15. ve 16.Yüzyıllarında Osmanlı Toplum Yapısı

XV. VE XVI. YÜZYILLARINDA OSMANLI TOPLUM YAPISI

OSMANLI DA TOPLUM

Kurulduğu sırada halkının tamamı Türk olan Osmanlı Devleti fetihler ile Yunan, Sırp, Macar, Arnavut, Romen, Arap… gibi ulusları egemenlik altına alıp çok uluslu yapıya kavuşmuştur.

OSMANLI TOPLUMUNDA SOSYAL HAREKETLİLİK

A) YATAY HAREKETLİLİK

Bir toplumun ülke sınırları içinde çeşitli sebeplerle göç etmesine yatay hareketlilik denir.

Kuruluş ve yükselme dönemlerinde yatay hareketlilik fethedilen bölgelere doğru yaşanmıştır. Osmanlı Devleti iskan politikası ile de Balkanlarda Türk nüfusu arttırmak ve egemenliğini güçlendirmek için de yatay hareketliliği teşvik etmiştir.

Nasıl mı?

1-  Vakıflar kurarak insanların buraya yerleşmesini özendirerek

2-  Yerleştirilmeye tabi tutulacak halka vergi kolaylıkları sağlayarak

B) DİKEY  HAREKETLİLİK

Bir sınıftan başka bir sınıfa geçmek ya da bulunduğu mevkiden yükselmeye dikey hareketlilik denir.

Osmanlı Devleti’nde yönetilenler denilen reayadan birinin Müslüman olması ve eğitim-öğretim görmesi koşullarıyla yönetenler denilen seyfiye, ilmiye veya kalemiyeye geçmesi mümkündür. Ama reyadan kimse padişahlığa kadar yükselemezdi.

 

1453-1566 arası görev yapan 24 vezirin 20 si bu şartları taşıyan devşirmelerdir.

OSMANLI TOPLUMUNDA DİNİ YAPI

Osmanlı Devleti’nde reaya denilen halk çeşitli din, dil ve ırklardan olan topluluklardan meydana geliyordu.

Osmanlı Devleti’nde aynı din ve mezhepten gelen topluluklar bir millet sayılıyordu.

Buna göre Osmanlı da Müslümanlar dışında Ortodoks, Ermeni ve Yahudi milleti vardı.

OSMANLI DEVLETİ’NDE ADALET VE HOŞGÖRÜ

Osmanlı Devleti farklı milletleri içinde barındırırken kendisinden olmayanlara yani gayrimüslimlere de çok hoşgörülü davranmıştır. Bunun örneklerinden biri de II.Bayezid zamanında yaşanmıştır. İspanya’da Hıristiyanlar, Müslümanlara ve Yahudilere yönelik katliamlarda bulundu. Bunun üzerine Osmanlı Devleti buradaki Müslümanlar ve Yahudilerin bir kısmını kurtararak Osmanlı topraklarına yerleştirdi. Bu da Osmanlı Devleti’nin farklı milletten-dinden olanlara  ne kadar hoşgörülü olduğunun göstergesidir.

Yine konuyla ilgili olarak Fatih Sultan Mehmet’in şu sözlerini bir bakalım.

Peki Yabancıların gözüyle Osmanlı Devletinin adalet ve hoşgörüsü nasıldı?

“… İzmir’i, İstanbul’u, Suriye’yi, Lübnan’ı gezin; manastırlara, Hıristiyan misafirhanelerine, mabedlere, erkekler ve kadınlar tarafından yönetilen hastane veya din okullarına girin ve içlerinden birinin imparatorluğa karşı saygı duyup duymadığını sorun. Hepsi birden, imparatorlukta uygulanan tarafsızlığı ve Sultan’ın adını takdir edeceklerdir. Lübnan’ın kuzeyinde ve güneyinde dağlarında, köylerinde, kasabalarında ve şehirlerinde rastlanan inanç hürriyetine Fransa’nın hiçbir şehrinde rastlanmaz.”

Alphonso de Lamartine (Alfonso dö Lamartin), Aşiretten Devlete, s.20.

 

“Türkler, Hıristiyanlar ve Müslüman farkı gözetmeksizin adaleti herkese eşit olarak tatbik ederler. Belli başlı kadıların masalarında bir İncil ve Tevrat bulunur. Hıristiyanları İncil, Yahudileri Tevrat üzerine yemin ettirirler.”

M. Serrano Y. Sanz (Serrano Sanz), Türkiye’nin Dört Yılı, s.93.

YERLEŞİM DURUMUNA GÖRE OSMANLI TOPLUMU

1-  ŞEHİRLERDE YAŞAYANLAR: Bu halkı mesleklerine göre ayırarak incelersek;

a)  Askeriler(Umera):Osmanlı şehirlerindeki ilmiye, seyfiye ve kalemiyeden olan görevlilerdir ve reayadan farklı olarak vergi vermezlerdi.

b)  Tüccarlar (Tacirler):  

      10.sinif - tarih - 2

c)  Esnaf ve Zanaatkarlar: 

      10.sinif - tarih - 2

d)  Diğer gruplar

2-  KÖYLERDE YAŞAYANLAR: Köylerde yaşayanları da şöyle gruplandırabiliriz.

  1. Çiftçiler: Toprakları işleyip devlete ürün vergisi olan öşür veya haracı ödeyen kesimdir.

b)  Tımar Beyleri: Çiftçinin güvenliğini sağlayan ve denetimini yapanlardır.

c)  Muaflar: Hiç vergi vermeyen ya da az verenlerdir. Derbentçiler, emekli sipahiler, kale görevlileri gibi.

3-  GÖÇEBELER (KONAR GÖÇERLER)

Hayvancılıkla uğraşan göçebeler devlete hayvan veya sürü başına Ağıl Resmi vergisini öderlerdi.

Seyyahların Gözünden Osmanlı Toplumu ve Kültürü

Türkler çok yaşarlar ve az hasta olurlar. Bizim memleketlerdeki böbrek hastalıkları ve daha bir sürü tehlikeli hastalıkların hiç birini bilmezler. Öyle zannediyorum ki, Türklerin bu mükemmel sıhhatlerinin başlıca sebeplerinden biri de sık sık hamama gitmeleri ve yeyip içmedeki i’tidalleridir. Çünkü az yemek yerler, Hıristiyanlar gibi karma karışık şeyler yemezler, umumiyet itibariyle içki alemleri yapmazlar ve daima idman yaparlar.” (M. de Thevenot-Relation d’un voyage fait an Levant-1665, Paris.)

 

”Yemeklerden evvel ve yemekten sonra ellerini yıkamak Türkler arasında o kadar umumi bir adet hükmünü almıştır ki, insanların el yıkamalarına vesile olmak üzere Allah’ın gıdaları yaratmış olduğundan adeta bir darb-ı mesel şeklinde bahsederIer .” (Ricaut-Histofre de I’etat present de l’Empire ottoman (6701 Paris.)

OSMANLIDA VAKIF

Osmanlı’da devlet, vatandaşın canını, malını korumak, asayişi sağlamak, sınırları muhafaza etmek ile görevliydi. Ayrıca halkının refahını artırmayı da önemseyen Osmanlı Devleti’nde vakıflar önemli yer tutmaktaydı. Geliri çeşitli hayır kurumlarına (Cami, medrese, İmarethane v.b.)ayrılan vakıf arazileri ve yardımlaşmayı  seven insanlar sayesinde vakıf kültürü fazlasıyla yerleşmişti.

YABANCILARIN GÖZÜYLE OSMANLI’DA VAKIFLAR

II. Bayezid devri (1481-1512) müelliflerinden Cantacasin, klasik eserlerinde o devir için şöyle der (s. 207-8) : “Küçüğü ve büyüğü ile Türk ileri gelenleri (seigneurs Turcaz), cami ve hastane yaptırmaktan başka bir şey düşünmezler. Onları zengin vakıflarla techiz ederler. Yolcuların konaklaması için kervansaraylar inşa ettirirler. Yollar, köprüler, imaretler yaptırırlar. Türk büyükleri, bizim senyörlerimizden çok daha hayır sahibidirler, son derece misafir severler. Türk, hristiyan ve yahudileri memnuniyetle misafir ederler. Onlara yiyecek, içecek ve et verirler. Bir Türk, karşısında yemek yemeyen bir adamla Hristiyan ve Yahudi bile olsa yemeğini paylaşmamayı çok ayıp sayar.

 

D’Ohsson (II,460-1) şöyle diyor: “İmâretlerde fakirlere her öğün bir ekmek, bir tabak dolusu koyun eti ve bir tabak dolusu sebze verilmektedir. Fakir olarak tanınmış ailelere ayrıca günde 3 ilâ 6 akça nakdî yardım yapılıyordu.”

1451’de kurulan Edirne ve 1514’te kurulan Karacaahmed (İstanbul) cüzzam hastaneleri de tıp literatüründe ünlüdür. Zira XIX. asırdan önce cüzzamlılar, Avrupa’da hastaneye alınmıyor, ıssız yerlere sürülüp kaderlerine terk ediliyorlardı. Dışarıdan ayak üstü tedavi ve ilaç almak için gelenler, sabahtan öğleye kadar kabul ediliyordu. Öğleden sonra, yalnız yatan hastalarla uğraşılıyordu.

 

1611 yılı haziranında Polonyalı Simeon, Edirne’ye gelmiştir. “İstanbul-Edirne yolunun iki tarafı kaldırım döşelidir”. Her konakta hanlar, hastaneler, kervansaraylar, hamamlar vardır. Her menzildeki imâretlerde yolculara günde iki öğün bedava pilav, yahni (et), zerde ve iki fodla(ekmek) verilmektedir. Hayvanlar aynı şekilde bedava bırakılmaktadır. Kervan, bin kişilik olsa gene aynı ihtimam gösterilmektedir.

XV. asrın ilk yıllarında Bursa’da 7 imâret vardı. Alman gezgini Schiltberger’e göre bu imârette “Hristiyan, Mûsevî veya putperest olmasına bakılmaksızın, her yoksul, yiyip içebiliyordu.” (Telfer nş., s. 404

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.