1980-1990 Döneminde Türkiye’nin Dış Politikası

1980-1990 DÖNEMİNDE TÜRKİYE’NİN DIŞ POLİTİKASI

1. Kıbrıs Sorunu ve Türkiye-Yunanistan İlişkileri

Kıbrıs sorunuyla ilgili taraflar arasında 1980-1990 arası dönemde çok sayıda görüşme ve öneri söz konusu olmuşsa da hiçbirinden sonuç alınamamıştır. Rum yönetiminin uluslararası toplum tarafından Kıbrıs’ın tek yasal temsilcisi olarak tanınmalarının verdiği rahatlıkla uzlaşmaz bir tutum sergilemeleri görüşmelerden bir sonuç alınmasını engellemiştir. Bu süre zarfında görüşmelerin temel parametreleri; anayasal yönetim ile ilgili konular, sınır konusu, Rumların üç özgürlük olarak ifade ettikleri yerleşim, dolaşım ve mülkiyet konuları, garantörlük konusu ve adadaki Türk askerî varlığı ile ilgili konular olmuştur. Türk tarafının temel tezleri siyasi eşitliğe dayalı iki bölgeli iki toplumlu ve Türkiye’nin etkin garantisini öngören bir federal yapının kurulması olmuştur. Üzerinde anlaşılan iki toplumlu ve iki bölgeli yaklaşımdan sonradan uzaklaşmış olan Rum tarafı ise yerleşim, dolaşım ve mülkiyet haklarıyla kuzeydeki Türklerin azınlık durumuna sokulmasını amaçlayan ve Türkiye’nin garantörlüğünün tanınmadığı, adadaki Türk askerlerinin derhal geri çekilmesini öngören, aslında eşit olmayan iki toplumun oluşturacağı bir Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmasından yana olmuştur. Rumların amacı, kendi devletleri olarak gördükleri Kıbrıs Cumhuriyeti içinde Türkleri bir azınlık haline getirmek ve mümkün olan en fazla toprak tavizi için Türk tarafını zorlamayı öngörmekteydi. Aslında bu parametrelerde ve Rumların politikalarında günümüzde de temelde bir değişiklik olmamıştır. Rumların 1983’te tek taraflı olarak sorunu BM Genel Kurulu’na taşıyarak Türkler aleyhine karar çıkartmaya çalışmalarına tepki olarak 15 Kasım 1983’te Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kurulduğu ilan edilmiştir. Yeni kurulan devleti Türkiye hemen tanımıştır.

Türkiye ile Yunanistan arasındaki ilişkiler, 1980-1990 döneminde Ege ve Kıbrıs sorunlarının gölgesinde kalmıştır. Taraflar 1980’de Ege’nin yeniden sivil uçuşlara açılmasını sağlayan bir adım atarak NOTAM’ları kaldırmışlardır. Bu çerçevede ilk adımı Türkiye atmış ve 22 Şubat 1980’de NOTAM 714 u kaldırdığını açıklamıştır. Bundan bir gün sonra da Yunanistan 1152 sayılı NOTAMT yürürlükten kaldırmıştır. Bu gelişmelerle birlikte ilişkilerde yumuşamaya yönelik beklentiler 1981’de Papandreou’nun başbakanlığa gelmesiyle sona ermiştir. Yunanistan bu tarihten sonra eski uygulamalarını sürdürmüştür.

Kıta sahanlığı konusunda Yunanistan’ın 1976’da tek taraflı başvurusu sonucu konuyu ele alan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin ve Adalet Divanı’nın kararları karşısında iki ülke 1976’da 6 millik kara sularının dışında petrol araştırması yapmama kararı alarak sorunu dondurmuşlardır. 1981’de iktidara gelen Papandreou, anlaşmanın hükmünü kaybettiğini ileri sürmüştür. Yunanistan, kendi kara suları dışında araştırma yapmıyor gözüktüğünden Türkiye de sorunun üzerine gitmemiştir. Yunanistan hükümetince kendisine Kuzey Ege’de petrol araştırma imtiyazı verilmiş olan Konsorsiyumun, 1987 Mart’ında Taşoz (Thasos) Adası’nın kara suları dışında kalan uluslararası sularda petrol sondajı yapmak istemesi ve Türkiye’nin sismik araştırma gemisi Hora’nın Ege’ye açılması üzerine iki ülke bir savaşın eşiğine kadar gelmişlerdir. Ancak tarafların mevcut statükoyu sürdürme konusunda anlaşması üzerine bir çatışma çıkması önlenmiştir.

Kara suları konusunda 1981 yılma kadar iki ülke arasında herhangi bir sorun söz konusu değildi. Sorun Papandreou hükümetinin kara sularını 12 mile çıkaracağını açıklaması ile gündeme gelmiştir. Türkiye, Yunanistan’ın bu kararını casus belli (savaş nedeni) sayacağını açıklayarak tepki göstermiştir. Ancak durumun gerginleşmesi, ABD ve NATO’nun devreye girmesi üzerine Yunanistan geri adım atmak zorunda kalmıştır. Yunanistan zaman zaman kara sularını 12 mile genişletme hakkının hukuki olarak var olduğunu ileri sürmektedir.

Adalar konusuna gelince Yunanistan, 1993’te Uluslararası Adalet Divanı’nın zorunlu yargı yetkisini kabul etmiş, “ulusal güvenlik çıkarları” ile ilgili askerî önlemlerden kaynaklı hususlara ilişkin olarak Divan’ı  zorunlu yargı yetkisine çekince koymuştur. Yunanistan bu şekilde adaların silahlandırılmasına ilişkin bir tartışmanın Uluslararası Adalet Divanı’na gitmesini engellemeyi amaçlamıştır.

İki ülke arasındaki önemli sorunlardan biri de Batı Trakya sorunudur. Sorun esas olarak Yunanistan hükümetinin Lozan’dan kaynaklanan sorumluluklarını yerine getirmemesinden ve mübadele dışında tutulmuş olan Batı Trakya Türklerinin azınlık haklarını tanımamasından kaynaklanmaktadır. Batı Trakya’da yaşayan ve nüfusları 150.000 dolayında olduğu tahmin edilen Türklerin kendi müftülerini seçmelerine izin verilmediği gibi vatandaşlık haklarından mahrum bırakılarak siyasal ve bürokratik yapıdan da dışlanmışlardır. Batı Trakya’nın Müslüman Türk ahalisi 1998’e kadar neredeyse modern bir açık hava hapishanesinde yaşamaya mahkûm edilmişlerdi. Yunanistan hükümeti, 2013’e gelindiği halde mütekabiliyet esasına göre ihlal etmemesi ve tanıması gereken hakları (kendi müftülerini seçme, vb.) tanımamaya devam etmektedir. Yunan hükümeti halen burada yaşayan Türkleri Müslüman Helenler olarak görmeyi tercih ederek etnik kimliklerini inkâr etmektedir. Türk adı altında herhangi bir faaliyette bulunmalarına izin vermemektedir.

2. ABD, Avrupa ve Orta Doğu ile İlişkiler

1979’da gündeme gelen İran devrimi ve Sovyetlerin Afganistan’ı işgali ile uluslararası politikada yeni bir Soğuk Savaş dönemine girilmiştir. Hemen arkasından 1980’de başlayan ve 1988’e kadar süren İran-Irak savaşı gündeme gelmiştir. Bu yeni Soğuk Savaş atmosferinde Türkiye’nin nerede yer alacağının önem kazanmasıyla Türkiye’nin jeopolitik ve jeostratejik önemi yeniden artmıştır.

Türkiye tarafından 1974’te Kıbrıs’a düzenlenen Barış Harekâtı’ndan dolayı 1975’te Amerikan Kongresi tarafından Türkiye’ye uygulanan ambargoya 1978’de son verilmişti. 1978’de Sovyetler Birliği, Afganistan’daki yönetime müdahalede bulunmuş, 1979’da Afganistan’ı fiilen işgal etmişti. İran’da ise ABD’nin en önemli müttefiki olan Şah’ın 1979 Şubat’ında devrilmesi ile ABD, Basra Körfezi ve Orta Doğu’nun güvenliği konusunda en çok önem verdiği ülkelerden biri olan İran’ı kaybetmişti.

Türkiye; 1980’li yıllarda da Batı ittifakı içerisindeki konumunu sürdürmüş, Orta Doğu ile derinleşen ilişkilerini geliştirmiştir. 1980’e kadar İslam Konferansı Zirvelerine devlet başkanları düzeyinde katılmayan Türkiye, ilk defa Kenan Evren döneminde 1981’de İslam Konferansı Örgütü’nün zirve toplantılarına devlet baş-kanları düzeyinde katılmaya başlamıştır.

Orta Doğu’da 1980’ler boyunca asıl ilgi odağı Filistin sorunundan ziyade Körfez Krizi ve sonrasında meydana gelen gelişmeler olmuştur. Mısır’ın Arap dünyasından dışlanmasıyla sonuçlanan 1978-1979 Camp David süreci sonunda Kahire yönetimi işgal altındaki kendi topraklarını (Sina’yı) kurtarmıştır. Aynı dönemde gündeme gelen İran Devrimi ile Afganistan’ın işgali ise dünyanın dikkatini Lübnan ve Filistin sorunundan uzaklaştırmış, İsrail’e rahat bir nefes aldırmıştır.

Türkiye, ABD ile diğer Körfez ülkelerinin tersine bölgesel krizlerde kara ve hava imkânlarının, bu kapsamda İncirlik Üssü’nün NATO amaçları dışında kullanılmasını öngörecek bir taahhüde girmekten kaçınmıştır. Ankara, bölgeye yönelik artan Sovyet tehdidini anlamakla beraber bölgesel krizlerde tarafsız ve dengeli politikasını korumaya özen göstermiştir. Türkiye bu dönemde bir taraftan ABD, İsrail ve bölgedeki Batı yanlısı ılımlı Arap ülkeleriyle ilişkisini sürdürürken Libya ve İran gibi Batı karşıtı ülkelerle de ilişkisini bozmamaya çalışmıştır.

Türkiye, CENTO’nun 1979 Mart’ında dağılmasıyla bölgedeki stratejik önemi bir kat daha artan ülke haline gelmiştir. Ortamın böyle olmasına rağmen Ankara, 1980’lerde yaptığı açıklamalarda da Filistin sorununa ilişkin politikasında değişiklik yapmamış ve desteğini sürdürmüştür. 12 Eylül 1980 darbesinin lideri olan Kenan Evren, 1981 Kasım’ında yaptığı açıklamada İsrail’in işgal ettiği tüm Arap topraklarından çekilmesi gerektiğini ifade ederek Türkiye’nin tavrında bir değişiklik olmadığını ortaya koymuştur.

Türkiye, İsrail’in tüm tepkilerine rağmen 1979 Temmuz’unda FKÖ’nün Türkiye’de bir temsilcilik açmasına ve bunun tam diplomatik statüye sahip olmasına karar vermiş fakat yine de dengeyi gözetmek açısından atanacak misyon şefinin maslahatgüzar düzeyinde olmasına dikkat etmiştir. İsrail’in 23 Temmuz 1980’de Kudüs’ü İsrail’in ebedi başkenti olarak ilan etmesi ve söz konusu kararın 30 Temmuz 1980’de İsrail Parlamentosu’nda onaylanması üzerine 28 Ağustos 1980’de Kudüs’teki Türk Başkonsolosluğu kapatılmıştır. Bu gelişmelerden bir süre sonra Türkiye’de 12 Eylül askerî darbesi gerçekleşmiş ve yeni bir yönetim işbaşına gelmiştir. Bu ortamda bile Türkiye, İsrail’in Kudüs’e yönelik politikasına verdiği tepkiyi biraz daha ileriye götürerek İlter Türkmen’in Dışişleri Bakanlığı sırasında 26 Kasım 1980’de maslahatgüzar seviyesindeki Tel Aviv’deki diplomatik temsilciliği ikinci kâtip seviyesine indirmiştir.

1983’te Özal’ın işbaşına gelmesiyle Türkiye çok yönlü dış politika uygulamasına ağırlık vermiştir. Türkiye, Özal ile hem Batı ile ilişkilerini aynen sürdürmekte ve geliştirmekte kararlı bir tutum ortaya koymuş hem de Orta Doğu Ülkeleri’ni ihmal etmemiş hatta Orta Doğu Ülkeleri’yle daha yoğun ilişkiler içerisine girmiştir.

Türkiye, 1988’de Filistinlilerin sürgünde bağımsız bir devlet kurma girişimlerini desteklemiş ve ilk tanıyan ülkelerden biri olmuştur. Türkiye bir taraftan Orta Doğu Ülkeleri’yle ilişkilerini geliştirmeye çalışırken diğer taraftan İsrail ile ilişkilerini de koparmamaya özen göstermiştir. Bu doğrultuda 1986’da diplomatik ilişkilerini karşılıklı olarak tekrar 1980 öncesi seviyesine yükseltmiş, 1991 Aralık ayında ise büyükelçilik seviyesine çıkarmıştır.

Türkiye, Turgut Özal’ın Başbakan olduğu döneme rastlayan İran-Irak savaşı esnasında Türkiye’nin bölgesel sorunlarda aktif tutum almasını öngören bir politika izlemiştir. Türkiye, bu dönemde Orta Doğu politikasında daha fazla rol alabilmenin yollarını aramıştır. Türkiye, 1980-88’deki söz konusu savaş esnasında dengeli bir politika izleyerek hem sorunlarla aktif olarak ilgilenmiş hem de iki ülkeyle de dengeli bir ilişki kurabilmiştir.

Türkiye bu dönemde, AT (Avrupa Topluluğu) ile ilişkilerini de geliştirmeye önem vermiştir Bu çerçevede Türkiye, 14 Nisan 1987 tarihinde Ankara Antlaşması’nda öngörülen dönemlerin tamamlanmasını beklemeden üyelik başvurusunda bulunmuştur. Ancak AT Komisyonu, bu başvuru ile ilgili görüşünü 18 Aralık 1989’da açıklamış, kendi iç bütünleşmesini tamamlamadan Topluluğun yeni bir üyeyi kabul edemeyeceğini belirtmiştir. Türkiye’nin Topluluğa katılmaya ehil olmakla birlikte ekonomik, sosyal ve siyasal alanda gelişmesi gerektiğini ifade etmiştir. Bu nedenle üyelik müzakerelerinin açılması için bir tarih belirlenmemesi ve Ortaklık Anlaşması çerçevesinde ilişkilerin geliştirilmesi önerilmiştir.

1980-1990 dönemindeki Türkiye ile Bulgaristan ilişkilerinde Bulgaristan’da Todor Jivkov hükümetinin Türklere yönelik uyguladığı asimilasyon ve baskı politikası çerçevesinde Bulgarlaştırma politikalarının yoğunlaşması, Türklerin adlarını Bulgar adlarıyla değiştirmesi, buna karşı çıkanları ülkeyi terk etmeye zorlaması iki ülke arasındaki ilişkileri olumsuz etkileyen gelişmeler olmuştur. Bu gelişmelerin bir sonucu olarak 1989’da Bulgaristan’da yaşayan yaklaşık 1.000.000 dolayında Türk’ün 300.000’i Türkiye’ye göç etmiştir. 1989 Kasım’ında Bulgaristan’daki komünist yönetiminin devrilmesi ve söz konusu uygulamalardan vazgeçilmesi ile iki ülke arasındaki ilişkiler hızlı bir şeklide düzelmeye başlamıştır. Bulgaristan yönetimi, Todor Jivkov dönemindeki uygulamalardan dolayı özür dilerken adları değiştirilenlerin adlarının iade edileceği açıklanmıştır. Bu arada sözde soykırımı reddeden ülkeler arasında yer alan Bulgaristan, 2004’te NATO’ya üye olarak Türkiye ile aynı ittifak yapısı içinde yer almıştır. 1990 sonrası dönemde azınlıkların haklarının iade edildiği Bulgaristan’da Türk azınlığın sorunları da büyük ölçüde sona ermiştir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.