İslamiyetten Önce Kurulan Türk Devletlerinde Kültür ve Uygarlık

İSLAMİYETTEN ÖNCE KURULAN TÜRK DEVLETLERİNDE KÜLTÜR VE UYGARLIK

SOSYAL YAPI

Uygurlar dışında bu devirde kurulan devletlerin hepsi de göçebe devletleri idiler. Aileden devlete kadar uzanan sağlam bir teşkilata dayanmaktadır. “Oguş” adı verilen aileler birleşerek “Urug” adı verilen aileler birliğini yani obaları, obaların birleşmesiyle oymakları meydana geliyordu. Oymaklar boyları (Bod Ok) boylar da El = Budun (Bodon = Boylar Birliği = Kavim)u yani devleti meydana getiriyordu.

Oguş (Aile): Kan akrabalığı esasına dayanıyordu. Ailenin reisi baba idi. Baba hukukuna dayalı “Pederi” düzene sahip bir aile yapıları vardı.

Boy (Bod): Başında bir Bey (Boy Beyi) bulunuyordu. Bir de Toy denilen meclisleri vardır. Urug (aileler birliği) başkanları meclisin üyesi idi. (Uygur, Kayı, Kınık, Han, Karluk, Çiğil, Hazar, Kırgız, Azeri … gibi).

Bodun (= Budun, Boylar Birliği): Başında “Han” denilen bir yönetimi vardır. Siyasi bir topluluk idi. Bugünkü halk (ulus) karşılığıdır.

İl (=El, Devlet): Başında Hakan (Kağan), İlteniş, İlteber, İdikut … gibi ünvanları kullanan bir hükümdar (ilig) bulunuyordu.

Görüldüğü gibi bu sayılan sosyal toplulukların her birinin başında bir yönetici bulunuyor ve her topluluk kendi başkanına itaat ediyordu. Kabiliyetli bir önder çıkıp bütün bunları aynı devletin çatısı altında topladığı zamanlarda bile, bu toplulukların her biri kendi başkanının emrini yerine getirirlerdi. Bundan dolayı göçebe Türk devletleri çok çabuk kurulabildiği gibi, kolayca da dağılıyorlardı.

Obadan buduna kadar uzanan sosyal gruplar arasında, örf ve ananelerden kaynaklanan sıkı bir disiplin ve köklü bir teşkilat vardı. Bu disiplinin yanı sıra, son derece geniş bozkırlarda yaşayan Türklerde engin bir hürriyet anlayışı bulunuyordu. Ortaya çıkan en büyük Türk devletinde bile, sözü edilen sosyal topluluklar kendi teşkilatlarını korurlar ve birbirleri içinde erimezlerdi. Çeşitli sebepler yüzünden mevcut devlet yıkıldığı zaman, her topluluk, kendi başkanına bağlı olarak hayatlarını devam ettirirdi. Böylece, küçüklü büyüklü sayısız devletçik ortaya çıkmış olurdu.

Bununla beraber çok geçmeden yeni bir önder ortaya atılır ve bunları yeniden bir devletin çatısı altında toplardı. Yeni hükümdar, el, boy veya oymak başkanlarını ya ikna ederek ya da silah kullanarak bunu gerçekleştirirdi. İslamiyetten önceki Türk devletleri bu tür birleşip dağılmalar ile birbirini takip etmiştir. Daha değişik bir söyleyişle yıkılan bir devletin bayrağı, onun yerini alan bir diğeri tarafından dalgalandırılmıştır.

Engin bozkırlarda serbestçe dolaşan, hürriyetlerine düşkün Türkleri bir devletin çatısı altında toplamak ve bir arada tutabilmek, onların mutluluğunu sağlamakla mümkündü. Bundan dolayı Türk hükümdarları, bir ailedeki baba gibi halkı koruyup gözetirlerdi.

DEVLET YÖNETİMİ

Türk hükümdarları, devleti idare etme görevini kendilerine tanrı tarafından verildiğine inanırlardı. Bunun için hükümdarlık makamı (siyasi iktidar) kutsal sayılırdı. Egemenliğe “Kut” denilmiştir. Hükümdarların ünvanları “Tanrı-Kut”, “Kuluğ”, “İdi-Kut”. Hükümdarlık kutsal bir görev fakat hükümdar doğaüstü bir varlık olarak görülmezdi.

Devletin başında “Kağan” denilen hükümdar en büyük devlet adamıdır ve halkın yararı için çalışırdı. Hükümdarla halk arasında karşılıklı saygı ve sevgiye dayanan uyumlu bir ilişki vardır. “Kut” kavramı hükümdara sonsuz egemenlik sağlamazdı. Törelere göre ülkeyi yönetemeyen iktidardan düşerdi. Hükümdarın yetkileri “Töre” denilen sözlü hukuk kuralları ve “Kurultay”ın kararlarıyla sınırlıydı.

KURULTAY MECLİSİ

Boy başkanlarının bir araya gelmesiyle oluşan ve yılda iki kez toplanan bir danışma meclisidir. Devlet işlerinin görüşüldüğü, kararların alındığı ve iktidarın denetlendiği yasama organı niteliğinde bir meclistir.

Hakanın ve Kurultayın kararlarını uygulayan bir hükümet de vardı. Başbakan özelliğinde olan devletin duruşmasına “Aygua” bakanlara da “Buyruk” denilmektedir.

DEVLET GÖREVLİLERİ

Şad: Devleti yönetme tecrübesi kazanmak amacıyla bağlı boylara ve oymaklara yönetici olarak gönderilen hükümdar çocuklarının yanlarında bulunan tecrübeli devlet adamı. Bu kişilere Selçuklularda Atabey, Osmanlılarda Lala denilmiştir.

Subaşı: Ordu komutanı.

Tamgacı, Bitikçi: Yazışmaları yapar, kağana dış politikada yardımcı olurlardı.

Tudun: Vergilerin toplanmasıyla görevli yüksek memur.

Tarkan: Askeri ve sivil yönetimden sorumlu yüksek memur.

Yabgu: Vali.

Hükümdar çocuklarına “Tigin” denilirdi. (Selçuklularda Melik, Osmanlılarda Şehzade denilmiştir.). Hükümdar eşlerine “Hatun” denirdi. Kadınlar devlet yönetimine katılabilirlerdi.

Türk devletlerinde toprak yönetimine dayalı bir asil zadeler sınıfı olmadığı için kölelikte yoktu (Tüm Türk soyu asil kabul edilirdi ve halk eşit haklara sahipti.).

Köni denilen mahkemeler, Yargan ve Savcı denilen görevliler vardı. Töre’ye (kanuna) göre adalet sağlanırdı.

Hakan ordulara komuta ve devlet işlerinin görüşüldüğü kurultaya başkanlık ederdi.

Devlet, hükümdar ailesinin ortak malıydı ve geleneklere göre prensler arasında paylaşılmıştır (Veraset Sistemi).

Ülke, Doğu, Batı ve Merkez olarak üç bölüme ayrılmakta, yönetim askeri temellere ve sıkı bir hiyerarşiye dayanmaktaydı. Devlet merkezinde Tanrıkut denilen Hakan, doğu kutsal sayıldığından veliaht, batıda da aileden bir prens Yabgu olarak yönetimde bulunurdu.

Bu teşkilatı Mete kurmuştur. Teşkilat Göktanrı inancından kaynaklanmış, güneşin doğduğu taraf kutsal sayılmış ve doğusunun yöneticisi batı yöneticisinden üstün kabul edilmiş ancak merkezi idare zayıflayınca devlet parçalanmıştır.

Feodal yönetim adını verdiğimiz bu yönetim şeklinde prensler bulundukları bölgelerde içişlerinde bağımsız; dışişlerinde hakana bağlıydılar. Komşu ülkelerle siyasi ilişkilerde bulunurlar, savaş, barış ve ticaret anlaşmaları yapabilirlerdi.

Bu durum, hakan öldüğünde ya da yetersiz bir hakan başa geçtiğinde taht mücadelelerine yol açmış, bu nedenle kurulan Türk devletleri kısa ömürlü olmuşlardır.

Budunu oluşturan gruplar geleneklere dayanan sıkı bir disiplin içerisinde örgütlenmişlerdir. Toplum sınıfısızdı ve kölelik kurumu yoktu.

 

Devleti (İl’i) meydana getiren dört ana unsur vardı:

1.  Bağımsızlık

2.  Ülke

3.  Ulus

4.  Egemenlik

ORDU

Orta Asya’nın coğrafi şartları ve dış düşmanlar nedeniyle askeri teşkilata önem vermişler, güçlü ordular oluşturmuşlar ve orduda onluk sistemini uygulayan ilk devlet olmuşlardır (Mete zamanı).

Askerlik bir meslek değil, her Türk’ün görevi ve hakkıydı.

Ordunun eğitimi savunmadan çok taarruz savaşlarına yönelikti. Kendilerine özgü savaş taktikleri vardı. Türk ordusu başta Çin olmak üzere Romalılar, Bizanslılar, Ruslar, Moğollar ve Balkan ulusları tarafından örnek alınmıştır.

DİN

Orta Asya’da Türklerin inancı üç grupta toplanır. İlk zamanlarda doğa kuvvetlerine inanmışlardır. İkinci inanış Atalar Kültürü’dür. Atalarının varlıklarını kutsal saymalarıdır. Atalarının mezarlarına önem vermişlerdir.

Türklerin asıl dini Gök Tanrı dinidir (Şamanizm). Gök Tanrı, evrenini yaratıcısı olarak kabul edilmiştir. Tek tanrı inancına doğru bir gelişim başlamıştır. Türklerin bu inancı, hak ve hukuk anlayışları, ahlakları, İslamiyete çok yakın olduğu için Müslümanlığı kolaylıkla benimsemiş ve Türklüklerini korumuşlardır. Yalnız Uygurlar Mani ve Buda dinini benimsemişlerdir. Musevilik, Hazar yöneticileriyle bir kısım halk tarafından kabul edilmiştir. Hristiyanlık Doğu Avrupa’ya göç eden Türklerde görülmüştür. Hristiyanlığı benimseyenler ulusal özelliklerini kaybetmişlerdir.

Din adamlarına “Kam, Şaman, Baksi” adları verilmiştir. Dini ayin ve kurban törenlerini yönetir, ruhlarda insanlar arasında aracılık yaparlardı.

Kamlar, ayrıcalıklı bir sınıf olarak devlet yönetimine katılmamışlardır.

Devlet din kurallarına göre yönetilmemiştir. Gök Tanrı’nın hakana verdiği yönetme yetkisi dışında din ve devlet ilişkisi yoktu. Toplum, hiçbir zaman dini bir yönetime dayanmamıştır.

Ölümle hayatın bitmediğine inanılır, kişinin hayatta iken sevdiği eşyalar mezara konulurdu.

Cenaze ve törenlerine “Yuğ” adı verilirdi.

Mezarlarına “Kurgan” mezar taşlarına dikilen taşlara da “Balbal” denirdi.

Hayat, iyilik ve kötülüğün kavgası olarak düşünülmüştür. Üst (gök) 17 kat iyilik (cennet), yer (alt) 7 kat kötülük (cehennem) olarak düşünülmüştür.

 

EKONOMİ

Ekonomik hayatın temelini hayvancılık oluşturmuştur. At ve koyun beslemişler, dokumacılık ve dericilik yapmışlardır.

Uygurlar tarım ve ticarete önem vermişlerdir.

Demiri işleyerek harb sanayisinde ilerlemişlerdir. Altın, gümüş ve bakır gibi madenleri de kullanmışlardır.

Türklerde “Yarmak” denilen ilk madeni parayı Göktürkler ve sonra da Türgişler kullanmıştır.

 

SANAT

Göçebe toplum yaşamından dolayı mimari eserler yapılmamıştır. Göçebe bozkır sanatının başlıca eserleri mezarlardan çıkartılmıştır. Kırgızlarda silahlar, at koşum takımları, altın ve gümüş süs eşyaları ve kumaşlar bulunmuştur. Altay eteklerinde Pazırık kurgasından çıkartılan halı, hayvan ve insan figürlü kumaşlar, Türklerin dokumada ilerlediklerini göstermiştir.

Uygurlar, yerleşik hayata geçtiklerinden evler, mabetler ve şehirler kurmuşlardır. Hint ve İran mimari özelliğini gösteren eserler yapmışlardır. Uygurlarda heykelcilik de gelişmiştir. Uygurların Budist ve Maniheist duvar resimleri bugüne kadar bulunan ilk Türk resimleridir. Minyatür sanatında gelişme göstermişlerdir.

Türkler müzik sanatıyla da ilgilenmişlerdir. Ulusal sazları “Kopuz”dur.

HUKUK

Adalet, gelenek ve görenekler, sosyal hayatı düzenleyen bütün kurallara “Töre” denilmiştir. Devlet işleri töre kurallarına göre yapılmıştır. Töreler gerektiğinde devlet meclislerince değiştirilirdi. Adalet, iyilik gibi kavramlar değişmezdi. Töreye hakan dahi uymak zorundaydı. Sosyal yaşam töreye göre düzenlenirdi.

Türk toplumunda sınıflaşma yoktu. Bunun önemli nedenlerinden biri yaşanılan hayat tarzı ve ekonomik yapıdır. Türklerde geniş toprak sahibi bir asiller sınıfının bulunmaması efendi-köle anlayışının yerleşmesini engellemiştir. Bütün topraklar devletin malı sayılmaktaydı.

Uygurlara kadar devam eden göçebelik Türk toplumunda savaş yeteneğinin, teşkilatçılığın, hükmetme duygusunun, cesaretin gelişmesini sağlamıştır. Bu nedenledir ki yıkılan bir Türk devletinin yerini yenilerinin alması kolay olmuştur.

YAZI, DİL VE EDEBİYAT

Göktürk ve Uygur alfabeleri kullanılmıştır. Göktürk Yazıtları Çağatay Lehçesiyle yazılmıştır.

Genelde göçebe yaşam ve buna bağlı olarak bozkır kültürü oluşmuştur.

Türkler yazıyı çok geç kullandıkları için sözlü edebiyat daha çok gelişmiştir. Bu edebiyatın en güzel örnekleri destanlardır.

 Hun Türklerine ait destanlar:

Oğuz Kaan Destanı

 Saka Türklerine ait destanlar:

Şu Destanı – Alp-Er Tunga Destanı

 Göktürk Destanları:

Ergenekon Destanı – Bozkurt Destanı

 Uygur Destanları:

Türeyiş Destanı – Göç Destanı

 Kırgızlara ait destanlar:

Manas Destanı

 Dede Korkut Destanları ise Kıpçak-Oğuz Savaşlarını anlatmıştır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.