Ekonomik ve Çevre Sorunları

Ekonomik ve Çevre Sorunları

  Enerji ve Yer Altı Kaynaklarının Paylaşımı Sorunu

Enerji kaynakları dendiğinde ilk akla gelen petrol ve doğal gazdır. Bunlara aynı zamanda hidrokarbon yakıtları da denmektedir. Günümüzde dünya genelinde en fazla tüketilen enerji kaynağı yaklaşık % 37 payla petrol ve petrol ürünlerinden elde edilen enerjidir. Bunu % 29 ile kömür ve % 23 ile doğal gaz izlemektedir. Toplam enerji tüketiminin yaklaşık % 90Tnı oluşturan bu üç enerji kaynağının önemini yakın gelecekte de koruması beklenmektedir. Dünya enerji tüketimindeki sıralamada petrol, kömür ve doğal gazdan sonra % 5 payla sudan elde edilen hidroelektrik enerjisi gelmektedir. Bunların dışındaki alternatif enerji kaynakları ise güneş enerjisi, rüzgar enerjisi, jeotermal enerji ve nükleer enerjidir.

Ülkemiz açısından ise enerji tüketiminde % 32 ile doğal gaz en büyük payı alırken bunu % 31 ile petrol, % 28 ile kömür izlemekte, geri kalan % 9Tuk bölüm ise hidroelektrik dâhil olmak üzere yenilenebilir kaynaklardan karşılanmaktadır. Türkiye enerji kaynaklarının büyük kısmını dışarıdan almaktadır. Yerli kaynakların talebi karşılamada yetersiz olması nedeniyle enerji ihtiyacının petrolde % 93, doğal gazda % 97, kömürde ise % 20 oranında olmak üzere genel toplamda % 65,4’lük bölümü ithalat ile karşılanmaktadır.

Türkiye’de de başka yerlerde olduğu gibi doğal gaz ve petrol, elektrik enerjisi üretiminde de kullanılmaktadır. Bu çerçevede 2012 yılı itibarıyla toplam elektrik üretiminin % 43,2’si doğalgaz-dan, % 27,2’si yerli kömürden,% 24,2’si hidrolik kaynaklardan, %0,4’ü jeotermal kaynaklardan, % 2,6’sı sıvı yakıtlardan, % 2,4’ü de rüzgârdan sağlanmıştır.

2012 yılı sonu itibarı ile dünya genelinde enerji kaynaklarından petrol ve doğal gaz rezervlerinin dağılımına bakıldığında kanıtlanmış petrol rezervlerinin % 49’unun Orta Doğu’da bulunduğu görülmektedir. Dünyadaki kanıtlanmış toplam rezerv miktarının 1,637 trilyon varil olduğu düşünülürse bunun 802 milyar varili Orta Doğu’da bulunmaktadır.

Doğal gaz rezervlerinin ise yaklaşık % 41,6’sı Orta Doğu’da bulunmaktadır. Rusya ve Hazar Bölgesi de dâhil edildiğinde bu oran % 70’e çıkmaktadır. Diğer bir ifadeyle doğal gaz rezervlerinin 79 trilyon m3ü Orta Doğu Ülkelerinde, 59 trilyon m3ü (%33) ise Rusya ve BDT ülkelerinde bulunmaktadır. Doğal gazda yerli potansiyelimiz 21,86 milyar m3’tür. Ülkemizde yılda yaklaşık 47 milyar metreküp gaz tüketilmektedir. Bunun % 58’i Rusya’dan alınmaktadır. İthalatın yapıldığı diğer ülkeler İran, Azerbaycan Cezayir ve Nijerya’dır. Cezayir ve Nijerya’dan yapılan ithalat, sıvılaştırılmış gaz (LNG) biçimindedir. Tüketilen gazın % 55’i elektrik üretimi için kullanılmaktadır. Tamamı ithal edilen bir kaynak olan doğal gazın bu kadar yüksek oranda elektrik üretiminde kullanılması dışa bağımlılığımızı arttırmaktadır.

Türkiye, jeopolitik konumu itibarıyla dünyada kanıtlanmış petrol ve doğal gaz rezervlerinin dörtte üçüne sahip bölge ülkeleriyle komşu olup enerji zengini Hazar, Orta Asya ve Orta Doğu Ülkeleri ile Avrupa’daki tüketici pazarları arasına doğal bir “Enerji Koridoru” olmak üzere pek çok önemli projelerde yer almakta ve söz konusu projelere destek vermektedir. 2030 yılına kadar olan dönemde %50 oranında artması beklenen dünya enerji tüketiminin önemli bir bölümünün içinde bulunduğumuz bölgenin kaynaklarından karşılanması öngörülmektedir. Türkiye aynı zamanda ülkesinden geçen petrol ve doğal gaz boru hatlarıyla bir enerji merkezi olma yolundadır.

Türkiye için oldukça önemli iki büyük petrol hattı, Kerkük – Yumurtalık petrol boru hattı ile Bakü – Ceyhan petrol boru hatlarıdır. Bunların dışında 2008’den itibaren devreye giren Bakü-Tiflis-Erzurum (BTE) doğal gaz boru hattının yanında, 2012 Haziran’nında Türkiye ile Azerbaycan arasında varılan anlaşma çerçevesinde 2014’te temelleri atılarak 2018’de bitirilmesi öngörülen TANAP (Trans Anadolu Doğalgaz Boru hattı) ile 2009 Ağustos’unda anlaşması yapılan Rus doğal gazının Türkiye’nin Karadeniz kıyılarından Bulgaristan üzerinden Güney Avrupa’ya (İtalya’ya) ulaştırılmasını öngören ve 2015’e kadar bitirilmesi planlanan Güney Akım Projesiyle ülkemiz bir enerji koridoru haline gelecektir. Dünya genelinde kömür rezervlerinin 297 trilyon tonu (% 32) Asya Pasifik ülkelerinde, 254 trilyon tonu (% 28) Kuzey Amerika ülkelerinde, 222 trilyon tonu (% 24) Rusya ve BDT ülkelerinde bulunmaktadır. Ülkemiz açısından baktığımızda ise yerli kömür kaynak potansiyelimizin linyit ve taş kömüründen oluştuğu görülmektedir. Linyit ısı değeri düşük olmakla beraber termik santrallerde yakıt olarak kullanılmaktadır. Türkiye’nin çok sınırlı doğal gaz ve petrol üretimine karşın yaklaşık 8,3 milyar tonluk bir linyit rezervi bulunmaktadır. Bu rakam dünyadaki toplam linyit rezervi dikkate alındığında fazla sayılmaz. Çünkü dünya linyit rezervlerinin ancak % 1,6’sı Türkiye’de bulunmaktadır. Ülkemizde linyit rezervleri daha ziyade Afşin-Elbistan havzasında bulunurken, 1,1 milyar ton dolayındaki taş kömürü rezervlerinin büyük bölümü Zonguldak ve civarındadır. Enerji Bakanlığı ve DSİ verilerine göre ülkemizin teknik-ekonomik-kullanıla-bilir hidroelektrik potansiyeli ise yılda 125-130 milyar kilovattsaattir.

Yukarıda sözü geçen enerji kaynakları dışında kalan doğal kaynaklara gelince bunlar; altın, bor ve uranyumdur. Dünya toplam işletilebilir altın rezervi 49.000 tondur. Bunun % 65’i dünya altın üretiminde ilk sıralarda yer alan Çin, G. Afrika, ABD, Avustralya ve Endonezya arasında paylaşılmaktadır. Ülkemizde işletilebilir altın rezervi toplam 700 tondur. Ancak ülkemizin altın rezervi potansiyelinin bunun çok üzerinde olduğu tahmin edilmektedir.

Enerji Bakanlığı verilerine göre jeolojik yapısı ve dünyadaki altın oluşum modellerine dayanılarak yapılan hesaplamalar dikkate alındığında Türkiye’deki altın potansiyelinin 6.500 ton olduğu ve bu rezervle de dünyanın ikinci ülkesi haline gelebileceği öngörülmektedir. Türkiye, henüz yeterli kaynaklara sahip olmamasına karşılık dünya altın talep eden ülkeler sıralamasında beşinci sırada yer almaktadır. Türkiye’nin yıllık altın ithali 200 tonun üzerinde olmakla beraber altın işlemesinde ikinci sırada yer alan ülkemiz, bunun yaklaşık yarısını tekrar işlenmiş olarak dışarıya ihraç etmektedir.

Türkiye; dünyada en büyük, en iyi kalitede bor rezervlerine sahip olan ve buna paralel olarak dünyada en yüksek bor üretimini gerçekleştiren ülkedir. Dünya bor talebinin de önemli bir kısmı Türkiye tarafından sağlanmaktadır. Dünya bor rezervi 4,2 milyar tondur. Türkiye’nin kanıtlanmış ve muhtemel rezervleri toplamı yaklaşık 3 milyar tondur. Dünya toplam bor rezervinde Türkiye’nin payı % 72’dir. Ülkemizin bilinen bor madeni yataklarının tümü Batı Anadolu’da, Eskişehir-Kırka, Kütahya- Emet, Bursa-Kestel, Balıkesir-Bigadiç ve Sultançayırı’nı içine alan toplam 45.000 km2lik bir alan içerisinde yer almaktadır.

Nükleer enerji ve nükleer silah elde edilmesinde kullanılan uranyum ise doğada hiçbir zaman serbest olarak bulunmaz. Çeşitli elementlerle birleşerek uranyum minerallerini meydana getirir. Nükleer silah yapımı dışında nükleer reaktörde elektrik enerjisi elde etmek için yakıt olarak kullanılan uranyum rezervi, dünya genelinde 2,60 milyon ton dolayındadır. Yaklaşık 10.000 ton rezerve sahip olan Türkiye’nin uranyum üretimi ise henüz oldukça düşük düzeydedir.

Söz konusu enerji kaynaklarına sahip olmak ile büyük devlet veya süper devlet olmak arasında doğrudan ilişki kurulduğu için bu kaynaklar üzerinde hem geçmişte hem de günümüzde kıyasıya bir mücadele söz konusudur. Özellikle Orta Doğu’da siyasi mücadelenin bitmemesinin perde arkasında bu bölgedeki zengin enerji kaynakları bulunmaktadır.

Çevre Sorunları

Günümüzde küresel bazda en önemli çevre sorununun küresel ısınma olduğu kabul edilmektedir. Doğal dengenin bozulmasına neden olan insanların gerekli önlemler almadan çeşitli faaliyetlere devam etmesi hâlinde iklimdeki bozulmaların artarak küresel ısınmaya bağlı iklim değişikliklerinin yaşanacağı ve buna bağlı önü alınamaz sorunlarla karşılaşılacağı öngörülmektedir.

Beşerî nedenlerle atmosferdeki sera gazı birikimlerinde ve partiküllerde meydana gelecek artış; doğal çevrenin tahribi, ozon tabakasındaki incelmeye ve küresel boyutta sıcaklık artışına neden olmaktadır. Ayrıca küresel ısınma ve buna bağlı olarak iklim değişikliği sonucunda buzullar eriyor, deniz suyu seviyeleri yükseliyor ve kıyı kesimlerinde toprak kayıpları artıyor. Küresel ısınmaya bağlı olarak dünyanın bazı bölgelerinde kasırgalar, seller ve taşkınların şiddeti ve sıklığı artarken bazı bölgelerde uzun süreli şiddetli kuraklıklar ve çölleşme etkili oluyor. Ayrıca iklimler değişiyor. Bu değişikliklere dayanamayan bitki ve hayvan türleri de ya azalıyor ya da tamamen yok oluyor.

Diğer bir küresel ölçekli çevre sorunu ise asit yağışlarıdır. Asit yağışları oluşumuna gelince oto egzozlarından çıkan azot oksitler, kömür ve petrolün yanması sonucu oluşan kükürt dioksitler havanın su buharı ile birleşerek sülfatlara ve nitratlara dönüşür. Bu asitler, atmosferde uzun yollar kat ederek dolaşır ve asit yağışları şeklinde yeryüzüne iner. Bu olay, sınırları aşan çevre sorunlarına neden olmaktadır. Bunların bitkilere ve doğaya vereceği zarar önlenemez boyutlarda olabilir. Asit yağışları ile bozulan toprak ortamında bitkiler için ciddi sorunlar oluşur.

Çevre kirlenmelerinin bir nokta veya alanda başlayıp o bölgede kaldığı hiçbir zaman düşünülemez. Örneğin zehirli kimyasallarla kirlenen denizde önce balıklar zehirlenmekte, bunu yiyen kuşlar bu kirlilikleri bünyesine almakta ve öldükten sonra bu zehirlerini toprağa bırakmakta, böylelikle bir başka yerde, bir başka canlının bünyesine geçmektedir.

Çevre sorunlarının ekonomik kurallardan çok daha hızlı ve kalıcı sınır ötesi bir dinamiğe sahip olması pek çok uluslararası çevre anlaşmalarının yapılmasına, küresel ortaklık temelinde yeni bir anlayışın oluşmasına ve uluslararası düzeyde örgütlenmiş çevre koruma örgütlerinin doğmasına da neden olmuştur. Günümüzde uluslararası düzeyde antlaşmaların çoğu çevre ve doğal kaynaklar yönetimi üzerinedir.

Günümüzde çevre konusunda imzalanmış en son ve en kapsamlı anlaşma Kyoto Protokolü’dür. Kyoto Protokolü, küresel ısınma ve iklim değişikliği konusunda mücadeleyi sağlamaya yönelik uluslararası tek anlaşmadır. Bu protokolü imzalayan ülkelerin karbon dioksit ve sera etkisine neden olan diğer beş gazın salınımını azaltmaları ve salınım ticareti yoluyla haklarını arttırmaları öngörülmüştür. Diğer bir ifadeyle Kyoto Protokolü’ndeki amaç, “atmosferdeki sera gazı yoğunluğunun iklime tehlikeli etki yapmayacak seviyelerde dengede kalmasını sağlamaktır. 1997’de imzalanan Protokol, 2005’te yürürlüğe girmiştir. 2009 itibarıyla ABD ve Avustralya hariç 169 ülke anlaşmayı imzalamıştır. Türkiye, 2009 Şubat’ındaki Meclis kararıyla 2013’e kadar hükümleri yerine getirmek üzere anlaşmayı imzalamıştır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.