XVII. Yüzyıldan İtibaren Osmanlı Devleti’nin Ekonomisinde Meydana Gelen Değişimler

4- XVII. YÜZYILDAN İTİBAREN OSMANLI DEVLETİ’NİN EKONOMİSİNDE MEYDANA GELEN DEĞİŞİMLER

DÜNYANIN DEĞİŞEN ŞARTLARI KARŞISINDA OSMANLI EKONOMİSİ

XVII. ve XVIII. yüzyıllarda özellikle Batı Avrupa’da tarım üretiminin artması ve mamul mal üretiminin kentlerden kırlara taşınması, ülke içi iktisadi bağların gelişip milli ekonomilerin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bu gelişme, merkezi devletlerin merkantilist iktisadi siyasetleriyle desteklenmiştir. Batı Avrupa’daki siyasetleriyle desteklenmiştir. Batı Avrupa’daki kapitalizm siyaseti bir yandan ülke içi üretimi ve özellikle mamul mallar üretimini dış rekabete karşı koruyor, öte yandan da ihracatı arttırarak istihdam yaratmayı amaçlıyordu.

Bu tür politikalar, dış ticaret ve denizaşırı pazarlarda girişilen rekabette önemli bir araç olarak kullanılıyordu. Her devlet kendi sermayedarlarının ticaret filolarını destekliyordu. Avrupa, ülkelerinin kendi aralarındaki bu rekabet, kapitalizmin gelişmesinde etkili olurken, Avrupa dışındaki ülkeleri ve bu arada Osmanlıları da olumsuz etkilemeye başlamıştır. XVIII. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin Avrupa mamullerinin Doğu Akdeniz pazarlarının istilası Sanayi İnkılabından sonra XIX. yüzyılın ilk çeyreğinde başlayacaktır.

1. ÜRETİM

a) Tarım

XVI. yüzyılın sonlarındaki gelişmeler (nüfus artışı, Celali İsyanları, tımar sisteminin eski önemini kaybetmesi vb.) Osmanlı ülkesinde tarım faaliyetlerinin düzenlenmesini de etkilemiştir. XVII. yüzyılda, pek çok köyün harap hale geldiğini ve nüfusun önemli ölçüde azaldığını gösteren bazı deliller vardır. Bu konuyu kesin bir şekilde ortaya koymak mümkün değilse de, aynı dönemde tarım üretiminde düşüş olduğu öne sürülebilir. XVIII. yüzyılda ise tımar sisteminin etkisini kaybetmesiyle bazı topraklar çiftlik adı altında ayanların elinde toplanmaya başladı.

XVIII. yüzyılın ilk yarısında Osmanlı Devleti’nin Avrupa’ya yakın kısımlarında tarım üretiminin arttığına dair deliller vardır. Bu gelişmelere Batı Avrupa’ya yapılan tarım ürünü ihracatının artmasının payı büyüktür. Bahsedilen ayan çiflikleri bu tür ihracata yönelik üretime ağırlık veriyordu. Devlet, artık eskisi gibi ihracatı yaygın olarak yasaklayamıyordu. 1760’lardan sonra, hububat, deri, yün, zeytinyağı gibi tarım mallarının, ipekli ve pamuklu kumaşlar gibi sanayi ürünlerinin ihracatına yasaklamalar getirilmiştir. Bu gelişme iktisadi üretimde bir gerileme dönemi yaşandığını gösterir. Bu sonucun doğmasında, 1760’lardan XIX. yüzyılın ilk çeyreğine kadar yaşanan savaşların ve iç karışıklıkların rol oynadığı görülür.

XIX. yüzyılda devlet, tarım faaliyetlerinin düzenlenmesinde yeni bazı değişikliklere gitti. Ayanların etkisi azaltıldı, ancak mahalli unsurlar tümüyle devreden çıkarılmadı. 1858 tarihli Arazi Kanunnamesi ile devlet, toprakta özel mülkiyeti tanıdı ve toprağın alım – satımını serbest bıraktı. Böylece, köylülere kullandıkları topraklar mülk olarak verilmiş oluyordu. Bununla ayan ile diğer mahalli unsurların gücünün kırılması ve tarım üretiminin hızlandırılarak vergi gelirlerinin arttırılması amaçlanıyordu. Bu kanunla, toprak ve üretim üzerinden alınan değişik vergiler kaldırılarak %10 oranında bir ayar vergisi konmuştur. Ancak mali bunalım anlarında bu oran %15’e yükselebiliyordu.

XIX. yüzyılda, özellikle dış talebin de etkisiyle, Anadolu köylüleri daha fazla pazara yönelik üretim yaptılar. Avrupa pazarlarına yapılan ihracatın %90’dan fazlası tütün, üzüm, incir, ham ipek, tiftik, afyon, fındık, zeytin yağı ve hububat gibi tarım ürünlerinden oluşuyordu.

b) Hayvancılık

Tarım alanındaki gelişme ve değişimler, özellike tımar sisteminin değişmesi hayvancılığı da etkilemiştir. Nitekim, tarım ürünleri ihracatından bahsederken yün, deri gibi hayvanlardan elde edilen hammaddeler de belirtilmişti. Özellikle XIX. yüzyılda bu tür hammaddelerin ihracı artmıştır.

 

Devletin XVIII. yüzyılda modern anlamda merkeziyetçi yapıyı oluşturabilmek için, hayvancılık ile uğraşan aşiretlerin, iskan konusunda takındığı tutum da bu alanda etkili olmuştur. Ancak XIX. yüzyılda hayvancılığın geliştiği bölgelerden olan Balkanlar, Avrupa’nın talepleriyle karşılaşmıştır. Bu durum bölgeyi geçimlik (kendine yeterli) ekonomiden Pazar ekonomisi boyutlarına getirmiştir.

c) Sanayi

1. Sanayi İnkılabının Osmanlı Ekonomisi Üzerindeki Etkileri

XVIII. yüzyıldaki ve özellikle XIX. yüzyıl başlarındaki gelişmeler Osmanlı esnaf teşkilatının yapısını da etkilemiştir. Avrupa’ya yapılan hammadde ihracatının yasaklanmaması, esnafın istediği miktarda hammadde temin edememesine yol açabiliyordu.

Sanayi İnkılabı’nın bir sonucu olarak Avrupa hammaddeye ihtiyaç duymaya başladı. Bu durum, Osmanlı esnafının kendi arasında paylaşması gereken hammaddenin Avrupa’ya kavuşmasına neden oldu.

Avrupa’daki gelişmeler, bir başka açıdan da etkisini göstermiştir. O da Osmanlı klasik döneminde yoğun bir üretim ve ticaret konusu olan bazı dallardaki değişikliklerdir. Dokumacılık buna örnek gösterilebilir. Daha önceleri Bursa ve Ankara’dan Avrupa’ya mamul mal götüren Avrupalı tüccarlar, XVIII. yüzyıldan itibaren yarı mamul mal yani iplik götürmeye başlamışlardır. Öyle ki bu daha sonra Bursa’dan ham ipek, Ankara’dan ise yapağı götürmeye dönüşmüştür.

Sanayi İnkılabı’nın Osmanlı ekonomisindeki bir başka etkisi ise XIX. yüzyılda esnaf gruplarının lonca düzenindeki üretimlerinin büyük çöküntüye uğramasıdır. Sanayi İnkılabı’nın ürünleri karşısında zanaatkarlara dayalı üretim faaliyetleri ancak kısmen direnebilmiş, pek çok dalda ise yıkılmıştır.

2. Karşı Tedbirler: Sanayi, Islah ve Geliştirme Çabaları

XIX. yüzyılda Osmanlı lonca üretiminin büyük ölçüde çöküntüye uğraması ve Avrupa mallarının Osmanlı pazarında rakipsiz bir şekilde yer alması üzerine devlet bazı önlemler almaya başladı. Bu önlemlerden ilki devlet tarafından fabrika diye adlandırılan büyük imalathanelerin açılmasıdır. Örneğin Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasından sonra yeni kurulan ordunun fes ihtiyacını karşılamak üzere İstanbul’da Feshane adıyla yeni bir imalathane açılmıştır (1837). Daha sonra Bakırköy’de bez fabrikası, 1840’ta Hereke’de dokuma fabrikası işletmeye girmiştir. Beykoz’daki ayakkabı imalathanesi ise büyük bir fabrikaya dönmüştür.

Osmanlı Devleti bir yandan bu fabrikaları kurarken öte yandan da yerli sanayi yeni şartlar çerçevesinde teşkilatlanmaya çalışılmıştır. Nitekim 1864’te kurulan Islah-ı Sanayi komisyonu yerli sanayinin güçlenmesi için uğraşmıştır. Bu komisyon 1873 yılına kadar sanayi faaliyeti gösteren esnaf birliklerin çalışması için çalışmıştır. Esnafın şirketleşmesini önermiştir. Böylece bu dönemde pek çok kişinin sermayelerini birleştirmesi sonucunda sanayi şirketleri kurulmuştur. Yine 1913’te yürürlüğe giren Teşvik-i Sanayi Kanunu Muvakkat-ı (Sanayi Teşvik Geçici Kanunu) yerli sanayi korumak, Müslüman esnaf ve tüccarı korumak amacına yönelikti. Ancak bu girişimler çeşitli sebepler yüzünden başarıyla sonuçlanmamıştır.

3. Yabancı Yatırımlar

Osmanlı sanayisinin canlandırılması çabalarına paralel olarak XIX. yüzyılda önemli bir gelişme de Osmanlı ekonomisinin dünya ekonomisinin bir parçası haline gelmesidir.

Bir yandan Avrupa malları iç pazarlarda satılamaya başlamış diğer yandan da hammadde ticaretine başlamış, diğer yandan da hammadde ticareti yoğunluk kazanmıştır. Bu gelişmeler üzerine de haberleşme ve ulaşım rasyonel hale getirilerek önemli yabancı yatırımlar ülkeye girmiştir. Avrupa’da kullanılışından kısa bir süre sonra Osmanlı ülkesine giren demir yolu buna örnektir. Önce Batı Anadolu’da nehir vadileri boyunca yapılan Aydın ve Turgutlu demir yolu hattından sonra büyük boyutlu olan Bağdat demir yolu projesi gerçekleşmiştir.

Osmanlı yöneticileri demir yollarının yapımıyla iç güvenliğin sağlanması ordunun cepheye sevki gibi hususların kolaylaşacağını düşünüyordu. Yine ülke içi ulaşım sağlıklı bir şekilde yapılacağından vergileri toplamak kolaylaşacaktı.

2. TİCARET

Osmanlı klasik döneminde ticaret faaliyetlerinden dış gümrük vergileri alındığı gibi içte alınan bir çok vergi de vardı. Ticaret ilişkileri değişmeye başlayınca Tanzimat Dönemi’nde iç gümrük vergilerinin kaldırılması yönünde önemli bir adım atıldı. 1874’e kadar aşamalı bir şekilde vüssümat-ı dahiliye diye adlandırılan iç vergiler kaldırıldı. Dış vergilerde ise ihracat ve transit ticaretten alınan vergilerde bir düzene bağlandı.

Bu çerçevede 1838’de İngilizlerle imzalanan balta limanı anlaşması ve hemen arkasından diğer Avrupa ülkeleriyle imzalanan ticaret sözleşmeleri önemli bir yere sahiptir. Bu antlaşmalar dış ticaret üzerindeki tehlikerli kaldırmış yabancı tüccarları iç gümrük ödeme yükümlülüğünden kurtarmıştır. Başlangıçta gümrük vergileri düşük olmamakla beraber Avrupa devletleri 1860-1861’deki mali bunalım ve Lübnan olaylarından yararlanıp Osmanlı Devleti’ne ihracattan aldığı gümrük vergileri %1’e indiren anlaşmayı kabul ettiler. İthalattan alınan vergiler ise Osmanlı yönetiminin çabaları sonucu zaman içinde artmıştır.

Bu dönemde Kanunname-i Ticaret (1850) ile Osmanlı hukukuna şirket ve faiz kavramları girmiştir.

a) Ulaşım ve Haberleşmedeki Gelişmeler

Avrupalı devletlerin sanayi alanında büyük atılım yapmaları sonucu uluslar arası ekonomik ilişkilerde önemli gelişmeler oldu. Yeni teknolojik gelişmeler sonucunda anadoluda yol ağı oluşturuldu. Bu yol ağı önemli limanlara bağlandı. Böylece bazı kentler ticari etkinlik kazandı. XIX. yüzyılda İzmir Limanı’na Anadolu’nun ihracatını gerçekleştiren önemli bir konuma geldi.

Ulaşım alanındaki gelişmelere paralel olarak haberleşmede II. Mahmut Dönemi’nden itibaren yeniliklere girişildi. 1834’de Üsküdar-İzmit arasında arabalarla posta taşımacılığına geçildi. Bu yöndeki çabalar Tanzimat’ın ilanından sonrada sürmüş 1840’da posta nezareti kurulmuştur. Yine aynı dönemlerde telgrafın getirilmesi için bazı teşebbüsler olmuştur. Telgraf 1835’de icat edilmiş Fransız ve İngilizler’e uygulanmaya konulmuştur. İlk telgraf hattı olan İstanbul – Varna – Kırım hattı 1855’de açılmıştır. İngilizler bu hattı Kırım Savaşı sırasında askeri amaçlarla çekmişlerdir. Osmanlı Devleti’nin kendi hesabını kurduğu ilk hatlar İstanbul – Edirne ve Edirne – Şumnu hatlarıdır (1855). Telefon şebekeleri kurma görüşmeleri ise 1881’den itibaren gerçekleşmiş ve sonuçta 1911’de Postane Telgraf Nezareti Teşkilatı’nın adı posta Telgraf ve Telefon nezareti olarak değiştirilmiştir.

b) Ticari Dengelerin Bozulması: Osmanlı Pazarlarında Avrupa Malları

Ulaşım, haberleşmedeki gelişmeler çerçevesinde Avrupa ülkelerinin mamül malları Osmanlı ülkesine girdi. Yeni şartlara ayak uydurmaya çalışan ve bunu büyük ölçüde başaramayan Osmanlı esnafının üretimi Avrupa malları ile rekabet edemedi. Osmanlı sanayisinin hammadde kaynağı da Avrupalılar tarafından tüketilmeye başladı.

Böylece Osmanlılar tarım ürünleriyle hammadde ihrac edip mamül mal ithal eden bir konuma düştüler. Dış ticaret 1840’dan itibaren özellikle 1879’dan sonra Osmanlı-Rus Savaşı’nın etkisiyle oldukça büyümüştür. Ancak 1879 Osmanlı-Yunan Savaşı bittikten sonra Osmanlı hammaddesine Batı’dan gelen laleleri yaniden artmasıyla Osmanlı ihracatı ithalattan daha hızlı artacaktı. Bu sıralarda inşa edilen demir yolları da dış ticaretteki gelişmeyi olumlu yönde etkilemiştir.

c) Kapütülasyonlar

Osmanlı Devleti klasik dönemde hem ekonomik hem de siyasi amaçlarla yabancı tüccarlara bazı imtiyazlar vermiştir. Osmanlı Devleti güçlüyken memleketi aleyhine çalışmayan bu imtiyazlar devletin zayıflamasına paralel olarak alehimize genişletildi. XVIII. yüzyıl sonuna yaklaşıldığında ise Osmanlı tücarları yabancı tüccarlar karşısında avantajlarını kaybetmiş bir konuma düştüler.

XIX. yüzyılda bu konudaki en önemli gelişme 1838 Osmanlı – İngiliz Balta Limanı ticaret sözleşmesidir. Bir yandan mısır meselesinde Mehmet Ali Paşa’ya ve öte yandan da Rus tehtidine karşı İngiliz desteğini arayan Osmanlı Devleti gerek 1838 Balta Limanı Sözleşmesi ile gerekse ondan sonra diğer Avrupa ülkeleriyle imzaladığı anltlaşmalarla bazı kolaylıklar tanıdı.

Balta Limanı Antlaşması’nın en önemli özelliği Osmanlı Devleti’nin bağımsız  dış ticaret yapmak hakkından yoksun bırakılmasıdır. Bu anlaşmalara dayanarak Osmanlı dış ticaret politikalarına sürekli müdahale eden Avrupa devletleri bu tutumlarını 1. Dünya Savaşı’na kadar sürdürdüler. Kapütülasyonlar Lozan Barış Antlaşması ile kesin olarak kaldırılmıştır.

d) Bankacılık

Tanzimatla birlikte getirilen yeniliklerden biri de bankacılığa geçiştir. Bu yöndeki gelişmeler 1830’larda Galata bankerleri ve yabancı sermayelerden geliyordu. Banker, para ve altın alışverişi ile uğraşan kimselere deniliyordu. Osmanlı bankerlerinin tamamı gayrımüslimdi.

İstanbul’da ilk banka Bank-Der Saadet adıyla 1847’de açıldı. Ancak bu banka Kırım Savaşı öncesinde iflas etti. Daha sonra ingilizler tarafından Bank-ı Osmani oldu (1856). Bu bankanın merkezi Londra’da idi. 1863’de adı Bank-ı Osmani Şahane’ye çevrildi. Pek çok konuda Osmanlı Devleti’nin merkez bankası gibi çalışan bu banka yabancı sermayenin denetlenmesini simgeleyen bir örnekti. Para basma yekisine sahip olan bu banka devlete kısa vadeli borçlarda veriyordu. Böylece bir yandan devlet bankası niteliği kazanırken bir yandan da ticaret bankası olarak çalışmalarını sürdürdü.

Bankacılık alanındaki en önemli iki devlet girişimi ise Mithat Paşa’nın gayretleriyle kurulan memleket sandıkları ile emniyet sandığıdır. Memleket sandıkları 1867’den itibaren oluşmaya ve daha sonra ülkeye yayılmaya başlamıştır. Köylünün ve tarım sektörünün meselelerini çözmeye yönelik bu sandıklar 1888’de Ziraat Bankası olarak yeniden teşkilatlandırılmıştır. Emniyet sandığı da 1868’de Mithat Paşa’nın girişimleriyle İstanbul’da kurulmuştur.

3. KAMU EKONOMİSİ

Osmanlı maliyesinin XVIII. yüzyılda önemli iki sorunu vardı. Bunlardan biri XVII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren klasik sistemlerin değişmesidir. Diğeri ise bu durumun devletin gelir – gider dengelerini bozmasıdır. Bunlar en çok devletin bütçesine yansıyacaktır.

a) Bütçe

Tımar Sistemi’nin işlemez hale gelmesi üzerine daha önce bu sistem içinde yer alan gelirler miri mukata alana dönüştürüldü ve bunların gelirleri iltizam yolu ile toplandı.

Ancak iltizamların süresi üç yıl olduğundan mültezimlerin devlete verdikleri parayı çıkarmak için köylüyü aşırı vergilendirmesi söz konusuydu. Devlet mültezimlerden alacağı paranın bir kısmını peşin, kalanını taksitlerle alıyordu.

Zaman içinde mukataların süreleri uzatılmış ve ömür boyu bir kişiye verilmiştir. Buna malikane üsulü denilmektedir. 1695’teki bu düzenleme ile peşin ödemelerin miktarı arttırılmıştır. Ömür boyu bir mukatayı tasarruf edecek mültezimlerin köylüyü koruyacağı umulmuştur. Yine peşin ödemeler sayesinde savaş masrafları karşılanmaya çalışılmıştır. Ancak bu usül mali bunalımını çözmeye yetmemiştir. Bunun üzerine 1775’te Osmanlı maliyesi tarafından esham adı verilen bir iç boçlanma süresi başlatıldı. Böylece devlet elindeki mukataları çok sayıda paya bölüyor ve her paya düşen yıllık vergi gelirlerini ömrü boyunca ve peşin olarak ödenen bir bedel karşılığında özel kişilere satıyordu.

Yine aynı dönemde devletin yeni mali kaynak yaratma gayretleri yeni kurumlar için yeni hazineler kurma şeklinde ortaya çıkmıştır. Mesela III. Selim Dönemi’nde oluşturulan Nizam-ı Cedit Ordusu’nun ihtiyaçlarını karşılamak amacı ile İrad-ı Cedit Hazinesi kurulmuştur.

b) Bütçe Açıkları: Borçlar

1. İç Borçlar

Devlet, içine düştüğü mali zorlukları aşmak üzerine bir takım tedbirler getiriyordu. Çoğu kez devlet, daha sonra alacağı vergilere karşılık olarak reayadan para istemiştir. Çok sıkışırsa oğlan üstü vergilere yani avarız cinsi vergilere başvurulmuştur. Ancak, XIX. yüzyılda bu durum daha da ciddileşti. Devlet, bu dönemde, Galata bankerlerinden kısa vadeli borç alarak, kaime (kağıt para) çıkararak, iç borçlanmaya gitmek gibi yolları denemiştir.

2. Dış Borçlar

1850 yılına gelindiğinde iç kaynaklar tükenme noktasına vardı. Bu sırada yabancı devletleren borç para alma gündeme getirildi. Kırım Savaşı dış çabuklaştırı. Böylece 24 Ağustos 1854’te ilk dış borç alındı ve bu süreç 1877 yılına kadar sürdü. Sürekli savaşlar ve bunalımların miktarı yükseldi. Bu paralar büyük ölçüde maaş ödeme, saray yapımı, donanmanın kurulmasında harcandı. Ekonomiyi canlandıracak girişimler de ise pek kullanılmadı.

Böylece bir dış borçlanma batağına saplanan Osmanlı Devleti’nin 1875’e gelindiğinde 200 milyon sterlin dış borcu vardı. Ana para ve faiz ödemesi yılda 2 milyon sterlin iken maliyenin tüm gelirleri 18 milyon sterlin civarındaydı. 1876’da Osmanlı Devleti dış borçlarını ödemeyi durdurdu.

Bundan sonra, Osmanlı hükümeti ile Fransız, İngiliz, Avusturyalı, Alman ve diğer alacaklıların temsili temsilcileri arasında başlayan görüşmeler 1881’de imzalanan Muharrem Kanunnamesi ile sonuçlandı. Böylece, devletin dış borçlarının miktarı indiriliyor, ödeme şartları yeniden düzenleniyordu. Buna karşılık, borçların ödenebilmesi için kurulan Duyun-u Umumiye İdaresi adlı kuruluş yabancı alacaklıların temsilcileri tarafından yönetilecekti. Osmanlı maliyesinin tuz, tütün tekelleri, balıkçılık ve alkollü içkilerden anılan vergiler, ham ipekten toplanan öşür ile Doğu Rumeli vilayetinin ödediği yıllık vergi gibi kaynakları Duyun-u Umumiye’ye aktarılmıştır.

Borçlanma I. Dünya Savaşı’na kadar devam etti ve Lozan Antlaşması ile kesin çözüme ulaştı.

4. TÜKETİM

Osmanlı Devleti’nin klasik dönemlerinde ekonomik düşüncenin geçimlik bir sistem yarattığını ve bu sistem içinde toplumun büyük bir kesiminin ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik bir tüketim eğilimi gösterdiğini belirtmiştik. XIX. yüzyılda Osmanlı Devleti sanayi ve ticaret ilişkilerinde dünya ekonomisinin şartlarına bağlamıştı. XIX. yüzyılda dünya ekonomisinde meydana gelen, ekonomimizin etkisi ile meydana gelen yeni gelişmeler özellikle büyük şehirlerde ve bu şehirlerdeki halkın üst tabakalarında Avrupa kaynaklı mamül malların ve çeşitli lüks tüketim mallarının kullanılması yönünde bir eğilimi yaygınlaştırmıştı. Saray mesupları, yönetici tabaka ve zengin tüccarlar arasında yeni bir hayat tarzının belirmesi, yeni tüketim anlayışını da biçimlendirmiştir. Ancak Batı tarzından ve iktisadi canlılıktan uzak yerlerde yaşayan insanlar asgari ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik bir tüketim tarzını benimseyip devam ettirmişlerdir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.