İki Savaş Arası Dönemde Avrupa

F. İKİ SAVAŞ ARASI DÖNEMDE AVRUPA

1. Barışın Sürekliliğini Sağlama Çabaları

MİLLETLER CEMİYETİ YASASIBağıtlı (imzacı) yüksek taraflar, uluslararasında iş birliğini geliştirmek ve bu uluslara barış ve güvenlik sağlamak üzere; savaşa girmemek için kimi yükümlülükler üstlenmek, adalet ve onur üzerine kurulan uluslararası ilişkileri açıklıkla sürdürmek, devletler hukuku kurallarına sıkı sıkıya bağlı kalmak, örgütleşmiş ulusların birbirleriyle olan ilişkilerinde adaleti üstün kılmak ve antlaşmalardan doğan tüm yükümlülüklere özenle uymak gerektiğini göz önünde tutarak Milletler Cemiyetini kuran işbu yasayı kabul etmişlerdir…

Madde 10. Cemiyet üyeleri, Cemiyetin tüm üyelerinin toprak bütünlüklerine ve bugünkü siyasi bağımsızlıklarına saygı göstermeyi ve onları herhangi bir dış saldırıya karşı korumayı görev bilir. Saldırı ya da saldırı tehdidi durumlarında Konsey, bu durumla ilgili çareleri düşünür.

Madde 11. Cemiyet üyelerinden birini doğrudan doğruya etkilesin ya da etkilemesin, her savaş ya da savaş tehdidinin cemiyetin tümünü ilgilendireceği ve cemiyetin uluslararası barışı etkin biçimde korumaya yarayacak gerekli önlemleri almakla yükümlü olduğu bildirilir.

Madde 16. Eğer Cemiyet üyelerinden biri 12, 13, ya da 15. maddeler uyarınca üstlendiği yükümlülüklere aykırı olarak savaşa başvurursa Cemiyetin diğer tüm üyelerine karşı bir savaş eyleminde bulunmuş sayılır. Bu üyeler o devletle tüm ilişkileri kesmeyi, kendi yurttaşlarının yasaya uymayan devletin yurttaşları ile tüm ilişkilerini yasaklama görevini yerine getirir.

Emekli Büyükelçi İsmail SOYSAL, Türkiye’nin Siyasal Antlaşmaları, s. 405-410

 Tarihî süreç göz önüne alındığında Milletler Cemiyeti kuruluş amacına uygun politika izlemiş midir? Nedenleriyle açıklayınız.

Dünya barışının korunması ve sürekliliğinin sağlanması amacıyla uluslararası bir teşkilatın kurulma fikri XIX. yüzyılda ortaya atıldıysa da gerçekleşmemişti. I. Dünya Savaşı ise bu düşünceyi daha da güçlendirdi. I. Dünya Savaşı sonunda yapılan antlaşmalarla, bir düzen sağlanmış gözükmekle birlikte birçok soruna da neden olacak bir ortam oluşmuştu. Wilson Prensipleri’nde belirtildiği gibi savaş sonrası ABD ve İngiltere bu amaçla çalışmalara başlamış; Paris Barış Konferansı’nda 32 devlet tarafından uluslararası bir teşkilat kurulması kabul edilmişti. 10 Ocak 1920’de merkezi Cenevre olmak üzere asil üyelerini I. Dünya Savaşı’nda galip gelen devletlerin oluşturduğu Milletler Cemiyeti kuruldu. Daha sonraki dönemde genel kurulun uygun gördüğü devletler Teşkilata katıldı. Ancak ABD, senatonun kabul etmemesi sebebiyle fikir önderliğini yaptığı Cemiyete katılmadı. Savaşta tarafsız kalmış ülkeler asil üyeler arasına alındı. Türkiye de davet üzerine 1932’de Cemiyete katıldı. Kuruluşunda 18 üyesi olan Cemiyet 1920’de 48’e, daha sonra da 63 üyeye ulaştı.

Locarno Antlaşması

Uluslararası barışı korumaya yönelik bir diğer gelişme de Locarno Antlaşması’nın imzalanmasıdır. Bu antlaşma, Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya, Belçika, Polonya ve Çekoslovakya arasında 1 Aralık 1925’te Londra’da imzalandı.

Almanya bu antlaşma ile uluslararası iş birliğine yeniden katılmış oldu. Antlaşmadan hemen sonra da Milletler Cemiyetine üye olarak Avrupa’nın büyük devletleri arasındaki yerini aldı. Antlaşmayla birlikte Avrupa’daki siyasi gerginlik bir süre azaldıysa da bu durum kısa sürdü.

Fransa, Avrupa’daki durumunu güçlendirmek ve ilişkilerini geliştirmek için ABD’ye, bir barış paktı imzalamayı teklif etti. ABD ise savaş sonrası Monroe Politikası gereği Avrupa’daki sorunlara müdahil olmak istemedi. Bu nedenle ABD Dışişleri Bakanı Kellogg, bu paktın bütün dünya devletlerini kapsayacak şekilde düzenlenmesini istedi.

Fransa, bu öneriyi müttefiklerine yardım edemeyeceği ve sorumluluklarını yerine getiremeyeceği düşüncesi ile kabule yanaşmadı. Bunun üzerine Amerika, önerisini Sovyetler dışındaki diğer büyük devletlere bildirdi ve bunlarla görüşmelere başladı. Öneriyi Almanya ve Japonya kabul edince halklarının baskısı karşısında İngiltere ve Fransa da bazı şartlarla kabul etmek durumunda kaldılar.

Briand-Kellogg Paktı 27 Ağustos 1928’de Paris’te ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, Japonya, Polonya, Çekoslovakya ve Belçika arasında imzalandı. Aynı yıl Sovyetler Birliği ve Türkiye de antlaşmaya dâhil oldu.

Briand-Kellogg PaktıBriand-Kellogg Paktı ile “savunmaya dayanmayan savaş, kanun dışı sayılmış ve devletler arası ilişkilerde barışçı yollara başvurulması” esas alınmıştır.

Fransa meşru savunma hakkına, İngiltere ise sömürgeleri ile dünyanın bazı bölgelerinde hareket serbestisine sahip olmak istiyordu. Bu nedenle Fransa ve İngiltere bu antlaşmayı bazı çekinceler koyarak kabul etmişlerdir.

Bütün bu çabalar, ortaya çıkan anlaşmazlıklara çözüm olmadığı gibi, II. Dünya Savaşı’nın çıkmasını da engelleyememiştir. Bunda büyük devletlerin iç ve dış politikalarında meydana gelen gelişmeler de önemli rol oynamıştır.

2. Avrupa’da Sosyal ve Ekonomik Hayat

 

1913-1938 arasında büyük güçlerin sanayi üretimi (1913=100 birim)
DÜNYA ABD ALMANYA İNGİLTERE FRANSA SSCB İTALYA JAPONYA
1913 100 100 100 100 100 100 100 100
1920 93 122 59 92 70 12 95 176
1925 120 148 94 86 114 70 156 221
1930 137 148 101 91 139 235 164 294
1935 154 140 116 107 109 533 162 457
1938 182 143 149 117 114 857 195 552

Prof. Dr. Paul KENNEDY, Büyük Güçlerin Yükseliş ve Çöküşleri, s. 351

 

I. Dünya Savaşı, milyonlarca insanın ölmesinin yanı sıra ABD ve Avrupa’nın siyasi, sosyal ve ekonomik hayatında önemli değişiklilere yol açtı.

Savaş sebebiyle Avrupa’dan ABD’ye yapılan göçler azalırken Avrupa içindeki göçler hız kazandı. Avrupa devletleri istihdam ve çalışma şartlarına yasal düzenlemeler getirmeye başladı. Örneğin Fransa, Hollanda ve ispanya 8 saatlik iş günü uygulamasına geçti.

Savaşın ardından demokratik süreçte önemli değişiklikler gündeme geldi. 1920’den sonra çoğu ülkede bütün yetişkin erkeklere ve bazı ülkelerde kadınlara da oy hakkı tanındı. Böylece seçmen kitlesi genişledi. Büyük savaş, başta ağır sanayiyi, silah ve motorlu taşıt imalatını canlandırdı. Yeni üretim tekniklerinin ve teknolojilerin devreye girmesini sağladı. Sanayileşmiş ülkelerin çoğunda ekonomik atılımlar yaşandı. Politikacılar işçi sınıfının görüşlerini hesaba katmak zorunda kaldı.

Gıda ve ham madde fiyatlarında 1920’lerin başlarında görülen çarpıcı düşüş, bütün Avrupa’da çiftçileri ve köylüleri sarstı. En ağır darbeyi Orta ve Doğu Avrupa aldı. SSCB, sınırlarını ticarete kapatırken Almanya’da hızla yükselen enflasyon ekonomik felç oluşturdu. Ekonomik durgunlukla birlikte işsizlik arttı. Almanya hiperenflasyon döngüsüne girdi. Orta Avrupa para birimleri de bu gelişmelerden zarar gördü. Avrupa ekonomileri ancak 1924’ten sonra düzene kavuşmaya başladı. 1930’larda kırsal alanlardan kentlere göç istikrara kavuştu. Şehir merkezinin uzağına yerleşim yerlerinin kurulması ve buralara hizmet veren demiryolu hatlarının açılmasıyla kentler büyüme sürecine girdi.

1920’li yıllarda ABD ekonomisi hızla büyürken borçlanmaya dayalı bir tüketim patlaması yaşanıyordu. Aynı yıllarda savaştan sonra ülkelerini inşa etmek isteyen Avrupa devletleri de ABD bankalarına borçlanıyordu. Ekim 1929’da ABD borsasının çöküşüyle Amerika,verdiği borçları geri istedi. Şirketler battı, işsizlik hızla yükseldi. 1932’de Alman fabrikalarının üretim hacmi 1928’deki düzeyin ancak % 60’ı kadardı. 1933’te çalışan nüfusun % 44’ü işsiz kalmıştı. Tasarrufları tükenen ve yerel dükkânlarda veresiye alışveriş yapamayan halk, perişan duruma gelmişti. Avrupa’nın diğer devletlerinde de durum aşağı yukarı aynı idi.

1920’lerin sonlarına doğru Rusya’da çok ağır ilerleyen bir ekonomik canlanma görüldü.

Lenin, ülkenin kendi kaynaklarını harekete geçirmeye yönelik olarak 1921’de Yeni Ekonomik Politika’yı (NEP) ilan etti. Lenin’in 1924’te ölmesiyle iktidarı ele geçiren Stalin 1928’de ilk beş yıllık kalkınma planını uygulamaya koydu. Tarım alanında uygulanan kollektifleştirme politikası Rus köylülerinin tepkisine neden olarak 1930’larda tarım bunalımına yol açtı.

1932’de Stalin, ilk beş yıllık plan hedeflerine 4,5 yıl içinde ulaştı. Rusya’nın uyguladığı planlı ekonomi sanayide hızlı bir gelişme sağladı.

1920’lerde ekonomik kriz içinde olan Almanya ekonomisi, 1930’ların ortalarında tekrar büyümeye başladı. Büyüme sürecine giren birçok Avrupa ülkesi sosyal güvenlik sistemlerini geliştirmeye yöneldi. Yaşlılar için emeklilik, işsizlik sigortası, iş kazaları tazminatı gibi yenilikler kabul edildi.

Almanya, Adolf Hitler’in 1933’te iktidara gelmesi ile köklü bir rejim değişikliği yaşadı.

Hitler, Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi (Die Nationalsozialistische Deutsche Arbeiterpartei)nin önderiydi. Hitler başa geçince önce anayasayı değiştirerek rakip partileri saf dışı bıraktı. Sonra silahlı kuvvetleri yeniden kurdu. Diplomatik manevralara girişerek Almanya’yı yeniden büyük bir devlet yapmak istedi. Hitler içerde işsizliğe son vererek Alman halkının çoğunun sevgisini pekiştirirdi ve Almanya’yı kısa sürede Avrupa’nın en etkin gücü konumuna yükseltti.

Hitler, Almanya’nın geleceğinin ancak doğudaki geniş toprakları ele geçirip Almanların buralara yerleştirilmesiyle güvence altına alınacağını öne sürdü. Hitler’in 1 Eylül 1939’da Polonya’ya saldırması II. Dünya Savaşı’nın başlamasına yol açtı.

İngiltere’de savaş öncesindeki refah düzeyine ulaşma çabalarından istenen sonuç alınamadı. Ülkede yüksek oranda işsizlik görüldü. Fransa’da harap olan ülkeyi yeniden imar etmek için büyük kamu harcamalarına ihtiyaç duyulması ekonomik kalkınmayı önledi.

İtalya’da savaşın neden olduğu huzursuzluklar 1922’de Faşist Partisini (Partito Nazionale Fascista) iktidara getiren bir hükümet darbesine yol açtı.

 

1930'larda dünya ekonomisinin işleyişini gösteren şema

3. Totaliter Rejimlerin Kuruluşu

FAŞİZM VE NAZİZM’İN DOĞUŞUFAŞİZM VE NAZİZM’İN DOĞUŞU

…”Siyasi Düşünceler Tarihi” yazarı, faşizim ve nazizm ideolojilerinin doğuş sebeplerini şöyle izah ediyor:

Her iki ideoloji de savaşın ve bozgunun çocuğudurlar. Yani bir öfke, bir hınç, bir isyan belirtirler.Ayrıca bu ideolojiler, sefalet ve buhrandan, işsizlikten ve açlıktan doğdular… Bir isyan ve bir ümitsizlik hamlesi olarak ortaya çıktılar.

Cemil MERİÇ, ümrandan Uygarlığa, s. 112

Metne ve karikatüre göre rejim değişikliklerinin görülmesinde hangi faktörler etkili olmuştur?

a. İtalya’da Faşizm

İtalya, I. Dünya Savaşı’na yeni sömürgeler elde etmek için katılmıştı. Ancak savaş sonunda umduğunu elde edemediği gibi vaat edilmesine rağmen Alman sömürgelerinden ve Anadolu’dan da pay alamadı. Savaş, İtalya’nın sosyal ve ekonomik hayatında sarsıntılara neden oldu. Aynı zamanda İtalya’da liberal demokrasinin yanında sosyalizm, komünizm gibi akımlar önem kazandı. Bu akımların etkisiyle işçiler, fabrikaların idaresine ve kararlarına ortak olmak istediler. Ayrıca ülkenin her tarafına dağılmış asker kaçakları, terhis olan asker ve aydınların maddi ve manevi beklentileri, işsizlik, iç politikada istikrarı bozdu. Bu durum Benito Mussolini liderliğindeki Faşist Partisinin işine yaradı.

Kasım 1919’da seçimlere ilk kez katılan bu Parti, meclise giremedi ancak ülkedeki karışıklıktan dolayı aydınlar, askerler ve halk arasında hızla taraftar topladı. 1922 Ağustosundaki genel işçi grevi ekonomiyi felce uğratıp ülkeyi karıştırdı. Faşist Partisinin “Kara Gömlekliler”i Napoli’den Roma’ya yürüdü. Darbe yapılmasından çekinen hükûmet istifa etti. İtalyan kralı 30 Ekim 1922’de başbakanlığa Mussolini’yi atamak zorunda kaldı.

MUSSOLİNİ İTALYA’SI

Mussolini, başlangıçta temkinli ve dikkatli bir politika takip etti. Muhalefeti susturabilmek ve tepkileri önlemek adına ilk kabinesinde partisinden yalnızca 3 kişiye bakanlık verdi. Öyle ki iktidarının ilk yıllarında ülkede kanun, hâkimiyet ve kamu düzeni tam anlamıyla kuruldu. Bir yandan sendikaların varlığına saygı gösterilirken diğer yandan özel sektöre güven duygusu kazandırıldı. O dönemin önde gelen liberal düşünürleri parti sayesinde İtalya’da kanun hâkimiyetinin ve kamu düzeninin kurulduğunu, demokrasinin ülkede yalnızca anarşi ve demagojiye sebep olduğunu belirten yazılar yazdılar. Ancak 1924 yılına doğru İtalya’nın siyasi havası tekrar bozulmaya ve Mussolini’ye karşı muhalefet sesini yükseltmeye başladı.

1924 yılında parlamentoda Mussolini’nin sosyalistler tarafından ağır bir şekilde eleştirilmesi sonrasında meydana gelen olaylar iktidar kavgasını şiddetlendirdi. Muhalefet 31 Aralık 1924’te Floransa’da büyük bir miting tertip etti. Ancak bu mitingin Mussolini taraftarlarınca basılması, muhalefetten iki gazetecinin öldürülmesi, birçok hukuk bürosunun tahrip edilmesi liberal demokrat muhalefetle, iktidar arasındaki kavgayı şiddetlendirdi. Bunun üzerine harekete geçen Mussolini 1926 yılında eski liberal anayasanın yerine yeni bir anayasa yürürlüğe koydu.

Mussolini 1926’daki ünlü Scala nutkunda “Her şey devlet içinde ve devlet için, hiçbir şey devlet dışında ve başka bir şey için değildir. (…) Birey devletle uyumlu olduğu ölçüde önemlidir.” diyordu. Bütün iktidarı elinde tutan hükûmet atamalarda tek söz sahibiydi ve bütün yetkiler Mussolini’nin elindeydi. Toplumu kontrol etmek için kullanılan başlıca araçlar Mussolini taraftarlarının eline geçmişti.

1927 yılında iş hukukunda yapılan değişikliklerle hür sendikacılığın yerini, korporatif iş yasası aldı. Böylece her meslek grubu bir sendika hâlinde teşkilatlandırılmıştı. Devlet bu korporatif teşkilatlanma vasıtasıyla ekonomiyi kontrol altına almıştı. Aynı yıl ceza yasasında yapılan değişiklik sonucu iktidar partisi dışındaki bütün siyasi partilerin faaliyetleri yasaklandı. Muhalefet milletvekillerinin de parlamento üyeliği kaldırıldı. Böylece tam bir diktatörlük dönemi başladı.

Mussolini dış politikayla ilgili olarak “Sürekli barış ne mümkün ne de faydalıdır. Sadece savaş insan enerjisini en yüksek gerilimde tutar. Savaş dışındaki diğer bütün sınavlar insanı önemli kararlar almak zorunda bırakmazlar. Yalnızca savaş, yaşama ya da yok olma kararlarının alındığı durumdur.” diyordu.

Prof. Dr. Bülent DAVER, Çağdaş Siyasal Doktrinler, s. 131-135’den yararlanılmıştır.

b. Almanya’da Nazizm

Almanya, I. Dünya Savaşı sonlarına doğru cephe gerisinde iç sorunlarla karşı karşıya kaldı. Kasım 1918’de askerî bir ayaklanma sonucu imparatorluk yıkılarak cumhuriyet ilan edildi. Ateşkes anlaşmasının imzalanması, iç karışıkları daha da artırmış, Almanya iç politika ve ekonomik yönden çöküntüye uğramıştı. Versay Antlaşması’nın imzalanması ise bu bunalımı daha da artırdı. Bu anlaşma toplumun her kesimi tarafından tepkiyle karşılandı. Bunlar yaşanırken Ağustos 1919’da “Weimar Anayasası” ilan edilerek demokratik düzene geçildi.

Temmuz 1922 1 dolar 493 mark
Temmuz 1923 1 dolar 353.412 mark
Eylül 1923 1 dolar 98.860.000 mark
Kasım 1923 1 dolar 4.200.000.000 mark
1 litre süt (15.11.1923) 340 milyar mark
1 kilo ekmek (15.11.1923) 580 milyar mark
1 kilo et (15.11.1923) 2,6 trilyon mark

I.Dünya Savaşı’ndan sonra Alman ekonomisi

Yıllar Sanayi üretimi(endeks 1928=100) İşsizlik
Tüketimmalları Donatımmalları (milyon)
1933 90 56 3,7
1934 91 81 2,3
1935 95 81 1,8
1936 100 114 1,1
1937 107 130 0,5
1938 116 144 0,2

Nazi yönetiminde Alman ekonomisi

 

Georges LANGLOIS, 20. Yüzyıl Tarihi, s. 104, 173

Weimar Cumhuriyeti’nin hükûmetleri Almanya’nın savaş sonrasında karşılaştığı siyasi, ekonomik ve sosyal sorunları çözmekte yetersiz kaldı. Kurulduğu günden itibaren Versay Antlaşması’nın yok edilmesini ve Alman ırkının üstünlüğünü savunan Nazi Partisi 1924 seçimlerinde ilk kez parlamentoya girdi.

1929 dünya ekonomik buhranı ile Almanya’nın sanayi üretimi yarı yarıya düştü. Ticarethaneler iflas etti ve işsiz sayısı birden bire artmaya başladı. Bütçede açığın kapatılması için vergi borçlarının arttırılması, bir yandan da Almanya’nın savaş tazminatını ödemekte zorlanması Nazi Partisini güçlendirdi ve taraftar sayısını arttırdı. 1930 seçimlerinde en güçlü ikinci parti olan Nazi Partisi, 1932 seçimlerinden en güçlü parti olarak çıktı. 30 Ocak 1933’te Adolf Hitler başbakan oldu ve bir fırsatını bularak komünistlere karşı sert tedbirler aldı. İlk iş olarak seçimleri yeniledi. Ancak Mart 1933 seçimlerinde çoğunluğu sağlayamadı. Bunun üzerine Hitler, tevkif edilen komünist ve sosyal demokrat milletvekillerinin bulunmadığı sırada meclisten 4 yıl süre ile olağanüstü yetkiler alarak diktatörlüğünü ilan etti. Nazi Partisi, Alman milletinin ekonomik kültürel ve sosyal hayatını her yönüyle kontrol altına aldı.

NAZİ İKTİDARI 

Nazi Partisi, düşüncelerini herkese kabul ettirebilmek için Almanların isteklerine hitap etmeye çalıştı. Endüstri, savaş sanayisine kaydıkça büyük şirketlerin de kasalarına milyarlarca mark girecekti. Alman generallerin rütbe, yeni görev, yüksek maaş ve madalyalara kavuşarak toplum içinde saygınlığı artacaktı. Toprak sahiplerine Avrupa’da yeni topraklar vaat ediliyordu. Bu yeni toprakların işsizliği de ortadan kaldıracağına inanılıyordu. Şimdiye kadar önemsenmemiş dükkân sahipleri, ufak bürokratlar, öğretmenler ve çeşitli meslek erbabı itibar kazanacaktı. Toplumun tüm kesimine hitap etmeye çalışan Hitler’e başlangıçta en büyük destek büyük iş çevrelerinden geliyordu. İktidarı Nazi Partisine verme kararı da 16 Ocak 1933’te Hitler’in büyük iş adamları ile yaptığı ortak toplantıda alındı. Sahte bir birlik havası ve saldırı ile genişleme ideali oluşturuldu. Buna karşı sessiz ve kör bir disiplin istendi. Ekonomi denetim altına alındı. Nazi ileri gelenleri şirketlerde söz sahibi oldu. Hiçbir özgürlük gösterisi hoşgörü ile karşılanmadı. Gestapo (Alman gizli servisi), kişi ve gruplar üzerinde sınırsız bir yetki kurmuştu. Herhangi birini mahkeme kararı olmadan tutuklayıp alıkoyabiliyordu. Gestapo, en tipik Nazi örgütüydü. (…)

Nazizm, disiplin, emirlere bağlılık, görev anlayışı, düzen, cesaret vb. özelliklerin sadece Alman ırkında olduğunu iddia ediyordu. Bu nedenle başka ırklarla karışarak bu özelliklerin kaybedilmemesi gerektiğini savunuyordu.

1934’te kurulan “Adolf Hitler Okulları” parti için propagandacı yetiştirmekle görevlendirilmişti. Bu okullarda gençlere eksik bilgi verilmekle kalınmıyor, kütüphaneler taranıyor bazı kitaplar meydanlarda yakılıyor. Bir grup bilim insanı, yazar ve sanatçıya yasaklamalar konuyordu. Naziler okunur veya okunmaz diye yazarlar listesi ilan etmekteydiler. Nazi ideolojisiyle uyuşmayan her şey zamanla okul kitaplıklarından çıkarıldı. Tarih, ırkçı ve şöven şekli ile yeniden yazıldı.

Naziler bu rejime “Halk Toplumu” dediler. Bunu yerleştirip sürdürmek için de 10-15 yaş gurubu ile 15-18 yaş gurubundakileri farklı yerlerde topladılar. Savaş çıkmadan önce bu gençlik örgütlerinde 9 milyona yakın çocuk vardı. Onları topluca sinemaya, konsere, tiyatroya, dansa götürüyorlardı. İşsizlere de tabak tabak çorba veren yerler açılmıştı. Tüketim mallarının fiyatlarının yükselmesi yasaklandı. Konut sorununu çözmek için bütçeden büyük paralar ayrıldı. İşçi çıkarmak zorlaştı. Ucuz Volkswagen otomobiller üretildi. Böylece Naziler, Almanya’da hedeflerine ulaşmayı amaçladılar. (…) Bu dönemde Alman dış politikasının hedeflerini Hitler şu sözlerle ifade etmiştir: “Nasyonal-Sosyalist akım, (…) onu bu günkü dar yurdundan çıkarıp yeni topraklara doğru yürütmek cesaretini göstermek zorundadır… Nasyonal Sosyalist akım, bu günkü nüfusumuzla toprak düzeyimiz arasındaki dengesizliği ortadan kaldıracak tarihsel geçmişimizle bu günkü güçsüzlüğümüz arasındaki dengesizliği yok etmeye çalışacaktır. Dünya üzerinde insanlığın bekçileri olarak en yüksek ödevlerin bize düştüğünü bilecektir.”

Prof. Dr. Türkkaya ATAÖV, II. Dünya Savaşı, s. 14-17 ve Prof. Dr. Bülent DAVER, Çağdaş Siyasal Doktrinler, s. 155’ten yararlanılmıştır.

c. İspanya’da Franco Dönemi

İspanya’da XIX. yüzyıldan beri istikrarsızlık ve iç karışıklıklar yaşanmıştır. 1902’de İspanya tahtına geçen XIII. Alfonso anayasayı ilan etmesine rağmen ülkede istikrar sağlanamadı. 1923’te ordu yönetime müdahale ederek bütün demokratik müesseselerin kapatıldığı asker destekli bir yönetim kurdu. Başarısız olan hükûmet askerî desteğini kaybedince istifa etti ve anayasal sistem tekrar kuruldu. Fakat bu gelişme de ülkeye huzur getirmedi ve Kral Alfonso ülkeyi terk edince cumhuriyet ilan edildi. Yeni cumhuriyet yönetiminin dine ve din adamlarına karşı tavır alması, toprak reformlarına girişmesi ve köylülerin, zenginlerin topraklarını ele geçirmek istemesi silahlı çatışmalara sebep oldu. 1936’da karşıt gruplar arasında işlenen cinayetler iç savaşın başlamasına yol açtı.

İspanya iç savaşı milliyetçiler ve cumhuriyetçiler arasında gerçekleşti. Cumhuriyetçiler Valencia’da, milliyetçiler de Franco liderliğinde Burgos’ta hükûmet kurdular. Avrupa’nın büyük devletleri de bu savaşta taraf oldular. Fransa ve özellikle Sovyetler, ideolojik yönden kendilerine yakın buldukları cumhuriyetçileri, Almanya ve İtalya ise milliyetçileri destekledi. İngiltere, kamuoyunun baskısı sebebiyle barıştan yana tavır takındı. 1938’den itibaren milliyetçilerin hızlı ilerleyişi karşısında cumhuriyetçiler direndiyse de başarılı olamadılar. 1939’da Madrid’in milliyetçiler tarafından ele geçirilmesiyle iç savaş son buldu.

İç savaş sonrasında iktidara gelen Franco yönetimi ilk dönemlerde Batılı devletler tarafından dışlandı. II. Dünya Savaşı’ndan sonra BM’nin İspanya ile ilişkilerini kesmesiyle bu olumsuz süreç devam etti. Soğuk Savaş döneminde kutuplaşmanın artmasıyla Batılı devletlerin İspanya’ya yakınlaşması ilişkilerin düzelmesini sağladı. İspanya 1955’te BM’ye, 1958’de Avrupa Ekonomik İş Birliği Teşkilatına girdi ve ABD ile imzalanan anlaşma ile bu devlete üsler verdi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.