Klasik Dönem Osmanlı Kültürü

KLASİK DÖNEM OSMANLI KÜLTÜRÜ

DEVLET YÖNETİMİ 

A) DEVLET ANLAYIŞI

  • Osmanlı Devleti’nin siyasi, askeri ve sosyal kuruluşları temelde Türk devlet geleneğine ve dini kurallara dayanmaktadır. Ayrıca, sınırların genişlemesiyle birlikte mahalli kültürlerden etkilenilmiş; fakat, bu etkilenme düşük düzeyde kalmıştır.
  • Devletin başında, Osmanlı soyundan gelen; bey, sultan, padişah olarak bilinen kişi bulunurdu. Padişahlık alametleri hutbe, tuğ, sancak, tuğra ve kılıç alayıydı. Sınırsız ve devredilemez haklara sahip olan padişah, devleti mutlak monarşi ile yönetirdi. Halifeliğin alınmasıyla birlikte, İslam dini de bir egemenlik unsuru haline geldi. Böylece devlet teokratik bir özellik kazandı. Toplumsal hayatta dini ilkeler hakim olduğu için laik devlet anlayışı yoktu.
  • Padişahın, dini kurallarla çelişmemek şartıyla, sınırsız kural koyma yetkisi vardı. Bu yetkisi ve koyduğu kurallar örfe dayanıyordu. Örf, yasama ve yürütme yetkilerini içeriyordu. Padişahın koyduğu kurallar ferman denilen belgelerle ilgililerle iletilirdi.
  • Önceleri, ülke padişah ve oğullarının malı olarak görüldüğü için, şehzadeler arasında bazen taht kavgaları çıkıyordu. Fatih, ülkenin bölünmesini önlemek üzere, “Başa geçen kişi, gerekirse kardeşini öldürebilir” hükmünü getirdi. Böylece güçlü bir merkezi devlet sistemi Padişahların güç ve otoritesi pekişti. Fakat, taht kavgaları sona ermedi.
  • Daha sonra I. Ahmet bu anlayışta değişiklik yaptı. Ekber ve Erşed sistemini getirerek, hanedanın en yaşlı üyesinin” başa geçmesini yasalaştırdı. Böylece, kimin başa geçeceği önceden kesinlik kazandı. Taht kavgaları da sona erdi.
  • Osmanlılarda hükümdar eşleri yönetimde söz sahibi değillerdi. Değişik dönemlerde, ölen kişinin yerine oğlu, kardeşi veya amcası geçmiştir.
  • Not: Tanzimat döneminde, siyasi gelişmelerin de etkisiyle, Osmanlı padişahı, kanun gücünün üstünlüğünü kabul etti. 1876’da ise, Kanun-i Esasi ilan edilerek, ilk kez halk da padişahın yanında yönetime katıldı. Meşruti monarşiye geçildi.

B) HUKUK SİSTEMİ

  • Osmanlılarda Şer’i ve Örfi olmak üzere iki hukuk sistemi vardı. Şer’i hukuk, kaynağını İslam Dini’nden, örfi hukuk ise geleneklerden alırdı. Bu durum hukuk birliğini bozmaktaydı.
  • Şer’i hukuk tüm uygulamaların genel çerçevesini oluşturmaktaydı. Padişah bile önemli bir karar verdiği zaman, bu kararın şeriata uygun olup olmadığına dair şeyhülislamdan fetva alırdı. Padişahın şahsi fermanları ise örfi hukuktan sayılır ve zamanla bir gelenek halini alırdı.
  • Fatih, kendisinden önce var olan kanun ve gelenekleri topladı. Günün ihtiyaçlarına göre bazı ekler de yaparak, Kanunname-i Al-i Osman’ı hazırladı. Kanuni, buna birçok madde ekleyerek büyük bir Osmanlı Kanunnamesi oluşturdu.
  • Not: Osmanlı, egemenliği altında yaşayan azınlıklara din, dil ve düşünce özgürlüğü tanımıştı. Fakat, XIX. yüzyılda, azınlık sorununun çıkması ve Batılı devletlerin bu soruna müdahalesiyle azınlık mahkemeleri Osmanlı hukuk birliği iyice bozuldu. Ayrıca, kapitülasyonlardan dolayı Osmanlı kanunlarının yabancılara tam olarak uygulanamaması da hukuk birliğini bozmaktaydı. Osmanlı hukukunun gelişen dünya şartlarına uyum sağlayamaması üzerine, XIX. yüzyıldan itibaren Avrupa hukuk sistemi doğrultusunda yenilikler yapıldı. 

C) YÖNETİM DENEYİMİ

  • Şehzadeler, lala denilen eğitimcilerin gözetiminde, sancakların başına yönetici olurlardı. Böylece şehzadelerin iyi bir eğitim almaları, bilgi ve kabiliyetlerini geliştirmeleri, devlet yönetimini öğrenmeleri ve halkı tanımaları mümkün olurdu.
  • Kontrol altında tutulması daha kolay olduğu için, şehzadeler genellikle Anadolu’da görevlendirilirdi. Balıkesir, Amasya, Kütahya, Trabzon, Konya, Antalya başlıca şehzade sancaklarıydı. I. Ahmet, ekber ve erşed sistemini getirerek, şehzadelerin sancaklarda görevlendirilmesi uygulamasını kaldırdı. Bu durum, yönetim deneyimi kazanmamış kişilerin devletin başına geçmesine neden oldu.

D) MERKEZ TEŞKİLATI

1)            Saray:

  • Devlet yönetiminin merkezinde padişah ve saray bulunuyor, ülke bu merkezden yönetiliyordu. Saray üç kısma ayrılmaktaydı: Enderun (iç saray), padişahın özel hizmetlilerinin bulunduğu bölüm ve aynı zamanda bir eğitim kurumuydu. Birun (dış saray), tüm devlet işlerinin görüldüğü yerdi. Harem ise, padişahın aile hayatının geçtiği yerdi.

2)            Divan-ı Hümayun:

  • Ülke sorunlarının tartışılıp karara bağlandığı en üst yönetim kurumu Divan-ı Hümayun’du. Kanunların yapımında son söz padişaha ait olduğu için, Divan’ın yasama yetkisi sınırlıydı. Bir nevi danışma Daha çok, yürütme yetkisine sahip bir hükümet gibi çalışırdı. Ayrıca, bir yüksek mahkeme idi. Kısaca, bugünkü anlamıyla Bakanlar Kurulu, Yargıtay ve Danıştay’ın görevini yürütürdü.
  • Divan Üyeleri: Osmanlı’da tüm yönetim birimleri, Seyfiyye (askeri idare), Kalemiyye (sivil memurlar) ve İlmiyye (eğitimci ve hukukçular) kurumlarından oluşturdu. Divan bu kurumların üst düzey yöneticilerinden oluşurdu. Divan’da alınan tüm kararlar Mühimme Defteri‘ne

a) Vezir-i Azam (Sadrazam): Tüm devlet işlerinden sorumluydu. Padişahın mührünü taşırdı. Padişahın vekili ve temsilcisi konumundaydı. Padişahın çıkmadığı seferlerde orduya komuta ederdi.

b) Kazasker: Büyük davalara bakar, ilmiyye sınıfının özlük işlerini takip ederdi. Taht kadısı hariç, tüm kadıların atamalarına bakardı. Anadolu ve Rumeli olmak üzere iki kazaskerlik makamı vardı.

c) Defterdar: Mali işlere bakar, gelir-gideri hesaplar, ve dış hazineyi kontrol ederdi. Anadolu ve Rumeli olmak üzere iki defterdarlık makamı vardı.

d) Nişancı: Padişahın yazı işlerine bakar, tuğrasını çekerdi. Ayrıca arazi ve tımar kayıtlarını tutup, gerekli düzenlemeleri yapardı. Tımar kayıtları Tahrir Defterleri‘ne yazılırdı. Nişancı, devletin tüm kanunlarını iyi bilmek durumundaydı.

  • Şeyhülislam en yüksek din görevlisiydi. Sadece görüşlerine başvurma gereği duyulduğu zaman görüşmelere çağrılırdı. Kaptan-ı Derya ve Reis’ül Küttab ise sonradan divan üyeleri arasına girdiler.
  • İstanbul’un genel düzen ve güvenliği doğrudan Sadrazam’a bağlıydı. Şehrin güvenliğinden Subaşı ve Yeniçeri Ağası, belediye işlerinden Şehir Emini, adalet işlerinden ise Taht Kadısı sorumlu idi.

E) TAŞRA TEŞKİLATI

1)            Tımar ve İltizam Sistemi:

a) Tımar: Tımar (dirlik), bir kısım asker ve memurlara, hizmetleri karşılığında, belirli bölgelerden vergi tahsis edilmesi yöntemiydi. Bu sistem sayesinde:

  • Görevliler, dirlik alanını yöneterek, devlet otoritesini en ücra köşeye kadar götürmekteydiler.
  • Dirlik sahipleri, gelirleri oranında asker besliyor, hazinenin askeri giderlerini azaltıyorlardı.
  • Hem yönetici hem asker olan dirlik sahipleri üreticiyi koruyarak üretime katkıda bulunuyorlardı.
  • Dirlikler üç gruba ayrılmaktaydı: Haslar hanedan üyelerine, zeametler kadı ve subaşılara, tımarlar ise askerlere verilmekteydi. Dirlik sahibi, toprağın değil, üründen alınan verginin sahibiydi.

b) İltizam: İltizam, bazı vergileri toplama görevinin açık artırma yoluyla kiraya verilmesi yöntemidir. Bu görevi alanlara mültezim Mültezim, herhangi bir faaliyetin vergisini peşin olarak devlete öder; daha sonra bu vergiyi kendi adına toplardı.

2)            Askeri – İdari Teşkilat:

  • Osmanlı idari yapısı temelde askeri Ülke, Eyalet SancakKaza Köy biçiminde yönetim birimlerine ayrılmıştı. Temel yönetim birimi eyaletti. Eyaletlerin başında beylerbeyi, sancakların başında ise sancakbeyi bulunurdu. Kazalarda, güvenlikten subaşı, adaletten ise kadı sorumluydu. Kadıların görev ve sorumlulukları şunlardı:
  • Bölgesindeki devlet görevlilerini denetlemek.
  • Davalara bakmak, sözleşme, miras, şirket veya vakıf kurulması gibi işlemleri onaylamak.
  • Halkın istek ve şikayetlerini Divan’a iletmek.
  • Avarız türü olağanüstü vergileri toplamak.
  • Merkez emirlerini halka iletmek
  • Sınırlar genişledikçe yönetimde yeni bir örgütlenmeye gidildi. Yeni eyalet şekilleri oluştu:
  • Anadolu ve Rumeli’de, toprağı dirliğe verilen Yıllıksız (Sâliyânesiz) eyaletler kuruldu (Budin, Bosna, Karaman, Sivas, Diyarbakır, Halep vb).
  • Kuzey Afrika’da ise, toprağı iltizama verilen Yıllıklı (Sâliyâneli) eyaletler kuruldu (Bağdat, Mısır,Tunus, Cezayir vb).
  • İmtiyazlı eyaletler ise içişlerinde serbestti. (Kırım, Eflak, Boğdan, Erdel ve Hicaz) Bunlar vergi ve asker gönderirlerdi. Dini niteliğinden dolayı Hicaz vergi ve asker vermezdi.

ASKERİ YAPI

  • Klasik dönemde Osmanlı ordusu örgütlenme, disiplin ve hizmet bilinci yönünden örnek bir yapıdaydı. Ordu geçtiği yerlerin halkına zarar vermezdi. Mal, can ve namus güvenliği her şeyin üzerindeydi.

1)            Kapıkulu (Hassa) Ordusu:

  • Devşirme (Hristiyan çocukların küçük yaştan itibaren alınarak eğitilmesi) sistemiyle kurulmuştur. Kapıkulu askerleri maaş alır, masrafları devlet tarafından karşılanırdı. Padişahın ve İstanbul’un güvenliğine bakar; taht değişikliğinde cülus bahşişi alır; ordunun teknik gücünü oluştururlardı.

a) Kapıkulu Piyadeleri: Kapıkulu askerlerinin en etkin birimi Yeniçeriler Cebeciler, ordunun silahlarını hazırlar, Humbaracılar havan topları yapar, Lağımcılar ise kuşatmalarda tünel kazarlardı.

b) Kapıkulu Süvarileri: Sipahi, Silahtar, Sağ ve Sol Ulufeciler, Sağ ve Sol Garipler’den oluşmaktaydı. Derece ve maaş yönünden Yeniçerilerden üstün idiler. Fakat devlet yönetimi üzerinde yeniçeriler kadar etkili değillerdi.

2)            Eyalet Ordusu:

a) Tımarlı Sipahiler: Ordunun en temel kuvveti olup, atlı idiler. Dirlik (tımar) sistemi sayesinde oluşan bir güçtü. Maaş almazlardı. Barış zamanında tarım ile uğraşır, savaş zamanlarında ise, besledikleri askerler ile birlikte savaşa katılırlardı.

b) Yardımcı Birimler: Yaya, Yörük ve Müsellemler yol açar, siper kazar, cephane ve erzak taşırlardı. Akıncılar, akınlar düzenleyerek fetihlere zemin hazırlar, öncü birlik görevi görürlerdi. Azaplar, gençler arasından seçilen gönüllü bir birlikti. Sakalar ise ordunun su ihtiyacını karşılarlardı.

3) Donanma:

  • İlk donanma Karesi topraklarının alınmasıyla elde edildi. Yıldırım Bâyezid döneminde Gelibolu Tersanesi Osmanlı donanması, Kanuni döneminde, Akdeniz’de en büyük deniz gücü haline geldi. Donanma komutanına Kaptan-ı Derya, askerlerine ise Levent denirdi. Diğer birimler ise Azaplar, Kürekçiler ve Kalyonculardı. Yükselme döneminde, Barbaros Kardeşler (Oruç ve Hızır), Turgut Reis, Piri Reis, Murat Reis, Seydi Ali Reis gibi büyük denizciler yetişmiştir. Piri Reis, ilk dünya atlası niteliğindeki Kitab-ı Bahriye’yi hazırlamıştır.

TOPRAK SİSTEMİ

  • Toprak tasarrufunda devletçi bir politika izlenmekteydi. Toprağı işleme hakkı, devletin denetimi altında halka verilmiş; fakat, üretimin sürekliliğini sağlamak üzere bazı tedbirler alınmıştı: Toprağını terk eden köylü, zorla toprağının başına geri getirilirdi. Toprağını boş bırakan kişiden çiftbozan vergisi alınırdı. Ayrıca, üç yıl arka arkaya ekilmeyen toprak, sahibinden alınarak başkasına verilirdi.

1)            Miri Araziler:

a) Dirlik: Dirlikler has, zeamet ve tımardan oluşurdu. Dirlik sahibinin idari mevkisi ile dirlikten alınan vergi geliri arasında paralellik kurulmuştu.

  • Hasların geliri 100.000 akçeden fazlaydı; hanedan üyeleri ve üst düzey yöneticilere verilirdi. Zeametlerin geliri 20 ila 100 bin akçe arasıydı; orta dereceli memurlara verilirdi. Tımarlar ise sipahilere verilirdi. Tımar sisteminin başlıca amacı şunlardı:
  • Topraktan çok yönlü fayda sağlamak,
  • Askeri masrafları ve devlet giderlerini azaltmak,
  • Hazineden harcama yapmadan ordu kurmak,
  • Merkezi otorite ve güvenliği sağlamak,
  • Üretime süreklilik ve canlılık kazandırmak,
  • Vergilerin toplanmasını kolaylaştırmak,
  • Ekonomik ve sosyal hayatı düzenlemek,
  • Köylünün can ve mal güvenliğini sağlamak.

b) Ocaklık: Geliri kale muhafızlarına ve tersane giderlerine ayrılan topraklardı.

c) Yurtluk: Sınır boylarında yaşayan Türkmenlere verilen topraklardı.

d) Paşmaklık: Saray kadınlarına verilirdi.

e) Mukataa: Geliri doğrudan devlet hazinesine giden topraklardı.

2) Mülk Araziler:

  • Öşri araziler Müslüman halkın elinde bulunan topraklardı. Ürün üzerinden Öşür vergisi alınırdı. Haraci araziler gayrimüslimlerin elinde bulunan topraklardı. Ürün üzerinden Haraç vergisi alınırdı.

3) Vakıf Araziler:Geliri sosyal hizmet (sağlık, eğitim, bayındırlık vb.) amacıyla kullanılan arazilerdir.

  • Not: Osmanlılarda toprağın mutlak sahibi Tam bir özel mülkiyet anlayışı yoktu. Miri araziler, bu arazilerin vergilerini alan kişilere; Mülk araziler ise, verginin türüne göre adlandırılmıştır. Miri araziler de aslında öşri ve haraci arazilerdir.

EKONOMİK VE MALİ YAPI

1)            Tarım ve Hayvancılık:

  • Devletin temel üretim faktörü tarım olduğu için, üretimin sürekliliğini sağlamaya önem verilirdi. Hiçbir yerin boş kalmamasına çalışılırdı. Köylü toprağı boş bırakamaz, terk edemezdi. Tarımla uğraşan her aile yeterli sayıda hayvan beslerdi. Göçebe ailelerin ise başlıca uğraşı hayvancılıktı. Hayvancılık ürünleri sanayi hammaddesini oluştururdu.

2)            Sanayi:

  • Zanaatkarlar loncalar etrafında örgütlenmişlerdi. Her loncada, kalite denetimi yapan bir görevli bulunurdu. Lonca sayesinde üretimin kalite kontrolü sağlanır, haksız rekabet önlenir, üretim miktarı ve bölüşümü düzenlenirdi. Üretim standartları ve fiyatlar devlet tarafından belirlenirdi. İlk dönemlerde sanayi halkın ve ordunun ihtiyaçlarını karşılayacak nitelikteydi. Konya’da yünlü dokuma, Ankara’da sof kumaşçılığı, Bursa’da ipekçilik, Selanik’te çuhacılık, Bulgaristan’da aba dokumacılığı, Edirne’de ise ayakkabıcılık gelişmişti.

3)            Ticaret:

  • Asya ile Avrupa arasındaki tüm ticaret yolları Osmanlı’nın eline geçmişti. Böylece devlet önemli bir gelir kaynağı elde etmişti. Buna rağmen Osmanlılar ticarete fazla önem vermemişler, sadece kara ticareti nakliyeciliği ile yetinmişlerdi. Ticaret daha çok azınlıkların ve yabancıların elindeydi. Avrupa’ya genellikle pamuk, yün, yağ, deri, tuz ve halı satılırdı. Avrupa’dan ise saat, ayna, cam eşya, kadife, kağıt, kalay ve kurşun alınırdı.

4)            Kamu Ekonomisi (Maliye):

  • Osmanlılarda, Hazine-i Amire (devlet hazinesi) ve Hazine-i Hassa (padişah hazinesi) vardı. Temel gelirler gümrük, tarım, maden, orman ve tuzla vergileri; bağlı devletlerin gönderdiği vergi ve hediyeler ve savaşlarda alınan ganimetin beşte biri idi.
  • Şer’i vergiler, Müslümanlardan alınan aşar ile gayrimüslimlerden alınan haraç ve cizye idi. Örfi vergiler ise, olağanüstü durumlarda alınan avarız, toprak sahiplerinden alınan resm-i çift, toprağını boş bırakan köylüden alınan çiftbozan ve tüccarlardan alınan gümrük rüsumu gibi vergilerdi.

EĞİTİM SİSTEMİ ve VAKIFLAR

1) Eğitim Sistemi:

a) Enderun:

  • Padişah sarayının iç teşkilatına verilen isim olup, aynı zamanda bir saray okuluydu. Enderun Mektebi, Fatih tarafından, Topkapı Sarayı’nda, devlet memuru yetiştirmek üzere açılmıştır. Önceleri, devşirme yoluyla Hristiyan çocukları alınırdı. Sonradan Müslüman çocukları da alındı. Teorik eğitim alanında Türkçe, Arapça, Farsça, edebiyat, tarih, İslami bilgiler ve matematik öğretilirdi. Ayrıca, bazı kurumlar, kendi memurlarını kendi bünyelerinde, usta-çırak ilişkisi içinde yetiştirirlerdi.

b) Medreseler:

  • Medrese temel eğitim-öğretim kurumuydu. Eğitim-öğretimin ilk basamağı mahalle (sıbyan) mektebiydi. Dersler müderrisler tarafından okutulurdu. Kuruluş ve yükselme dönemlerinde, medreselerde dini bilimlerin yanında tabii ve felsefi bilimler de okutulurdu. Suriye ve Mısır’dan getirilen bilim adamlarının da katkısıyla medreselerde eğitim düzeyi oldukça yükselmişti.
  • Fatih’in kurduğu Sahn-ı Seman ve Kanuni’nin kurduğu Süleymaniye medreseleri derece yönünden en yüksekleriydi. Medreselerde yetişenler ilmiyye sınıfını oluştururdu. Bazı medreseler matematik ve tıp gibi bilimlerde uzmanlaşmışlardı. Ayrıca, cami, tekke ve zaviyeler de birer eğitim kurumuydu. Esnafa mesleki eğitim loncalarda Askeri eğitim ise ocaklarda yapılırdı. 

2)            Vakıf Sistemi:

  • Vakıf, Müslümanların mallarından bir kısmını sosyal hizmet amacıyla insanların hayrına ayırmasıdır. Vakıf mallarını hiçbir şahıs veya devlet kendi özel mülkiyetine alamaz. Vakıf sistemi sayesinde;
  • Fethedilen yerlere yerleşme imkanları hazırlanmış ve bu yerler bayındır hale getirilmiş,
  • Şehirlerin planlı biçimde gelişmesi sağlanmış,
  • Ulaşım ve haberleşme için gerekli olan yol ağı işlekliği sağlanmış, ticaret hayatı canlanmış,
  • Sosyal yardım konusunda dayanışma sağlanmış, ortaklaşa giderler karşılanmış,
  • Eğitim ve sağlık kurumlarına finans kaynakları sağlanmıştır.

TOPLUMSAL YAPI

A) Osmanlı Toplum Yapısı:

  • Osmanlı toplum düzeninin ve yönetim felsefesinin temelini oluşturan fikirler, “adalet dairesi” adı verilen bir formülle açıklanmıştır. Bu anlayışa göre: Dünya barışı adaletle sağlanabilir. Dünya, duvarı devlet olan bir bahçedir. Devletin düzenleyicisi şeriattır. Şeriatın koruyucusu hükümranlıktır. Ordunun beslenmesi için servet Bu serveti sağlayabilmek için, bolluk ve huzur içinde yaşayan halka sahip olunmalıdır. Halkın bolluk ve huzur içinde yaşaması, adaletle yönetilmesine bağlıdır.

1)            Yönetenler:

a) Seyfiyye: Padişahın güç ve otoritesini temsil eden askerlerden oluşmaktaydı. Görevleri, halkın refahını temin etmek ve onları adaletle yönetmekti.

b) İlmiyye: Kadı, doktor ve eğitimcilerden oluşurdu. Eğitim, tıp ve hukuk kurumlarının yöneticileriydiler.

c) Kalemiyye: Üst düzey bürokratlardan oluşurdu. Kalemiyye mensupları, çalıştıkları bürolarda, usta – çırak ilişkisi içinde yetişirlerdi.

Not: Divan-ı Hümayun’da sadrazam, vezirler, ve kaptan-ı derya seyfiyeyi; kazaskerler ilmiyeyi; defterdar ve nişancı ise kalemiyeyi temsil ederdi.

2)            Yönetilenler (Reâyâ):

Toplum milliyet (ırk) esasına göre değil, düşünce ve inanç temeline göre örgütlenmişti. Osmanlı, din ve inanç özgürlüğü sağlayarak birçok etnik yapıyı bünyesinde tutmayı başarmıştır.

B) Osmanlı Toplumunda Sosyal Hareketlilik:

1)            Yatay Hareketlilik: Kuruluş ve Yükselme yıllarında devlet göç ve yerleşim işini tamamen kontrolünde tutmuş; fethedilen yerlere Türkmen boylarını sistemli bir biçimde yerleştirmiştir. Fakat, XVII. yüzyıldan itibaren, dirlik sisteminin bozulması üzerine, ülkede tam bir göç anarşisi yaşanmıştır. Topraktan kopan köylüyü tekrar toprağının başına getirmek için bazı tedbirler alınmış ve zor kullanılmıştır.

2)            Dikey Hareketlilik: Osmanlı toplumunda hiçbir zaman bir sınıflar sistemi olmamıştır. Yönetenler ile halk arasında aşılmaz engeller yoktu. Yükselmenin yolu eğitim – öğretimden geçmekteydi. Bir kişinin yükselmesi için şu şartlar aranmaktaydı: Müslüman olmak, Türkçe’yi iyi kullanmak, devletin ideallerine sahip çıkmak ve beceri sahibi olmak.

BİLİM VE SANAT

 A) Bilim:

  • Osmanlı’da bilim alanındaki çalışmalar İznik Medresesi’nin açılmasıyla başlar. Fatih, yerli ve yabancı bilginlere çalışma ortamı hazırlamış, Fatih Külliyesi dönemin ünlü bilim adamlarını bir araya getirmiştir. Bu dönemin ünlü bilim adamı Ali Kuşçu, Türkiye’de matematik öğretimini kurmuştur. Kanuni’nin yaptığı Süleymaniye Külliyesi‘nde bir tıp medresesi açılmıştır. Dönemin en büyük coğrafya bilgini Piri Reis, Kitab-ı Bahriye‘yi yazmıştır. Astronomi bilginlerinden Takiyüddin Mehmed, İstanbul’da bir rasathane kurmuş; fakat, bazı çıkar çevrelerinin tepkisiyle karşılaşmıştır.

B) Edebiyat:

  • Osmanlılar, değişik yazışmalarda ve işlerde farklı yazı biçimleri kullanmışlardır. Osmanlı sınırları içinde bulunan her millet kendi dilini konuşuyor ve bu dille ifade edilen kültürünü yaşıyordu. Bilimde Arapça, edebiyatta ise Farsça’nın kullanılması, Türkçe’ye bu dillerden birçok kelimenin girmesine ve Türkçe’nin Osmanlıca denen yeni bir şeklinin oluşmasına yol açmıştır. Osmanlı’nın edebiyatta en güçlü olduğu dönem XVI. yüzyıldır. Bu dönemde Bâkî ve Fuzulî başta olmak üzere birçok ünlü şair yetişti. Halk Edebiyatı’nda Hayali ve Köroğlu, Tekke Edebiyatı’nda ise Pîr Sultan Abdal ünlüdürler. 

C) Mimari:

  • Mimari eserler süsten ve gösterişten uzak, sağlamlık ve sadelik esasları üzerine inşa edilirdi. Mimari eserler dini, askeri ve sivil olmak üzere üç dalda gelişmiştir. Yıldırım Bayezid’in yaptırdığı Anadolu Hisarı ile Fatih’in yaptırdığı Rumeli Hisarı askeri mimarinin güzel örneklerindendir. Klasik sivil mimarinin en güzel örneklerinden biri Topkapı Sarayı’dır. Osmanlı mimarisi yüzyılda en parlak düzeye ulaştı. Türk mimarisini doruk noktasına ulaştıran ve devrine kendi damgasını vuran Mimar Sinan oldu. Kendisinin sırasıyla çıraklık, kalfalık ve ustalık eserleri olarak nitelediği Şehzâdebaşı, Süleymâniye ve Selimiye camilerinde, Mimar Sinan’ın mesleğindeki arayış ruhunu ve buluşlarını gözlemlemek mümkündür. XVII. yüzyılın en büyük mimari eseri ise, Mimar Mehmed Ağa tarafından yapılan Sultan Ahmed Camii‘dir. Güzel sanatlar alanında minyatür, çini, cilt, hat, oyma ve musiki gibi dallarda önemli gelişmeler kaydedilmiştir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.