Savaş Yıllarında Türkiye

E) SAVAŞ YILLARINDA TÜRKİYE

Türkiye’nin II. Dünya Savaşı’ndaki durumu, stratejik mevkiinin önemi dolayısıyla, gerek müttefiklerin gerek Mihver’in Türkiye’nin kendi yanlarında savaşa sokmak için harcadıkları çabaların ve Türkiye üzerinde yaptıkları baskıların hikayesinden başka bir şey değildi. Savaşan tarafların bu faaliyetleri karşısında Türkiye’nin politikası ise, savaşın dışında kalmak ve memleketi savaşın yıkıntılarından korumak oldu.

Türkiye barıştan yanaydı. Ancak Almanya’nın ve İtalya’nın yayılmacı politikaları karşısında Batılılarla ve Sovyetlerle ittifak eğilimi içine girdi.

Bu nedenle 19 Ekim 1939’da Türk – İngiliz – Fransız Üçlü İttifakı imzalandı. Bu antlaşmaya göre taraflar bir saldırı durumunda birbirine yardım edeceklerdi. Yani bu pakt Türkiye için bir savunma antlaşması niteliğindeydi.

Bu ittifaka göre Türkiye’nin savaşa katılma zorunluluğu, ilk defa Almanya’nın Fransa’ya saldırması, İtalya’nın da Fransa’ya savaş ilan etmesi üzerine ortaya çıktı. Çünkü ittifak gereği bu durumda Türkiye’nin savaşa girmesi gerekiyordu. Türkiye bunu yapamadı, çünkü savaşa katılırsa Sovyetler Birliği ile savaşmak zorunda kalacaktı. İngiltere ve Fransa da bu konuda ısrarlı davranmadılar.

İtalya’nın 1940’ta Yunanistan’a saldırması sonucu yukarıdaki antlaşmaya göre Türkiye’nin de savaşa girmesi gerekiyordu. Türkiye bu defa da Almanların tehtidi altında kaldığı için savaşa katılamadı. Bununla beraber, Bulgaristan’ın da Yunanistan’a saldırması sonucu Türkiye, hareketsiz kalmayacağını Bulgaristan’a bildirdi. Bu uyarı karşısında Bulgaristan da kımıldamaya cesaret edemedi. Öte yandan Türkiye, İtalya Selaniği aldığı veya Bulgaristan da Yunanistan’a saldırdığı taktirde kendisininde savaşa katılacağını İngiltere ve Yunanistan’a bildirdi. Her iki ihtimal de gerçekleşmediği için Türkiye’nin savaşa girmesi de söz konusu olmadı.

Almanya’nın 1941’in ilk aylarında Balkanlarda gösterdiği faaliyetler İngiltere, Sovyetler Birliği ve Türkiye’yi endişelendirdi. Almanya ile ilişkileri bozulmaya başlayan Sovyetler Birliği Türkiye ile yakınlaştı. İngiltere de Süveyş’e giden yol tehlikeye düştüğü için Türkiye’nin savaşa girmesini istedi. Türkiye, hem Sovyetlerden emin değildi hem de Alman baskısı devam ettiği için yine savaşa girmedi.

1941 yıllarında Alman-Sovyet ilişkileri iyice bozuldu. Bulgaristan’ın 1 Mart 1941’de Üçlü Pakt’a katılması Sovyetleri harekete geçirdi. 25 Mart 1925’te Türk Hükümeti’ne başvurup, 1925 tarihli tarafsızlık ve saldırmazlık paktını teyit ettiler.

1941 Nisan’da Irak’ta Mihver taraftarı Raşid Ali Gaylani darbe ile iktidarı ele geçirdi. İngilizler Raşid’e karşı harekete geçince Raşid Almanya’dan yardım istedi. Almanya, Raşid’in iktidarda kalmasıyla Ortadoğu petrollerini ele geçirebileceğini düşündüğü için yardım yapmak istedi. Türkiye’ye baskı yaparak Türkiye üzerinden asker ve malzeme geçirmek istedi. Türkiye ise buna karşı koydu. Almanya, Türkiye’yi razı etmek için Batı Trakya ve Ege adalarını teklif etti ancak başarılı olamadı. Bu sırada Rusya’ya saldırmak için acele ettiğinden Türkiye ile 18 Haziran 1941’de bir saldırmazlık antlaşması imzaladı, 22 Haziran’da  da Rusya’ya saldırdı.

 

1941 Alman-Türk Saldırmazlık Paktı:

Türkiye’nin II. Dünya Savaşı’nın dışında kalmasını sağlayan gelişmelerden  biridir. Bu antlaşma İngiltere ve ABD’nin hoşuna gitmedi. ABD bu nedenle Ödünç Verme ve Kiralama Yasası çerçevesinde Türkiye’ye yaptığı yardımı kesti.

Roosevelt ve Churchill arasındaki 1943 Casablanca Konferansı’nda Türkiye’nin de savaşa katılmasıyla bir Balkan cephesinin açılmasına karar verildi. Churchill, durumu Türk liderlerine bildirmek için 30 Ocak-1 Şubat 1943 arasında Adana’da Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ve Başbakan Şükrü Saraçoğlu ile görüşmelerde bulundu.

 

Adana Konferansı 30 Ocak – 1 Şubat 1943:

Churcill, Türkiye’nin en geç 1943 yılı sonunda savaşa katılmasını istedi. Buna karşılık Türk devlet adamları şu iki nokta üzerinde özellikle durdular:

1. Türkiye, Sovyet Rusya’dan emin değildi ve ondan çekinmektedir.

2. Türkiye’nin savaşa katılabilmesi için Türk ordusunun malzeme bakımından geniş ölçüde takviyesi gereklidir.

Sovyetler, Türkiye’nin tarafsızlığının Almanya’nın işine yaradığını söylüyor, savaşa sokulmasında ısrar ediyorlardı. Ekim 1943’te yapılan Moskova Konferansı’nda 1943 yılı sona ermeden Türkiye’nin savaşa katılmasının istenmesine karar verildi

İngiltere Dışişleri Bakanı Eden, bu kararı bildirmek üzere Türk Dışişleri Bakanı ile Kahire’de görüştü. Türkiye bu konferansta, yeteri kadar yardım yapılmadıkça, savaşa katılmayacağını bildirdi. Eden, olumsuz cevabın Türk – İngiliz ilişkilerinin gerginleşeceğini söylediyse de Türkiye savaşa katılmayı reddetti.

1943 Kasımında Tahran Konferansı’nda Rusya zorla da olsa Türkiye’nin savaşa sokulmasında ısrar etti. Churchill Tahran’da Cumhurbaşkanı İsmet Paşa ile görüştü. Ağır baskı karşısında İsmet Paşa, prensipte savaşa katılmayı kabul etti. Ancak savunma gücü için gerekli askeri yardım yapılmadığı müddetçe savaşa girmeyeceklerini açıkladı.

1944’te Almanya’nın durumu çok kötüydü. Müttefik Devletlerle ilişkilerini düzeltmek isteyen Türkiye, Almanya ile diplomatik ilşkilerini kesti.

Sovyetler 19 Mart 1945’te Türkiye ile 1925’te imzaladıkları Saldırmazlık ve Tarafsızlık Paktı’nı feshettiler. Gerekçe olrak da antlaşmanın yeni koşullara uymadığı belirtiliyordu. Gerçekte ise paktın feshedilmesi, Sovyetlerin Türkiye’ye saldırmazlık sözünden kurtulması anlamına geliyordu. Türkiye, yeni bir sözleşmenin koşullarını görüşmeye hazır olduğunu bildirdi.

Sovyetler, 7 Haziran 1945’te Türkiye’den, ittifak koşulu olarak Kars ve Ardahan yöresinin Sovyetlere bırakılmasını  ve Boğazlarda üs verilmesini istiyordu. Bu gelişme, Sovyet – Türkiye ilişkilerini çok kritik bir noktaya getirmiştir. İki devlet arasındaki ilişkiler bu durumdayken Postdam Konferansı toplandı. Rusya’nın Türkiyeden istediklerini ne İngiltere ne de ABD kabul edebilirdi. Bu nedenle her üç devletin Boğazlar hakkında görüşlerini ayrı ayrı Türkiye’ye bildirmesine karar verildi.

 

Türkiye’nin İkinci Dünya Savaşı’na Katılması

Türkiye, 23 Şubat 1945’e kadar bir yandan Almanya’nın, diğer yandan da Müttefiklerin baskısına rağmen fiilen savaş dışında kalmayı başardı.

Yalta Konferansı’nda, Birleşmiş Milletler Konferansı’nın 25 Nisan 1945’te San Fransisko’da toplanmasına karar verilmişti. Bu konferansa 1 Mart 1945 tarihine kadar Mihver Devletleri’ne savaş ilan etmiş ve Birleşmiş Milletler Bildirisi’ni imzalamış devletlerin çağırılmasına karar verildi.

Türkiye, Birleşmiş Milletler’in dışında kalmak istemiyordu. Bu nedenle 23 Şubat 1945’te Almanya ve Japonya’ya savaş ilan etti ancak fiilen savaşa katılmadı. Çünkü kısa bir süre sonra Almanya ve Japonya teslim oldular. Türkiye’nin Almanya ve Japonya’ya savaş ilan etmesi, yenik düşen devletlerle yapılacak olan barış konferanslarına katılma olanağı sağlamıştır.

2- II. Dünya Savaşı’nın Türkiye’ye Etkileri

Türkiye, savaş başladıktan sonra İkinci Beş Yıllık Kalkınma Planını uygulayamadı. Türkiye’de bir tür savaş ekonomisine geçildi.

Türkiye her an savaşa girecekmiş gibi hazırlık yaptı. Tarafsızlığını koruyabilmek için genel seferberlik ilan ederek çalışan nüfusun bir kısmını silah altına aldı. Bu da , üretimin azalmasına yol açtı. Bu durum da enflasyonu hızlandırdı.

 

Türkiye Cumhuriyeti, II. Dünya Savaşı’nın getirdiği ekonomik sıkıntıları azaltmak amacıyla;

a)  Varlık Vergisi Kanunu

b)  Toprak Vergisi Kanunu

c)  Milli Koruma Kanunu’nu çıkarmıştır.

 

a) Varlık Vergisi Kanunu:

II. Dünya Savaşı sırasında büyük kentlerde ticaret sektöründe etkin olan azınlıkların piyasadaki etkinliklerini azaltmak amacıyla çıkarıldı Uygulamada azınlıklar üzerinde ayrımcılığa ve baskı aracına dönüştü. Bu kanun ile Türkiye vatandaşı olan gayrimüslümlerin servetinin önemli bir bölümüne devletçe el konuldu, vergiyi ödemeyen veya ödeyemeyen kişiler, Aşkale’de kurulan çalışma kampına gönderildi. Uygulama, içten ve dıştan gelen yoğun baskılar karşısında 1943’te durduruldu.

 

b) Toprak Vergisi Kanunu:

Türkiye, II. Dünya Savaşı’nın sonuçlarına bağlı olarak ortaya çıkan ekonomik sıkıntıyı çıkardığı Toprak Vergisi Kanunu ile tüm ürün çeşitlerinden %10’a kadar varan oranlarda vergi alarak atlatmaya çalıştı.

 

c) Milli Koruma Kanunu:

Tarım, sanayi ve ticaret alanlarında emek ve sermaye üzerinde devlet denetimini sağlamaya yöneliktir. Bu kanunla üretim ve tüketim denetlenmeye başladı.

Toprak Mahsülleri Ofisi, bu kanun gereği, tahıl ürününün tohumu için gerekli kısmı ayrıldıktan sonra kalanın piyasa değerinden daha aşağı fiyatlarla kendisine satılmalarını istedi. Köylünün tahılları devletten başka yere satma olanağı olmadığı için köylü geçinemedi, bu da beraberinde sosyal sorunları getirdi.

Toprak Mahsülleri Ofisi, bu kanun gereği, tahıl ürününün tohumu için gerekli kısmı ayrıldıktan sonra kalanın piyasa değerinden daha aşağı fiyatlarla kendisine satılmalarını istedi. Köylünün tahılları devletten başka yere satma olanağı olmadığı için köylü geçinemedi, bu da beraberinde sosyal sorunları getirdi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.