Cumhuriyetin İlk Yıllarında Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Ekonomi Anlayışı

5- CUMHURİYETİN İLK YILLARINDA TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ’NİN EKONOMİ ANLAYIŞI

MİLLİ EKONOMİNİN KURULMASI

A) CUMHURİYETİN İLK YILLARINDA EKONOMİK DURUM

Ekonomik, etkinlik yaşama mücadelesinin sürdürülmesi demektir. Bir toplumun ekonomik hayatında, ülkenin yer altı ve yer üstü kaynaklarını kullanarak, mümkün olan ölçüde ihtiyaçları giderme etkinliğidir. Ekonomik hayat, her alanda üretime dayanır. İnsanların ihtiyaçları sonsuzdur. Ancak, önce temel ihtiyaçları, kolay ve ucuz biçimde sağlamak, daha sonrada diğer ihtiyaçları karşılamak gerekir.

Osmanlı Devleti’nin son yıllarında ekonomik durum bozuktu, sanayi yok denecek kadar azdı. Üretim tarıma dayanıyordu. O da ilkel araçlarla yapıldığından verim düşüktü. Ekonomi ve maliye yabancıların elindeydi. Kapütülasyonlar nedeniyle yabancıların izni olmadan para bile basılamıyordu. Pek çok madde yut dışından geliyordu. Elde bulunan kıt kaynaklar da, savaşlarda silahlanmaya harcanmıştı. Savaşlarda erkeklerden ölenler çok olduğu için üretim iyice azalmıştı. Kurtuluş Savaşı sonunda ekonomik durum çok fenalaşmıştı.

Cumhuriyetin kabul edildiği yıllarda bilim adamı, teknik uzman, pek az makinist, şoför gibi kişiler bulmak bile zordu. Yol, fabrika, liman yok denecek durumdaydı. Birkaç demir yolu vardı. Bunları da yabancı şirketler işletiyordu. Savaşta işgal edilen bölgelerde düşman askerleri halkın elinde ne buldularsa almışlardı. Yurdumuzdan kaçarken pek çok köyü kenti yakıp yıkmışlardı.

Ülkemizde çok sayıda sakat, yetim, dul insan vardı. Ulaşım çok yetersizdi, Ankara’dan Kars’a at arabasıyla bir ayda gidilebliyordu. Eşek çok kullanılan bir yük hayvanıydı. Taşıma işlerinin çoğu kağnı ve develerle yapılıyordu. Tüm ülkede birkaç yüz kadar motorlu taşıt bulunuyordu. Bunlara yedek parça, lastik benzeri bulmak çok güçtü.

Türk halkı düşmanı kendi gücüyle yendiği gibi ekonomik kalkınmasını da kendi gücüne güvenerek gerçekleştirmek zorundaydı.

Kurtuluş Savaşı kazanılıp Lozan Antlaşması ile Kapütülasyonlar kaldırıldıktan sonra, Türkiye’nin ekonomik alanda gelişmesi için izlenecek yol, tartışma konusu oldu. “Gücümüzü sadece tarım alanından toplamalıyız.” diyenler oldu. “Türkiye bir üretim ülkesi haline gelmelidir.” görüşünü savunanlar çıktı. Ancak TBMM hükümeti ekonomi siyasetini belirlerken tarım, ticaret, sanayi, bayındırlık işlerinin, birbirinden ayrılması mümkün olmayan bir bütün olarak kabul etti.

Ekonomik alandaki gelişmeye önem veren TBMM, Mustafa Kemal’in Meclis’i açış konuşmasında belittiği gibi, daha 1 Mart 1922’de ekonomi çalışmalarının başlıca noktalarını şöyle belirtmiştir:

1)  Avrupa rekabeti yüzünden geri kalmış sanayiyi canlandırmak ve modern araçlara sahip kalmak.

2)  Ormanlarımızı iyi hale getirmek ve onlardan en iyi şekilde yararlanmak.  

3)  Toplum çıkarlarını doğrudan ilgilendiren kuruluşları ve iktisadi görüşmeleri gücümüz oranında devletleştirmek.

4)  Madenlerimizi devletleştirmek ve bu konuda çalışmak isteyen sermayeyi korumak.

5)  Başta tarım sanayi olmak üzere, diğer sanayi dallarının her türlü himayesini önemle dikkate almak.

6)  Devletin ekonomik bağımsızlığını sağlamak için  bütçeyi, ekonomik yapı ile uygun hale getirmek.

Savaş bitince TBMM Hükümeti’nin öncelikli işlerinden biri de ekonomi kongresini toplamak oldu. Bunu, Kapütülasyonların kaldırılması izledi. Sonra yine bankalar, fabrikalar kuruldu. Yol, liman, okul vb. yapıldı. Madenciliğin geliştirilmesine, tarımın iyileştirilmesine girişildi.

 

BİRİNCİ EKONOMİ KONGRESİ

“Yeni Türkiye Devleti, temellerini süngüyle değil, süngünün dahi dayandığı iktisatla kuracaktır.” diyen Mustafa Kemal bu amaçla ekonomiyi iyileştirmede izlenecek yolu belirlemek için 17 Şubat 1923 günü İzmir’de bir kongre toplantısını kararlaştırdı. Yurdumuzda ilk kez böyle bir kongre toplanıyordu. Bu nedenle buna 1. Ekonomi Kongresi denildi.

Bu kongreye, işçi, çiftçi, tüccar ve sanayici kesimlerinden 1135 temsilci katıldı. Mustafa Kemal kongreyi açarken ünlü konuşmasında Osmanlı Dönemi’nin çürük ekonomik siyasetinin bir yana bırakılarak, el birliği ile benimsenecek yeni yöntemlerin bulunması geriğini anlattı.

Kongre 15 gün sürdü. Devletin uygulayacağı ekonomi ilkeleri uzun uzun tartışıldı, şu kararlar alındı:

– Yerli üretim geliştirilmelidir.

– Lüks dış alımdan kaçınılmalıdır.

– Ekonomik gelişmeye katkısı olacak dış ana para kabul edilebilir.

– Reği kaldırılmalıdır. Tütün tarımı ve ticareti serbest brakılmalıdır.

– Ziraat bankası yeniden düzenlenmeli, tarıma kredi sağlanmalıdır.

– Demir yolu, liman vb. ulaşım işleri genişletilmelidir.

– Gemi taşımacılığı geliştirilmelidir.

– Sanayi özendirilmeli ve kredi verecek banka kurulmalıdır.

– Meslek okulları kurulmalıdır.

– İşçilerin çalışma saatleri düzenlenmelidir.

Kongrede ayrıca “Misak-ı İktisadi” kabul edildi. Ekonomi Andı demek olan bu misakta şunlar belirtilmiştir: Türk milleti büyük fedakarlıklarla ve kan dökerek yeniden sahip olduğu ulusal bağımsızlığından hiçbir ödün vermeyecektir. Ekonomik gelişmemiz ve kalkınmamız, milli bağımsızlığımız içinde sağlanacaktır. Esas, siyasal bağımsızlık gibi ekonomik bağımsızlıktır.

Ekonomi Andı, büyük devletleri ekonomik buyunduruğu altına girmeden kendi çabalarımızla kaynaklarımızı değerlendirmemizi ön görüyordu. Böylece Milli Ekonomi İkesi kabul edilmiştir.

Cumhuriyetin ilk yıllarında milli ekonominin gerçekleştirilmesinden daha ziyade özel girişimi destekleyici bir politika izlendi. Ancak sermaye yetersizliği, yetişmiş iş gücünün olmayışı, deneyin ve bilgi birikiminin yetersizliğine bir de 1929 Dünya Ekonomik Bunalımı’nın eklenmesi sonucu, özel girişim kendisinden beklelen görevi yerine getiremedi. Bunun sonucu olarak 1932’de devletin kalkınma çabalarına doğrudan katılması zorunluluğu duyularak devletçilik ilkesi uygulanmaya başlandı. 1923 yılında hazırlanan Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı 1934 yılında  kabul edilerek uygulanmaya başlandı. Böylece, tarihimizde ilk defa planlı ekonomiye geçilmiş oldu. Türkiye’nin ilk büyük sanayi kuruluşları bu 5 Yıllık Plan Dönemi’nde yapılmış ve bunlardan verimli sonuçlar alınmıştır. Böylece Devletçilik İlkesi doğmuştur.

TARIM

Tarımsal üretimi arttırmak, vatandaşı daha iyi beslemek, bu etkinliği geliştirerek gelir sağlayıcı bir duruma getirmek için her şeyden önce köylünün yaşama biçimini düzeltmekle mümkün olabilirdi. Devletin ekonomik yapısı ilk planda tarıma dayalı olduğudundan bu bir zorunluluktu.

Köylünün durumunu iyileştirmek için ilk önlem, onu parasal yönden rahatlatmaktı. Osmanlı maliyesinin en sağlam geliri, ürün üzerinden peşin olarak alınan aşar vergisiydi. Köylünün bu ağır vergiyi vermeye çoğu kez gücü yetmez, ezilir, bunalırdı. Hatta bu yüzden bazen köylünün evini barkını brakıp kaçtığı bile olurdu. İşte, Cumhuriyet yönetimi cesur bir karar alarak 1925 yılında aşar vergisini kaldırdı. Devlet bunu yapmakla çok büyük rakamlara varan büyük bir gelirden vazgeçiyordu. Ancak, uzun vadede bu, olumlu sonuçlar getirdi. Köylü rahatlıyınca tarımsal üretimi arttırdı.

Bundan sonra köylüye ucuz kredi vermek gerekiyordu. Makine, tohum vb. ihtiyaçlarımızın giderilmesi için bu önemliydi. Bu amaçla Ziraat Bankası’nın imkanları arttırıldı. Tarım Kredi Kooparatifleri kuruldu. Köylüye, tohum, fidan, damızlık hayvan verildi. Örnek çiftlikler kuruldu. Yapılan çalışmalar sonucu ülkemizin iklimine uygun yeni ürünler yetiştirildi. Bunun sonucu olarak yurdumuzun her yöresinde şeker pancarı, Doğu Karadeniz Bölgesi’nde çay, güney bölgelerimizde turunçgiller yetirştirilmeye başlandı. Üreticinin mallarını aracısız satabilmesi için kooparatifçiliğin gelişmesine çalışıldı.

Cumhuriyet Dönemi’nde hükümet tarım alanında sadece köylüyü himaye etmekle kalmadı. Türkiyenin gelişmiş bir tarım ülkesi olması için tarım öğretimine de önem verildi. Orta dereceli ziraat okulları iyileştirildi. Ziraat uzmanlarının sayısını arttırmak için Avrupa’ya öğrenciler gönderildi. 1927’de Ankara’da Yüksek Ziraat Enstitüsü ve Baytar (Veteriner) Yüksek Okulu açıldı.

TİCARET

Üretilen malların dağıtılması ve tüketiciin eline ulaştırılması ticaretin konusudur. Ticaretetkinliğiin üretimle birlikte gelişmesi gerekmektedir. Ticaret gelişirse hem vatandaşa daha iyi hizmet verilir hem yeni iş alanları açılır hem de sermaye birikimi olur.

Cumhuriyet öncesi dönemde ülkenin iç ve dış ticareti, yabancılar ile yerli azınlıkların elindeydi. Batılı devletler Türkiye ile ticari ilişkilerinde kapitülasyonlardan ve azınlıkların aracılığından yararlandıkları için, Türk tüccarları için iş yapabilme olanakları çok kısıtlıydı. Lozan Antlaşması ile kapitülasyonlar kalkmış ve azınlıkların çoğu ülkeyi terketmişti. Bu durum, ticareti koruyan kanunların çıkarılması ile iç ve dış ticaretin gelişmesine ortam hazırladı.

1923-1930 yılları arasında ithalatın fazla, ihracatın az olması nedeniyle Türk parası değer kaybetmekteydi. Türk ekonomisinin para işlerini düzenleyecek bir Merkez Bankası da bulunmuyordu. Bu nedenle yabancı bankalar ihracat bedellerinin ödenmesi sırasında Türk parasının değerini yükseltmekte, ithalat sırasında Türk parasının değerini düşürmekteydiler. Yabancı bankaların bu uygulaması, Türkiye’de bir milli sermaye birikimine olanak vermiyordu. Bu olumsuz durumu ortadan kaldırmak ve Türk ekonomisinin para işlerini düzenlemek amacıyla 11 Haziran 1930’da kabul edilen yasayla Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası kuruldu.

Cumhuriyet’in ilk yıllarında ihracatımız, ithalatı karşılamıyordu. Bunu önlemek için bir yandan ithalatın azalmasına, diğer yandan ise üretimin arttırılıp ihracatın çoğaltılmasına çalışıldı. İşverenlere kredi vermek amacı ile Türkiye’nin ilk özel bankası olan Türkiye İş Bankası kuruldu.

1 Temmuz 1926’da Kabotaj Kanunu kabul edildi. Bu kanun ile Türk karasularında yük ve yalcu gemisi işletme hakkı Türk vatandaşlarına verildi.

Bir yadan da yabancıların kurduğu ticaret işletmeleri birer ikişer satın alınarak Milli Ekonomi İlkesi’nin uygulanması sürdürülmüştür.

SANAYİ VE MADENCİLİK

Cumhuriyet’in ilk yıllarında hiçbir alanda sanayimizin olmadığı belirtilmişti. Bu durum Türk ekonomisini tümden dışa bağlıyor, milli ekonomi ilkesinin tam anlamıyla gerçekleşmesini önlüyordu.

Yeni Türk Devleti’nde her alanda sanayileşmek şarttı. Bundan vazgeçilemezdi. Devlet önceleri bu işle doğrudan doğruya ilgilenemedi. Sanayileşmeyi özel ellere bıraktı.

Osmanlı İmparatorluğu’ndan Cumhuriyet yönetimine kalan sanayi tesisleri yıpranmış ve mevcut haliyle kullanılamaz durumdaydı. Bu tesisleri kullanılır hale getirmek ve işletmek amacıyla 1925’te Türkiye Sanayi ve Maadin Bankası kuruldu. Bu banka, özel sektöre kredi vermek, devlete ait olup da kendine devredilecek fabrikaları işletmekle görevlendirildi. Sanayinin geliştirilmesi konusunda devletin öncülüğü Türkiye Sanayi ve Maadin Bankası’nın kurulmasıyla başladı. Daha sonra bu banka 1933’te Sümerbank adını aldı. Sümerbank bünyesinde kurulan demir-çelik tesisleri, çimento fabrikaları zamanla bağımsız birer kuruluş haline geldi. Daha önce de gördüğümüz gibi Cumhuriyet’in ilk yıllarında ekonomide özel girişlimciliğe önem verilmişti. Bu doğrultuda 1925’te şeker fabrikaları için özel teşvik ve imtiyazlar getiren bir kanun kabul edildi ve buna dayanarak Alpullu ve Uşak şeker fabrikaları kuruldu.

Özel kişilerin rahat çalışabilmeleri için de 1926’da Teşvik-, Sanayi Kanunu (Sanayiyi Özendirme Yasası) çıkarıldı. Ama bütün çabalara rağmen elinde sermayesi ve gerekli kadrosu bulunmayan özel girişim bu işi başaramadı. Bunun üzerine devlet sanayileşme işini kendi üstüne alma gereğini duydu. 1933 yılında devlet eliyle temel sanayinin kurulmasını öngören Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı kanul edildi. Bu plan çok büyük bir başarı ile uygulanarak önemli devlet işletmeleri kuruldu. Malatya, Kayseri, Bursa, Merinos fabrikaları bugünkü tekstil sanayi mizin büyük öncüleridir.

Gemlik’te yapay ipek, Paşabahçe’decam, Beykoz’da deri fabrikaları, İzmit’te kağıt sanayii kuruldu. Türk tarihinde ilk kez ağır sanayi kurulmasına girişildi. 1939’da Karabük’te ilk demir-çelik işletmesi açıldı.

Osmanlı döneminde taşkömürü ve linyitten başka maden işletmemiz yoktu. Yeraltı kaynaklarımızın yerleri, nitelik ve nicelikleri bilinmiyordu. Cumhuriyet Dönemi’nde sanayileşme başlayınca madenlerimizi tanımak ve işletmek zorunluluğu doğdu. Bu konuda bilimsel araştırmalar yapmak için Maden Tetkik ve Arama Enstitüsü kuruldu. Madenlerimiz belirlendi. Birçok maden bölgesi işletmeye açıldı. Ağır sanayimizin ihtiyaçları karışlandı. Bugünkü maden sanayimizin de devlet temelleri atıldı.

ULAŞIMDA GELİŞMELER

Cumhuriyet kurulunca, yol yapımına hız verildi. Savaşta bozulan yollar, köprüler onarıldı. Osmanlı Devleti zamanında 3756 km uzunlukta demiryolu vardı. 1938 yılına kadar 3656 km uzunlukta yeni demiryolu yapıldı. Toplam demiryolu uzunluğu 7381 km oldu. Eski demiryolları ile limanların bir kısmını yabancı şirketler işletiyodu. Devlet onları satın aldı. Limalar genişletildi ve çoğaltıldı. Hava ve deniz taşıamcılığı geliştirildi.

BAYINDIRLIK ALANINDA GELİŞMELER

Osmanlı İmparatorluğu Dönemi’nde her yönden ihmal edilmiş olan Anadolu’yu imar etmek, Cumhuriyet Yönetimi’nin önemle ele aldığı bir konu olmuştur. Şehirler yeniden onarılırken eğitim, sağlık, sanayi amaçlı bayındırlık eserleriyle donatılmaya çalışıldı. Şehirlere su ve elektrik sanlanmasına önem verildi.

Ekonomik ve toplumsal gelişmenin gerçekleşmesi için yola ihtiyaç vardır. Bir memleketin çeşitli yörelerinde üretilen, maddelerin dağıtılması, hammaddelerin taşınması, dışarıdan alınan veya dışarıya satılacak malların belli merkezlerde toplanması, halkın türlü sebeplerle yurt içinde hareket edebilmesi ancak geniş bir yol ağı ile mümkündür.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.