakın Doğu’da barışın sağlanmasındaki büyük katkılarından dolayı Atatürk’ü 12 Ocak 1934’te Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterdi.

Balkan Paktı, 9 Şubat 1934’te Atina’da Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya Dışişleri Bakanlarınca imzalandı. Bununla birlikte, Pakta girmeyen Bulgaristan ve Arnavutluk’a katılım hakkı açık tutuldu.

Bu antlaşmayla imzacı devletler Balkanlar’daki sınırlarını korumak ve bölgedeki mevcut durumu değiştirmek isteyen devletlere karşı önlem almayı amaçladılar. Ortak savunma niteliğindeki bu anlaşmanın en önemli maddesi tarafların bu antlaşmayı imzalamayan diğer bir Balkan devletine karşı birbirine haber vermeden siyasi bir harekette bulunmamayı ve siyasi yükümlülük altına girmemeyi garanti etmesiydi.

Balkan Antantı, kuruluşundan itibaren çeşitli alanlarda başarılar elde etti. 1935’te İtalya’nın Habeşistan’a saldırması üzerine, Milletler Cemiyetinin aldığı zorlayıcı ekonomik önlemlere Antant’a üye dört devlet birlikte katıldı. 1936’da Montrö Konferansı’nda, Boğazlar statüsünün Türkiye lehine değiştirilmesinde, Antant üyelerinin Türkiye’yi desteklemesi ve dayanışma politikasını izlemesi bu başarılara örnektir. Üye devletlerinin Balkanların dışından gelebilecek tehlikeler karşısındaki direnme isteği ve gücüne bağlı başarılar gösteren Balkan Antantı’nın durumu 1936’dan itibaren değişmeye başladı. Büyük devletlerin ekonomik, siyasi yayılma ve etki politikaları, Antant’ın zayıflamasına yol açtı. Özellikle 1937’de, Yugoslavya’nın Bulgaristan ile bir dostluk antlaşması imzalaması, gittikçe güçlenen İtalya karşısında Yunanistan’ın bu devlete yaklaşması, bu durumu daha da hızlandırdı.

 

c. Montreux (Montrö) Boğazlar Sözleşmesi

Lozan Antlaşması’nda hâlledilemeyen meselelerden biri de Boğazlar meselesiydi. Türkiye, o günkü şartlar altında Boğazlar Bölgesi’nin silahtan arındırılması ve geçişin denetlenmesi işinin “Uluslararası Boğazlar Komisyonu”na bırakılmasını kabul etmek zorunda kaldı. 1930’lara gelindiğinde Türkiye, İtalya’nın Doğu Akdeniz ile Balkanlar üzerindeki emellerinden endişe duymakta ve stratejik öneme sahip Boğazlar’ın güvenliğini sağlamak istemekteydi. Konuyu ilk kez Mayıs 1933’te “Londra Silahsızlanma Konferansı”nda gündeme getirdi.

İtalya’nın, 1935’te Habeşistan’a saldırması ve On iki Ada’yı silahlandırmaya başlaması, Almanya’nın Ren Bölgesi’ne yeniden asker sevk etmesi ve Locarno Anlaşmalarına son vermesi. Türkiye’yi, Boğazlar Sözleşmesi’nin değiştirilmesi konusunda harekete geçirdi.

Türkiye, Sovyetler Birliği ve Balkan Paktı’yla Balkan devletlerinin desteğini aldı. Pakta üye olmayan Bulgaristan, Türkiye’nin Boğazlar’la ilgili girişiminin Nöyyi Antlaşması’nın silahtan arındırma ile ilgili hükümlerinin değiştirmesine yol açabileceğini düşünerek tepki göstermedi. İtalya’nın Akdeniz’deki emellerini bilen İngiltere bu girişimi olumlu karşıladı. Asya’da genişleme çabası içinde olan Japonya da konuya ilgisiz kaldı. Bu durumda Lozan Boğazlar Sözleşmesi’nin imzacılarından sadece İtalya, Akdeniz’deki emellerinden dolayı bu sözleşmenin değiştirilmesine karşı çıkabilirdi. Dünyadaki bu gelişmeler üzerine Türkiye, yeni bir Boğazlar Rejimini ortaya koymak üzere bir Konferans toplanmasını istedi. Devletlerin (İtalya dışında) bu olumlu tutumları üzerine 1923 Lozan Boğazlar Sözleşmesi’ni değiştirmek üzere, 22 Haziran 1936’da İsviçre’nin Montrö kentinde bir konferans toplandı. Türkiye, Avustralya, İngiltere, Bulgaristan, Fransa, Yunanistan, Japonya, Romanya, Sovyetler Birliği ve Yugoslavya’nın katıldığı Montrö Boğazlar Konferansı’nda 20 Temmuzda Montrö Boğazlar Sözleşmesi imzalandı.

Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile “Boğazlar Komisyonu” kaldırılıp Türkiye’ye Boğazlar ve çevresinde asker bulundurma hakkı verilerek Boğazlar’da Türk egemenliğini ve kontrolünü esas alan bir düzenleme yapıldı. Yeni düzenleme ile Boğazlar’da denizden geçiş serbestliği ilkesi kabul edilmekle beraber belirli kurallara dayanan yeni bir geçiş statüsü oluşturuldu.
Buna göre barış zamanında ya da Türkiye’nin savaşa girmediği durumlarda ticaret gemilerinin serbestçe geçişine izin verildi. Savaş gemilerinin geçişi konusunda Türkiye’ye önceden bilgi verilmesi şartı getirildi. Türkiye’nin yer almadığı herhangi bir savaş durumunda savaşın içinde olan devletlerin savaş gemilerinin boğazdan geçişi yasaklandı. Türkiye içinde bulunduğu bir savaş ya da güvenliğini tehdit eden bir durum karşısında Boğazlar üzerinde tam yetki elde etti. Türkiye ile savaş hâlinde olmayan devletlerin ticaret gemilerine kontrollü olarak geçiş hakkı verildi.

BOĞAZLAR SÖZLEŞMESİ İLE

24 Temmuz 1923 Lozan Boğazlar Sözleşmesiyle; Çanakkale Boğazı ve Marmara Denizi ile, İstanbul Boğaz’ından denizden ve havadan serbest geçiş esas alınmış; bu geçiş güvenliğinin sağlanması amacıyla, Çanakkale Boğazı’nın doğu ve batısında yirmişer, İstanbul Boğazı’nın doğu ve batısında onbeşer kilometrelik alan, Marmara Denizi’ndeki adalar, askersiz hâle getirilmiş, bu bölgelerde tahkimat yapmak ve asker bulundurmak yasaklanmıştı. Buna karşılık, bu bölgenin güvenliği Milletler Cemiyetinin garantisi altına konulmuştu. Ayrıca, bu statünün yürütülmesini kontrol için bir Türk temsilcisi başkanlığında, sözleşmede imzası bulunan devletlerin temsilcilerinden oluşan “Boğazlar Komisyonu” kurulmuştu.

Dr. Rifat UÇAROL, Siyasi Tarih, s. 580

 

d. Sadabat Paktı

Sadabat Paktı; Türkiye, Irak, İran ve Afganistan arasında imzalanmış, çok taraflı bölgesel bir antlaşmadır. Bununla taraflar birbirlerine saldırıdan kaçınmayı ve bölgede barışı korumak üzere iş birliği yapmayı benimsemiştir. Bu sadece bir saldırmazlık ve iyi komşuluk paktıdır, savunma için yardımlaşma paktı değildir.

1930 yılında İngiltere, Irak’ın bağımsızlığını, bazı sınırlamalarla tanıyıp onunla bir ittifak antlaşması imzalayınca Irak Hükûmeti İngiltere’ye olan bağımlılığını dengelemek için, Türkiye ile görüşmeler yaptıktan sonra, 1933 sonbaharında İran ve Türkiye’ye birer saldırmazlık antlaşması önermişti. O sırada Irak’ın Türkiye ile ilişkileri gayet iyiydi. Kral Faysal 1931 Haziranında Türkiye’yi ziyaret etmiş, Başbakan Nuri Said Paşa da Ankara’da zaman zaman siyasi görüşmelerde bulunmuştu. Bu dönemde Irak ile İran arasında sorunlar vardı. Bu nedenle Irak, İran’la uzlaşmak istiyordu.

Irak’ın bu girişimleri üzerine, Türkiye ayrı ayrı saldırmazlık paktları yerine, Balkan Paktı örneğindeki gibi, bir bölgesel pakt kurulmasının yararlarını Irak ve İran’a bildirmişti. Üç bölge devletinin imzalayacağı bir metin hazırlanıp 2 Ekim 1935’te Cenevre’de onaylanmıştı. Ancak SSCB’nin önerdiği Afganistan’ın, Irak’ın istediği Suudi Arabistan’ın Pakta alınıp alınmaması üzerindeki görüşmeler ve Irak ile İran arasındaki sorunlar paktın imzalanmasını geciktirmişti. Sonunda Afganistan’ın girmesi kabul edilmiş ve Pakt 8 Temmuz 1937 günü dört devlet arasında Tahran’da Şah’ın yazlık Sadabat Sarayı’nda imzalanmıştır.

Türkiye açısından Pakt, Atatürk’ün barışçı dış politikasını ve ülkenin etrafını dostluk çemberi ile kuşatma isteğini yansıtıyordu. İçerikleri farklı da olsa Balkan Paktı ile Sadabat Paktı Türkiye’nin Batı ile Doğu arasında bir barış köprüsü olmak isteğinin de ilk somut göstergesiydi. Pakt, Batı’da ve İslam Dünyası’nda olumlu karşılanmıştı. Ancak Pakt, 1939’da Dünya Savaşı başlayınca önemini yitirmeye başlamıştır. Savaş boyunca İngiltere Irak’ı denetimi altında tutmuştu. İran ise SSCB ve İngiltere’nin işgaline girmişti. Savaştan sonra durum normale dönünce İran 1948’de Paktın canlandırılmasını hatta Pakta Pakistan’ın da alınmasını önermişti. Savaş sonrasında, SSCB tehditlerine karşı Orta Doğu’da 1955’te Bağdat Paktı kurulunca Sadabat Paktı önemini kaybetmiş ve 1980’de Irak-İran savaşı çıkınca artık var oluş nedenini de yitirmiş, tarihteki yerini almıştır.

e. Hatay Meselesi ve Hatay’ın Anavatana Katılması(30 Haziran 1939)

Halkının büyük çoğunluğu Türk olan ve Misakımillî sınırları içerisinde bulunan Hatay (İskenderun Sancağı), Fransa’yla 20 Ekim 1921’de imzaladığımız Ankara Antlaşması ile Türkiye sınırları dışında kaldı. Bölge, Suriye ile birlikte Fransız mandası altına girdi. O günün şartları gereği böyle bir karar almak zorunda kalan Türkiye, Hatay’daki Türklerin haklarının korunması ve bölgeye özerklik verilmesi için gerekli ortamı hazırlayacak hükümler eklemeyi de ihmal etmedi. Anlaşmanın ilgili maddesine göre İskenderun bölgesi için özel bir yönetim kurulacaktı. Bölgede Türk kültürünün gelişmesi için her türlü imkândan yararlanılarak Türk dili resmî bir niteliğe sahip olacaktı. Fransa manda yönetimi 1921’de İskenderun Özerk Sancağı’nı Halep’e bağladı. İskenderun Sancağı’nda kurulan bu statü, bölgede ve Türkiye’de olumsuz etkiye neden oldu.

Fransa, 1926’da İskenderun Sancağı sınırları içinde, yapılan seçimler ve hazırlanan anayasa sonucunda burada “Bağımsız İskenderun Hükûmeti”ni kurdu. Bu durum, Suriye’de tepkilere yol açtı. Fransa, ikinci bir kararnameyle bu hükûmetin adını değiştirerek “Kuzey Suriye Hükûmeti” adını verdi ve bundan sonra İskenderun Sancağı Şam’a bağlandı. Bölgede yaşayan Türk halkının bu gelişmelere büyük tepki göstermesi üzerine 1930’da Milletler Cemiyeti Mandalar Komisyonu İskenderun Sancağı’nın özel bir statüye tabi olduğunu kabul etti. Böylece, İskenderun Sancağı’nın mali ve yönetim özerkliği uluslararası bir belgeye bağlanmış oldu.

Fransa, 1935’te Suriye ve Lübnan üzerindeki mandasını kaldırdı. 9 Kasım 1936’da Suriye ile bir anlaşma yaparak İskenderun dâhil bölgedeki, bütün yetki ve haklarını Suriye Hükûmeti’ne devretti. (Fransa 1946’da tamamen Suriye ve Lübnan’dan çekildi.) Bu durum Türkiye tarafından tepkiyle karşılandı ve kabul edilmedi. Bu arada Türk Hükûmeti, 9 Eylül 1936’da, Milletler Cemiyetinde İskenderun sorunu hakkında Fransa’ya ikili görüşme yapılmasını önerdi. Fakat öneri kabul edilmedi.

Almanya ve İtalya’daki totaliter rejimlerin yayılmacı politikaları başta Fransa olmak üzere, birçok Avrupa ülkesini endişeye sevk etti. Bu durum Fransa’yı Hatay konusunda anlaşmaya zorlamaktaydı. Türkiye ise sorunlarını diplomasi yoluyla çözen ve dostluğu aranan bir devlet olmuştu. Türkiye, 9 Ekim 1936’da, Fransa’ya bir nota vererek Suriye ve Lübnan’a olduğu gibi İskenderun Sancağı’na da bağımsızlık verilmesini istedi. Fransa, verdiği cevapta, İskenderun Sancağı’nın bağımsızlığının tanınması hâlinde Suriye’nin parçalanmış olacağını, buna da kendisinin yetkili olmadığını bildirdi. Türkiye’nin isteğinde ısrar etmesi üzerine Fransa, sorunu Milletler Cemiyetine götürmeyi önerdi. Türkiye de bunu kabul etti.

İskenderun sorunu, 14 Aralık 1936’da, Milletler Cemiyetinde ele alınarak Sancak için yeni bir statü kabul edildi. Buna göre İskenderun ve Antakya iç işlerinde tam bağımsız, dış işlerinde Suriye’ye bağlı, kendisine özgü bir anayasa ile yönetilen bir statüye kavuşturuldu. 1937’de Türkiye ile Fransa arasında imzalanan bir antlaşma ile Sancak’ın toprak bütünlüğü güvence altına alındı.

Türkiye, Milletler Cemiyetinin kararıyla Hatay’da oluşturulacak yeni statüsünün hemen uygulanmasını istedi. Fransızların engellemeleri üzerine iki ülke arasındaki ilişkiler gerginleşti. Bu arada Türkiye, Milletler Cemiyeti nezdinde durumu protesto ederek Hatay sınırına asker yığmaya başladı. Siyasi gelişmelere paralel olarak Fransa, Hatay’la ilgili tavrını yumuşattı. 6 Haziran 1938’de Hatay’daki valisini geri çekerek yerine bir Türk vali atadı. Daha sonra iki ülke arasında anlaşma ile Hatay’ın toprak bütünlüğü ve siyasi statüsünün ortaklaşa korunması kararlaştırıldı ve 5 Temmuz 1938’de, Türk askeri Hatay’a girdi.

Türkiye ve Fransa’nın gözetimi altında Hatay Meclisi için seçimler yapıldı. Eylül 1938’de Sancak Millet Meclisi, ilk toplantısını yaparak Hatay Cumhuriyeti’nin kurulduğunu ilan etti. Cumhurbaşkanlığına Tayfur Sökmen seçilirken Başbakanlığına da Abdurrahman Melek atandı. Türkiye Cumhuriyeti kanunları ve parası kabul edildi. Hatay Devleti yöneticileri, Türkiye’ye katılmak isteğinde bulundular. Bu sırada Avrupa’da savaş ortamına girilmesi Fransa ve İngiltere’yi Türkiye’ye yaklaştırdı. Fransa ile yapılan anlaşma sonucu Fransa, askerlerini bölgeden çekerek Hatay’ın Türkiye’ye katılmasını kabul etti.

Hatay Millet Meclisi, 23 Haziran 1939 günü yaptığı toplantıda oy birliği ile Anavatan’a katılmak kararını alarak Hatay Devleti’ne son verdi. Aynı gün Fransa imzalanan Ankara Anlaşması ile Hatay’ın Türkiye’ye katılmasını kabul etti ve bir süre sonra Hatay’dan çekildi. TBMM 30 Haziran 1939’da, Ankara Antlaşması nı onayladı. 23 Temmuz 1939 günü yapılan törenle de Hatay Türkiye’ye katıldı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.