4. Ünite: İslam Tarihi Ve Uygarlığı (13. Yüzyıla Kadar) Ünitesi Ders Notu

4. ÜNİTE: İSLAM TARİHİ VE UYGARLIĞI (13. YÜZYILA KADAR)

1. KONU: İSLAMİYETİN DOĞUŞU VE İLK İSLAM DEVLETLERİ

2. KONU: TÜRK-İSLAM BİLGİNLERİ

Hazırlanalım
1. İslamiyetin doğuşu sırasında dünyada hangi inançlar bulunuyordu? Araştırınız.
2. Halifelerin belirlenmesi açısından Dört Halife Devri özelliğe sahiptir? Araştırınız.
3. İslam Uygarlığının dünya uygarlığına katkıları nelerdir? Araştırınız.
4. Abbasilerin Türklere yönetim ve orduda görev vermelerinin nedenleri sizce neler olabilir?
5. İspanya’da Endülüs Emevilerinden günümüze kalan eserleri araştırınız.

1. KONU: İSLAMİYETİN DOĞUŞU VE İLK İSLAM DEVLETLERİ

TEMEL KAVRAMLAR
• Mabet
• Mecusilik
• Haniflik
• Skolastik
• İslamiyet
• Panayır
• Putperestlik

“Bütün dünyanın Müslümanları Allah’ın son peygamberi Hazreti Muhammed’in gösterdiği yolu takip etmeli ve verdiği talimatlara tam olarak uymalı. Tüm Müslümanlar Hazreti Muhammed’i örnek almalı ve kendisi gibi hareket etmeli. İslamiyetin hükümlerini olduğu gibi yerine getirmeli. Zira bu şekilde insanlar kurtulabilir ve kalkınabilir.”
M. Kemal ATATÜRK Ahmet Gürtaş, Atatürk ve Din Eğitimi, s.71.

1. İslamiyet Öncesi Dünyanın Genel Durumu

İslamiyet Öncesi Dünya
Düşünelim

1. Yukarıdaki haritaya göre İslamiyetin doğduğu VII. yüzyılda dünyada hangi devletler vardır?
2. Atatürk, Hz. Muhammed’in hangi yönüne vurgu yapmıştır?
3. Yukarıdaki kavramlar sizlere neleri çağrıştırmaktadır?
İslamiyetin meydana getirdiği değişimi anlayabilmek için, İslamiyetten önceki dünyanın genel durumunu bilmek gerekir. Bunun için Asya, Avrupa, Afrika kıtalarındaki ve İslam dininin ortaya çıktığı Arabistan bölgesindeki yaşam biçimleri, devlet yapıları ve dinî düşünceler incelenmelidir.

a. Avrupa

Avrupa, Kavimler Göçü’nün etkisiyle büyük karışıklıklar içindeydi. Fransa’da, Vizigotlarla Franklar arasındaki savaşlarda binlerce insan ölmüştü. İspanya ve Güney Fransa’da taht kavgaları hüküm sürmekteydi. İngiltere’yi Anglo Saksonlar istila etmişti. Bu istilalarda binlerce insan öldürülmüştü. Gotların, Vandalların ve diğer Germen kavimlerin sürekli akınları yüzünden, Avrupa âdeta bir harabe halindeydi.

Aynı dönemde Macaristan’da devlet kuran Avarlar, Doğu Roma’yla ve barbar kavimlerle mücadele içerisindeydi.

Avrupalıların büyük çoğunluğu Hristiyandı. Gözlem ve deneyi reddeden skolastik düşüncenin etkisi ile bilim ve düşünce sınırlandırılmıştı. Kilise farklı anlayışları ortadan kaldırmaya çalışmıştı. Azınlık durumundaki Yahudilere ve farklı inanç sahiplerine ağır baskılar yapılmıştı. Halk, toplumsal sınıflara bölünmüştü. Geniş halk kitleleri kilise ve toprak sahiplerinin baskısı altında bulunmaktaydı.

b. Afrika

İslamiyetin doğuşu sırasında Afrika’nın siyasi bakımdan önemli olan bölgeleri, Kuzey Afrika ile Habeşistan’dı.
Afrika’nın kuzey kısımları Doğu Roma’nın egemenliğindeydi. Doğu Roma-Sasani rekabeti yüzünden Mısır halkı sürekli baskı altında tutulmuştu. Habeşistan’da ise Habeş Krallığı vardı.
Hristiyanlık, bu ülkede IV. yüzyıldan itibaren yayılmaya başlamış ve İmparator Ezana da 320 yılında Hristiyanlığı kabul etmişti. Hristiyanlık, İmparatorluğun resmî dini olmasına rağmen yerli halkın bir kısmı eski dinleri olan putperestliği sürdürmüştür.

c. Asya
Doğu Roma: Kavimler Göçü’nden sonra Roma İmparatorluğu, Doğu ve Batı Roma olmak üzere ikiye ayrılmıştı (395). Doğu Roma İmparatorluğu’nun başkenti İstanbul’du.
VI. yüzyılda Justinianos Döneminde en parlak devrini yaşayan Doğu Roma’nın sınırları, doğuda Kafkaslardan batıda Batı Akdeniz havzasına, kuzeyde Balkanlar’dan güneyde Mısır ve Kuzey Afrika kıyılarına kadar uzanıyordu.
İslamiyetin doğuşu sırasında, Doğu Roma’da Herakleios (Herakliyus) sülalesi iktidardaydı. Doğu Roma İmparatorluğu batıda Avar ve Slavlarla, doğuda ise Sasanilerle mücadele hâlindeydi.
Doğu Roma’da halk, sosyal sınıflara ayrılmıştı. Halkın çoğunluğu Kilise ile toprak sahiplerinin etkisi altında yaşıyorlardı.
Doğu Roma, İslamiyetin doğuşu esnasında en güçlü Hristiyan devleti idi.
Sasaniler: Ön Asya’da, Doğu Roma’dan sonra en güçlü devletti. İslamiyetin doğuşu sırasında Sasaniler, Doğu Roma’yla yaptıkları mücadeleler ve kendi içindeki taht kavgaları sonucu iyice zayıflamıştı. Halk, savaş ve iç karışıklıklar sonucu sıkıntı içerisindeydi. İran’da esası ateşe tapıcılık olan Zerdüştlük dini egemendi.
Kök Türkler: Orta Asya’nın en güçlü devletini kuran Kök Türkler, 582 yılında ikiye bölünmüştü. İslamiyetin doğuşu sırasında Doğu ve Batı Kök Türk devletleri olarak, siyasi varlıklarını sürdürmekteydiler.

Türklerle Araplar arasındaki ilişkiler Cahiliye Dönemi adı verilen İslam öncesi döneme kadar uzanıyordu. Türkler ve Araplar, Sasani ordusunda görev almış ve ipek yolu üzerinde yaptıkları ticari faaliyetlerle birbirleriyle karşılaşmışlardı. Türk-Arap ilişkilerine ait ilk bilgiler, cahiliye şiiri olarak bilinen edebi ürünlerde ve Hz. Muhammed’in bazı sözlerinde görülmüştür.
Halk arasında çağdaşı olan diğer toplumlardan farklı olarak kölelik anlayışı ve sosyal sınıf farklılığı yoktu.
Kök Türkler, Gök Tanrı dinine inanıyorlardı. Kök Türk hanedanları arasında Budizmi benimseyenler de vardı.

Hindistan: Hindistan, Asya’nın güneyinde yer alan büyük bir yarımadadır. Bölgede çeşitli ırk, din ve kültürler var olduğundan siyasi birlik sağlanamamış ve güçlü bir devlet kurulamamıştı. Hindistan’da siyasi bir birlik kurulamamasının nedenlerinden biri halkı kesin sınırlarla sosyal sınıflara ayırmış olan kast sistemidir.
İslamiyetin doğuşu sırasında Hindistan, siyasi olarak Asya kıtası üzerinde etkin bir devlet konumunda değildi. Hindistan’ın en eski inancı, Veda inanışıdır. Bu inanış, tabiata ve tabiat kuvvetlerine tapınma esasına dayanırdı.
Çin: Çin, Güneydoğu Asya’da yer alan büyük bir ülkedir. Eski ve köklü bir medeniyet merkezidir. İslamiyetin doğuşu sırasında Çin’de Sui hanedanı egemen durumdaydı. Çinliler Kök Türklerle sürekli mücadele içindeydiler. Ülke içinde de taht kavgaları vardı.
Halk, sosyal sınıflara ayrılmıştı. Çin’de görülen iki büyük inanış, Taoizm ve Konfüçyüsçülük inanışlarıdır. Bu inançların yanında Çin’de Budizm de yayılmıştı.
Japonya: Asya’nın doğusunda Büyük Okyanus’ta birçok ada üzerinde kurulmuş olan ülkedir. İslamiyetin doğuşu sırasında siyasi bir etkinliği yoktu.
Japonlar, Şintoizm inanışına sahiplerdi. Bu din, tabiat kuvvetlerine tapınma esasına dayanmaktadır. Ayrıca Japonya’da Budizm, Taoizm ve Konfüçyüsçülük inanışları da yayılmıştı.

d. Arap Yarımadası

İslamiyet öncesi Arap Yarımadası2
Asya’nın güneybatısında yer alan Arap Yarımadası’nın en önemli bölgeleri Hicaz, Necid ve Yemen’dir. Yemen tarıma elverişli topraklara sahip bir bölgedir. Necid bölgesi ise hayvancılığa elverişlidir. Mekke, Medine ve Taif şehirlerinin bulunduğu Hicaz, özellikle ticaret yollarının geçtiği önemli bir bölgedir. Arabistan’da İslamiyet öncesinde yıldızlara tapınma, putperestlik, Hz. İbrahim’in dini olan Haniflik inanışı ile Hristiyanlık ve Musevilik gibi inançlar da bulunmaktaydı.

Yorumlayalım: Arap Yarımadası halkının çoğunluğunu Arapların oluşturmasına rağmen aynı dönemde birden fazla devletin kurulmasının sebepleri neler olabilir?

İslamiyetten önce Araplar, kabileler hâlinde yaşarlardı. Kabilelerin başında şeyh denilen reisler vardı. Kabileler aynı kökten gelen ailelerden oluşurdu. Ailede erkek söz sahibiydi. Erkeklerde çok eşlilik görülürdü. Kız çocuklarına değer verilmez, kadın miras hakkından yararlanamazdı.
İslamiyet öncesi Arap toplumunda, kabileler arası kan davaları yaygındı. Araplarda halk genel olarak köleler ve hürler olmak üzere iki gruba ayrılırdı. Köleler sahipleri tarafından alınır, satılır ve ticaret malı olarak kabul edilirdi.
Arapların şehirde yaşayanlarına medeni, çölde yaşayanına bedevi denilirdi. Bedeviler daha çok göçebe biçiminde yaşar ve hayvancılıkla uğraşırlardı. Çöl şartlarına dayanıklı olan deve ile koyun, keçi ve at beslenirdi. Medeniler ise tarım ve ticaretle geçinirlerdi. Tarım, vahalarda yapılırdı. En önemli tarım ürünü hurma idi.
İslamiyetten önce konuşma ve yazı dili olarak Arapça kullanılırdı. Arap alfabesi Nebatlıların kullandığı yazıdan yararlanılarak oluşturulmuştu.
Arabistan’da ticari ve toplumsal hayatın en önemli unsuru, belli zamanlarda Mekke ve çevresinde kurulan panayırlardı. Bu panayırlardan en önemlisi ve en büyüğü Mekke civarında kurulan Ukaz Panayırı’dır.
Mekkeliler kervan ticareti ile de uğraşırlardı. Afrika ve Hindistan’dan gelen mallar, kervanlar aracılığı ile Suriye ve Mısır’a taşınırdı. Mekke, Medine ve Taif şehirleri, ticaret sayesinde oldukça zenginleştiler. Ticaretle uğraşanlar, toplumda itibarlı kişiler olarak kabul edilirdi.

UKAZ PANAYIRI
Arabistan’da ticari ve toplumsal hayatın en önemli unsuru, belli zamanlarda Mekke ve çevresinde kurulan panayırlardı. Bu panayırlar Arapların birbirleriyle savaşmadıkları dört aydan oluşan Haram Ayları’nda düzenlenirdi. Arap halkının sosyal ve kültürel hayatında önemli gelişmeler sağlayan panayırlarda ticaret, eğlence ve yarışmalar ön plana çıkmıştır. Panayırların düzenlendiği dönemlerde Araplar Kâbe ve putlarını ziyaret ederlerdi. Panayırlarda düzenlenen yarışmalar kısa süreli de olsa toplumsal barışı ve hoşgörüyü sağlardı. Şiir okuma yarışmaları Arap edebiyatının gelişmesinde etkili olmuştur. Yarışmada beğenilen şiirler, Kâbe’nin duvarına asılır, yarışmaları kazananlara çeşitli ödüller verilirdi.
Nuri Ünlü, Ana Hatlarıyla İslam Tarihi, s. 35’ten özetlenmiştir.
Cevaplayalım
Yukarıdaki metne göre Mekke ve çevresinde panayırlar düzenlenmesinin sebepleri neler olabilir?

BİR GECE
On dört asır evvel, yine böyle bir geceydi
Kumdan, ayın ondördü, bir öksüz çıkıverdi!
Lakin o ne hüsrandı ki; hissetmedi gözler;
Kaç bin senedir, halbuki bekleşmedelerdi!
Nerden görecekler? Göremezlerdi tabi:

Bir kerre, zuhur ettiği çöl en sapa yerdi;
Bir kerre de, ma’mure-i dünya, o zamanlar,
Buhranlar içindeydi, bugünden de beterdi.
Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta;
Dişsiz mi bir insan, onu kardeşleri yerdi!
Mehmet Âkif ERSOY, Safahat, s. 179.
Cevaplayalım
Yukarıdaki şiirde İslamiyet öncesi Arabistan’ın durumu anlatılmaktadır. Buna göre;
1. İslamiyet öncesi Arabistan’da insanlar arasındaki ilişkiler hakkında neler söylenebilir?
2. “Kumdan, ayın ondördü, bir öksüz çıkıverdi” ifadesiyle kast edilen kimdir?

 

2. İslamiyetin Doğuşu ve Yayılışı
a.Hz. Muhammed’in Peygamberlik Öncesi Hayatı
Hz. Muhammed, 571 yılında Mekke’de doğdu. Babası Abdullah, annesi Âmine’dir. Babası Hz. Muhammed doğmadan ölmüştü. Hz. Muhammed doğduktan sonra sütannesi Halime’ye verildi. Altı yaşına geldiğinde annesi ölünce dedesi Abdülmuttalip’in yanında yaşamaya başladı. Hz. Muhammed sekiz yaşındayken dedesinin ölümü üzerine, amcası Ebu Talip onu yanına alarak büyütmüştür.
Hz. Muhammed, dedesinin vefatından sonra amcasının kervanlarına yardım etmeye başladı. Hz. Muhammed amcasının kervanıyla Şam’a giderken Şam ve Kudüs arasındaki Busra’da, Bahira adında bir rahiple karşılaştılar. Rahip, Hz. Muhammed’i görünce amcasına Hz. Muhammed’in son peygamber olacağını ve gelecek peygambere ait özellik ve belirtilerini bilen Yahudilerce öldürülebileceğini söyledi. Bunun üzerine amcası, Hz. Muhammed’le birlikte Mekke’ye geri döndü.
Hz. Muhammed daha önce olduğu gibi gençlik çağlarında da güvenilirliği, doğruluğu ve dürüstlüğü ile ün saldı. Yalan söylediği hiç görülmedi. İşte bu ününü duyan Hatice adındaki Mekke’li bir tüccar, Hz. Muhammed’e ticaret kervanlarının sorumluluğunu verdi. Hz. Muhammed 25 yaşında iken Hz. Hatice ile evlendi. Hz. Hatice’den ikisi erkek, dördü kız olmak üzere altı çocuğu oldu.
Hz. Muhammed’de güzel huyların tümü vardı. Cömertti, yardımseverdi, kinci değildi. Mütevazı tavırlarıyla saygınlığını kabul ettirmişti. Putlara itibar etmez, putlara tapmanın yanlış olduğunu düşünürdü. Ticaretle uğraştığı hâlde, hiç kimse ile ticari anlaşmazlığa düşmedi. Halkın arasında “güvenilir Muhammed” anlamına gelen “Muhammed’ül Emin” unvanıyla tanınmıştı.
KÂBE HAKEMLİĞİ
Hz. Muhammed 35 yaşına girmişti. Bu sırada Kâbe’nin tamiri devam ediyordu. Son durumu görmek için Hz. Muhammed evinden çıkıp Kâbe’ye doğru yürümeye başladı. Kâbe’ye yaklaştığı sırada;
– İşte Muhammed, doğru ve dürüst bir adam! diye bir ses duydu.
Hz. Muhammed şaşırdı. Önce ne olduğunu anlayamadı. Kendisine;
– Biliyorsun, uzun süredir Kâbe’yi tamir ediyoruz. Dedelerimizin Hacerülesved adını verdikleri taşı yerinden çıkardık. Şimdi de onu yerine koymak istiyoruz. Ancak her kabile diğerlerinden üstünüm, diyerek taşı oraya kendisi koymak istiyor. Aramızda büyük bir kavga çıkmak üzereyken Kureyş’in en yaşlısı Huzeyfe bin Mugire, Kâbe’nin kapısından ilk kim girerse taşı yerine koymak için hakemlik yapsın, dedi. Bu teklifi herkes kabul etti. Biraz bekledik, seni kapıda görünce çok sevindik. Mekke’de buna en layık kişi sensin. Çünkü kardeşimize bile güvenemediğimiz bir ortamda mallarımızı ancak sana emanet edebiliyoruz, denildi.
Hacerülesved’in önemini bilen Hz. Muhammed, taşı bir yaygının üzerine koydu her kabilenin ileri gelenini yaygının ucundan tutmaya çağırdı. Herkes tutup kaldırınca, o da taşı alıp yerine yerleştirdi.
Hz. Muhammed’in bu çözümünden bütün kabileler memnun oldu ve herkes onun zekâsını takdir etti.
Ibn-i Hişam, Hz. Muhammed’in Hayatı, s. 218-223’ten özetlenmiştir.
Cevaplayalım
Mekkeliler, Hz. Muhammed’in Kâbe hakemliğine neden sevinmişlerdir?
Uygulayalım
Hz. Muhammed‘in Mekke‘deki faaliyetlerini rapor halinde yazınız.

b. Müslümanların Mekke’deki Faaliyetleri
Hz. Muhammed, sık sık Nur Dağı’ndaki Hira Mağarası’na giderek burada yalnız kalıyor ve Haniflik inancı üzere Allah’ın varlığı ve birliğini düşünüyordu. Kırk yaşına girdiği 610 yılı Ramazan ayının 27. gecesi Hira Mağarası’nda ibadetle meşgulken, Cebrail adlı melek tarafından kendisine Allah’ın ilk vahyi ulaştırıldı. Bu vahiyde “Yaratan Rabb’inin adı ile oku. O, insanı alaktan yarattı. Oku! Senin Rabb’in en cömert olandır. O, kalemle yazmayı öğreten, insana bilmediğini öğretendir.” denildi. Çok endişelenen ve heyecanlanan Hz. Muhammed, evine gelerek başından geçenleri eşi Hz. Hatice’ye anlattı. Daha sonra ikisi birlikte Mekke’de önemli bir bilgin olan Hz. Hatice’nin amcasının oğlu Varaka’nın yanına gittiler. Varaka, Hz. Muhammed’i dinledikten sonra, “Müjde ey Muhammed! Meryem oğlu İsa’nın haber verdiği son peygambersin.
Sana gönderilen melek, Musa’ya da gelen Cebrail’dir.” dedi.
İlk vahiyden sonra Cebrail uzun bir süre görünmedi. Sonunda bir gün Cebrail tekrar geldi. Bu kez kendisine “Ey Muhammed! Kalk ve insanları Allah’ın azabından sakındır.” ayetini bildirdi. Böylece Hz. Muhammed’in peygamberlik görevi başlamış oldu.
Hz. Muhammed, insanları İslam dinine davet etmeye başladı. Kendisine ilk olarak eşi Hz. Hatice inandı. İkinci olarak Hz. Ali, daha sonra azat ettiği kölesi Zeyd ve Hz. Ebu Bekir Müslüman oldular. Bunlara ilk Müslümanlar denilmiştir.
Önceleri İslamiyeti gizlice anlatan Hz. Muhammed, Allah’tan gelen emirle, İslamiyeti açıktan yaymaya ve putlara tapınmanın yanlışlığını anlatmaya başladı. Puta tapınan müşrikler, Hz. Muhammed’in İslam dinini anlatmak için yaptığı çalışmaları pek fazla önemsemediklerinden önceleri Hz. Muhammed’in davetine ses çıkarmadılar. Zira bu yeni dinin insanlar arasında kabul görmeyeceğini düşünüyorlardı. Bunun için de Hz. Muhammed ve Müslümanlarla sadece alay etmekle yetindiler.
Hz. Muhammed, İnsanları, “gerçek ve bir olan sonsuz kudret sahibi Allah’ı tanımaya, ona ibadet etmeye, kötülüklerden uzaklaşmaya ve iyilik yapmaya, putperestliği bırakmaya, dünya ve ahiret mutluluğunu sağlayacak işler yapmaya” davet ediyordu. Hz. Muhammed’in İslam dinine daveti, insanlar arasında yayılmış, her yerde konuşulur olmuştu. Bu davetini her yerde sürdürmesi Mekkeli müşrikleri kızdırdı. Müşrikler, İslamiyete karşı tavır alarak Müslümanlara baskı yapmaya ve kötü davranışlarda bulunmaya başladılar. Müşriklerin baskıları sonuçsuz kalınca, Hz. Muhammed’le anlaşmak istediler. Ona, amcası Ebu Talip aracılığıyla İslamiyeti anlatmaktan vazgeçmesine karşılık devlet başkanlığı, mal ve çok miktarda para teklif ettiler. Fakat Hz. Muhammed bu teklifleri hemen reddetti ve şu cevabı verdi:

– Vallahi, bu işi bırakmam için güneşi sağ davamdan vazgeçmem. Ya Allah bu dini hâkim kılar ya da onun uğrunda ölürüm. Ben Allah’ın bana bildirdiğinden başka bir şey söylemiyorum.
Hz. Muhammed’in kararlı cevabı kendine inananları nasıl etkilemiş olabilir?
Hz. Muhammed’in bu cevabı üzerine müşrikler, Müslümanlara uyguladıkları baskı ve işkenceleri artırdılar. Müşriklerin eziyetleri dayanılmaz bir hâl alınca Hz. Muhammed, bir kısım Müslümanın Habeşistan’a göç etmesine izin verdi. Müslümanlardan, önce on altı daha sonra doksan kişi Habeşistan’a göç etti (615). Müşrikler, Mekke’deki Müslümanlara eziyet etmeyi sürdürdüler onları aç ve susuz bıraktılar. Bu gelişmelerle birlikte, Mekkelilerin Müslümanlar üzerindeki baskıları yoğunlaştı.
Peygamberliğin yedinci yılında İslam’ın yayılışını engelleyemeyen müşrikler, bütün Müslümanlar ve Beni Haşim kabilesi ile görüşmeyi, ticaret yapmayı yasakladılar. Bunu bir sözleşme hâline getirip Kâbe duvarına astılar. Böylece Ebu Talip mahallesinde toplanan Müslümanlara boykot uygulaması başladı. Bu kuşatma üç yıl sürdü. Fakat yine de Mekkeli müşrikler istedikleri gibi bir sonuç elde edemediler. Sonunda boykot kalktı. Peygamberliğin onuncu yılında Hz. Muhammed’in iki büyük manevi desteği olan amcası Ebu Talip ile eşi Hz. Hatice vefat etti. Böylece Müslümanlar boykotun kaldırılışının sevincini ve Ebu Talip ile Hz. Hatice’nin vefatının üzüntüsünü birlikte yaşadılar.
İslamiyetin yayılışı karşısında müşriklerin baskıya yönelmelerinin sebepleri nelerdir?
Hz. Muhammed, Mekke’de Müslümanlara yönelik baskılara rağmen Kâbe’yi ziyarete gelen kabilelere İslam dinini tebliğ etmeyi sürdürdü. 619 yılında Kâbe’yi ziyarete gelen altı Medineli ile Akabe denilen yerde karşılaşan Hz. Muhammed, onları İslamiyete davet etti. Medineliler de İslamiyeti kabul ettiler. Medinelilerle 621 ve 622 yıllarında iki görüşme daha yapıldı.
Bu görüşmelere I ve II. Akabe Biadları denilmiştir. Bu görüşmelerde Medineli Müslümanlar, Hz. Muhammed’e bağlı kalacaklarına ve emirlerine uyacaklarına söz verdiler. Bunun üzerine Mekke’deki Müslümanlar, Hz. Muhammed’in izniyle Medine’ye göç etmeye başladılar.

c. Hicret ve Medine İslam Devleti
Müslümanlar, Mekke’deki sıkıntı ve işkencelerle dolu hayattan kurtulmak için Medine’ye birer ikişer göç etmeye başladılar. Kureyşli müşriklerin endişesi büsbütün artmıştı. Çünkü İslamiyetin Arabistan’ın her tarafına yayılması ve Medine gibi Suriye ticaret yolu üzerindeki önemli bir merkezin Müslümanların eline geçmesi Kureyş’in korkulu rüyası idi. Mekkeli müşrikler kesin tedbir almaya ve Hz. Muhammed’i öldürmeye karar verdiler. Bunun için faaliyete geçtilerse de başarılı olamadılar. Müşriklerin Müslümanları sindirmeye yönelik tavırları sonucu Hz. Muhammed, Hz. Ebu Bekir’le beraber hicret etmeye karar verdi. Hz. Muhammed’in ve Müslümanların inançları uğruna Medine’ye yaptıkları göç “Hicret” olarak adlandırılmıştır.
Hicret esnasında müşrikler tarafından gerçekleştirilen takip ve pusu engellerini aşan Hz. Muhammed ve Hz. Ebu Bekir, ilk önce Medine’ye bir saat mesafede olan Kuba’ya ulaştılar. Burada ilk mescidi inşa ettiren Hz. Muhammed, ilk cuma namazını kıldı, oradan da Medine’ye geldi. Medineliler kendisini sevinç, heyecan, büyük bir iman ve samimiyetle karşıladılar.
Hicretle birlikte İslam devletinin temelleri atıldı. Medine’ye yerleşen Müslümanlar, İslamiyeti kısa sürede Medine dışına yaymaya başladılar. Hz. Muhammed bu sırada 53 yaşında idi. Daha önce adı Yesrib olarak anılan bu şehir “Peygamber Şehri” anlamında “Medinetü’n Nebi” adını almış ve daha sonra da kısaca Medine olarak adlandırılmıştır. Hicretten sonra Medine’ye göçle gelen Müslümanlara “muhacir”, Medine’nin yerlisi olan Müslümanlara da yardım eden anlamında “ensar” denildi. Hz. Muhammed, muhacirle ensarın din kardeşi olduklarını belirterek ensarın mallarını muhacirlerle paylaşmasını sağladı.
Hz. Muhammed Dönemi (622 – 632)
Hz. Muhammed, İslam Devleti’nin temellerini Medine’de attı. Böylece Hz. Muhammed, Müslümanların hem peygamberi hem İslam ordularının başkomutanı hem de devlet başkanı oldu. İslam Devleti’nin ekonomik temelini de yine Hz. Muhammed tesis etti. İslamiyet, oluşturduğu ekonomik sistemle gelir grupları arasındaki ekonomik dengesizliği ortadan kaldırmayı hedeflemiştir.

İSLAM DEVLETİ’NİN OLUŞUMUNDA KARDEŞLİĞİN ROLÜ
Hz. Muhammed Mekke’den Medine’ye hicret ettiği zaman, orada iki büyük Arap kabilesi yaşıyordu. Bunlardan biri Evs, diğeri Hazrec kabileleri idi. Bu iki kabile Cahiliye Döneminde birbirlerine son derece düşman idiler. Aralarında savaşlar çıkmış, bu savaşlar aralıklarla uzun yıllar devam etmişti. Hz. Muhammed Hicret’ten sonra öncelikle toplumsal barışı oluşturmaya çalıştı. Nitekim Hz. Muhammed’in Medine’de, ensar ve muhacirler arasında tesis etmiş olduğu kardeşlik anlayışı, maddi ve manevi yardımlaşma esasına dayanıyordu. Ensar, muhacir kardeşlerini alıp evlerine götürdüler, mallarına ortak yaptılar. Hz. Muhammed’e başvurarak:
– Ya Resulallah! Hurmalıklarımızı muhacir kardeşlerimizle aramızda paylaştır, demişlerdi.
Hz. Muhammed:
– Hayır, öyle olmaz, buyurdu ve hurmalıkların mülkiyetinin kendilerine ait olmasını, muhacirlerin de hurmaların bakımını yaparak çıkacak mahsulü paylaşmalarını istedi.
Hicret’le birlikte Medine’de başlayan kardeşlik ve yardımlaşma anlayışı İslam medeniyetinin temelini oluşturmuştur.
Nuri Ünlü, Ana Hatlarıyla İslam Tarihi, s. 35’ten özetlenmiştir.
Cevaplayalım
Metne göre Medine’de Hicret’le birlikte toplum hayatında ne gibi bir değişim yaşanmış olabilir?

MEDİNE SÖZLEŞMESİ
Hz. Muhammed’in Medine’ye hicreti öncesinde Medine şehri Mekke’ye oranla her bakımdan geri kalmış bir yerdi. Medine’de putperest, Yahudi ve Hristiyan bulunmaktaydı. Bir süre sonra Hz. Muhammed, Medine’de yaşayanlarla bir sözleşme yaptı. Böylece Hz. Muhammed aynı topraklar üzerinde yaşayan insanların, dinleri, inançları ve idealleri aynı olmasa da uymaları gereken evrensel kuralları bu sözleşmeyle ortaya koymuş oluyordu. Bu sözleşme, “Medine Sözleşmesi” olarak bilinir.
Tamamı kırk yedi maddeden oluşan Medine Sözleşmesinin bazı maddeleri şu şekildedir:
• Diyetlerle fidyelere ait kurallara önceden olduğu gibi bundan sonra da uyulacaktır.
• Museviler din hürriyetine sahip olacaklardır.
• Yahudiler veya Müslümanlar üçüncü bir tarafa karşı savaş ilanına mecbur kalırsa birbirlerine yardım edeceklerdir.
• İki taraf da Kureyşli müşrikleri korumayacaktır.
• Medine’ye karşı bir saldırı olduğu takdirde şehrin korunması için taraflar birlikte hareket edeceklerdir.
• İki taraftan biri, bir düşmanla barış yaparsa iki taraf da barış şartlarına uyacaktır.
• Üzerinde ihtilafa düşülen herhangi bir konuda, Allah’ın Resulüne başvurulacaktır.

Yusuf Ziya Yörükân, Hz. Muhammed’in Doğumundan Ölümüne Kadar İslam Dini Tarihi, s. 202-207’den özetlenmiştir.
Cevaplayalım
Medine Sözleşmesi’ni, Medine halkının birlik ve beraberliği açısından değerlendiriniz?
Hz. Muhammed Mekke’den hicrete mecbur edilmiş ve Mekkeli müşrikler tarafından öldürülmek istenmiş olmasına rağmen, Mekke halkına karşı daima iyi hisler besliyordu. Ama müşrikler, Müslümanlara hayat hakkı tanımak istemiyordu. Mekkelilerin bu tutumu Müslümanlar ile Mekkeli müşrikler arasında savaşların yapılmasına neden oldu.

ASHAB-I SUFFA
Hz. Muhammed Döneminde Mescid-i Nebevi’nin bir kısmı eğitim ve öğretim için ayrılmıştı. Sofa adı verilen bu bölümde eğitim gören kişilere Ashab-ı Suffa adı verilmiştir. İslam’ın ilk eğitim kurumu olma özelliğini taşıyan bu okulda Hz. Muhammed bizzat ders veriyordu.

Martin Lings, Hz. Muhammed‘in Hayatı, s. 188-189’dan özetlenmiştir.

Hz. Muhammed Dönemi Siyasi Olayları

Bedir Savaşı (624): Hz. Muhammed Medine’ye hicret edince müşriklerin ileri gelenleri, Medineli Müslümanlara mektuplar yazarak tehdit etmişler, Arap ve Yahudi kabilelerini Müslümanlara karşı kışkırtmışlardır.

Mekke’den göç eden Müslümanlar, göç sırasında bütün mallarını Mekke’de bıraktıklarından Medine’de ekonomik yönden güçlük çekmekteydiler. Müslümanlar, Ebu Süfyan başkanlığında Mekkelilere ait bir kervanın Medine yakınlarından geçeceğini, bu kervanın gelirleriyle silah alınacağını ve Müslümanlara saldırılacağım duyunca kervanı ele geçirmeye karar verdiler.
Bu amaçla Müslümanlar, Hz. Muhammed komutasında 300 kişi ile yola çıktılar. Ancak bunu haber alan kervanın başındaki Ebu Süfyan, yolunu değiştirerek baskından kurtuldu.
Ebu Süfyan kervanın yolunu değiştirerek Mekke’ye ulaştı. Mekkeliler, Müslümanların, kervanlarına saldıracaklarını öğrenince, Ebu Cehil komutasında 900 kişilik bir orduyu, Müslümanların üzerine gönderdi. Bedir Kuyuları yakınlarında yapılan savaşı Müslümanlar kazandı. Müslümanların ilk askerî başarısı olan Bedir Savaşı sonucunda:

• Hz. Muhammed, iyi bir komutan olduğunu göstermiş ve siyasi gücünü artırmıştır.

• Müslümanların kendine olan güveni artmıştır.

• Savaş sonunda elde edilen ganimetlerin beşte biri devlete bırakılırken geri kalanı savaşa katılanlar arasında bölüştürülmüştür. Daha sonra bu uygulama bütün İslam devletlerinde kural hâline gelmiştir.

• Bedir Savaşı sonrasında İslamiyet Arabistan’da daha hızlı bir şekilde yayılmıştır.

• Bedir Savaşı’nda Mekkeli müşriklerin ileri gelenlerinden bazıları öldü, bazıları da esir alındı. Esirlerin bir kısmı fidye karşılığı serbest bırakıldı. Kurtuluş için fidye ödeyecek durumda olmayıp da okuma yazma bilenler, Medineli on kişiye okuma yazma öğretmeleri şartıyla esaretten kurtulabilecekti.
Cevaplayalım: Bedir Savaşı’nda esirlere uygulanan kurtuluş yönteminin amaçları neler olabilir?

Uhud Savaşı (625): Bedir Savaşı’ndaki yenilgiyi kabul edemeyen Mekkeliler, intikam almak amacıyla 3000 kişilik bir ordu ile Medine üzerine sefere çıktılar. Savaş haberini alan Hz. Muhammed, bir danışma meclisi topladı. Hz. Muhammed savunma savaşı yapmanın daha iyi olacağını düşünüyordu. Genç Müslümanlar ise Medine’nin dışında savaşmak istediklerini Hz. Muhammed’e bildirdiler. Hz. Muhammed çoğunluğun kararına uyarak 700 kişilik bir kuvvetle Mekkelilerin üzerine harekete geçti.
Hz. Muhammed, iki ordunun karşılaştığı Uhud Dağı’ndaki dar bir geçidin iki tarafına okçularını yerleştirdi. Mekkelilerin Uhud Dağı’nın etrafından dolaşarak Müslümanlara saldırma ihtimalini önlemek istiyordu. Okçularına, “Kuşların bizim ölülerimizi yediğini, ganimetler içinde yüzdüğümüzü görseniz bile haber verilmeden yerinizi terk etmeyiniz.” emrini verdi. İki tarafın kuvvetleri Uhud Dağı eteklerinde karşılaştı. Müslümanların saldırısıyla Mekke ordusu bozguna uğradı. Bunu gören okçular, savaşın kazanıldığını sanarak yerlerini terk etmişti ve Mekkelilerin bıraktıkları ganimetleri yağmalamaya başladılar. Bundan yararlanan Halid Bin Velid, yanındaki kuvvetlerle okçuların terk ettiği geçitten Müslümanlara saldırdı. Bu saldırı sonucu İslam ordusu güç kaybetti. Mekke ordusu da kesin bir üstünlük elde edemeyip geri döndü.

Bu savaşta, Hz. Muhammed yaralandı, amcası Hz. Hamza da şehit oldu.

Uhud Savaşı sonucunda;

• Müslümanlar önemli kayıplar vermelerine rağmen Mekkeliler, Müslümanlar üzerinde kesin bir üstünlük sağlayamadılar.

• Mekkelilerle iş birliği yapan Medine’deki Beni Nadir Yahudileri şehirden çıkarıldı. Hz. Muhammed’in Medine’deki otoritesi kesinleşti.

Hendek Savaşı (627): Mekkeliler, Uhud Savaşı’nda istedikleri sonucu alamadılar. Bu nedenle İslamiyeti ortadan kaldırmak için hazırlıklar yapmaya başladılar. İki yıl sonra 10.000 kişilik orduyla Medine üzerine hareket ettiler.

Müşrik ordusu içinde, Mekke dışındaki kabilelerden ve daha önce Medine’den çıkarılan Yahudilerden de askerler vardı. Ayrıca Medine içerisindeki Benî Kureyza adı verilen Yahudi kabilesi de gizli anlaşma ile bu ittifaka katıldı. Bu Yahudiler Müslümanların savaşta zor durumda kalması için çalışacaktı.

Hz. Muhammed, müşriklerin saldırı hazırlığı içinde olduğunu öğrenince Müslümanlarla fikir alışverişinde bulundu. Toplantı sonunda İranlı Selman-ı Farisi’nin önerisi ile Medine’nin etrafına hendek kazıp savunma savaşı yapılmasına karar verildi. Hendeklerin kazılmasında Hz. Muhammed de çalışmıştır.

Hendeği gören Mekkeli müşrikler ve müttefikleri daha önce Arabistan’da görmedikleri bu savunma taktiği karşısında şaşırdılar. Hendeği aşmak için uzun süre mücadele ettiler.
Hendek Savaşı’nda oluşturulan hendeğin uzunluğu yaklaşık 5,5 kilometre, genişliği 9 metre, derinliği ise 4,5 metre kadardır. Arabistan’da böyle bir savunma stratejisi daha önce hiç uygulanmamıştı.
Ancak kum fırtınası gibi olumsuz hava koşulları altında bir şey yapamayacaklarını anlayarak geri çekilip gittiler.
Hendek Savaşı’ndan sonra:
• Mekkeliler, Müslümanlara bir daha saldırıda bulunmadılar.

• Müslümanlar, savunma durumundan çıkarak İslamiyeti Medine dışında yaymayı hızlandırdılar.

• Müşriklere gizlice destek olan Benî Kureyza Yahudileri şehirden çıkarıldılar.

Hudeybiye Barışı (628): Hz. Muhammed’in hicretinin üzerinden mücadeleler ve savaşlarla dolu altı yıl geçmişti.

Hem muhacirler hem de Ensar, Kâbe’yi ziyareti çok arzuluyorlardı. Hz. Muhammed, hac zamanının geldiğini belirterek Kâbe’yi ziyaret etmek isteyenlerin hazırlanmasını emretti.

Kâbe’yi ziyarete gitmek için 1500 kişiyle Mekke’ye doğru hareket edildi. Hudeybiye adı verilen yere geldiklerinde Hz. Muhammed, Hz. Osman’ı Mekke’ye elçi olarak gönderdi ve Mekkelilere hac yapmak amacıyla geldiklerini bildirdi. Mekkelilerin Hz. Osman’ı tutukladığı haberinin yayılması üzerine Müslümanlar Hz. Osman’ın intikamını alıncaya kadar savaşacaklarına dair Hz. Muhammed’e söz verdiler. Durumun ciddiyetini anlayan Mekkeliler barış istediler. Yapılan görüşmeler sonucunda Hudeybiye Barışı imzalanmıştır.

Antlaşma maddelerine göre:

• Müslümanlar, o yıl Kâbe’yi ziyaret etmeyecekler; buna karşılık ertesi yıl hac yapacaklar, Mekkeliler ise hac sırasında şehri boşaltacaklardı.
• Reşit olmayan Mekkeli Müslümanlardan Medine’ye sığınanlar geri verilecekti. Medine’den Mekke’ye sığınanlar ise geri verilmeyecekti.
• Arap kabileleri Mekkeliler ve Müslümanlardan istedikleri tarafı tutabilecekler ancak Mekkeliler ve Müslümanlar kendilerini destekleyen kabilelere herhangi bir yardımda bulunmayacaklardı.
• İki taraf arasında on yıl süreyle savaş yapılmayacaktı.

Antlaşma maddeleri Müslümanların aleyhine gözükmesine rağmen, İslamiyetin yayılmasını hızlandırmış ve Müslümanların lehine sonuçlar ortaya çıkarmıştır. Özellikle antlaşmaya göre, reşit olmayan Müslümanlar Medine’ye alınmayınca bu Müslümanlar Mekke ile Medine arasında bir yere yerleşmiş ve Mekkelilerin kervanlarını yağmalamaya başlamışlardı. Mekkeliler bu durumdan şikâyetçi olup antlaşmanın bu maddesinin kaldırılmasını istediler. Ayrıca kabileler üzerinde eskisi gibi Mekke baskısı kalmamıştı. Bunun sonucunda bazı kabileler barış döneminin de etkisi ile ön yargıdan kurtulup İslamiyeti kabul ettiler.

On yıl süreyle Mekke ile savaşmama kararından yararlanan Müslümanlar, başka bölgelere seferler düzenlediler.

ANTLAŞMAYA VEFA

Hudeybiye Antlaşması’nın imzalandığı sırada, Müslümanların Mekke yakınlarında olduğunu bilen ve Mekkeli gizli Müslümanlardan biri olan Ebu Cendel bunu fırsat bilerek kaçıp Müslümanlara sığındı. Ne var ki antlaşmanın şartlarından biri Mekke’den Müslümanlara sığınan kişilerin geri verileceği yönündeydi. Mekkeli delegeler daha mürekkebi kurumamış bu maddenin uygulanmasını istediler. Müslümanlar üzüldüler. Ama söz vermişlerdi. Hz. Muhammed, Ebu Cendel’i karşısına aldı:

– Ey Ebu Cendel! Sabret. Sözümüzden dönemeyiz. Allah sana yakında bir yol açacaktır, dedi.

Ebu Cendel Medine’ye kabul edilmedi.

Barış dönemi İslamiyetin yayılmasında çok faydalı oldu. Hudeybiye Antlaşması’ndan sonraki iki yıl içinde Müslüman olanların sayısı; İslamiyetin doğuşundan antlaşmaya kadar geçen sürede bir kaç misli arttı. Müslümanlardan bazıları antlaşma maddelerini kendi aleyhinde görmelerine rağmen Hz. Muhammed bu antlaşmayı Mekke’nin fethinin başlangıcı olarak görmekteydi.

Yusuf Ziya Yörükân, Hz. Muhammed’in Doğumundan Ölümüne Kadar İslam Dini Tarihi, s. 207-210’dan özetlenmiştir.
Cevaplayalım

1. Hz. Muhammed ve Müslümanların kendi aleyhlerinde olsa bile antlaşma maddelerine uymaları o dönemde toplumlar arası ilişkiyi nasıl etkilemiş olabilir?

2. Hudeybiye Barışı, İslamiyetin yayılmasını nasıl etkilemiştir?

Hayber’in Fethi (629): Müslümanların güçlendiğini gören Yahudilerin, İslamiyetin yayılmasını önlemek için, Hendek Savaşı sırasında Mekkelileri desteklemeleri, Medine Şam arasında ticaret yapan Müslüman tüccarlara zarar vermeleri üzerine Hz. Muhammed, Yahudilerin elinde bulunan Hayber Kalesi’ni kuşattı. 10 gün süren kuşatma sonucunda Hayber Kalesi alındı. Hayber’in fethi sonucunda:

• Savaşabilecek durumdaki Müslüman olmayan erkeklerden güvenliklerinin sağlanması karşılığında cizye vergisi alınmaya başlandı.
• Verimli Hayber toprakları, ürünlerinin yarısını İslam Hayber Kalesi’nden bir görünüm Devleti’ne vermeleri karşılığında, Yahudilere bırakılarak ürün vergisi uygulaması başlatıldı.
• Şam ticaret yolunun güvenliği sağlandı.

Mute Seferi (629): Hz. Muhammed’in İslamiyet’e davet için gönderdiği elçi Busra Valisi tarafından öldürtülünce Zeyd b. Harise komutasında bir orduyu üzerine gönderdi. Busra Valisi Bizans’tan yardım istedi. Yardıma gelen ve sayıca Müslümanlardan kat kat fazla olan Bizans ordusu ile İslam ordusu Mute’de karşı karşıya geldi. Yapılan savaşta önemli kayıplar veren ve üç büyük komutanını kaybeden İslam ordusunu Halid bin Velid toparladı. Şiddetli bir saldırıyla Bizans ordusunu geri püskürterek ordusuyla Medine’ye döndü. Hz. Muhammed, Halid bin Velid’e “Seyfullah” (Allah’ın kılıcı) unvanını verdi. Mute seferi, Müslümanlarla Doğu Romalılar arasında yapılan ilk savaş ve Müslümanların Bizans İmparatorluğu’na karşı kazandığı ilk zaferdir.

Mekke’nin Fethi (630): Mute’den geri dönen Müslümanların durumunu gören Mekkeli müşrikler, Müslümanların zayıfladıkları düşüncesiyle kendi taraflarında olan Benî Bekr kabilesine silah yardımı yaparak onları Medinelilerle anlaşma yapmış olan Huzaa kabilesinin üzerine saldırttı. Bu durum Huzaa kabilesinin Mekke’den kaçmasına neden oldu. Bunun üzerine Hz. Muhammed, Mekkeli müşriklerin bu kabilelerden birine yardım etmesi ile Hudeybiye Barışı’nın bozulduğunu söyleyerek Mekke’nin fethine karar verdi.

İslam ordusu Mekke’ye doğru hareket etti. Bunu haber alan Mekkeliler, Ebu Süfyan’ı Müslümanlara elçi gönderdiler. Hz. Muhammed ile görüşen Ebu Süfyan, Müslüman oldu. Ardından Mekke ileri gelenleri kan dökülmemesi şartıyla Mekke’yi teslim etmeye razı oldular. Bunun sonucunda İslam ordusu Mekke’ye girdi. Hz. Muhammed Mekkeliler için genel af ilan etti. Kâbe putlardan temizlendi. İslamiyet, Hicaz Bölgesi’nin büyük bölümüne yayıldı (630).

Huneyn Savaşı (630): Mekke’nin fethinden sonra henüz Müslüman olmayan Taifliler, Müslümanlara karşı güçlü olmak için diğer putperest kabileleri de yanlarına alarak Müslümanlarla savaşmak üzere bir ordu hazırladılar. Bunun üzerine Hz. Muhammed, ordusuyla Huneyn’de toplanmış olan bu kabileler üzerine sefere çıktı. İki ordu Huneyn denilen yerde karşılaştı. Yapılan savaşı Müslümanlar kazandı.

Taif Seferi (630): Huneyn’de yenilenler, Taif şehrine sığınmışlardı. Hz. Muhammed, Taif’i ele geçirmek için kuşattı fakat alamadı. Bir yıl sonra Taifliler İslamiyeti kabul ettiler.

Tebük Seferi (631): Doğu Roma’nın Müslümanlara saldıracağı haberi üzerine Hz. Muhammed, Doğu Roma üzerine sefere çıktı. Doğu Roma sınırındaki Tebük’e gelindiğinde haberin asılsız olduğu anlaşıldı. Hz. Muhammed, ordusuyla geri döndü. Bu sefer sırasında Suriye’deki Gassani Arapları Müslümanlığı kabul ettiler.

Veda Haccı ve Hz. Muhammed’in Vefatı (632): Hz. Muhammed, ailesi ve kalabalık bir Müslüman grubuyla hac görevini yerine getirmek için Mekke’ye gitti. Bu hac sırasında 100.000 kişiye hitaben okuduğu hutbesinde, Allah’tan başka bir ilah bulunmadığını, bütün Müslümanların kardeş olduğunu belirterek kadınlara iyi davranılmasını istedi ve Kur’an’ın tamamlandığını bildirdi. Bu ziyaret, Hz. Muhammed bu hacda Müslümanlara veda ettiği için Veda Haccı diye anılmıştır.

Veda Haccı’ndan sonra, Hz. Muhammed, Medine’ye döndü.

Doğu Roma’ya karşı yeni bir seferin hazırlıklarını yaparken hastalandı. Hastalığı sırasında Mescid-i Nebevi’ de Müslümanlara namaz kıldırma görevini Hz. Ebu Bekir’e verdi. Hz. Muhammed, 632 yılında Medine’deki evinde vefat etti ve “Ravza-i Mutahhara” adı verilen aynı yere defnedildi.

VEDA HUTBESİ
Ey İnsanlar! Sözümü iyi dinleyiniz! Bilmiyorum, belki bu seneden sonra, sizinle burada bir daha buluşamayacağım.

İnsanlar!

Bu günleriniz nasıl mukaddes bir gün ise bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ise bu şehriniz (Mekke) nasıl mübarek bir şehir ise canlarınız, mallarınız, namuslarınız da öyle mukaddestir, her türlü saldırıdan korunmuştur.

Ashabım!

Muhakkak, Rabb’inize kavuşacaksınız.

O, sizi, yaptıklarınızdan dolayı sorguya çekecektir. Sakın benden sonra, eski sapıklıklara dönmeyiniz ve birbirinizin boynunu vurmayınız! Bu vasiyetimi, burada bulunanlar, bulunmayanlara ulaştırsın. Olabilir ki burada bulunan kimse, bunları daha iyi anlayan birisine ulaştırmış olur.

Ashabım! Kimin yanında bir emanet varsa, onu hemen sahibine versin. Biliniz ki faizin her çeşidi kaldırılmıştır. Allah, böyle hükmetmiştir. İlk kaldırdığım faiz de Abdulmuttalip’in oğlu (amcam) Abbas’ın faizidir. Ne zulm ediniz, ne de zulme uğrayınız.

Ashabım!

Dikkat ediniz! Cahiliyeden kalma bütün âdetler kaldırılmıştır, ayağımın altındadır. Cahiliyet Devrinde güdülen kan davaları da tamamen kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası Abdulmuttalip’in torunu İlyas bin Rabia’nın kan davasıdır.

Ey İnsanlar!

Muhakkak ki Şeytan, şu toprağınızda, kendisine tapınılmaktan tamamen ümidini kesmiştir. Fakat, siz bunun dışında, ufak tefek işlerinizde, ona uyarsanız, bu da onu memnun edecektir. Dinimizi korumak için bunlardan sakınınız.

Ey müminler!

Size bir emanet bırakıyorum. Siz ona sımsıkı sarıldıkça yönünüzü hiç şaşırmazsınız. O emanet de Allah’ın kitabı Kur’an-ı Kerim’dir.

Ey mü’minler!

Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz! Müslüman Müslümanın kardeşidir ve böylece bütün Müslümanlar kardeştirler. Bir Müslümana, kardeşinin kanı da malı da helal olmaz. Fakat, malını gönül hoşluğu ile vermişse o başkadır.

Ey İnsanlar! Cenab-ı Hakk, her hak sahibine hakkını vermiştir. Her insanın mirastan hissesini ayırmıştır. Mirasçıya vasiyet etmeye lüzum yoktur.

Ey insanlar! Rabb’iniz birdir.

Babanız da birdir. Hepiniz, Âdem’in çocuklarısınız. Âdem ise topraktandır. Arap’ın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap üzerine üstünlüğü olmadığı gibi; beyaz tenlinin siyah tenli üzerinde, siyahın da kırmızı tenli üzerinde bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük, ancak takvada, Allah’tan korkmaktadır. Allah yanında en kıymetli olanınız, ondan en çok sakınanınızdır.

Suçlu, kendi suçundan başka suç ile suçlanamaz. Baba, oğlunun suçu üzerine, oğlu da babasının suçu üzerine suçlanamaz. Dikkat ediniz!

Şu dört şeyi kesinlikle yapmayacaksınız:

Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmayacaksınız.

Allah’ın haram ve dokunulmaz kıldığı canı, haksız yere öldürmeyeceksiniz.

Zina etmeyeceksiniz.

Hırsızlık yapmayacaksınız.

Ey İnsanlar, dinde aşırı gitmeyiniz. Daha öncekilerin helak olmaları, dinde aşırı gitmelerinden ötürüdür.

Peygamberimiz, bu cümlesinden sonra bir süre sustu ve sonra sordu:

– İnsanlar! Yarın beni sizden soracaklar, ne diyeceksiniz?

Müminler, hep birlikte şöyle karşılık verdiler:

– Allah’ın elçiliğini tam olarak yerine getirdiniz, diye şahadet ederiz.

Bunun üzerine, Rasûl-i Ekrem Efendimiz, şahadet parmağını semaya doğru kaldırarak (mübarek gözleri müminlerin üzerinde olduğu hâlde) şöyle nida etti:

– Şahid ol ya Rabb, şahid ol ya Rabb, şahid ol ya Rabb!..

Muzaffer Günay, Peygamberimizin Hayatı, s. 444-447’den özetlenmiştir.

• Hz. Muhammed, temel insan haklarıyla İslamiyetin kutsal değerleri arasında nasıl bir bağ kurmaktadır?

• Hz. Muhammed’in insanlar arasındaki farklılıklara bakışı hakkında neler söylenebilir?

• Hz. Muhammed’in ifade ettiği suç ve suçlu kavramlarını evrensel hukuk kuralları açısından değerlendiriniz.

Uygulayalım
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ni araştırarak Hz. Muhammed’in Veda Hutbesi’nde ortaya koymuş olduğu ilkelerle karşılaştırınız.

Veda Hutbesi (632) İnsan Hakları Beyannamesi (1948)
Can ve mal emniyeti
Mülkiyet hakkı
Kadın hakları
Suçun şahsiliği

Hz. Muhammed’in vefatı, İslam dünyasında büyük bir şaşkınlık ve üzüntüye yol açtı. Müslümanların ileri gelenleri bu durumu değerlendirdiler. Dinin ve devletin geleceğini güvence altına almak için devlet başkanı olan kişinin dinî bir unvanının da olması gerektiğini belirterek bu kişinin din adına yeni kurallar koyamayacağı hususunda görüş birliğine vardılar. Bu unvanı da halife olarak belirlediler. Halife, sonradan gelen anlamındaki Arapça halef kelimesinden türetilmiş bir unvandır. İslam’ın ileri gelenleri, Hz. Ömer’in önerisiyle Hz. Ebu Bekir’i halife seçtiler. İslam Devleti’nin Hz. Muhammed’den sonra devlet başkanlığı sorununun bir çeşit seçimle çözümlenmesi, dönemine göre ileri bir uygulamadır.

Hz. Ebu Bekir Dönemi (632-634)

Hz. Ebu Bekir, Hz. Muhammed’in ölümüyle ortaya çıkan karışıklıkları önlemek için kesin tedbirler aldı. Hz. Ebu Bekir, ilk olarak Yemen’de ortaya çıkan yalancı peygamberleri ortadan kaldırdı.
Zekât vermek istemeyen Arap kabileleri üzerine ordu gönderdi. Bu kabilelerin zekât vermesi sağlandı.
Hz. Ebu Bekir’in büyük hizmetlerinden birisi de Kur’an-ı Kerim’in bir kitap hâline getirilmesidir. Hz. Muhammed’e gelen ayetler, vahiy kâtipleri tarafından yazılmış ve Müslümanlar tarafından ezberlenmişti. Hafızların bir bölümü savaşlarda şehit olunca Kur’an-ı Kerim’in bir kitap hâline getirilmesi zorunluluğu ortaya çıktı. Hz.Ebu Bekir’in isteğiyle, Hz. Muhammed’in vahiy kâtiplerinden olan Zeyd bin Sabit’in başkanlığında bir kurul oluşturuldu. Bu kurul, ayrı ayrı sahifelerde bulunan Kur’an sure ve ayetlerini bir araya toplayıp, hafızların ezberledikleri Kur’an ile bunları karşılaştırarak kitap hâline getirmiştir.
KORUNAN KİTAP
Kur’an-ı Kerim İslam dininin ana kaynağı olduğundan onun kitap hâline getirilmesi İslamiyetin özünü koruması hususunda önemli bir adım olmuştur. Nuri Ünlü, Ana Hatlarıyla İslam Tarihi, s. 59’dan özetlenmiştir.

Hz. Ebu Bekir Döneminde Suriye topraklarında yapılan Yermük Savaşı’nda (634) Doğu Roma kuvvetleri ağır bir yenilgiye uğratıldı. Bu zaferle, ileride yapılacak büyük fetihlerin önü açılmıştır.Hz. Ebu Bekir, Yermük zaferinden kısa bir süre sonra vefat etti (634).
HZ. EBU BEKİR’İN TALİMATNAMESİ
Hz. Ebu Bekir’in Suriye’nin fethi için görevlendirdiği komutanlara verdiği tavsiyelerinden:

“Gizli ve açık her konuda Allah’tan kork, ondan utan. Çünkü Allah hem seni hem de yaptıklarını görür.”

“Seni, senden daha önce Müslüman olan, İslam’a senden daha çok hizmet eden, senden daha faziletlilerin üzerine komutan tayin ettiğimi biliyorsun. Allah için çalışıp Allah’ın rızasını isteyenlerden ol. Yanındakilere bir baba gibi davran.”

“İnsanların gizli hâllerini araştırma, işinde ciddi ol. Düşmanla karşılaştığın zaman korkma. Aşırı hareket edenleri ikaz et. Arkadaşlarına yapacağın nasihatler kısa ve veciz olsun. Sen doğru ol ki beraberinde olanlar da sana bakarak doğru olsunlar.”

İsmail Mutlu, Dört Halife Devri, s. 70-71’den özetlenmiştir.

Cevaplayalım

Hz. Ebu Bekir’in komutanlarına yaptığı tavsiyeleri devlet yönetimi açısından değerlendiriniz.

Hz. Ömer Dönemi (634-644):

Hz. Ebu Bekir vefat edince Müslümanlar, onun vasiyetine uyarak Hz. Ömer’i halife seçtiler.
Hz. Ömer Döneminde Mısır, Suriye, Irak, İran ve Azerbaycan fethedildi.

Suriye’nin Fethi: Hz. Ömer, halife olduğunda Suriye’deki İslam ordularının fetihleri devam ediyordu. Ebu Ubeyde komutasındaki İslam ordusu Şam’ı kuşattı, altı ay süren kuşatma sonunda Şam fethedildi. Suriye’nin tamamen fethi 636 yılına kadar sürdü.
Bu arada Bizans orduları ile Ecnadeyn Savaşı yapılmıştı (636). Bu savaştan sonra Suriye’de tutunamayacağını anlayan Bizans, ordularını Suriye’den çekti.

İran’ın Fethi: Hz. Ebu Bekir Döneminde Müslümanlar ile Sasaniler arasındaki ilk savaş Hire’nin alınmasıyla başlamıştı. Halit Bin Velid’in Suriye’ye gönderilmesinden sonra Ebu Ubeyde Hire’deki orduların komutanlığına atanmıştı. Bu ordu, Kûfe yakınlarında Fırat Nehri’ni sallarla geçerek Sasani ordusuna saldırdı. Sasani ordusundaki filleri gören Müslümanlar, çok şaşırdılar. Köprü Savaşı olarak bilinen bu savaş İslam ordularının yenilgisiyle sonuçlanmıştı (634).

Müslümanlar, Köprü Savaşı’nda yenilmelerine rağmen İran’ın fethini gerçekleştirmek için faaliyetlerine devam ettiler. Sasani hükümdarı da Müslümanlar üzerine bir ordu gönderdi. Müslüman ve Sasani orduları Kadisiye denilen yerde üç gün süreyle savaştı ve savaşı Müslümanlar kazandı (636). Kadisiye Savaşı denilen bu savaştan sonra Irak, Müslümanların eline geçti. Müslümanlar, Basra ve Kûfe’de ordugâh şehirleri kurarak İran’ın fethine devam ettiler. Sasaniler, Celula’da Müslümanlara karşı direnmek istedilerse de 637 yılında tekrar yenildiler. Müslümanlar, Sasanilerin başkenti Medain’e girdi.

Sasaniler yeni bir ordu kurarak İran’ın fethini tamamlamaya çalışan İslam ordusunu Nihavent’te durdurmak istediler. Yapılan savaşta, iki ordunun komutanı da öldü. Savaşı Müslümanlar kazandı ve Sasani ordusu tamamen dağıldı (642).

Nihavent Savaşı’ndan sonra İran’da Müslümanların önüne çıkacak güç kalmamıştı. Hz. Ömer Döneminin sonlarına doğru İran, tamamen fethedildi. İran’ın fethi tamamlanınca Müslümanlar, Horasan bölgesinde Türklerle komşu oldular.

İran’ın fethi sırasında İslam orduları, bir taraftan da Azerbaycan’a doğru ilerledi. 643-644 yıllarında, bütün Azerbaycan’ı ele geçiren İslam orduları Kafkaslar ve Hazar Denizi’ne ulaştılar.

Canlandıralım

HZ. ÖMER’İN ADALET VE HOŞGÖRÜ ANLAYIŞI

Okuyucu: Kudüs’ün fethi için görevlendirilen Amr Bin As, Kudüs’ü kuşatmış ve kuşatma dört ay sürmüştür. Çünkü çevredeki Hristiyan kuvvetleri de Kudüs’e yığılmıştı. Savunma hâlindeki Hristiyan askerler ve Patrik Sofronius, şehri daha fazla savunamayacaklarını anlayınca şehrin anahtarını Hz. Ömer’in bizzat kendisine vermek şartıyla teslime razı oldular.Bu haber halifeye ulaşınca;

Hz. Ömer: Mademki benim gitmemle bir şehir fethedilecek ve kan dökülmeyecek, öyleyse ne kadar zor ve zahmetli olursa olsun oraya gitmek vazifemdir.

Okuyucu: Hz. Ömer, Medine’den kalkarak hizmetlisi ile nöbetleşe bindikleri deve sırtında Kudüs’e geldi. Kudüs yakınlarında İslam komutanları kendisini karşılamaya çıktı.

Hz. Ömer: (Komutanlara) Süslü elbiseleriniz hiç hoşuma gitmedi. Kişinin süsü güzel davranışlarıdır, elbisesi değil. Sizden öncelikle bunu beklerim.

Okuyucu: Şehre girerken deveye binme sırası hizmetlisine gelmişti.

Hizmetli: Ben şimdi deveye oturmak istemiyorum. Deveye oturma hakkımı size veriyorum.

Hz. Ömer: Hayır bu adaletli bir teklif değil.

Okuyucu: Kudüs halkı, hizmetlisini halife Hz. Ömer zannetmişlerdi.

Hz. Ömer Kudüs Patriki Sof-ronius’la anlaşma yaptı (637).

Okuyucu: Hz. Ömer Kudüs’teki Hristiyan halka, o zamana kadar Hristiyan Avrupa dünyasının duymadığı saygı ve göstermediği toleransla davranarak, onlara can, mal ve vicdan hürriyetlerini verdi.

Mısır’ın Fethi: İslam ordusu komutanlarından Amr bin As, Mısır seferine çıktı. Buradaki Doğu Roma ordusunu yenerek Mısır’ı ele geçirdi (640-641). Hristiyanlar cizye vergisi ödemeleri karşılığında din ve ibadetlerinde serbest bırakıldılar. Amr bin As, Mısır’da Kahire yakınlarında “Fustat” şehrini kurdu. Amacı, Kuzey Afrika’nın fethine hazırlanırken bu şehri ordugâh olarak kullanmaktı. Mısır’ın fethi, 642 yılında İskenderiye’nin ele geçirilmesi ile tamamlandı. Hz. Ömer 644 yılında vergisinin indirilmesini isteyen bir demirci tarafından şehit edildi.

Hz. Ömer Döneminde İslam Devleti’nin kurumları oluşturuldu:

• Ülke toprakları yönetim birimlerine ayrılarak valilik sistemi kuruldu.

• Adli sistem kurularak mahkemeler oluşturuldu ve illere kadılar tayin edildi.

• Düzenli ordular ve ordugâhlar kuruldu.

• Vergiler sistemli hâle getirildi.

• İslam devlet hazinesi Beyt’ül Mâl adıyla sistemleştirildi.

• Askerî ikta sisteminin temelleri atılarak fethedilen toprakların verimli kullanımının yolu açıldı.

• Askerî posta teşkilatı kuruldu.

Hz. Osman Dönemi (644 – 656)

Hz. Ömer’in şehit edilmesinden sonra Hz. Osman şûra denilen bir kurul tarafından halife seçildi. Hz. Osman’ın halifeliği döneminde Doğu Roma ile savaşlar sürdü.

Suriye valisi Muaviye, Anadolu’da Kayseri’ye kadar seferler düzenlemiş ve kurduğu donanma ile Kıbrıs’ı fethetmişti (649). Zamanla daha da gelişen İslam donanması ile Doğu Roma donanması arasında yapılan deniz savaşını Müslümanlar kazandı (655). Zatü’s Savârî adıyla anılan bu zafer Müslümanların ilk deniz zaferidir.

Hz. Osman zamanında İslam orduları doğuda Horasan’a kadar ilerledi. Horasan’a gelen İslam orduları ilk defa Türklerle mücadeleye başladı. İslam orduları Horasan ve Harzem ülkelerini fethetti ve Ceyhun Irmağı’na kadar ilerledi. Azerbaycan ve Gürcistan’ı da fetheden Müslümanlar, Kafkas Dağları’na dayanarak Hazar Türkleriyle komşu oldular. Diğer taraftan Kuzey Afrika’da Tunus ele geçirildi. Tunus’un fethinden sonra İslamiyet, Kuzey Afrika’nın yerli halkı olan Berberiler arasında hızla yayıldı.

Hz. Osman, Kur’an-ı Kerim’i çoğaltarak Mekke, Basra, Kûfe, Şam ve Mısır gibi önemli İslam beldelerine gönderdi. Bir örneği de başkent Medine’de kaldı.

Hz. Osman, Kureyş’e mensup Ümeyyeoğulları olarak da bilinen Emevi ailesindendi. Hz. Osman, ahlak itibarıyla iyi niyetli ve hoşgörülü bir yapıya sahipti. Halifelik makamına geldiği dönemde İslam Devleti’nin sınırları çok geniş coğrafyalara ulaşmış, değişik din ve kültürden insanlar aynı devlet çatısı altında birleşmişlerdi. Bu durum, devletleri yıkılan bir kısım insanların hoşnutsuzluğuna ve iç isyanlar başlatmalarına neden oldu.

Emevi ailesinden olanlar devletin üst kademelerine getirilince diğer Müslümanlar bu durumu hoş karşılamadı. Kûfe ve Mısır’da yöneticilere karşı ayaklanmalar çıktı, ayaklananların elebaşları Medine’ye giderek Hz. Osman’ı Kur’an-ı Kerim okuduğu sırada şehit ettiler (656).

Hz. Ali Dönemi (656 – 661)

Hz. Osman’ın şehit edilmesi, Müslümanlar arasında büyük bir üzüntüye neden oldu. İsyancılar Medine’ye hâkim oldular. Bu isyancılar Hz. Ali’ye başvurarak ona halifelik teklif ettiler.

Hz. Osman gibi yüce bir sahabeyi ve halifeyi şehit etmiş olanlar tarafından halife ilan edilme görüntüsü, Hz. Ali tarafından şiddetle reddedildi. Ancak daha sonra ensar ve muhacirin teklifi üzerine Hz. Ali, Müslümanlar arasındaki huzursuzluğun daha fazla sürmemesi ve Müslüman kanı akmaması için halifelik teklifini kabul etti.
Hz. Ali halife olduktan sonra, Hz. Osman’ın katillerini cezalandırmadığını iddia edenler, Hz. Ali’nin halifeliğine karşı çıktılar. Hz. Ali ise tam bir adalet gerçekleştirmek istiyordu. Henüz kargaşa döneminin devam ettiği bir süreçte; masum insanların zarar görmemesi için katillerin olaylar yatıştıktan sonra cezalandırılmasını istiyordu.

Başta Muaviye olmak üzere Hz. Ayşe, Talha ve Zübeyr ise suçluların ne olursa olsun bir an önce yakalanmasını istiyorlardı. Bu durum tarafların savaşmasına neden oldu.

Deve Olayı (Cemel Vakası) (656): Hz. Ali kendisine karşı olanları ikna edemedi. Hz. Ayşe, Talha ve Zübeyr, Irak’tan topladıkları kuvvetlerle harekete geçtiler. Bunun üzerine iki taraf kuvvetleri Kûfe’de karşı karşıya geldiler.

Yapılan savaşı Hz. Ali kazandı. Savaşta, Talha ve Zübeyr şehit oldu. Bu savaşın en şiddetli çarpışmaları, savaşa katılan Hz. Ayşe’nin bindiği devenin etrafında geçtiğinden bu savaş İslam tarihinde “Cemel Vakası” olarak bilinir. Savaştan sonra Hz. Ayşe, Medine’ye gönderildi. Bu olaydan sonra devlet merkezi, Medine’den Kûfe’ye taşındı.

Sıffîn Savaşı (657): Hz. Ali’nin halifeliğine Şam Valisi Muaviye de karşı çıkıyordu. Cemel Vakası’ndan sonra Hz.Ali’ye karşı olanlar, Muaviye’nin etrafında birleşip onu halife ilan ettiler.

İki taraf arasında savaş kaçınılmaz duruma gelince iki ordu Sıffîn ovasında karşı karşıya geldi. Muaviye, savaşı kaybetmek üzere iken Mısır Valisi Amr bin As, askerlerin mızraklarına Kur’an-ı Kerim sayfalarını taktırarak sorunun bitmesi için Kur’an’ın hükümlerini iyi bilen hakemlerin önereceği çözüme razı olunmasını istedi. Hz. Ali, bunun bir hile olduğunu söylemesine rağmen Hz. Ali’nin askerleri, Kur’an sahifelerine karşı savaşamayacaklarını bildirdi. Sıffin Savaşı’ndan bir sonuç alınamayınca sorunun hakemlerle çözülmesi kararlaştırıldı.

Hakem olayı ile halifelik sorunu çözümlenemediği gibi daha büyük bir çıkmaza girdi. Müslümanlar üç gruba ayrıldılar:

• Muaviye’den yana olanlar.
• Hz.Ali’den yana olanlar
• Hariciler: Hz. Ali’ye ve Muaviye’ ye karşı olanlar.

Hariciler, İslam Devleti’ndeki ayrılıklara son vermek iddiasıyla Hz. Ali, Muaviye ve Amr bin As’ın öldürülmesi gerektiğine karar verdiler. Alınan karar gereği üçü de aynı anda seçilen fedailerce öldürülecekti. Muaviye ve Amr bin As, düzenlenen suikasttan kurtuldu. Hz. Ali sabah namazına giderken yaralandı ve birkaç gün sonra da vefat etti (661). Hz. Ali, ilk Müslümanlardan olup Hz. Muhammed’in damadıdır. Atak ve cesur bir karaktere sahip olan Hz. Ali’den İslam tarihinde Allah’ın Aslanı ya da Haydar-ı Kerrar olarak söz edilmiştir. Hz. Ali’nin şehit edilmesiyle Dört Halife Devri sona ermiştir.

d. Emeviler Devleti (661 – 750)

Hz. Ali şehit edildikten sonra Kûfeliler, Hz. Ali’nin oğlu Hz. Hasan’ı halife seçtiler. Muaviye de Şam’da halifeliğini ilan etti. Müslümanlar arasında kan dökülmesini istemeyen Hz. Hasan, Muaviye ile anlaşarak halifelikten çekildi. Yapılan anlaşmaya göre Muaviye yerine herhangi birini halife tayin etmeyecekti. Bu anlaşmadan sonra Medine’ye giden Hz. Hasan bir müddet sonra vefat etti.

Emevi soyundan gelen Muaviye’nin halife olmasıyla İslam tarihinde Emeviler Dönemi başladı. Muaviye halife olunca ilk iş olarak Şam’ı İslam Devleti’nin merkezi yaptı ve bütün Müslümanların kendisine biat etmesini sağladı.

Muaviye, Müslümanlar arasındaki karışıklıkları önleyerek ülkede huzuru sağlamaya çalıştı. Muaviye iç huzuru sağladıktan sonra kara ve denizden Doğu Roma üzerine, Kuzey Afrika sahillerine, doğuda Maveraünnehir’e, kuzeyde Kafkasya ve Anadolu içlerine ordular sevk ederek fetih hareketlerine başladı.
Emeviler Dönemindeki siyasi gelişmeler şunlardır:

İstanbul kuşatması: Muaviye, İstanbul üzerine bir ordu gönderdi. Bu ordu İstanbul’u kuşattı (668) fakat kuşatmadan sonuç alınamadı. Kuşatma sırasında daha önce Hz. Muhammed’in sancaktarlığını yapan Eyüp El Ensari şehit oldu. Bugün İstanbul’daki Eyüp Sultan Türbesi, Eyüp El Ensari’ ye aittir.

Birinci kuşatma başarısız olunca, 674 yılında İstanbul ikinci kez kuşatıldı. Denizden yapılan bu kuşatma aralıklarla yedi yıl sürdü. Bu kuşatmadan, iklim farklılığına askerlerin uyum sağlayamaması, İstanbul’un merkeze uzak olması, İstanbul’un etrafının surlarla çevrili olması ve Bizans’ın grejuva denilen “denizde de yanabilen Rum ateşi” ile savunma yapması yüzünden sonuç alınamadı.

Muaviye ve oğlu Yezid döneminde doğuda Türklerin hâkimiyetinde olan Maveraünnehir, Harzem, Türkistan ve Buhara ele geçirilerek Hindistan’a kadar olan yerler fethedildi. Müslümanlar, Tunus’taki Kartaca’ya kadar olan bölgeleri de fethedince Kuzey Afrika’daki Bizans egemenliği sona erdi.

Muaviye ölmeden önce oğlu Yezid’i halife tayin ederek halifeliği saltanat hâline getirdi. Böylece Dört Halife Döneminde devam eden seçimle yönetime gelme anlayışı son bulmuş oldu.

Kerbela Olayı (680): Muaviye ölünce oğlu Yezid halifeliğini ilan etti. Yezid’in halifeliğini kabul etmeyen Kûfeliler, Hz. Ali’nin küçük oğlu Hz. Hüseyin’i halifeliğe getirmek için Kûfe’ye çağırdılar. Bunu haber alan Yezid, Hz. Hüseyin’in Kûfe’ye gitmesini engellemek için üzerine kuvvet gönderdi. Hz. Hüseyin’in yolu Kerbela denilen yerde kesildi. Hz. Hüseyin ve beraberindekileri günlerce kuşatma altında tutarak teslim olmalarını istediler. Bu istekleri kabul edilmeyince Hz. Hüseyin ve yanındakileri şehit ettiler. Bu olay Kerbela Olayı olarak tarihe geçti.

Hz. Hüseyin’in şehit edilmesinden sonra İslam dünyasında daha önce baş gösteren ayrılıklar Hz. Ali taraftarları ve Muaviye taraftarları şeklinde kesin ayrılıklara dönüştü.

Kuzey Afrika ve İspanya’nın Fethi: Emevilerin en parlak dönemi halife Abdülmelik ve Velid devirleridir. Velid zamanında Kuzey Afrika valiliğine getirilen Musa bin Nusayr, Atlas Okyanusu’na kadar bütün Kuzey Afrika’yı fethetti. Kuzey Afrika’da yaşayan Berberiler, İslamiyeti kabul ederek Arap kültürünün etkisi altına girdiler. Vizigot kralının İspanya halkına baskı ve zulüm yapması üzerine İspanya’nın yerel yöneticileri, Müslümanlardan yardım istediler. Tarık bin Ziyad komutasındaki İslam ordusu bölgeye gönderildi.

İspanya’ya geçen İslam ordusu Müslüman Arapların “Endülüs” dedikleri bu ülkeyi Kadiks Zaferi (711) sonucunda fethetmişti.

Avrupa’daki ilerleyiş Fransa’da Franklarla yapılan Puvatya Savaşı’na kadar sürdü (732). Bu savaştan sonra Müslümanlar Avrupa’da toprak kaybetmeye başladı.

TARIK BİN ZİYAD VE İSPANYA’NIN FETHİ
İspanya’yı fethetmek için fırsat arayan Musa bin Nusayr İspanya’da iç karışıklık olduğu haberini alınca Tarık bin Ziyad adlı komutanını, Vandalisia adından dolayı Müslüman Arapların “Endülüs” dedikleri İspanya’yı fethetmek için görevlendirdi.

Değerli bir komutan olan Tarık bin Ziyad Septe Boğazı’nı aşarak İspanya’ya girdi. Artık İspanya’nın fethi başlamıştı. Tarık bin Ziyad daha sonra kendi adıyla anılacak olan Cebel-i Tarık Dağı’nı ele geçirdi. Üzerine Vizigot kuvvetlerinin geldiğini öğrenince gemileri yaktırdı. Yüksekçe bir yere çıkan komutan Tarık, askerlerine: “Sabır ve sebat ederseniz zafere ulaşırsınız, Endülüs’ü fethederiz. Aksi hâlde, düşman hepimizi denize döker!” diye hitap etti.
Yılmaz Boyunağa, Tebliğinden Günümüze İslam Tarihi, s. 312’den özetlenmiştir.

Türk-Arap İlişkileri: Hz. Osman Döneminde Türklerin doğudaki en son sınırı olan Ceyhun Irmağı’na kadarki bölgeler fethedildi. Arap orduları, Muaviye’nin halife olmasından sonra Türklerle mücadele etti ve bu mücadelelerde Horasan bir üs olarak kullanıldı. Bölgede Türkler, kalabalık olmalarına rağmen siyasi birlik oluşturamadılar. Bu durum Arapların bölgeyi fethini kolaylaştırdı. Horasan valiliğine getirilen Kuteybe, Ceyhun Irmağı’nı geçerek Taşkent, Buhara, Semerkant şehirlerini ele geçirdi. Türgeş Kağanı Sulu Han, Emevi valisini yendiyse de daha sonra geri çekilmek zorunda kaldı (720).

Emevi Devleti’nin Yıkılması (750): Dünya tarihinin büyük imparatorluklarından biri kabul edilen Emevi Devleti, varlığını uzun süre devam ettiremedi. Bu devletin yıkılmasında;

• İmparatorluğun çok geniş sınırlara ulaşması sonucu merkezî otoritenin zayıflaması,

• Emevi ailesinin Arap milliyetçiliği politikası izlemesi sonucu, Emevi egemenliğindeki mevâli diye tabir edilen Arap olmayan Müslümanların yönetime karşı tavır almaları,

• Devlet makamlarına genellikle Emevi ailesi dışında yöneticilerin getirilmemesi,

• Şiilerin halifeliği ele geçirme mücadelelerini sürdürmeleri,

• Hz. Muhammed’in soyundan gelenlerin Emevi yönetimine karşı mücadeleleri etkili olmuştur.

Emevi yönetimine karşı ilk başkaldırı, Horasan’da başladı. Horasan’da Türk asıllı Ebu Müslim adlı bir komutanın başlattığı bu ayaklanma, Irak ve İran’a yayıldı. Emevilere karşı oluşturulan muhalefetin öncülüğünü Hz. Muhammed’in amcası Abbas’ın soyundan gelenler yapmaktaydı. Bu ayaklanmalar, Ebu’l Abbas Abdullah’ın Kûfe’de Ebu Müslim tarafından halife ilan edilmesiyle son buldu. Mısır’a kaçan son Emevi halifesi II. Mervan öldürüldü. Böylece Emevi Devleti sona erdi (750).

Emeviler Döneminde yöneticilerin uyguladığı Arap milliyetçiliği politikası yüzünden halk dört sınıfa ayrıldı:

Müslüman Araplar: Bunlar kendilerini Arap olmayan diğer Müslümanlardan üstün tutmuştur.

Mevâlî: Müslümanlığı kabul etmiş Arap olmayan Müslümanlara azatlı köle manasındaki bu isim verildi. Bunlar Müslüman Arapların üstün tutulmasından rahatsızlık duyuyorlardı.

Zımmî: İslam Devleti içinde yaşayan Müslüman olmayan halktır. İslam Devleti’nin kendilerine sağladığı koruma karşılığında devlete vergi ödüyorlardı.
Köleler: İslamiyet’in doğuşundan çok daha önceki dönemlere giden kölecilik anlayışını İslamiyet ıslah etme yoluna gitmiştir. Kölelerin hürriyetlerine kavuşturulmasını teşvik etmiştir.

Emeviler Döneminde halifeler gösterişli bir hayat sürmeye başladı. Bu dönemde halifeler ordu komutanlığını bırakarak, sadece devlet başkanlığı görevini yürüttüler. Ancak Emevi hanedanından Ömer bin Abdulaziz gerçekleştirdiği faaliyetlerle diğer Emevi halifelerinden ayrılır.

EMEVİLERE FARKLI BİR BAKIŞ: ÖMER BİN ABDÜLAZİZ

Anne tarafından soyu halife Hz. Ömer’e dayanan Emevi halifesi Ömer bin Abdülaziz, mevcut İslam ülkelerinin genişliğinin yeterli olduğuna inandığından yeni fetihler yerine var olan sınırlar içerisinde adaletli bir yönetim oluşturmaya çalışmıştır. Emevi Devleti’nin kuruluşundan beri oluşturulmuş olan bütün ihtişam ve lüks yaşantı tarzını ortadan kaldırarak İslam’ın ilk halifeleri gibi sade bir hayat sürmeye ve devletten aldığı belirli bir gündelikle geçinmeye başlamıştır.

Ömer bin Abdulaziz halka zulmeden valileri değiştirip yöneticilerinden halka hoşgörü ile davranmalarını istemiştir. Bu yolla kendinden önceki Emevi halifelerinin baskı yoluyla sağlayamadıkları sosyal ve ekonomik düzeni sevgi ve hoşgörü ile kısa zamanda gerçekleştirmiştir. Onun döneminde ülkede öyle bir zenginlik, öyle bir huzur belirmişti ki Türkistan’dan İspanya’ya, Anadolu’nun doğusundan Arabistan’ın en güney ucuna kadar geniş olan İslam ülkesinde zekât verecek fakir bulunamamış, zenginler zekâtlarını verecek yer aramaya başlamışlardı.

Yılmaz Boyunağa, Tebliğinden Günümüze İslam Tarihi, s. 341-344’ten özetlenmiştir.
Cevaplayalım
Ömer bin Abdülaziz’in diğer Emevi halifelerinden farklı bir yönetim uygulamasının sonuçları neler olabilir?

 

DÖRT HALİFE DÖNEMİ EMEVİLER DÖNEMİ
Halifeler bir çeşit seçim yoluyla belirlendi. Babadan oğula geçen saltanat modeli uygulandı.
Devlete ait merkez binası yoktu. Devlete ait merkez binaları inşa edildi.
Bütün Müslümanlar eşit kabul edilmişti. Arap milliyetçiliği politikası izlendi.
Devlete ait resmî dil ve resmî para yoktu Arapça resmî dil hâline getirildi, ilk İslam parası bastırıldı.

Cevaplayalım
Dört Halife ve Emeviler Dönemini devlet teşkilatlanması açısından karşılaştırınız?

İslam dinini yaymak için yapılan fetihler aynı zamanda İslam sanatının gelişmesini de sağladı. Çünkü fethedilen ülkelerdeki sanat anlayışı İslam sanatını da etkiliyordu. Bunun sonucunda farklı sanat anlayışlarından oluşan yeni ve daha gelişmiş bir İslam sanatı ortaya çıktı. İslam sanatında en büyük gelişme mimari alanda olmuştur. İslam Devleti’nin her yerine camiler, medreseler, köprüler, hanlar, kervansaraylar yapıldı. Mimari eserlerde kubbe ve kemer kavramları Türklerden Araplara geçti. Camilerde mihrap, minare ve şadırvan gibi yapılar ilk olarak Emeviler zamanında kullanılmaya başlandı. Emevi sanatında genel yapı malzemesi olarak taş kullanıldı. Süslemelerde insan ve hayvan figürlerine yer verildi ve estetik değer ön plana çıkarıldı. Kubbe ile at nalı ve yuvarlak dilimli kemerler başarılı şekilde eserlerde uygulandı. Kare minareler de Emevi mimarisini yansıtan örneklerdendir.

İslamiyetin ilk yıllarında Arap Yarımadası’nda Arap alfabesi, Mısır ve Suriye’de Eski Yunan alfabesi kullanılmaktaydı. Emevi Halifesi Abdülmelik, İlk İslam parasını bastırdı, resmî yazışmalarda Arap alfabesinin kullanılmasını zorunlu hâle getirdi. Böylece Arap alfabesi Arabistan dışında da yaygınlaştı.

Kur’an-ı Kerim’in dili Arapça olduğu için İslamiyetin yayıldığı bölgelerde Arapça, konuşma dili olmaya başladı. İslamiyeti kabul eden diğer milletler, İslamiyeti öğrenirken Arapçayı da öğrendiler. Böylece Arapça, İslamiyetle beraber bütün dünyaya yayıldı. Türkçe, Farsça ve daha birçok dile Arapça kelimeler girdi.

Saray hayatının başladığı Emeviler Döneminde şiir yeniden önem kazandı. İslami dönemde gelişen diğer bir edebiyat türü de toplumun bilgi, görgü ve ahlakını yükseltmek gayesiyle yazılmış nesir türündeki eserlerdir. Edeb adı verilen bu tarzın en önemli ismi, “Hilafet Ordusu’nun Menkıbeleri ve Türklerin Faziletleri” adlı bir kitap yazmış olan Cahiz’di.

İslam dünyasında sanayi, fetihler sonucunda ortaya çıktı. Sanayi, tarım ürünlerine dayalı olarak el sanatları üretimiyle başladı. Daha sonra gelişerek imalathanelere dönüştü. Dokuma sanayinde yün, pamuk ve ketenden çeşitli kumaşlar üretildi. Bu kumaşlar, Avrupa’da büyük ilgi görmüştür.

EMEVİLERDE SAĞLIK
Emevi halifesi Velid’in hastanesini oluşturması ve hastaneye doktorlar görevlendirmesinden sekiz yüz yıl sonra, batıda ilk defa 1500 yılında Strazburger Hastanesi bir doktora sahip olur; bunu 1517’de Leipzig Hastanesi, 1536’da Paris’te Hotel-Dieu takip eder.

Sigrid Hunke, Avrupa Üzerine Doğan İslam Güneşi, s. 220.

e. Endülüs Emevi Devleti (756 – 1031)

Emeviler Devleti'nin fetihlerden sonraki sınırları

Abbasilerin, Emevi hanedanına son vermesiyle Emevi sülalesinden Hişam’ın torunu Abdurrahman, İspanya’ya giderek burada Endülüs Emevi Devleti’ni kurdu(756). Abdurrahman, Abbasilerle mücadele etti, Franklara karşı başarılar kazandı.

Endülüs Emevilerinin en parlak dönemi III. Abdurrahman (912-961) ve II. Hakem (961-976) zamanlarıdır. III. Abdurrahman, halife unvanını da kullanınca İslam tarihinde aynı anda Abbasiler, Fatimiler ve Endülüs Emevilerinde olmak üzere üç halife ortaya çıktı.

II. Hakem zamanında, devletin başkenti olan Kurtuba, yapılan birçok cami, kütüphane, medrese ile kültür ve bilim merkezi hâline getirildi.

Endülüs Emevi Devleti’nde siyasi güç zamanla farklı etnik kökenden gelen devlet görevlilerinin eline geçmişti. Bu görevlilerin birbirleriyle mücadelesi iç karışıklıklara neden oldu. Çıkan isyanlar devletin zayıflamasına yol açtı. 1031 yılında devlet dağıldı, İspanya’da Tavaif-i Mülük adı verilen küçük devletler kuruldu.

Zamanla Hristiyanların eline geçen bu devletlerin en önemlisi Beni Ahmer Devleti’ydi.

MUHTEŞEM ENDÜLÜS

III.Abdurrahman Devrinde İspanya’da İslam medeniyeti hızla gelişti. Kurtuba ile diğer şehirler arasında posta teşkilatı kuruldu. Tersaneler ve silah imalathaneleri inşa edildi. Bağdat ile temaslar sağlandı. Oradan, bol paralar vermek suretiyle sanatkârlar getirildi. “Endülüs fatihlerinin dil, edebiyat ve diğer sosyal kurumlarının etki ve çekiciliği o derece büyük oldu ki tamamen İslam dinine girmiş olmamakla birlikte, şehirlerde yaşayan Hristiyan halkın çoğu Müslümanlar gibi bir hayat sürmeye başladılar. Sanat, şiir, felsefe ve ilimler alanında kendilerinin ne kadar geri olduğunun farkına vardılar. İslam medeniyetinin parlaklığından gözleri kamaşmış yerli Hristiyanlar kısa zamanda, İslami yaşayış tarz ve biçimini taklit ettiler.”

Nuri Ünlü, Ana Hatlarıyla İslam Tarihi, s. 115’ten derlenmiştir.

Cevaplayalım
Endülüs’te kültür ve sanat alanındaki gelişmeler Hristiyan halkın yaşayışına nasıl yansımıştır?

f. Beni Ahmer Devleti (1232 – 1492)

İspanya’daki son Müslüman devlet olan Beni Ahmer Devleti’nin kurucusu Muhammed Bin Ahmer, bu devletin başkenti ise Gırnata şehriydi. Devlet 250 yıldan fazla bir süre siyasi varlığını devam ettirdi.

İspanya’daki İslam kültürü Beni Ahmer Devleti zamanında büyük bir gelişme gösterdi. Başkent Gırnata bilim, kültür ve sanat faaliyetlerinin önemli bir merkezi hâline geldi.Ancak bu devlet, askerî bakımdan önemli bir güce sahip değildi.

Gerçekleştirilen bilim ve sanat alanındaki faaliyetler Avrupa’da Rönesans’ın doğuşunda etkili olmuştur.

Aragon kralının Kastilya kraliçesiyle evlenmesi sonucu İspanya’da Katolik Hristiyan birliği sağlandı. 1492 tarihinde Gırnata’yı ele geçiren Hristiyanlar, İslam kültür ve medeniyetine ait birçok eseri yıktılar. Böylece İspanya’da 750 yıl süren İslam egemenliği sona erdi.

İspanya’da yaşayan Müslümanların bir kısmı Hristiyanlarca katledildi. Bu sırada Osmanlı Devleti, kendi içinde yaşadığı iç karışıklıklardan dolayı buradaki Müslümanlara yeterince yardım edemedi. Bu dönemde Akdeniz’de bağımsız hareket eden Türk denizcilerinden Oruç ve Hızır Reisler, İspanya’dan sürülen ve baskıya uğrayan Müslümanların birçoğunu kurtarmayı başardı. Bu arada, İspanya’da baskıya maruz kalan Yahudiler Osmanlı padişahı II. Bayezid tarafından İspanya’dan Osmanlı ülkesine getirilerek Selanik, İzmir ve İstanbul’a yerleştirildi.

11. yyde İspanya'da İslam Hakimiyeti

ENDÜLÜS’TE BİLİMSEL ORTAM

Endülüs Emevi Devleti, İspanya ve Avrupa milletlerinin ihtiyacı olduğu bir zamanda bilim, kültür ve eğitim merkezi olarak hizmet vermişti. Vizigot’un başkenti Tuleytula, Endülüs İslam medeniyetinin önemli merkezlerinden biriydi ve Hristiyanların eline geçerek VI. Alfonso’nun yeni başşehri olduktan sonra, bu medeni birikimi sayesinde zamanla İspanya devletleri ve diğer Avrupa ülkelerinden gelen öğrencilere hizmet veren bir bilim merkezi hâline geldi. VI. Alfonso, Endülüs medeniyetinin etkisinde kalarak sarayının her yanını İslam kültürünün izleriyle bezemiş ve kendisini de “iki milletin imparatoru” ilan etti.

Hristiyanlar, İslam kültürünü tanımaya başladılar. Felsefede, bilimde, doğunun düşünce akımlarına yer verdiler. Avrupa üniversiteleri Doğu bilgisini edinip çağın felsefesiyle köprü kurdular. Önce doğa sonra gök bilimiyle ilgilendiler. Ellerine ne geçtiyse dillerine çevirdiler. Felsefe çalışmalarına çok sonra sıra geldi.

İzzet Tanju, Endülüste Raks, s. 132-134’ten özetlenmiştir.
Cevaplayalım
Endülüs Emevi Devleti’nin Avrupa tarihine en çok hangi alanlarda katkıda bulunmuştur?

Yorumlayalım

EL HAMRA SARAYI

El Hamra, Gırnata’ya hâkim bir tepe üzerindeki düzlükte, savunma kalesi ve saray olarak yapılmıştır. Bu yüzden ilk bakışta estetikten uzak bir görünüm arz etse de kale duvarlarının içinde eşsiz güzellikte bir sarayla karşılaşılır. Duvarlarında kırmızı tuğla, damında kırmızı kiremit kullanıldığı için adına da El Hamra, yani “Kırmızı” denilmiştir.

Nasri hükümdarları yeni yapılarla kaleyi büyüttüler. Böylece El Hamra, saray ve köşklerden kurulmuş bir topluluk hâline geldi.

Sarayların içi kadar avluları da güzeldir.Bunlardan en güzelleri uzun bir havuzla süslü olan El Bürke Avlusu, döşemesi mermer kaplı Meksuar Avlusu ve Arslanlı Avlu’dur. El Hamra Sarayı, zarif ve zengin süslemeleri, bahçeleri ve havuzlarıyla komple bir yapıdır. Şarlken Endülüs’ü zaptedince sarayın bir bölümünü yıktırdı ve yerine Rönesans üslubunda bir saray yaptırmak istedi. 1522’deki depremde ve 1590’da saray bir miktar daha hasar gördü. Ancak, XIX. yüzyıl ortalarından itibaren korunmaya alındı ve günümüze dek gelebildi.

Ziya Paşa, Endülüs Tarihi, s. 293-294’ten derlenmiştir.

Cevaplayalım
El Hamra Sarayı’nın içinin ve dışının farklı özellikler göstermesinin sebebi ne olabilir?

g. Abbasiler (750 – 1258)

8-9.yyde Abbasi Devleti

Ebu Müslim’in Emevi Devleti’ni yıkarak Kûfe’ de Ebul Abbbas’ı halife ilan etmesiyle Abbasi Devleti kuruldu. İlk Abbasi halifesi Ebu’l Abbas Abdullah, Hz. Muhammed’in amcası Abbas’ın soyundandır. Bu nedenle devletin adı Abbasi Devleti oldu. Ebu’l Abbas Abdullah Emevi sülalesinden olan muhaliflerini etkisiz hâle getirerek otoriteyi sağladı. Daha sonra halife olan Ebu Cafer Mansur, devletin başkentini Kûfe’ den Bağdat’a taşıdı.

Abbasilerin en parlak dönemi Harun Reşid dönemidir (786-809).Harun Reşid’den sonra yerine sırasıyla oğulları Emin, Memun ve Mutasım halife oldular. Emeviler zamanında sürekli olarak Araplarla savaşan Türkler, Abbasiler zamanında İslamiyeti benimsemeye başladılar. Çünkü Abbasiler, Emeviler gibi Arap milliyetçiliği yapmadılar. Türklere ve Arap olmayan Müslümanlara karşı iyi davrandılar. Onların bu siyasetleri sonucu Talas Savaşı’ndan sonra Türkler arasında İslamiyet hızla yayıldı. Özellikle Mutasım zamanında Türkler, önemli devlet makamlarına ve ordu komutanlıklarına getirildiler. Mutasım, Türklerin Araplarla karışıp savaşçı özelliklerini yitirmemelerini sağlamak amacıyla Türklerin yerleşmesi için Samarra şehrini inşa ettirdi.

Samarra, Abbasi Devleti zamanında Irak’ta Bağdat’ın yetmiş mil uzağında ve Dicle kenarında kurulmuştu. Bu şehri, Halife Mutasım’a ve ücretli Türk ordusuna yeni bir yerleşim merkezi sağlamak gayesiyle ünlü Abbasi kumandanı Türk asıllı Eşnas 836 senesinde, kurmuştu. Samarra kuruluşundan 892 senesine kadar 56 sene, Abbasi Devleti’ne başşehir oldu. 892 senesinde ise Halife Mutedid Bağdat’ı tekrar başşehir yaptı.

Türklerin bir kısmı da Anadolu’nun güneyinde Maraş, Diyarbakır, Malatya, Adana, Tarsus gibi şehirlerde Doğu Romalılara karşı kurulan Avasım hattına yerleştirildi.

Şehirlere yerleşen Türkler, Doğu Romalılara karşı İslamiyeti savunmak için savaştılar ve çıkan isyanların bastırılmasında Abbasilere yardımcı oldular. Mutasım zamanında Doğu Roma’ya karşı düzenlenen seferler devam etti. Afşin idaresindeki İslam ordusu, Doğu Roma’yı yenilgiye uğratmıştı. Bu zaferden sonra da Eskişehir’e kadar seferler düzenlendi.

Abbasi Halifesi Mutasım’dan sonra devlet içerisindeki Türklerin etkisi giderek artmıştı. Abbasi Devleti’nin siyasi birliği IX. yüzyılın ortalarından sonra çözülmeye başlamıştı. 847 tarihinden itibaren halifelerin otoritelerinin zayıflaması,

Abbasi Devleti’nin parçalanmasına sebep oldu. Abbasi sınırları içinde kısa ömürlü olan yeni devletler kuruldu. Bu devletler;

• Mısır’da Tolunoğulları ve İhşidiler,
• KuzeyAfrika’da Aglebiler,
• Horasan’da Tahiriler,
• Maveraünnehir’de Samanoğulları,
• Irak ve İran’da Büveyhoğulları’dır.

 

Bu devletlerden Büveyhoğulları 945 yılında Bağdat’ı işgal ederek halifeyi baskı altına aldı. Gazneli hükümdarı Mahmut, Abbasi halifesini bu baskıdan kurtararak halifeden “sultan” unvanını aldı. Büveyhoğulları bir süre sonra halifeyi yeniden baskı altına alınca, 1055 yılında Bağdat’a giren Büyük Selçuklu Hükümdarı Tuğrul Bey, halifeyi bu durumdan kurtardı. Bu olaydan sonra Abbasiler, Bağdat’taki varlıklarını yaklaşık 250 yıl daha sürdürdü. Ancak bu dönemde, siyasi ve askerî güç olarak etkili olamadılar. Halifeliği ellerinde bulundurdukları ve Arap olmayan diğer Müslümanlara da eşit davrandıkları için bütün İslam dünyasında saygı ve ilgi gördüler.

Abbasiler bütün Müslümanlara yeniden değer vererek onlara eşit davrandılar. Böylece mevâlî kavramı ortadan kalktı. Bu dönemde İranlılar ve Türkler önemli devlet görevlerine getirildiler.

Abbasiler, şehirleri imar ederek Bağdat gibi yeni yerleşim birimleri kurdular. Şehir halkı askerler, memurlar, din adamları, esnaflar, zanaatkârlar, tüccarlardan oluşurdu. Köylüler tarım, bedeviler ise hayvancılıkla geçimlerini sağlardı.

Abbasilerde halifeler devlet işlerinin yürütülebilmesi için vezirlik makamını kurdular. Vezirlere geniş yetkiler verdiler. Vezirlerin yanı sıra Hz. Ömer Döneminde kurulan divanı geliştirdiler. Divanı devlet yönetiminde en etkili kurum hâline getirdiler. Devlet ve memleket sorunlarını, önce divanda görüşerek divanın önerdiği çözümleri uyguladılar. Bu divanların bazıları ve görevleri şunlardır:

• Divan-ı İnşa: Devletin yazı işlerini yürütmüştür.

• Divan-ı Mezalim: Adalet işlerine bakmıştır.

• Divanü’l Ceyş: Askerlik işleriyle ilgilenmiştir.

• Divan-ı Beytü’l Mâl: Devletin gelir ve giderleri ile ilgilenmiştir.

Abbasiler Döneminden itibaren Müslümanlar, Hint ve Çin uygarlıklarından da yararlandı. Hintlilerden matematikte onlu sistemi alarak Hint rakamlarını yeniden düzenleyip kullandılar ve astronomi cetvellerinin hazırlanmasını öğrendiler. Ayrıca coğrafya, tıp, eczacılık alanlarında da önemli bilgiler edindiler. Çinlilerden öğrendikleri kâğıt yapımını Semerkant’ta kurdukları kâğıt atölyelerinde geliştirdiler. Daha sonra, başta Bağdat olmak üzere diğer kentlerde de kâğıt üretimini başlattılar.

Mısır, Suriye, Filistin ve Güney Anadolu’nun fetihleri sırasında Müslümanlar, Yunan kültürüyle karşılaştı. Önemli bilim merkezleri olan Urfa, Antakya, İskenderiye’de Eski Yunan medeniyetine ait yazma eserler buldular. Eflatun, Aristo gibi filozofların, Öklid gibi matematikçilerin, Ptolemaios (Ptolemyos) gibi tıp bilginlerinin eserleri, Yunancadan Süryaniceye çevrildi; daha sonra da Müslümanlar tarafından Süryaniceden Arapçaya çevrilerek İslam dünyasında bilimsel çalışmalar geliştirildi. Bu çalışmalar, özellikle Harun Reşid, Memun ve Mutasım zamanında en ileri boyutlara ulaştı. Harun Reşid Döneminde zengin bir kütüphaneye sahip Beytü’l-Hikme adıyla ilim merkezi kuruldu.

1258 yılında İlhanlı Hükümdarı Hülâgu Han, ordusu ile Bağdat’ı ele geçirerek Abbasi Devleti’ne son verdi.
İlhanlılar Bağdat’ta bulunan kütüphaneleri tahrip ettiler. Kütüphanelerdeki on binlerce kitabın bir kısmını yakarken büyük bir kısmını da Fırat Nehri’ne attılar. Bağdat’ı yakıp yıkarak büyük katliamlar yaptılar.

Abbasi ailesinden kurtulabilenler Mısır’a gitti. Mısır’daki Memluk sultanı Baybars, Abbasi ailesinden Mustansır’ı Mısır’da halife ilan etti. Memluklu himayesindeki Abbasi halifeliği, Osmanlıların Mısır’ı fethine kadar (1517) Mısır’da devam etti.

Moğol asıllı İlhanlıların, kültür merkezlerini tahrip etmeleri İslam kültür ve medeniyetinin gelişimini nasıl etkilemiş olabilir?
Öğrenelim

KİTAP VE MEDENİYET

Kitap, politikanın yöntemini belirler. Bilgi, barışa götüren bir elçi görevi görür. Kitaplara Müslüman nasıl bir sevgi ile bağlı olmalı! Hem de tıp, astronomi ve felsefenin dışındaki geometri ve matematik gibi soyut konulu kitaplarda bile.Galip bir devletin barış antlaşması şartı olarak, silah ve harp gemilerini istemeye özen göstermesi gibi, Abbasi halifesi Harun Reşid de Amoria ve Ankara’nın fethinden sonra aynı özen ve titizlikle eski yunan el yazmalarını Doğu Roma’dan ister. Aynı şekilde İslam dünyasında halife Memun, Doğu Roma kralı III. Michael’e karşı kazandığı zaferden sonra, tazminat olarak antik filozofların henüz Arapçaya çevrilmemiş eserlerini, gerçek bir barışı oluşturmaya yarayan fikrin araçlarını ister.

Yılmaz Boyunağa, Türk-islam Sentezi, s. 271-272’den alınmıştır.
2.KONU: TÜRK VE İSLAM BİLGİNLERİ

Temel kavramlar
• Bilgin
• Âlim
• Hadis
• Cebir
• Avicenna
• Ebced
• Usturlap
• Muallim-İ Sani

Bizim Rönesans’ımız İslam Medeniyetinin hatırasını çabuk unuttu; hâlbuki ona karşı çok büyük minnetleri vardı. Prof. E. F. Kautier
Yılmaz Boyunağa, Tebliğinden Günümüze İslam Tarihi, s. 434
İslam dini insanların sadece inanç dünyalarını etkilemekle kalmamış, siyaset, ekonomi, sanat, bilim ve düşünce gibi hayatın tüm alanlarını da etkilemiş ve geliştirmiştir. Tabiatı ve kâinatı Allah’ın birliğinin delili olarak gören İslamiyet, çölde yaşayan ve cahil olarak nitelenen bir topluluktan bilimin her alanında öncülük yapan bilim insanları yetiştirdi. Türkler İslamiyeti kabulleriyle birlikte devraldıkları bilimsel mirası geliştirmişler, siyasi alanda olduğu gibi bilimsel alanda da medeniyetin gelişmesine katkıda bulunmuşlardır.

İslam dünyasındaki bilimsel gelişmeler, Moğol istilası ve Endülüs’teki İslam devletlerinin saldırılar sonucunda yıkılmasından olumsuz yönde etkilendi.

İslam dünyasında, dinî ilimler ve fen bilimleri birbirinden ayrı düşünülmeyip tam aksine birbirini tamamlayan bilimler olarak kabul edildi. Sadece öğrenmekte ve araştırmakta kolaylık sağlamak amacıyla bilimler, kendi arasında İslami, sosyal ve fen bilimleri şeklinde gruplandırılmaktaydı:

İslamî bilimler: Kur’an-ı Kerim’in ve İslam dininin doğru biçimde anlaşılması için yapılan çalışmalar sonucunda İslami bilimler doğdu. Bu bilimler;

Tefsir: Kur’an-ı Kerim’i açıklayan ve yorumlayan bilimdir. Bu bilimle uğraşanlara “müfessir” denir. En ünlü müfessirler; Taberî, Zemahşerî, İbn-i Mesud’dur.

Hadis: Hz. Muhammed’in Müslümanları aydınlatmak için söylediği sözlere “hadis” denilir. Bu konularla ilgili bilime de hadis bilimi adı verilir. Hadis, Kur’an-ı Kerim’den sonra İslam dininin ikinci ana kaynağıdır. Hadis bilimiyle uğraşanlara “muhaddis” denir. En ünlü muhaddisler Buharî, Müslim, Ebu Davud, Tirmizî, İbn-i Mâce ve Nesaî’dir.

Fıkıh: İslam hukukudur. Bu bilimle uğraşanlara “fakih”, fakihlerin verdikleri kararlara “fetva” denilmiştir. En ünlü fakihler Ebu Hanife, İmam Malik, İmam Şafî ve İmam Ahmet bin Hanbel’dir.

Kelam: Allah’ın birliğini, sıfatlarını, peygamberlik ve ahiretle ilgili konuları akıl ve mantık yoluyla ispat eden bilimdir. En ünlü kelamcılar; İmam Maturidi, İmam Eş’ari’dir.

Tasavvuf: Allah’ı tanımayı ve ona kalp yoluyla yakınlaşmayı amaç edinen ilim dalıdır. En önemli mutasavvıflardan biri de Muhyiddin-i Arabi’dir.

Sosyal ve fen bilimleri: Müslümanlar İran, Suriye, Mısır ve Orta Asya’yı fethettiklerinde astronomi, tıp, matematik, felsefe gibi bilimlerle karşılaştılar. Müslümanlar bu bilim dallarını Arapçaya yapılan tercümeler vasıtasıyla tanıdılar. Özellikle Abbasiler Döneminde bilimsel çalışmalarda önemli ilerlemeler görüldü.

Tarih: İslam tarihçileri, İslam tarihinin yanı sıra dünya tarihi ile ilgili eserler de verdiler. En ünlü tarihçiler; Taberî, İbnü’l Esir, Mesudî’dir.

Coğrafya: İslam ülkelerinin sınırları genişledikçe bu ülkeleri gezen seyyahlar ve bilim insan sayısı arttı. Bu seyyah ve bilim adamları gezip gördükleri yerler hakkında kitaplar yazdılar. Bunlar arasında coğrafya alanında eser veren Mesudî, İbn-i Fadlan ve İdrisî en ünlü isimlerdir.

Astronomi: İslam dünyasında astronomiyle ilk olarak Fezârî ilgilendi.

Usturlap adı verilen bir aletle yıldızların hareketlerini izleyerek, Güneş ve Ay tutulmalarının zamanını tahmin etti. Gece ve gündüzün kısalıp uzamasını gösteren cetveller hazırladı. El Harizmî ise astronomi cetvelleri hazırlayarak yıldızların hareketlerini izledi. Yine bu dönemde astronomi ile ilgili çalışmaların yapıldığı rasathaneler kuruldu.

Matematik: Araplar, Hint rakamlarını alarak matematikte kullandılar. Bu dönemde cebir ve logaritma ile ilgili birçok kural oluşturuldu. Trigonometri ve geometri alanlarında da birçok eser verildi. Bu eserlerden Harizmî’nin Hisabe’l-Cebr adlı eseri, Avrupa dillerine çevrildi ve Avrupa’daki üniversitelerde yıllarca okutuldu.

Kimya: İslam dünyasında bilinen en ünlü kimyacı Câbir’dir. Kendisi ilk hassas teraziyi kullanmış, çeşitli madenlerin alaşımlarıyla yapay altın yapmaya çalışmıştır. Kumaş ve deri boyama yöntemlerini geliştirmiştir.

Tıp ve eczacılık: Bu alanda en ünlü bilim adamları İbn-i Sina ve Errazî idi. İbn-i Sina’nın El Kanun Fi’t-tıp adlı eseri 500 yıl süreyle Avrupa’da temel tıp kitabı olarak okutuldu. İbn-i Sina Avrupa’da Avicenna adıyla tanındı. Errazî’nin çiçek ve kızamık hastalıklarını konu edindiği eserleri de Avrupa’da okutuldu. İslam bilim adamları birçok hastalığın tedavisi için çeşitli bitkilerden ilaçlar yaptılar.

Fizik: Bugünkü fiziğin ışık bilimi sahasında, temel olarak ne görülüyorsa ilk kez ortaya koyan, İslam dünyasının ünlü fizik âlimi İbnü’l-Heysem, 960-1039 yılları arasında yaşamıştır.

Felsefe: İslam dünyasında felsefe bilimi, İlk Çağ Yunan eserlerinin incelenmesiyle başladı. Eski Yunan filozoflarının görüşleri temel alınarak yeni görüşler ortaya konuldu. Buna bağlı olarak İslam felsefesi geliştirildi. En ünlü İslam felsefecileri; Kindî, Farabi, İbn-i Sina ve İbn-i Rüşd’dür. Farabi’ye ikinci öğretmen anlamında “Muallim-i Sani” denilmiştir.

BİLİM ADAMININ ADI YAŞADIĞI DÖNEM BAZI ESERLERİ GENEL ÖZELLİKLERİ ÇALIŞTIĞI ALANLAR
FARABİ 870 – 950 Kitab-ül Musiki İhsau’l-ulum Müzik üzerinde ilk yazılmış bir eserdir. İlimlerin tarif ve tasnifini yapar. Müzik, Fizik, Felsefe, Psikoloji
GAZALİ 1058 – 1111 İhyâ’ü-Ulûmi’d DînEl-Munkizu-mine’d-DalâlMekâsidu’l-Felâsife İnanç, İbadet ve tasavvufa dair konularını ele alır. Düşünce hayatından bahseder.Felsefenin mahiyetini ele alır. Felsefe, Hukuk, İlahiyat
İBN-İ SİNA 980 – 1037 Kitabü’ş-ŞifaEl-Kanun fı’t-tıp Büyük ansiklopedik bir eserdir Tıbbın bütün yasalarını ele alan bir eserdir. Tıp, Eczacılık, Felsefe
TABERΠ   838 – 923 Târîhu’l-Ümen ve’l-Mülûk Câmiu’l-Beyân an (fi) Te’vîli Âyati’l-Kur’an Kendi zamanına kadar olan olayları ele alır. Taberî Tefsiri olarak bilinir. Tarih, Tefsir, Tıp, Matematik
İBN-İ RÜŞD 1126 – 1198 Tehafütü’t Tehafüt Makela fı’l Mizac Felsefenin temeli üzerine yapılan çalışmadır. Felsefe, Matematik, Fıkıh, Tıp ve Kelâm
EL İDRİSİ 1100 – 1165 El Kitabür-Rücari Kitabü’l Memalik ve’l Mesalik Farklı ülkelerin özelliklerinden bahseden bir eserdir. Coğrafya ve Eczacılık
İBNÜL-HEYSEM 960 – 1039 Kitabü’l Menazir Optik üzerine yazılan en sağlam eserdir. Fizik
MUHYİDDİN-İ ARABİ 1165 – 1240 Fususu’l-Hikem Muhaderâtu’l-Ebrâr ve Müsameratü’l-Ahyâr Hikmet incilerinden bahseder. Tasavvufî unsurlar içeren bir eserdir. Tasavvuf, Fıkıh, Hadis, Tefsir, Felsefe, Edebiyat, Kelâm
İBN-İ FADLAN 10. Yüzyıl İbn-i Fadlan Seyehatnamesi 921-922 tarihlerindeki Türk ülkelerini anlatır. Coğrafya, Diplomasi

Cevaplayalım
• Türk-İslam bilginlerini ön plana çıkaran özellikleri yazınız.
• Türk-İslam bilim insanlarının tek alanda ihtisas yapmamış olmaları o dönemdeki bilimsel gelişmelerle ilgili nasıl bir fikre varmamızı sağlamaktadır?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.