Cumhuriyet Dönemi’nde Hukuk Alanındaki Yapılanmanın Temel Özellikleri

5. CUMHURİYET DÖNEMİ’NDE HUKUK ALANINDAKİ YAPILANMANIN TEMEL ÖZELLİKLERİ

 

DİN – DEVLET İLİŞKİLERİ VE AŞAMALARI

(HUKUKTA LAİKLİĞE GEÇİŞ)

Türk Milleti, Kurtuluş Savaşı’nı zaferle sonuçlandırmıştı. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kuranlar, bu devletin her alanda çağdaş devletler seviyesine ulaşmasını amaç edinmişlerdi. Bunun için de öncelikle hukuk ve devlet düzeninde mevcut kurumları laik bir yapıya kavuşturmak gerekiyordu.

Hukukun laik olması demek, kanunların bilime ve bilimsel anlayışa uygun olarak yapılması demektir. Laik devlette kanunlar, yaşanılan zamanın ve insanların ihtiyaçlarına göre yapılır. Türk Hukuk İnkılabının gerekliliği Mustafa Kemal Paşa’nın mecliste yaptığı şu konuşmada açıkça görülmektedir

Bir yandan devletin yapısı laikleştirilecek, bir yandan da hukuk kuralları akla uydurulacaktı. Her iki hareketin bir arada yürütülmesi gerekti.

Devlet yapısındaki laikleşmenin aşamaları kısaca şunlardır: Saltanatın kaldırılması ilk adımdı. Siyasi bir makam olan saltanat ile dini bir makam olan halifelik birbirinden ayrıldı ve 1 Kasım 1922’de Saltanat kaldırıldı. Böylece İslamda siyasal ve dinsel güçlerin tek elde toplanması ilkesi yokedildi, siyasal güç TBMM’ye, dolayısıyla millete geçti, İstanbul’daki halife bir sembol durumuna düşürüldü..

İkinci aşama Halifeliğin kaldırılmasıdır. 3 Mart 1924’te halifelik kaldırılınca islamlığın Sünni mezheplerinin siyasi alanda söz sahibi olmasına yol açan ve giderek güçsüzleştirilen bu kurum kaldırılınca devletin yapısı daha da laikleşmiş oldu. Halifeliğin kaldırıldığı gün her türlü devlet işinin dine uygun olup olmadığını denetleyen Şeriye Vekilliği (Din İşleri Bakanlığı) de sona erdi. Ancak Türk Milletinin büyük bir çoğunluğu Müslüman olduğu için inanç ve ibadetle ilgili hizmetleri yerine getirmek gerekiyordu. Salt bu işle uğraşmak üzere, Başbakanlığa bağlı Diyanet İşleri Başkanlığı kuruldu.

 

Yine aynı gün kabul edilen Tevhid-i Tedrisat Kanunu (Öğretimin Birleştirilmesi Yasası) ile eğitim işlerinde de laikleşme sağlandı. 1925 yılında tekke ve zaviye gibi modern bir toplumda yeri olmayan kuruluşlar kaldırıldı. Kılık-kıyafet laikleştirildi. Bir yandan da hukuk yenileşmesi için hazırlıklar yapılıyordu. 1928 yılında artık devlet yapısının laikleşmesi tamamlanmıştı. O yıl, anayasadan laiklikle bağdaşmayan hükümler kaldırıldı. Anayasada yer alan “Türkiye Devleti’nin dini İslam’dır.” maddesi çıkarıldı. 1937’de Anayasa’ya Türk Devleti’nin laik olduğu ilkesi konuldu.

 

TÜRK MEDENİ KANUNU’NUN KABULÜ VE KARAKTERİ

Hukuk düzeninin temeli medeni hukuktur. Kişilerin hak ve borçları, ailenin kuruluşu, işleyişi, sona ermesi, miras sorunları, kişiler ile mallar arasında mülkiyet ilişkilerinin ve diğer hakların doğması, sürmesi, bitmesi, kişilerin birbirleriyle yaptıkları çok çeşitli işlemler, sözgelimi: kiralama, satın alma, ödünç verme gibi çok çeşitli ilişkiler hep medeni hukukun konularıdır. Bir memlekette hukuk yenileşmesi yapılacak ise, ilk önce modern ve akılcı bir Medeni Kanun’un kabulü gerekir.

Osmanlı Devleti’nin son zamanlarında yalnız Hanefi Mezhebi kurallarına göre kişilerle eşyalar arasında ilişkilerin bir bölümü düzenlenmişti. Bunun adı Mecelle‘dir. Mecelle, Tanzimat Dönemi’nde Ahmet Cevdet Paşa’nın başkanlığındaki bir kurul tarafından hazırlanmıştı ve teokratik bir nitelik taşıyordu. Mecelle’de kişinin taşınır ve taşınmaz mallardaki mülkiyet hakları, kaynağını dinden alan İslam hukuku esaslarına göre düzenlendiği için  tam bir medeni kanun sayılmazdı.

Özellikle Fransız İhtilali’nden sonra hukukta laikleşme çok hızlanmıştır. Laik ve akılcı yöntemlerle ilk önce Fransızlar üstün bir medeni kanun hazırlamışlardır. Daha sonra Avusturyalılar, Almanlar, nihayet İsviçreliler her biri birer büyük eser olan laik Medeni Kanun’larını yapmışlardır. Hukuk reformlarını yapmak isteyen milletler hep bu kanunlardan birini almışlardır. Örneğin Hristiyan olmayan Japonlar, Alman Medeni Kanunu’nu aynen alıp başarı ile uygulamışlardır.

Türk devlet ve hukuk sistemin laikleşmesi içinde yeni bir medeni kanunun kabul edilmesi şarttı. Laik ve akılcı ilkelere göre bu kanunun hazırlanması çok uzun sürebilirdi. Bu nedenle Japonlar’ın yaptığı gibi laik bir Avrupa medeni kanununun alınması uygun ve pratik görüldü. Her üç kanun üzerinde gereken çalışmalar yapıldı. Sonuçta İsviçre Medeni Kanunu’nun alınmasına karar verildi. Bu tercihin nedenleri şunlardır:

1.  İsviçre Medeni Kanunu, Avrupa’da hazırlanan medeni yasaların en sonuncusu idi.

2.  Daha önce çıkarılan medeni kanunlardaki bazı eksiklikler bu yasada giderilmişti.

3.  Bu kanun, çeşitli sonrunlara son derece pratik ve akılcı çözüm yolları getiriyordu.

4.  İfadesi, kavramları karışık değildi. Böylece İsviçre Medeni Kanunu bir kurul tarafından Türkçe’ye çevrildi. Ufak bazı değişiklikler yapılarak eki olan İsviçre Borçlar Kanunu ile birlikte Türklerin Medeni Hukuku olarak TBMM tarafından kabul edildi ve 4 Ekim 1926’da yürürlüğe girdi. Türk Medeni Kanunu’nun kabulü, Türkiye Cumhuriyeti’nin Batılı ve çağdaş uygarlığa yönelmesini sağladı.

 

Bu kanunun kabulü ile özellikle şu alanlarda büyük yenilikler yapılmıştır. Bu yenilikler Türk Medeni Hukuku’nun karakteridir:

– Hukuk birliğini ve hukuk düzenini sağladı.

– Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları arasında din, mezhep ayrılıkları gözetilmeksizin hak ve ödevler bakımından eşitlik sağlandı.

 

– Kadınla erkek arasında toplumsal ve ekonomik alanda tam bir eşitlik sağlanmıştır. Artık kadınlar istedikleri her mesleğe girebilirdi. Aile hayatında da eşler arasında eşitlik getirildi. Tek kadınla evlilik kabul edildi. Boşanma hakkı kadına verilmiştir. Aile, toplumun temeli sayılarak korunmuş, çocukların iyi yetişmesi için ana-babaya yükümlülükler konulmuştur. Mirasta kız ve erkek çocuklar arasındaki adaletsizlik kaldırılmıştır. Kişilerin mallarla ve birbirleriyle olan ilişkilerindeki çelişkiler ve boşluklar giderilmiş, modern bir sistem getirilmiştir.

Hukukun temeli olan Medeni Kanun böylece İsviçre’den alınan biçimiyle hem Türk insanı hem de Türk hukukçusu tarafından kısa sürede benimsendi. Türk hukukçusu kararları ve yorumları ile bu kanunu milli hayatımıza uydurdu, böylece laik ve akılcılık temelleri üzerinde yepyeni milli bir hukuk doğdu.

Türk Medeni Kanunu’nun kabulünden sonra Türkiye’deki Müslüman olmayan topluluklar, Lozan Antlaşması’ndaki haklarından vazgeçtiler. Kendilerinin de, Türk Medeni Kanunu hükümlerine uymak konusundaki istekleri hükümet tarafından kabul edildi. Böylece Misak-ı Milli sınırlarımız içinde, milli birliğin sağlanması yolunda önemli bir adım atılmış oldu.

Medeni Kanun’u diğer temel yasalar izlemdi. Bunlar, yargılama işlerini düzenleyici modern kanunlardı. Ceza Hukuku alanındaki boşluklar yeni Ceza Kanunu ile giderildi. 1926 yılından itibaren de ticaret işlerini düzene sokan yeni bir kanunla çeşitli diğer yasalar yürürlüğe konmuştur.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.