Tanzimattan Sonra Osmanlı Toplumunda Meydana Gelen Değişimler

4. TANZİMATTAN SONRA OSMANLI TOPLUMUNDA MEYDANA GELEN DEĞİŞİMLER

YENİ BÜROKRATLAR

Avrupa ülkelerinde elçiliklerin kurulmasından ve Avrupa ile ilişkilerin artmasından sonra, daha farklı bir anlayışa sahip reformcu yeni bir nesil ortaya çıkmıştı. Bunlar, Avrupa başkentlerinde görev yaparken, uluslararası durumu ve batılı devletlerin bünyelerini tanımaya çalışmış olan diplomatlardı. Eski Osmanlı bürokrasisinden farklı ayrı bir sınıf oluşturuyorlardı. Ne kul sistemi içinde ne de medreselerde yetişmişlerdi. Tercüme Odası (1821) veya dışarıdaki Osmanlı diplomatik misyonlarında, yönetim ve siyaset alanında uygulamaya yönelik seküler bir eğitim görmüşlerdi. Devlet bürolarında pratik deneyim edinmiş diplomasi ve maliye konularında uzmanlaşmışlardı. XIX. yüzyılda yönetimde nüfuzları artan bu bürokratlar, gelenek bağlarından kurtulmuş yönetimde köklü reformlar yapma düşüncesindeydiler.

 

Tanzimat ile ortaya çıkan bu yeni bürokratların önde gelen temsilcileri Mustafa Reşit Paşa, Fuad Ali Paşa ve Mithat Paşa’dır. Bunlar Tanzimat Devri (1839-1876) siyaset sahnesine ağırlıklarını koymuşlardır.

Üst düzeydeki Tanzimat bürokratlarından her biri İstanbul’daki yabancı elçiliklerle de ilişki içindeydiler. Bu durum, onları daha etkili kılıyor, ancak yabancıların Osmanlı Devleti’nin içişlerine karışmasını da kolaylaştırıyordu.

Yeni bürokratlar, İslami normlardan bağımsız, akıl yoluyla kendilerince geliştirilecek siyasetin kamu yararına olacağını ve bunun toplumun gerçek iradesini temsil edeceğini düşünüyorlardı. Onlara göre, bu iradeyi hakim kılmanın yolu da otoriter bir devlet idaresi kurmak ve batıdan aktarılan seküler düşünceleri kanun yoluyla kurumlaştırmakla mümkündü.

Tanzimat, bu düşüncenin ürünüdür. Bu devri açan 1839 tarihli Gülhane Hatt-ı Hümayunu’nda, bu inkılapçı düşünceler, muhafazakarların tepkisini çekmemek için ustaca gizlenmişti.

Gülhane Hatt-ı Hümayunu, devlet-toplum ilişkilerine yeni bir düzenleme getiriyordu. Halkın hakları, halkın devlete, devletin halka karşı görevleri belirleniyor, halkın hak ve görevler yönünden eşitliği kabul ediliyordu. Meclis-i Ahkam-ı Adliye, kanun tasarılarını hazırlamak ve devlet harcamalarını kontrol ile görevlendiriliyordu. Padişah, devlet erkanı ve bütün memurlar, halk huzurunda Hatt-ı Hümayun esaslarına uyacaklarına yemin etmişlerdi.

1856’da yayınlanan Islahat Fermanı ise bu prensipleri genişleterek açıklığa kavuşturdu. Gülhane Hattı’nda olduğu gibi Islahat Fermanı’nda da bütün yurttaşların din ve ırk ayrımı gözetilmeksizin kaynaştırılması ve devletin geleceği ile ilgili bir Osmanlı toplumu yaratılması hedeflenmişti.

Bu düzenlemelerden sonra açılan yeni okullarda yeni anlayışa sahip insanlar yetişti. Bunun yanında Osmanlı geleneği ve eski eğitim kurumları da devam ediyordu. Bu yüzden Osmanlı Devleti yıkılıncaya kadar toplumun geleceği, Osmanlıcı, Türkçü, İslamcı ve Batıcı görüş açıları içinde tartışıldı fakat bu düşünceleri yansıtan bir Osmanlı toplumu oluşturulamadı.

NÜFUS HAREKETLERİ VE YENİ YAPILANMALAR

XIX. yüzyılda, Osmanlı ülkesi nüfus hareketlerine sahne oldu. Bu hareketler dıştan içe, içten dışa ve iç göç şeklindeydi. Kaybedilen topraklardaki Müslüman ahalinin Anadolu’ya göçü yoğunlaştı. Kırım’dan ve Kafkasya’dan göçmenler geldi. Kıt imkanlarıyla bunları yerleştirmeye çalışan devlet 1860’ta Muhacirin Komisyonu’nu kurarak göçmenlerin nakli, iskanı ve yer-yurt sahibi olmalarını sağladı. Göç olayları 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı, Balkan Savaşı, I. Dünya Savaşı ve Milli Mücadele sırasında ve sonrasında da yaşanmıştır. XIX. yüzyıldan itibaren büyük çapta toprak kayıpları olduğu için Osmanlı Devleti nüfusu azalmıştır. Aslında sağlık imkanlarının artması ve özellikle kıyılarda, uluslararası ticaretin gelişmesi sayesinde nüfus artışı meydana gelmişti, ama kaybedilen topraklar yüzünden toplam nüfusta azalma da olmuştur.

Osmanlı ülkesinin dünya ekonomisi ile bütünleşmesi süreci, liman şehirlerinden başlayarak şehir hayatında gelişmelere yol açmıştır. Öte yandan, daha önceden fazla yoğun bir nüfusu olmayan ovalara yerleştirilen göçmenler, buralarda tarım üretiminin artmasını sağladılar. Esasen dış talep de böyle bir gelişmeyi teşvik etmekteydi. Ulaşım alanında buharlı gemiler ve demiryolları kullanılmaya başlandı. Yabancı sermaye büyük şehirlerde ilk adımlarını attı. Osmanlı şehirlerinin geleneksel mahalle dokusu bozuldu ve daha kozmopolit yapılar ortaya çıktı.

YENİ HAYAT TARZI

XIX. yüzyılda Osmanlı ülkesinin kırlık kesimiyle orta ve küçük şehirlerinin çoğunda hayat tarzı eskisine göre pek az bir değişiklik göstermiştir. Hayat tarzındaki asıl değişiklikler İstanbul ile bazı büyük şehirlerde, bu şehirlerin belli kesimlerinde meydana gelmiştir. Bu değişiklikte, Batı kültürüne aşina yeni bir yönetici ve zengin neslin yetişmesi ve bunların yabancı elçilik mensuplarıyla sıkı ilişkiler içinde bulunmaları etkili olmuştur.

 

XIX. yüzyılda, gündelik hayat, mahalle ölçeğinin dışına taşmış, nüfus artışı, küçük yerleşme birimlerinin ekonomik yetersizliği, Tanzimat’la iskan kısıtlamalarının kalkması gibi faktörler yüzünden dinlere dayalı mahalle kültür bütünlüğü bozulmuştur. Etnik ve dini grupların hayat tarzları birbirine karışmaya başlamıştır. Külliye sistemi parçalanmış, camiler çok yönlü işlevini yitirmiş, modern okullar medreseyi geri plana itmiş, sağlık kuruluşları devletin hizmet alanı içine alınmıştır.

Cami mimarisi abidevi hareketini kaybederken, Selimiye Kışlası, Adliye Binasi ve Haydarpaşa Tren Garı gibi binalar ön plana çıkmıştır.

Külliye çevresindeki kahvehaneler, fıskiyeli ve kerevetli bir mekan olmaktan çıkmıştır. Kerevetlerin yerini sandalyeler, havuzun yerini de tiyatro temsil edilen sahneler almıştır. Bu yeni hayat tarzının toplumun sadece üst tabakası için geçerli olduğunu belirtmek gerekir.

Bunun dışında, elçiliklerin düzenlediği balolar, üst düzeydeki Müslümanlar arasında da kadın-erkek birarada eğlenme modasını doğurmuştur. Eski mesire gelenekleri ise artarak devam etmiştir.

Ekonomik hayat da değişmiştir. Geleneğe dayalı meslekler, batı etkisiyle gelişen zevkleri tatmin edecek bir dinamizm gösteremediğinden çöküntüye uğramaya başlamış, piyasayı ithal mallar doldurmuştur. Üst düzey arasında Avrupa mallarının kullanımı, sosyal statü sembolü haline gelmiştir.

Klasik dönem Osmanlı mahallelerinde zengin fakir aynı gündelik hayatı paylaşırken, XIX. yüzyıldaki ekonomik farklılaşma sonucu, zenginler Boğaziçi gibi ayrı mekanlara yerleşmişlerdir. Artan nüfustan olumsuz yönde etkilenen toplumun alt tabakası Yahudihane denen ve oda oda kiralanan bitişik düzen evlerde oturmaya başlamıştır.

1895’te İstanbul’a ilk otomobil gelmiştir. “Kendiliğinden hareket eden” anlamına gelen Zat’ül – hareke denen bu araç, toplumun üst düzeyi arasında yaygınlaşmıştır. Elektrikli tramvay ulaşım hizmetine girmiş, bu araçlarla hayat hızlanmıştır. II. Meşrutiyet sonrasında telgraf ve telefon da gündelik hayatın unsurları haline gelmiştir.

İstanbul’daki bu değişmelere karşılık taşrada hareketsizlik vardır. Buralarda eski mahalle düzeni içinde yaşayan insanlar eski mesleklerine geleneksel usullerle mal üretmeye devam etmektedirler.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.