Cemil Meriç ile Osmanlıca Dersleri Üzerine

Selam verip usulca yanındaki koltuğa oturdum. Hocam, gündem kaynıyor. Özellikle Osmanlıca dersleri nedeniyle tartışma hayli hararetli ama önce bir de “nurculuk”gündemi var dedim son yaşanan hadiseleri kastederek. Son gelişmeleri takip ettiğinden şüphe duydum zira cevap olarak “Nurculuk, bir tepkidir. Kısır ve yapma bir üniversiteye karşı medresenin, küfre karşı imanın, Batı’ya karşı Doğu’nun isyanı. Her risale bir çığlık, şuuraltı’nın çığlığı” dedi ve cevabını biliyormuş gibi sordu “Zulmün ahmakça taarruzu olmasa, bu münzevi ses böyle sayhalaşır mıydı?”

Doğrusu soru da çekiciydi ancak gündeme özellikle Osmanlıcaya ilişkin görüşlerini almak için geldiğimden konuyu uzatmadım.

Efendim, gündemde Osmanlıca dersleri üzerinden tarih, dil devrimi, harf inkılâbı gibi pek çok şeyi tartışıyoruz. Öncelikle bu dil meselesine nasıl bakmak icap eder? dedim. Kanayan bir yaraya parmak basmışım gibi “Hakikatta dil davası yok. Türk insanının hafızasının iğdiş edilmesi var” dedi canı acımış şekilde. “Dil alfabeye uymuyor diye bin yıllık dile kıyacağız. Tarihi tersine çeviren ve altı yüzyılın emeğini yok eden görülmemiş, işitilmemiş Vandalizm: harflerin ve dilin bel kemiğini kıran tekme. Hiçbir ülkenin eşine rastlamadığı bir Vandalizm’e inkılâp adı verilir: Dil İnkılâbı. Dilde inkılâp olmaz. İhtiyar tarih dünyanın hiçbir ülkesinde böyle bir çılgınlığa şahit olmamıştır” derken sinirlenmişti.

Soluklanmadan devam etti: “Dil, Penelop’un örgüsü, yirmi dört saatte bir sökülüp örülüyor. Dil politikaya alet edilmekte. Dil, heveskâr mektep kaçaklarının şamar oğlanı.” Hocam dedim araya girerek,  halkın bu dili anlamadığı hatta konuşamadığı söyleniyor. Bu gerekçeleri sığ bulduğunu gösterir şekilde “yeni harflerin kabulüne kadar her idadi mezunu Türk Fuzuli’yi, Baki’yi, Naima’yı rahat anlardı. Kaldı ki şiirin her edebiyatta kendine has dili vardır. Valéry’i, Mallarmé’yi, kaç bahtiyar anlar? Hangi Fransız aydını bir Légende des Siécles’i lügat karıştırmadan, bütün kelimeleri, bütün imajlarıyla kavrayabilir? Bu bir kuşak meselesi değil, bir kültür meselesidir” diye karşı çıktı.

İç geçirerek “Osmanlıca denilen dil, Osmanlı Türklerinin konuşup yazdıkları halis Türkçedir.Osmanlıca, Anadolu’ya yerleşen ve İslamiyeti benimseyen Türklerin dilidir” söylediği bu cümleyi herkese belletmek istiyormuş gibiydi. Sonra “cıvık ve hain bir ilericilik adına tarihe saldıran madrabazlara, itiraz kabul etmez bir hakikatin altını” çizerek seslenen Kemal Tahir’e kulak versin herkes lütfen dedi: “Osmanlılık, bir tarih döneminde, çok önemli bir coğrafya alanında, çok önemli bir insanlık görevi yüklenmiştir. Osmanlılık, kolektif dehayla kurulmuş bir dünya imparatorluğudur. Salt geçmişi değil, taşıdığı insan değeri ve özelliğiyle ne kadar görünmezden gelinmek istenirse istensin, geleceğimiz de etkileyecek bir deha eseridir.”

Bu arada unutmadan “Halkın anlamaması, halkın dili ne demek Allah aşkına? derken bağıracaktı sanki:“Hangi halk? Türkiye’nin kuzeyi, güneyi, doğusu ile batısı aynı vokebüleri kullanmaz. Bütün memleketler böyledir. Nereyi ölçü alacağız? Halkın seviyesine ineceğiz diye dilimizi papağanınkine benzetmek, halklaşmak değil, eşekleşmektir.”

Bu dil politikasıyla aslında ne oldu biliyor musunuz? diye sordu: ”Nesiller arasında köprüler uçurulmuş ve hafızadan mahrum bir nesil türetilmiştir. Hafızadan yani kültürden. Milletin ana vasfı devamlılık. Dilde, terbiyede, gelenekte devamlılık. Altı yüzyıl cerrahi bir ameliyatla ictimai uzviyetten koparılıp atılınca, Türk düşüncesi boşlukta kalmıştır.”

Bu politikalarla ne oldu biliyor musunuz? diye tekrar sordu ve beklemeden: “Harf devrimi kütüphaneleri tuğla yığınına çevirir. İrfanımızı düne bağlayan köprüler uçurulmuştur” dedi kahırlanarak.

Bu politikalarla ne oldu biliyor musunuz? dedi üstüne basa basa: “Mazi bütünüyle tahrip edilmek istenmiştir.” Araya girmesem sanırım “ne oldu biliyor musunuz?” sorularının sonu hiç gelmeyecekti. Hocam, geldiğimiz noktada bu politikaların yeni nesillerin dili üzerindeki etkisi ne olmuştur? diye sordum. Yüz ifadesine, jest ve mimiklerine ve ses tonuna baktığınızda“dil yarası”nın Cemil Meriç’te tam anlamıyla bir “dil yâresi” haline geldiğini tüm benliğinizle hissetmemeniz mümkün değildi. Etkisi ne mi oldu? diye sordu:“Bu çocuklar viyaklıyor. Onların hiçbir günahı yok. Oynasınlar diye beynimizi verdik ellerine. Beynimizi yani dili. Şarjörü çıkarılmış bir tabanca bu dil, tehlikesiz. Oyuncak bir tabanca. Ve tek oyuncakları o. Bu çocuklara dillerini öğretemedik.  Gözlerini sıkıyönetimde açtılar. Okumak yasak, düşünmek yasak, yasak olmayan tek şey Türkçenin kolunu kanadını kırmak.”

“Bir çağın, daha doğrusu bir ülkenin vicdanı olmak, yalanları yok etmek” duyarlılığındaki Cemil Meriç’le bu sohbeti zamanla kısıtlamak mümkün değil biliyorum. Ancak kalkma vakti gelip çatınca elini öpüp müsaade istedim. Elimi sıkıca tuttu ve daha da acı olan ne biliyor musunuz? dedi yavaşça. Tüm bu düzenlemeler olurken koca memlekette “Arap harflerini müdafaaya yeltenen bir tek hoca çıkar: Yahudi Avram Galanti.”

Abdülbaki Değer
Milat

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.