İlk Çağ Uygarlıkları Ders Notu Konu Anlatımı

İLK ÇAG UYGARLIKLARI

TEMEL KAVRAMLAR

  • Anal

  • Helenizm

  • Polis

  • Firavun

  • Satraplık

  • Ziggurat

  • Koloni

  • Pankuş

“Kültür, bir milletin dinî, ahlaki, hukuki, iktisadi, fennî hayatlarının ahenkli bir bütünüdür.” Ziya Gökalp

1.       Kültür ve Uygarlık

Kültür, bir millete ait maddi ve manevi değerler bütünüdür. Bu değerler göç, savaş, ticaret gibi yollarla dünyanın farklı bölgelerine taşınmış ve kültürler arası etkileşim meydana gelmiştir. Bunun sonucunda zaman içerisinde uygarlık adı verilen milletlerarası ortak değerler oluşmuştur.

İnsanlığın ortaya çıktığı andan itibaren dünyanın farklı yerlerinde birçok uygarlık meydana gelmiştir. İnsanlar, ilk çağlardan itibaren verimli tarım alanlarını, su kenarlarını yerleşim yeri olarak seçmişler ve buralarda ilk uygarlıkların temellerini atmışlardır.

Anadolu, Mezopotamya, Mısır, İran, Çin ve Hindistan önemli uygarlıkların kurulmuş olduğu bölgelerdir. Sümer, Akad, Elam, Babil, Asur kültürleri Mezopotamya’yı; Hitit, Frigya, İyon,Lidya ve Urartu kültürleri ise Anadolu’yu önemli bir uygarlık merkezi hâline getirmiştir. Anadolu ve Mezopotamya’da olduğu gibi Orta Asya bozkırları ve Çin’in Sarı Irmak bölgesi de birer uygarlık merkezidir.

 

2.            Mezopotamya Uygarlığı

Anadolu, Akdeniz, Arabistan, İran, Hindistan ve Türkistan’da kurulan uygarlıkların kesişme noktası Mezopotamya “iki nehir arasındaki ülke” olarak tanımlanmıştır. Fırat ve Dicle Irmakları arasında yer alan, oldukça verimli bir tarım havzası olan Mezopotamya’da Sümer, Elam, Akad, Babil ve Asur gibi devletler kurulmuştur.

a.            Sümerler (MÖ 4000 – MÖ 2350)

Mezopotamya’da ilk şehir devletlerini Sümerler kurmuşlardır. En önemlileri Ur, Uruk, KIş, Lagaş olan bu şehir devletlerine “site” adı verilmiştir. Bu devletler arasında siyasi ve ekonomik nedenlerle sık sık savaşlar yapılmıştır. Siteler, etrafı surlarla çevrili, “ziggurat” adı verilen tapınak ve onun etrafındaki evlerden meydana gelmiştir. Sitelerin başlarında patesi veya ensi adı verilen krallar bulunur ve Tanrı adına ülkeyi yönettiklerini iddia ederlerdi. Patesi çevresindeki sitelere hakim olursa “lugal” Sümer ülkesine hâkim olursa “lugal kalma” unvanını alırdı. Devlet yönetiminde krala yardımcı olan danışma meclisleri de bulunurdu. Aynı zamanda Sümer kralları, dinî törenleri idare eder, savaş sırasında ordunun başında bulunur ve hukuki yetkileri elinde toplardı. Kraliçe devlet işlerinde oldukça etkiliydi.

Sümer Devleti’nde krallar ve rahipler en üst sınıfı oluştururken halk, hürler ve köleler olmak üzere sosyal sınıflara ayrılmıştı. Sümerlerde köleler haricinde her erkek asker sayılmış, ordu yaya ve savaş arabalarını kullanan süvarilerden oluşmuştur.

Çok tanrılı bir inanca sahip Sümerler ölümden sonraki yaşama inanmamışlardır. Gılgamış, Tufan ve Yaratılış destanları Sümerler tarafından meydana getirilmiştir.

Sümerler, ev ve tapınaklarını ateşte pişirilmiş kerpiç ve tuğlalardan yapmışlardır. Mimaride sütun, kubbe, kemer tarzını kullanmışlardır. Oymacılık, kuyumculuk, heykel vb. sanat dallarıyla ilgilenmişlerdir.

Sümerler kara sabanı kullanarak ve sulama amaçlı kanallar inşa ederek tarımın gelişmesini sağlamışlardır.

Sümerler, astronomi alanında gelişmiştir. Ayrıca matematik ve geometride gelişme göstererek dört işlemi kullanmışlar, bölme ve çarpma cetvelleri hazırlamışlar, yüzey ve hacim ölçmeyi gerçekleştirmişler, daireyi 360 dereceye bölmüşlerdir.

 

ZİGGURATTAN YAZIYA

 

Ziggurat, Mezopotamya ve çevresinde piramitlere benzeyen bir çeşit tapınaktır. Bu özelliğinin yanında çok fonksiyonlu olması kültürel gelişmelere de öncülük etmesini sağlamıştır. Bu kültürel gelişmelerden biri de yazının icadıdır.

 

Sümerlerde tapınaklara teslim edilen tarım ürünleri, satılan ve satın alınan her türlü ticari mal, rahipler tarafından kil tabletler üzerine resimler ve işaretlerle kaydedilmiştir. Zamanla bu resim ve işaretlerin heceye dönüşmesiyle yazı ortaya çıkmıştır.

 

Zigguratlar tahıl ambarı, gözlemevi gibi işlevleri yanında ilk dönemlerde Sümerlerde okul olarak kullanılmıştır. Okullarda eğitim ilk olarak tapınak ve sarayın yazmanlarını yetiştirmek için yapılmıştır. Bu okullarda, matematik, botanik, zooloji ve coğrafya gibi konularda dersler verilmiştir.

Eğitimin yaygınlaşması ve gelişmesiyle okullar bilim ve kültür merkezi hâline gelmiştir. Okullar zamanla dinden bağımsız bir kurum olmuştur.

Okullarda varlıklı ailelerin erkek çocukları eğitim almıştır. Fakir aileler eğitim masraflarını karşılayamadığından çocuklarını okullara gönderememiştir. Sıkı bir disiplin anlayışının olduğu okullarda tam gün eğitim yapılmıştır.

b. Akadlar (MÖ 2350 – MÖ 2100)

Sami kökenli Akadlar, MÖ 4000’de Arap Yarımadasından gelerek Orta Mezopotamya’ya yerleşmişlerdir. Kral Sargon döneminde devlet hâline gelmişler; kısa sürede Mezopotamya’ya hâkim olmuşlardır. Başkentleri Agade şehridir. İlk düzenli ordu sistemini meydana getiren Akadlar, tarihte bilinen ilk imparatorluğu kurmuşlardır. Akadlar, MÖ 2100 yıllarında Sümerler tarafından ortadan kaldırılmıştır.

Sümer kültüründen etkilenen Akadlar, onlar gibi çok tanrılı bir inanca sahiptiler; kurdukları imparatorluk sayesinde Sümer kültürünü Ön Asya’ya yaymışlardır.

c. Elamlar (MÖ 3000 – MÖ 640)

Mezopotamya uygarlığı içerisinde incelenen Elamlar, Mezopotamya bölgesinin dışında; Sümer ülkesinin doğusunda yaşamışlardır. Sümer egemenliğine son veren Elamlar, ilk dönemlerinde şehir devletleri şeklinde örgütlenmişlerdir.

MÖ 3000 yıllarında Sus sitesi prensi, diğer siteleri de egemenliği altına alarak krallığını merkez Sus olmak üzere Elam Krallığı’nı kurmuştur.

Elamlar madencilik, çömlek yapımı ve seramik sanatında ilerlemişlerdir. Elamlar çivi yazısını kullanmışlardır.

Elamlara Asurlular son vermiştir.

d.            Babiller (Amurrular) (MÖ 2100 – MÖ 539)

Samilerin bir kolu olan Amurrular tarafından kurulmuştur.

Başkenti Babil’dir. I.Babil Devleti’nin Hititler tarafından yıkılmasından sonra MÖ 612’de II. Babil Devleti kurulmuş ve bu devlet MÖ 539 yılında Persler tarafından ortadan kaldırılmıştır.

I.Babil Devleti’nin en güçlü Kralı Hammurabi dine dayalı devlet anlayışı yerine, gücünü ordudan alan mutlak krallık anlayışını getirmiştir. Aynı zamanda Hammurabi, ceza, mülkiyet, ticaret alanlarında döneminin en gelişmiş kanunlarını yapmıştır.

Babiller, Sümerlerin etkisi altında kalmışlar, tapınaklarına ziggurat adını vermişlerdir.

Babiller, tıp ve astronomi alanında ilerlemişlerdir. Başlıca geçim kaynakları tarım ve ticarettir.

Mimari açıdan Mezopotamya’nın en gelişmiş uygarlığı Babillerdir.

Babil’in Asma Bahçeleri bu alandaki en güzel örnektir.

BABİL’İN ASMA BAHÇELERİ

Bir efsaneye göre, Babil’in Asma Bahçeleri, II.Babil Devleti’nin kurucusu Kral Nabukadnezar tarafından yaptırılmıştır. Nabukadnezar Amyitis isimli bir prensesle evlenir. Dağlık ve yeşil bir ülkeden gelen Amyitis Mezopotamya’nın farklı coğrafi yapısına ve iklimine alışamaz. Sıla hasreti çeken eşini memnun etmek isteyen Nabukadnezar, onun memleketinin bir benzerini yapmaya karar vererek yapay dağlar, içinde sular akan yemyeşil bahçeler yaptırır.

 

Bir piramit oluşturacak biçimde taraçalar hâlinde yükselen bu bahçeler, 80 km uzunlukta,100 m yükseklikte ve 30 m genişliktedir. Fırat’tan getirilen sularla yeşillendirilen taraçalara dünyanın dört bir yanından getirilmiş ağaç ve çiçekler dikilir. Güzellik ve ihtişamlarıyla görenleri hayrete düşüren bu bitkiler asıl yapıyı saklayarak uzaktan bakıldığında sadece havada asılı gibi duran bahçeler görüntüsü verir.  www.baskent.edu.tr

MEZOPOTAMYA’DA HUKUK

Sümerlerde ilk kanuni düzenleme Urgakina tarafından MÖ 2750’de yapıl­mıştır. Urgakina, kitabelerde kölelik devrine son vermek; dulları, öksüzleri ve diğer güçsüzleri koruyacak bir düzen kurmak için kanunlar koyduğunu söyle­miştir. Onun koyduğu kanunların bir maddesinde rızası alınmayan köylüye ait hayvanın, bir bey tarafından satın alına­mayacağına dikkat çekilmiştir.

Urgakina’dan sonra Sümerlerde Kral Urnamu bazı hukuki düzenlemeler yapmıştır. Onun yaptığı düzenlemelere göre;

  •  Bir adam, bir adamın ayağına bir aletle vurur ve ayağını kırarsa 10 şegel gümüş verir.
  •  Bir adam, bir adamı silahla vurup kemiğini kırarsa bir mana gümüş verir.
  •  Bir adam, bir adama bir aletle vurup burnunu koparırsa bir mana gümüşün üçte ikisini verir.

Babil Kralı Hammurabi, Sümerlerin eski kanunlarından yararlanarak yeni kanunlar hazırlamıştır. Büyük bir taş üzerine yazılmış olan bu kanunlar, mülkiyet, ticaret ve ceza gibi konulara değinmiştir. Hammurabitarafından hazırlanan kanundaki esaslardan bazıları şunlardır:

  • Birisini suçlayan ispata mecburdur. İspat edemezse ölüm cezasına çarptırılır.
  • Bir tapınakta veya hükümdar hazine-sinde hırsızlık yapanın cezası idamdır.
  • Bir hırsız duvar delerek bir eve girmişse idam edilerek açtığı deliğin önüne gömülür.
  • Babasını döven evladın iki eli kesilir.
  • Bir adamın gözünü çıkaranın gözü çıkarılır.

Mezopotamya’nın diğer sakinlerinden olan Asurlular da Hammurabi Kanunları’ndan faydalanmışlardır. Yalnız Asur kanunlarında cezalar daha şiddetlidir. Ali Narçın, A’dan Z’ye Sümer, s. 181, 182, 434,

e. Asurlular (MÖ 2000 – MÖ 609)

Asya kökenli kavimlerle Arabistan kökenli Samilerin karışımından oluşan Asurlular, Yukarı Mezopotamya’da yaşamışlardır. Yaşadıkları topraklar tarıma elverişli olmadığı için hayvancılık ve ticaret ile uğraşmışlardır. Askerî güce dayalı bir imparatorluk kurmuşlardır.

Başkentleri Ninova olan Asurlular, Anadolu’da Kültepe, Alişar ve Boğazköy’de ticaret kolonileri kurmuşlardır. Bu koloniler aracılığıyla yazıyı Anadolu’ya taşımışlardır. Ticareti canlandırmak amacıyla Sard’dan başlayıp Ninova’ya kadar uzanan Kral Yolu’nu kullanmışlardır.

Asurlular, Mezopotamya’da kurulan diğer devletlerde olduğu gibi çivi yazısı kullanmışlardır. Anadolu’daki ilk yazılı kaynaklar Asur tüccarlarının bıraktıkları Kültepe’deki tabletleridir. Asurlular, tarihte bilinen ilk kütüphaneyi Ninova’da kurmuşlardır. Heykeltıraşlıkta önemli gelişmeler gösteren Asurlular’ın kabartmaları ünlüdür.

3. Orta Asya Uygarlığı

Orta Asya’da kurulan kültür merkezlerinin tarihi MÖ 5000 yıllarına kadar uzanmaktadır. Burada yapılan kazılar sonucu Yontma Taş Çağına uzanan gelişmiş kültür bölgeleri ortaya çıkarılmıştır. Kazılarda elde edilen bulgulardan bu kültürlerin Orta Asya’da kurulan Türk devletlerini birçok yönden etkilediği anlaşılmıştır.

Anav kültürü, Batı Türkistan’da Aşkabat yakınlarında yapılan kazılarda ortaya çıkarılmış en eski kültürdür.

Afanesyevo kültürü ise Altay-Sayan dağlarının kuzey batısında yapılan kazılarda ortaya çıkarılmış, Türklerin en eski kültürüdür.

Andronova kültürü, Hazar Denizi’nin kuzeydoğusundan Ural Dağları’na kadar uzanan bölgede en geniş yayılma alanına sahip kültürdür. Tunçtan ve altından yapılmış eşyalar ilk defa bu kültür bölgesinde bulunmuştur.

Karasuk kültürü, Yenisey Irmağı’nın bir kolu olan Karasuk Nehri kenarında oluşturulmuştur.

Abakan bölgesindeki Tagar kültürü ise en gelişmiş kültürdür. Bu bölgede yapılan kazılarda Tagar kültürüne ait ok uçları, iğne, bilezik, küpe, tarak vb. eşyalar bulunmuştur.

Orta Asya ve Karadeniz’in kuzeyinde önemli uygarlık kuran topluluklardan biri de İskitlerdir. İskitler, MÖ VII ile MÖ II. yüzyıllar arasında yaşamışlardır. Yapılan kazılarda ortaya çıkarılan kalıntılar İskitlerin, Türk kökenli olduklarını ortaya koymuştur.

Savaşçı bir topluluk olan ve Kafkasya üzerinden Anadolu’ya seferler yapan İskitler, Medlerle birleşerek Urartu Devleti’ni yıkmışlar, Suriye’yi geçerek Mısır’a kadar ilerlemişlerdir. İskit-Pers savaşları İskitlerin Alp Er Tunga, İranlıların da Şehname destanlarına konu olmuştur. Genellikle konargöçer hâlde yaşayan ve hayvancılıkla meşgul olan İskitler, çadır şekline getirilmiş arabalar içinde yaşamışlardır. At üzerinde ok atmakla ünlenmişlerdir.

İskit kurganlarında çıkan eserler onların, medeniyette ileri olduklarını göstermiştir. İskitler altın, gümüş işçiliğinde ustaydılar. Onlar, “bozkırların kuyumcuları” olarak tanımlanmışlardır. Özellikle bozkır hayvan üslubunu yansıtan eserler altın ve gümüşle işlenmiştir. İskit sanatında, hayvan üslubu önemli yer tutar. At, geyik, kuş motifleri ağırlıktadır. İskitler Gök Tanrı dinine inanıyorlardı.

4. Mısır Uygarlığı

Afrika’nın kuzeydoğusunda yer alan Mısır’da ilk yerleşmeler Nil Nehri kıyılarında olmuştur. Mısır’da ilk siyasi teşkilatlanma “nom” adı verilen şehir devletleri şeklindedir. MÖ 3000 yılında Menes ile beraber Mısır’da “firavun” adı verilen dinî ve siyasi gücü olan tanrı-kralların yönetimi başlamıştır. Firavunlar döneminin en önemli olayı, MÖ 1280’de Hititlerle yapılan Kadeş Antlaşması olmuştur. Bu antlaşma tarihte bilinen ilk yazılı antlaşmadır.

MÖ VI. yüzyılda Pers işgaline uğrayan Mısır, MÖ IV. yüzyılda İskender’in bölgeye gelmesine kadar bu devletin egemenliğinde kalmıştır.

Mısır’da toplum yukarıdaki görselde görüldüğü gibi kâtipler, rahipler, askerler; tüccarlar, zanaatkârlar; çiftçiler ve köleler olmak üzere çeşitli sınıflara ayrılmıştır. Mısır ekonomisi tarım, ticaret ve madenciliğe dayanmıştır. Mısırlılar, Asya ve Afrika ülkeleri ile ticari ilişkilerde bulunmuşlardır.

Mısırlılar, hiyeroglif adı verilen resim yazısı kullanmışlardır. Yazılarını papirüs bitkisinden yapılan kâğıtlara yazmışlardır. Çok tanrılı dine inanan Mısırlılar, ölümden sonraki yaşama inandıkları için ölülerini mumyalamışlardır. Mumyalama teknikleri sayesinde insan vücudunu tanıyan Mısırlılar, tıp alanında ve eczacılıkta gelişmişlerdir. Matematikte ondalık sayı sistemini bulmuşlar, ilk defa dört işlemi kullanmış, “pi sayısı”nı bugünkü değerine yakın hesaplamışlardır. Mısırlılar geometride de önemli ilerleme kaydetmişlerdir. Nil Nehri’nin hareketlerini incelemeleri astronomide gelişmelerine katkıda bulunmuş, bu da takvimi icat etmelerini sağlamıştır. Mısır’da firavunlar için piramitler, halk için ise labirent adı verilen mezarlar yapılmış; bu mezarlara her türlü araç, gereç ve yiyecekler konulmuştur. Bu anlayış Mısırlıların ölümden sonraki yaşama inanmalarından kaynaklanmaktadır.

 

5.            İran Uygarlığı

İran tarihinin ilk dönemlerine ait bilgilerin az olması nedeniyle bu dönem yeterince aydınlatılamamıştır. Bu dönemlerde İran’ın farklı bölgelerinde değişik kavimlerin prenslikler kurduğunu bilmekteyiz. Bu kavimlerden Medler ve Persler İran siyasi tarihinde önemli bir yer tutmuştur. Medler, MÖ VII. yüzyıl ortalarında siyasi bir güç oluşturmuşlar, Keyeksar Döneminde (MÖ 625-585) bağımsız olmuşlardır.

Keyeksar’ın ölümünden sonra ülke içinde huzursuzluklar çıkmıştır. Med Devleti’ne MÖ 550’de Persler son vermişlerdir. Makedonya’dan İndus Irmağı’na kadar olan coğrafyada büyük bir imparatorluk kurmayı başaran Perslere Makedonya Kralı Büyük İskender son vermiştir.

Pers İmparatorluğu mutlakiyetle yönetilmiştir. Pers hükümdarlarının yetkileri sınırsız olup istekleri kanun niteliği taşımıştır. Ülke “satraplık” adı verilen eyaletlere bölünmüştür. Satraplıklar,“satrap” adı verilen görevliler tarafından yönetilmiştir. Satraplar, her yıl kralın görevlendirdiği kişiler tarafından teftiş edilmiştir. Yönetimde yetersiz görülen satraplar görevden alınmış ya da cezalandırılmıştır.

Persler, Zerdüşt dinini benimsemişlerdir. Bu dinde iyiliği “Ahuramazda”, karanlık ve kötülüğü de “Ahriman (Angramanyu)” temsil etmiştir. Zerdüştlüğün özünü iyilikle kötülüğün mücadelesi oluşturmuştur. Çok tanrılı Zerdüşt dininin tapınaklarına “ateşgede” adı verilmiştir.

Pers ordusu, İran halkından toplanan daimi-düzenli piyade ve süvari kuvvetlerinden oluşuyordu. Bunlar mızrak, ok, yay, kama ve kalkanla donatılmışlardı. Savaşlarda demir pullardan yapılmış zırh giyerlerdi. Stratejik öneme sahip yerlerdeki kalelerde sürekli birlikler bulundurdu.

Persler döneminde haberleşme, ulaşım ve düzenli bir posta örgütü vardı. Ülke ulaşımına verilen önem sonucu ticaret gelişmiş, Kral Yolu üzerinde önemli ticaret merkezleri kurulmuştur.

Perslerden kalan sanat eserlerinin en önemlileri, krallar için yapılan büyük saraylardır. Persler, Mezopotamya, Mısır, Anadolu ve Yunan sanatlarının etkisinde kalarak bir “Pers üslubu” yaratmışlardır. Mimarinin yanı sıra kabartmacılığa da önem vermişlerdir. Büyük kayaları oyarak mezarlar yapmış ve bunları kabartmalarla süslemişlerdir.

6. Hint Uygarlığı

Hindistan Asya Kıtası’nın güneyinde, Hint Okyanusu’na doğru uzanan büyük bir yarımadadır. Hindistan’da ilk uygarlık, MÖ 4000’li yıllarda İndus Nehri boyunca ortaya çıkmıştır. Doğal kaynakları açısından zengin olan Hindistan, tarih boyunca bu özelliğinden dolayı birçok kavmin istilasına uğramıştır. Bunlardan birisi de Arilerdir. Ariler, MÖ 1500’lerde Orta Asya’dan Hindistan’a gelmişler; siyasi, sosyal ve kültürel yapılarını bu bölgeye taşımışlar ancak burada merkezî bir otorite sağlayamamışlardır. Bu nedenle Hindistan “racalık” adı verilen küçük prenslikler tarafından yönetilmiştir.

Ariler, Hindistan’a gelmeleriyle birlikte “kast sistemini” bu bölgeye taşımışlardır. Kast, meslekleri babadan oğula geçen ve aynı geleneklere bağlı bulunan çeşitli sosyal sınıflardan oluşan bir sistemdir. Bu sistemde brahmanlar, din adamlarından; kşatriyalar, raca, asker ve asillerden; vaysiyalar, tüccar ve çiftçilerden; südralar, zanaatkar ve işçilerden oluşmuştur. Kast sisteminin dışında kalanlar da paryaları meydana getirmiştir.

Hindistan’la ilgili ilk bilgiler “Veda” adı verilen dinî içerikli metinlerde geçmiştir. Ariler bölgeye geldiklerinde vedaları geliştirerek Hinduizme hayat veren Brahmanizmin ortaya çıkmasını sağlamışlardır. Farklı toplulukların Brahmanizm dinine girememesi nedeniyle bu din Hindistan’da fazla yayılamamıştır. Hinduizm ve Brahmanizm’den başka Hindistan’da Taoizm, Konfüçyüsçülük, Manihaizm dinleri varlık göstermiştir.

KAST SİSTEMİNİN ÖZELLİKLERİ

  • Her kastın bir adı vardır. Kast üyeleri kendi adları ile birlikte bu adı da belirtirler.
  • Kast dışı sosyal ilişki kurmak yasaktır. Her üye kendi kastı içinde evlenir.
  • Bir Hindu kendi kastı dışındaki bir kast üyesi ile yemek yiyemez.
  • Her kastın kendine özgü törenleri vardır.
  • Brahmanların kastı bütün kastlar tarafından üstün kast olarak kabul edilir.
  • Kast usullerine saygı gösterilmesini ve kastın işleyişini sağlamak için kast içinde özel teşkilatlar vardır.
  • Kast kurallarına uymayanlara verilen en ağır ceza kasttan çıkarılmadır. Bu da toplumdan dışlanma anlamına gelir.
  • Kastlar arasında geçiş yoktur. Her üye doğduğu kast içinde yaşamını sürdürür. Meslekler babadan oğula geçer.

Y. Hikmet Bayur, Hindistan Tarihi, s. 14-18’den özetlenmiştir.

7. Çin Uygarlığı

Çin, Asya Kıtası’nın güneydoğusunda geniş topraklara sahip bir ülkedir. Çin uygarlığının oluşmasında Çin kültürünün yanında Türk, Moğol ve Tibet kültürleri de etkili olmuştur.

Çin hakkında tarihî değer taşıyan ilk bilgilere MÖ XI. yüzyılda rastlanmıştır. Merkezî otoritenin güçlü olduğu Çin, tarih boyunca hanedanlıklarca yönetilmiş, MÖ III. yüzyıldan itibaren siyasi birliğini tamamlayıp güçlü bir imparatorluk hâline gelmiştir.

Çin’de “tanrının oğlu” unvanını taşıyan imparatorların kutsal olduğuna inanılırdı. Çin imparatorlarının gücü daimi ordulara dayanmıştır. Çin ordusu, yaya ve arabalı askerler olmak üzere iki sınıfa ayrılmıştır. Ancak Türklerin örnek alınmasıyla bu sınıflara atlı birlikler de dâhil edilmiştir.

Çin’de sosyal yapıyı asiller ve köylüler oluşturmuştur. Köylülere hürriyet hakkı tanımayan bu sosyal yapıda, sınıfların yaşayış ve hukukları birbirinden farklıdır.

Çin’de en yaygın dinler Konfüçyüsçülük, Taoizm ve Budizm’dir. Çin uygarlığının temeli, Konfüçyüsçülük öğretisine dayanmıştır. Bu dinî öğretinin temeli erdem ve görev ahlakına dayalıdır.

Çin’de ekonomi büyük ölçüde tarıma dayalıdır. Tarımın yanında iplik, ipek, porselen ve kumaş üretimi de yapılmıştır. Çinli tüccarlar İpek Yolu aracılığıyla Çin’den Roma’ya kadar olan bölgede ticari faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Tek heceli bir dil konuşulan Çin’de bu dile ait farklı lehçeler kullanılmıştır. Çin yazısı günümüzde de kullanılmaktadır.

Çin’de resim, kumaş işleme, porselen imalatı, heykelcilik, çinicilik gibi zanaat ve sanat dalları gelişmiştir. Budizm, resim ve heykelciliğin gelişiminde etkili olmuştur.

Çin mimarisi, askerî ve dinî yapılar yönünden gelişme göstermiştir. Çin Seddi ve Budist tapınakları Çin mimarisinin en güzel örnekleridir. Çin mimarisinde ince, zarif üsluplu, birbirine geçirilmiş çatılar önemli bir yer tutmuştur.

Çinliler, mürekkep, kâğıt, barut, pusula ve matbaayı kullanarak dünyada birçok gelişmeye öncülük etmiştir.

8. Doğu Akdeniz Uygarlığı

a.            Fenikeliler

Sami ırkından olan Fenikeliler, Lübnan Dağları ile Doğu Akdeniz kıyıları arasındaki bölgede yaşamışlardır. Fenikeliler bölgeye MÖ 3000 yıllarında gelmişlerdir. Sur, Sayda, Biblos gibi liman şehirleri kuran Fenikeliler, MÖ 2500 yıllarından itibaren Mısırlılarla ticari ilişkilere başlamışlardır. Bir süre sonra Mısır’ın nüfuzuna giren Fenikeliler, onların nüfuzundan ancak MÖ XIV. yüzyılın sonunda çıkmışlardır.

MÖ IX. yüzyıldan itibaren sık sık Fenike üzerine seferler düzenleyen Asurlular bölgeyi kısa aralıklarla hâkimiyetleri altına almışlardır.

Fenike, MÖ VI. yüzyılda da Perslerin istilasına uğramıştır. Daha sonra Büyük İskender tarafından zapt edilen Fenike, MÖ 65 yılında Roma’nın Suriye eyaletine bağlanmıştır.

Fenikeliler çok tanrılı bir inanca sahiptiler. Her şehrin bir tanrı veya tanrıçası vardı.

Mimaride daha çok taş kullanan Fenikelilerin evleri tek katlı olup, evlerin salonu, hamamı ve su kuyusu bulunurdu. Tapınakları dikdörtgen şeklinde olup, koridor, avlu ve adak yerlerinden meydana gelirdi. Şehirleri kalın surlarla çevriliydi.

Fenikelilerin deniz ticareti ile ilgilenmeleri kültürel yaşamlarını nasıl etkilemiştir?

Fenikeliler, ürünlerini satmak ve ihtiyaç duydukları altın, gümüş, bakır ve kalay gibi madenleri temin etmek için Akdeniz kıyılarında ticaret kolonileri meydana getirmişlerdir. Ticaret aracılığıyla doğu ülkeleri ile Akdeniz ülkeleri arasında kültürel bir etkileşim sağlamışlardır.

Fenikelilerin uygarlığa en büyük katkıları, harf yazısını bulmaları ve 22 harften meydana gelen Fenike alfabesini oluşturmalarıdır. Fenike alfabesini daha sonraki dönemlerde Yunanlılar ve Romalılar yeniden düzenlemişlerdir. Bu alfabeye yeni harfler ekleyerek bugünkü Latin alfabesini meydana getirmişlerdir.

b.            İbraniler

Sami asıllı bir kavim olan İbraniler, Eski Çağda Suriye ile Mezopotamya arasında göçebe olarak yaşamışlar, daha sonra Filistin’e yerleşmişlerdir. Burada MÖ 1040’lara doğru bir krallık kurmuşlardır. Bu krallığın başına geçen Hz. Davut, Kudüs şehrini kurarak başkent yapmıştır. Oğlu Hz. Süleyman zamanında Akdeniz ülkeleri, Mısır, Mezopotamya ve Arabistan ile ticaret yapılmış, bu sayede ülke zenginleşmiştir.

Hz. Süleyman’ın ölümünden sonra İbraniler arasında birlik bozulmuş, biri İsrail, diğeri de Yuda (Yahudi) olmak üzere iki devlet hâline gelmişlerdir. Bu iki devletin karşılıklı mücadelesinden yararlanan Asurlular, MÖ VIII. yüzyılda İsrail Devleti’ne son vermiştir. MÖ VI. yüzyılın ikinci yarısında da II. Babil Devleti, Yuda Devleti’ni yıkmış ve Yahudileri Babil’e sürmüştür. Babiller, Yahudileri yalnızca sürmekle yetinmemişler onlara ait Mescid-i Aksa’yı da yıkmışlardır.

Pers hükümdarının Babil’i alması üzerine esaretten kurtulan Yahudiler MÖ VI. yüzyılın ilk yarısında Kudüs’e gelerek Mescid-i Aksa’yı yeniden inşa etmişlerdir. Kudüs, eski önemini kazanıp din merkezi hâline gelmesine rağmen Yahudiler bir daha devlet kuramamışlar, sırasıyla Pers, İskender ve Roma imparatorluklarının hâkimiyeti altında yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Hristiyanlığın yayılmasıyla dinî birlikleri bozulan İbraniler, Roma İmparatorluğu’na karşı ayaklanma girişimlerinde bulunmuşlardır. Bu isyan girişimlerinde başarılı olamadıkları gibi MÖ 70 yılında ikinci kez yurtlarından sürülmüşlerdir.

MİLLİ BİR DİN: MUSEVİLİK

İlk Çağ uygarlıkları içerisinde ilk defa tek tanrılı dine inanan topluluk olma özelliğiyle ayrı bir yere sahip olan İbraniler farklı coğrafyalarda birçok devletin egemenliğinde yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Buna rağmen günümüze kadar vatan ve millet bilincine sahip, asimile olmayan bir topluluktur.

İbraniler sürgün döneminde gelenek ve göreneklerini korumuş, değişen koşullara rağmen kendilerine has özelliklerini yitirmemişlerdir. Bu Museviliğin sadece İbranilere ait bir din olarak kabul edilmesini sağlamıştır.

Niyazi Akşit, A’dan Z’ye Kültür ve Tarih Ansiklopedisi, s. 366-377’den yararlanılmıştır.

9. Anadolu Uygarlıkları

Anadolu, göç ve ticaret yollarının üzerinde bulunması, Asya ile Avrupa’yı birbirine bağlaması, topraklarının verimli olması ve ikliminin insan yaşamına uygun olması gibi nedenlerden dolayı birçok kültüre yurt olmuştur. Kültürel etkileşim Anadolu uygarlığının gelişimini hızlandırmıştır.

a. Hattiler

MÖ 2500-MÖ 1700 yılları arasında Anadolu’da büyük bir uygarlık oluşturmuş olan Hattiler hakkında elde edilen bilgiler oldukça kısıtlıdır. Hattilerin, göçler sonucunda Anadolu’ya geldikleri tahmin edilmektedir. Yapılan araştırmalar Hititlerin kültür ve inanç bakımından Hattilerden oldukça etkilendiklerini ortaya koymuştur. Hatti kültürüne ait en önemli eserler Alacahöyük’te bulunmuştur. 1935’te Atatürk’ün himayesinde başlayan kazılar sonucu bugün Anadolu Medeniyetleri Müzesinde sergilenen güneş kursları, altın kupalar, heykelcikler gibi birçok eser ortaya çıkarılmıştır. Hattilere ait süsleme ve bezeme şekillerinin Anadolu’nun birçok yerinde görülmesi bu uygarlığın ne kadar yayılmış olduğunu göstermektedir. Hatti halkı, hayvan biçimli tanrı kültünü geliştirmiş, özellikle de boğa önemli bir simge olmuştur. Hattiler Hititlerle kaynaşmış, Hatti kültürü, Hitit kültürü içinde yaşamaya devam etmiştir.

b. Hititler (MÖ 1700 – MÖ 700)

Hititler, MÖ 2000 yılı başlarında Kafkaslardan Orta Anadolu’ya gelerek Kızılırmak boylarına yerleşmişler, MÖ 1400 yıllarında imparatorluk hâline gelmişlerdir. Başkentleri Hattuşaş’tır. Hattuşaş, Anadolu’da doğu-batı ve kuzey-güney doğrultusunda işleyen yolların kesiştiği bir noktada bulunmaktaydı. Böylece Anadolu’nun büyük bir kısmı kontrol altında tutulabilmiştir. Hititlerin merkeziyetçi politikaları, buraya ulaşan yolların işlek olmasını, yollar üzerinde de çeşitli yerleşmelerin kurulmasını sağlamıştır. Bu dönemin en önemli siyasi gelişmesi, Hititler ile Mısırlılar arasında yapılan Kadeş Antlaşması’dır (MÖ 1280).

MÖ 1200’lerde Ege göçleri ile batıdan gelen kavimlerin Hitit Devleti’ni yıkması sonucunda Güneydoğu Anadolu’da Hitit şehir devletleri kurulmuş ve bu dönemi tarihçiler “Geç Hitit Şehir Devletleri Dönemi” olarak adlandırmışlardır. MÖ 700 yıllarında önce Asurlulara bağlanan bu şehir devletleri daha sonra Perslerin hâkimiyetine girmiştir.

 

Başlangıçta Hitit Krallığı, feodal beyliklerden oluşmuştur. Daha sonraları merkezi krallık güçlenerek eyaletlere merkezden valiler atanmıştır. Krallar yerine göre başkomutan, başyargıç ve başrahipti. Hititlerin ilk döneminde kralın yetkileri soylulardan oluşan Pankuş meclisi tarafından sınırlandırılmıştır. Ancak imparatorluk döneminde Pankuş meclisinin yetkileri azalırken kralın yetkileri artmıştır.

Devlet yönetiminde kraldan sonra en yetkili kişi “Tavananna” adı verilen kraliçeydi. Tavananna, dinî törenlere başkanlık yapar, kral savaşa gittiğinde ülkeyi yönetirdi. Hititlerde kralın buyruklarına karşı gelmek, devlete başkaldırmak büyük suç sayılmış ve ölümle cezalandırılmıştır.

Hititlerdeki sosyal yapıda en üst sınıfı kral ve ailesi oluşturmuştur. Bu sosyal yapıda asillerden başka rahipler, sanatçılar, askerler, memurlar ve köleler gibi sınıflar da yer almıştır.

Hitit sanatı, Mezopotamya sanatının etkisinde gelişmiştir. Heykelcilik ve kabartmacılık gelişen başlıca sanat dallarıdır. Yazılıkaya ve İvriz kabartmaları Hitit sanatının en önemli örnekleridir.

Anadolu’ya yazıyı Asurlular getirmiştir. Hititler, Asurlulardan aldıkları çivi yazısıyla beraber kendilerine ait olan hiyeroglif yazısını da kullanmışlardır. Hititlerden kalan en önemli yazılı eserler anallardır. Anallar, kral tarafından Tanrı’ya hesap vermek için yazılan yıllıklardır.

Hititler, Mezopotamya’dan aldıkları kanunlara eklemeler ve düzeltmeler yaparak Anadolu’daki ilk kanunları oluşturmuşlardır. Medeni hukuk ve ceza hukuku büyük gelişme göstermiştir. Hitit kanunları, hür vatandaşlara olduğu kadar kölelere de mülkiyet hakkı tanımıştır.

Hititler döneminde Anadolu’da çok tanrılı bir din anlayışı hâkimdi. Hititler çevre kültürlerin tanrılarına da inanmışlardır. Bu nedenlerle Anadolu için “Bin Tanrı İli” denilmiştir.

c.            İyonyalılar

Tarihte İyonya, İzmir ile Büyük Menderes Nehri arasındaki bölgeye verilen addır. Dorların baskısı sonucunda Akaların bir kısmı Yunanistan’dan Batı Anadolu’ya göç etmişler ve burada şehir devletleri kurmuşlardır. Bu şehir devletleri arasında siyasal birlik sağlanamamıştır. İyon şehir devletleri arasında en tanınmışları Efes, Milet, Foça ve İzmir (Smyrna)’dir.

İyonyalılar özgür düşüncenin ve pozitif bilimlerin öncüsü olmaları yönüyle önem taşırlar. Felsefe, matematik ve tıp bilimlerinin temeli İyonya’da atılmıştır. İyonyalılar, saray ve tapınak mimarisinde gelişmişlerdir.

Canlandıralım

TALES’E ANADOLU’YU SORDUK

İyonya, filozofları ve bilim insanlarıyla ün salmış bir ülke. Düşünce özgürlüğünün var olduğu bu ülkede öğrencimiz Mehmet, matematik ve astronomi çalışmalarıyla tanınan Tales’i buldu ve sizler için kendisine aşağıdaki soruları yöneltti.

Mehmet: Bize kendinizi tanıtıp çalışmalarınız hakkında bilgi verir misiniz?

Tales: MÖ 625’te Milet şehrinde doğdum. İyonya’da geometrinin ilk temsilcisiyim. Geometri eğitimimi Mısır’da astronomi eğitimini de Babil’de aldım. Piramitlerin yüksekliğini gölgelerini ölçerek hesapladım. Gemilerin kıyıdan ne kadar uzakta olduklarını ölçebilmek için geometrik yöntemler geliştirdim. Küçükayı takımyıldızını keşfettim. Ayrıca depremin nedenleri hakkında teori de geliştirdim. Bana göre geminin dalgalar üzerinde hareket edişine benzer bir biçimde, karalar su üstünde yüzer ve bu nedenle depremler oluşur. Güneş tutulmasını bilimsel olarak açıkladım.

Mehmet: Anadolu hakkında bize neler söylemek istersiniz?

Tales: Anadolu’yu birçok kavmin istila etmesine rağmen güvenli, ekonomik yönden gelişmiş, değişik kültürlerin buluşma noktası olan bir ülke olarak görüyorum.

Mehmet: Kral Yolu hakkında neler düşünüyorsunuz?

Tales: Kral Yolu Lidyalılar tarafından yapılmıştır. Batı Anadolu’dan başlayıp Mezopotamya’ya kadar uzanmıştır. Bence bu yol ticari öneminden daha çok kültürel öneme sahiptir. Çünkü Mezopotamya ve Anadolu uygarlıkları bu yol aracılığı ile birbirlerini etkilemişler ve ilerleme kaydetmişlerdir.

Mehmet: İyonya’nın her yönden gelişmesinin nedenleri nelerdir?

Tales: İyonya’nın Asya’dan gelen ticaret yollarının bitiş noktası olması, İyonya’da özgürlüğün daha fazla olması, bu bölgenin ekonomik olarak gelişmiş olması kültürel açıdan gelişmeye katkı sağlamıştır.

Mehmet: Kolonicilik nedir? İyonyalılar niçin deniz ticaretine yönelmiştir?

Tales: Bir ülkenin kendi sınırları dışında ekonomik, sosyal, siyasal nedenlerle ele geçirip yönettiği şehirlere koloni denir. Biz İyonyalılar kolonilerimizi vatan olarak görmeyiz. İyonya şehirlerinin sahilde olması ve Lidyalıların kara ticaretinde ilerlemeleri bizleri denizciliğe yöneltti.

Mehmet: Verdiğiniz bilgiler için teşekkür ederim.

Tales: Ben teşekkür ederim.

d. Urartular(MÖ 900 – MÖ 600)

Urartu Devleti, Doğu Anadolu’da Asya kökenli Hurriler tarafından kurulmuştur. Urartuların merkezi Tuşpa (Van)’dır. Asurlular, MÖ 743 tarihinde Tuşpa’yı kuşatınca Urartu egemenliğine büyük bir darbe vuruldu.

Aynı dönemde de kuzeyden Kimmerlerin saldırıları başladı. Bu nedenlerle Urartular MÖ 8. yüzyıl sonlarında Van Gölü yöresine çekilmek zorunda kaldılar.

Urartular sık sık Asurluların istila ve baskınlarına uğramıştır. Böylece hem Urartu medeniyeti zarar görmüş hem de bu dönemde sık meşe ormanlarıyla kaplı Van yöresi tahrip edilmiştir.

Nitekim Asur kralının diktiği kitabe üzerindeki “Güzel fidanlıkları dağıttım, üzüm bağlarını geniş ölçüde tahrip ettim, sazlık kadar sık ormanları kestirdim…” ibaresi bu durumu açıkça ortaya koymaktadır. Kimmer akınlarıyla sarsılan Urartu Devleti’ne MÖ 600’de Medler son vermiştir.

Savaşçı bir toplum olan Urartular; maden işlemeciliği, kaya oymacılığı, kabartma sanatı, resim, gibi sanat dallarında ileri bir düzeydeydi. Urartuların en önemli ekonomik etkinliği hayvancılıktı. Doğu Anadolu’da Van Gölü çevresinde ileri bir uygarlık kuran Urartular, kaleler, su kanalları ve su bentleri yapmışlardır.

Hatta günümüzde bile varlığını koruyan gelişmiş bir sulama ve şehir içme suyu sistemi kurmuşlardır.

e. Frigyalılar (MÖ 800 – MÖ 676)

Frigler, ilk siyasi birliklerini MÖ 750’li yıllarda kurmuşlardır. Friglerin bilinen ilk kralı Gordios’tur. Ülkenin başkenti Gordion, adını Kral Gordios’tan almıştır.

MÖ 700 yılına doğru, Kafkaslar üzerinden Doğu Anadolu’ya giren Kimmerlerin saldırıları sonucunda Frig ülkesi tamamen tahrip olmuştur. Bu nedenle batıya çekilen Frigler, önce Lidyalıların, daha sonra da Perslerin egemenliğine girmişlerdir.

Frigler çiftçilik ve hayvancılıkla uğraşmışlar, tarımı korumak ve geliştirmek için özel kanunlar ve kurallar koymuşlardır. Yapılan kanunlarda tarımla ilgili ağır cezalar öngörülmüştür. Bu kanunlara göre, öküz kesenin ya da saban kıranın cezası ölümdür.

Friglerin yazı sistemi ve dilleri tam olarak çözülememiştir. Ancak Frig dilinin Hint-Avrupa kökenli olduğu tahmin edilmektedir. Frig edebiyatı hakkında fazla bir bilgi yoktur. Fakat ilk hayvan hikâyelerinin (fabl) kaynağı olarak kabul edilmişlerdir.

Frig sanatının ve mimarisinin en önemli örnekleri Gordion ve Midas şehirlerindeki kayalar içine oyulmuş sığınaklardır. Frigler, evlerini dikdörtgen biçiminde yapmışlar, temellerinde taş, üst kısımlarında kerpiç kullanmışlardır. Üzerlerinde hayvan figürleri olan çanak, çömlekler yapmışlardır. Maden işçiliğinde, ağaç oymacılığında, nakış işlemeciliğinde, dokumacılıkta ileri gitmişlerdir.

KİBELE

Çiftçilikle uğraşan Friglerin bereket tanrıçası Kibele’dir. Frigler, Kibele’yi ana tanrıça kabul ederlerdi. Frig inancına göre, Kibele her yıl sonbaharda sevgilisi Attis’i ölüme teşvik eder, Attis’in ölümü ile tabiat da ölürdü. Attis, ilkbaharda yeniden dirildiğinde Kibele ile buluşurdu. Kibele ile Atttis’in buluşmasıyla tabiat yeniden dirilirdi.

Nazmi Özçelik, İlk Çağ Tarihi ve Uygarlığı, s. 110.

 

f.             Lidyalılar (MÖ 687 – MÖ 546)

Lidyalılar, MÖ 1200’lerde Anadolu’ya gelmişlerdir. Gediz ve Küçük Menderes vadileri arasında kalan bölgede yaşamışlardır. Lidya Devleti Kral Giges tarafından Friglerin ve Urartuların son dönemlerini yaşadığı sıralarda kurulmuştur. Devlet merkezi Sardes (Sard) şehridir.

Pers saldırılarına dayanamayan Lidya Devleti, MÖ 546 yılında yıkılmıştır. Ticaret faaliyetleriyle zenginleşen Lidyalılar, Anadolu’da ücretli askerlik sistemine dayalı bir ordu kurmuşlardır. Lidya ordusu istenilen düzeyde teşkilatlanamadığından askerî açıdan yetersiz kalmıştır. Bu durum Lidyalıların yıkılmasında etkili olmuştur.

Lidya Devleti, feodal bir sisteme dayanmıştır. Kralın yanında tüccar ve toprak sahiplerinden oluşan seçkin bir zümre vardır. Kırsal alandaki halk, büyük toprak sahiplerinin arazilerinde ücretsiz olarak çalışmıştır.

Kara ticaretine büyük önem veren Lidyalılar, Sardes’ten başlayarak Mezopotamya’ya kadar uzanan Kral Yolu’nu yapmışlardır. Kral Yolu üzerinden yapılan ticaret sayesinde Doğu ile Batı kültürleri arasında etkileşim artmıştır.

Lidyalılar, Mö VII. yüzyılda mal takasına dayalı ekonomiden paraya dayalı ekonomiye geçişi sağlamışlardır. Uygarlık tarihine yaptıkları en önemli katkı tarihte ilk defa parayı kullanmalarıdır. Bunun sonucunda ticarette kolaylık ve akıcılık sağlanmıştır.

10.          Ege ve Yunan Uygarlığı

Ege ve Yunan uygarlığı, Ege Denizi’ndeki adalar, Yunanistan, Makedonya, Trakya, Batı ve Güneybatı Anadolu’da yaşayan toplulukların meydana getirdiği bir uygarlıktır.

 

MÖ 2000’den itibaren Eski Yunan’da ve Ege’de “polis” adı verilen şehir devletleri (Atina, Sparta, Korint,Larissa, Megara gibi) ortaya çıkmıştır. Şehir devletlerinin merkezinde tapınak bulunurdu. Yönetim binası, resmî yapılar ve Pazar meydanları tapınağın etrafında yer alırdı. Herhangi bir tehlikeye karşı şehirlerin etrafı surlarla çevrilmiştir. Bu şehirlerde yaşayanlar, tarıma elverişli toprakların azlığı, nüfus artışı, ticaret vb. nedenlerle Ege, Karadeniz ve Akdeniz’de koloniler kurmuşlardır.

Ege ve Yunan uygarlığı, koloni faaliyetleri ve kolay ulaşım imkânlarıyla Batı ile Ön Asya arasındaki sosyal, siyasi ve kültürel ilişkilerin gelişmesini sağlamıştır. Bu uygarlık ileri seviyedeki Mısır, Mezopotamya ve Anadolu uygarlıklarıyla etkileşimde bulunmuştur.

Ayrıca Yunan uygarlığı, Büyük İskender’in fetihleri sonucu Asya kültürleriyle kaynaşarak Helenistik kültürü meydana getirmiştir. Yunan uygarlığı, daha sonraki dönemde ortaya çıkan Roma uygarlığının da temelini oluşturmuştur.

Ege ve Yunan uygarlığı, Girit, Miken ve Yunan olmak üzere üç dönemde ele alınmaktadır.

a.            Girit (MÖ 3500 – MÖ 1200)

Ege uygarlıklarının ilki Girit Adası’nda kurulmuştur. Girit en parlak dönemini MÖ 24001400 tarihleri arasında yaşamıştır. En önemli yerleşim yeri Knossos’tur. Girit Krallığı’na MÖ 1200 yıllarında Dorlar son vermiştir.

Girit uygarlığında balıkçılık, avcılık, tarım, ticaret, gemicilik ve deniz ulaşımı gelişmiştir. Girit’in Ege’den Akdeniz’e uzanan deniz yolu üzerinde bir uğrak yeri olması Girit kültürünün çevre kültürlerle yakın ilişki içinde olmasını sağlamıştır.

b.            Miken (Aka) (MÖ 2000 – MÖ 1200)

MÖ 2000 yıllarında Mora Yarımadası’na ulaşan Akalar, Miken şehrini kurdular. MÖ İ400 yıllarında Mora’nın tamamını ele geçirdiler. Çanakkale Boğazı’na sahip olmak için Truvalılarla savaştılar. Akaların egemenliğine MÖ 1200 yıllarında Yunanistan’a giren Dorlar son verdi.

c.            Eski Yunan (MÖ 1200 – MÖ 337)

Akaların egemenliğine son vererek Yunanistan ve Ege adalarını ele geçiren Dorlar, “polis” adı verilen şehir devletleri kurdular. Atina, Sparta, Korint, Tebai bu şehir devletlerinin en önemlilerindendir. Bu devletler Yunanistan’ı ele geçirmek isteyen Perslere karşı başarılı oldular. Pers savaşlarından sonra Atina ile Sparta arasında savaş başladı. Peloponnes Savaşları olarak bilinen bu savaşlardan Sparta üstün çıktı. Bu durum Büyük İskender’in Yunanistan’ı ele geçirmesine kadar sürdü.

Şehir devletlerinin hüküm sürdüğü Yunanistan’da halk siyasi haklara sahip olan yurttaşlar, siyasi hakları olmayan yurttaşlar, toprağa bağlı hiçbir hakkı olmayan köylüler ve köleler olmak üzere sınıflara ayrılmıştı. Sınıflar arası mücadeleden dolayı sosyal yaşama yönelik birtakım hukuki düzenlemeler yapılmıştır. Bunlardan biri Drakon tarafından yapılan kanunlardır. Drakon Kanunları, soyluların keyfî yönetimini orta sınıf lehine düzenlemiştir. Eski Yunanlılarda, Solon Kanunları ile köleliğin ve doğuştan soyluluğun kaldırılması, Kleistenes (Klistenes) tarafından yapılan düzenlemelerle halk meclisinin önemli bir kurum hâline getirilmesi ve sınıf farklılığının ortadan kaldırılması demokrasi anlayışının gelişmesini sağlamıştır.

Çok tanrılı bir dine inanan Eski Yunanlılarda tanrılar, insan şeklinde ve ölümsüz olarak düşünülmüştür. Bu düşünce onları, tanrıların heykellerini yapmaya yöneltmiştir. Böylelikle Eski Yunanlılarda heykel sanatı ve mimari gelişmiştir. Eski Yunan mimarisine Knossos Sarayı örnek gösterilebilir.

Eski Yunanlılar üzeri bitki ve hayvan motifi, insan figürü ile bezenmiş vazolar yapmışlardır. Bu vazolar, Yunan sanat anlayışı, dinî ve günlük yaşam hakkında önemli bilgiler vermiştir.

Yunan uygarlığı tarih, tıp, aritmetik, geometri, astronomi ve felsefe alanlarında da öne çıkmıştır. Yunan felsefesinin ilk temsilcileri Sokrates (Sokrat), Platon (Eflatun) ve Aristoteles (Aristo)’dur. Eski Yunanlılar MÖ VII. yüzyıl başlarına doğru Fenike alfabesini alarak geliştirmişlerdir.

OLİMPİYATLAR

Yunanistan’da dinî törenlerde ve bayramlarda tanrılar adına ilahi okunur, müzik eşliğinde danslar yapılır, spor yarışmaları düzenlenirdi. Yarışmalarda birinci gelenin başına zeytin dalından bir çelenk konur ve heykelinin yapılmasına izin verilirdi. Bu bayramların en önemlisi Yunanistan’ın her tarafından gelen sporcuların katılımıyla Olimpiya Dağı’nda yapılan olimpiyatlardır.

Olimpiyat oyunları ilk kez MÖ 776 yılında düzenlendi. Bu tarihten itibaren dört yıllık aralıklarla düzenlenmeye devam edildi. Yunanların yılları sayma yöntemleri bu oyunlar üzerine kurulmuştu. İki oyun arasına bir “Olimpiad” denirdi ve buna göre tarih belirlenirdi. Modern olimpiyat oyunlarının aksine, bu antik olimpiyat oyunlarına yalnızca Yunanca konuşan özgür, genç ve erkek sporcular katılabiliyordu. Daha sonraki dönemlerde kadınların binicilik yarışmalarına katılmalarına müsaade edilmeye başlandı. Deniz aşırı yerlere kurulmuş koloni şehirlerinden de katılım kabul ediliyordu. Herhangi bir oyun içinde yer alabilmek için bir kişi öncelikle seçmelere katılmak, ardından adını yetkili kişiye yazdırmak zorundaydı. Yarışmalara katılmadan önce her bir yarışmacının Zeus heykeli önüne geçerek en azından 10 ay boyunca eğitim görmüş olduğuna ve hiçbir hile yapmayacağına dair ant içmesi gerekiyordu.

Niyazi Akşit, A’dan Z’e Kültür ve Tarih Ansiklopedisi, s. 172-173’ten yararlanılmıştır.

d.            İskender İmparatorluğu

Makedonya Kralı II. Philip (Filip), Yunan şehir devletlerini birleştirerek Helen birliğini kurmuştur. Büyük İskender, babası II. Philip’in öldürülmesinin ardından Helen birliğinin başına geçmiştir. Çıkan ayaklanmaları bastıran İskender, bütün Yunan şehir devletlerini Makedonya Devleti’ne bağlamıştır. Ülkede istikrarı sağlayan İskender, MÖ 334’te Makedonyalı ve Yunanlılardan oluşan 35 bin kişilik ordusuyla Asya Seferi’ne çıkmıştır.

 

İskender, Çanakkale Boğazı üzerinden Anadolu’ya geçerek Persleri Granikos ve İssos savaşlarında yenilgiye uğratmış, Suriye’yi ve Mısır’ı ele geçirmiştir. Bir süre bu bölgede kaldıktan sonra Asur ülkesine yönelmiş, bütün Mezopotamya’yı egemenliği altına almıştır. Hayber Geçidi’ni aşarak Hindistan’a girmiştir. Askerlerin isteksizliği ve yorgunluğu üzerine Babil’e geri dönmüştür.

İskender 33 yaşındayken hayatını kaybetmiştir.

Onun ölümünden sonra ülke İskender’in generalleri arasında paylaşılmıştır. İmparatorluk toprakları üzerinde üç krallık kurulmuştur. Bunlar; Mısır’da kurulan Ptolomeler, Makedonya’da Antigonitler ve Anadolu’dan Hindistan’a kadar uzanan topraklarda ise Selevkoslardır. Selevkos Krallığı’nın parçalanmasıyla Anadolu’da Pontus, Kapadokya, Bitinya ve Bergama krallıkları ortaya çıkmıştır.

İskender, ülkeyi Perslerde olduğu gibi satraplıklara bölmüştür. Doğudaki satraplıkların başına Persleri, batıdaki satraplıkların başına Makedonyalıları geçirmiştir. Ancak askerî yönetimle sivil yönetimi birbirinden ayırmıştır. Pers sarayının protokol kurallarını benimsemiştir. Merkezî bir vergi toplama sistemi oluşturmuştur.

İskender’in kurduğu İskenderiye gibi şehirler, zamanla birer kültür ve ticaret merkezi hâline gelmiştir.

İskender’in Asya’ya yönelik faaliyetleri, batı ve doğu kültürlerinin karışmasıyla yepyeni bir kültürün ortaya çıkmasını sağladı. Bu yeni kültüre Helenistik kültür, bu kültürün ortaya çıktığı yaklaşık üç yüz yıl devam eden (MÖ 330 – MÖ 30) döneme Helenistik Dönem denilmiştir.

GORDİON DÜĞÜMÜ

MÖ 334’te İskender, Gordion’a gelir. Bir efsaneye göre, “Gordion düğümünü (halatların öküz arabasına bağlanarak gerdirilmesi ve uçlarının görünmemesiyle oluşan düğümü)” çözen kişinin Asya’ya hâkim olacağı söylenmektedir. Efsaneyi bilen ve hızlı bir çözüm yolu kullanan İskender, kılıcıyla halatı bir hamlede kesip düğümü yok eder. Böylelikle Asya’ya, hâkim olabileceği inancının halk arasında yayılmasını sağlar.

PARŞÖMEN

Bilgi çağı olarak adlandırılan günümüzde, kitap okuma ve kütüphaneye gitme alışkanlığının az olduğuna dikkat çekilirken eski çağlarda birçok kütüphanenin var olduğu tespit edilmiştir. Yapılan araştırmalar eski çağların en önemli kütüphanesinin Asurlular tarafından Ninova’da kurulduğunu ortaya koymuştur. Asurluların yazıyı kil tabletler üzerine kaydederek bu tabletlerin her birinden ikişer tane oluşturmak suretiyle kilden yapılmış zarf arasında sakladıkları anlaşılmıştır. Bu dönemde üzerine yazı yazılan diğer önemli nesne ise Mısır’da yetişen bir bitkiden elde edilen papirüstür.

İlk Çağda Anadolu’da da kültür-sanat merkezi olan kentlerde ünlü kütüphaneler vardır. Bunların en ünlüsü de Bergama Kütüphanesi’dir. 200 bin kitapla donanmış Bergama Kütüphanesi İskenderiye Kütüphanesi ile rekabet içindedir. Öyle ki İskenderiyeliler, Bergama kenti bu yarışı kazanmasın diye papirüs ihraç etmeyi yasaklamışlardır. Bunun üzerine hayvancılıkla uğraşan Bergamalılar keçi derisinden kâğıt elde etmişlerdir. Bergama’nın antik söylenişi Pergamon olduğundan bu kâğıda parşömen adı verilmiştir. Fakat parşömenin papirüsten farklı olarak çok ince olması ve kuruduğu zaman kıvrılması parşömenin kenarlarına tahta çakılmasına neden olmuştur. Böylece Codex (Kodeks) denilen ilk kitap oluşmuştur.

ÖLÜM TANRISI HADES GİREMEZ

Kuruluşu MÖ IV. yüzyıla kadar uzanan Asklepion Sağlık Merkezi, mitolojideki sağlık tanrısı Asklepieos’a adanarak yapılmış ve MS V. yüzyıla kadar, ünlü bir tedavi merkezi olarak etkinliğini sürdürmüştür. Bergama’nın eski çağlarda önemli bir sağlık kenti olduğunu ispatlayan Asklepion’un giriş kapısı, bugün Viran Kapı olarak ayakta durmakta olup bu kapının üzerinde şu yazı yer almaktadır: “Bütün tanrılar adına kurulmuş bu kutsal yere, yalnız Ölüm Tanrısı Hades giremez!”

Rivayetlere göre; yüzlerce yıl boyunca Asklepion’da kimse hayatını kaybetmemiş. Çünkü Asklepion Sağlık Merkezine gelen hastalar girişte muayene edilip tedavisi mümkün olmayan ölümcül hastalar içeri alınmamıştır. İçeri alınan hastalar, 650 metre uzunluğundaki kutsal yoldan yürüyerek, bugün bile içilebilen şifalı sudan içip yıkandıktan sonra hastalığın tedavisine başlanmıştır. Buluntulardan, ameliyatların da yapıldığı anlaşılan Asklepion’da ilaçla, bitkilerle, müzikle, su, çamur ve güneş banyolarıyla tedavinin yanında telkinle tedavinin uygulandığı anlaşılmıştır. Galenos gibi ünlü hekimlerin yetiştiği bilinen Asklepion’da tıbbın simgesi yılanlı sütun da yer almıştır.

11.          Roma Uygarlığı

 

Arkeolojik araştırmalar, Apenin Yarımadası’nda bulunan İtalya’da uygarlığın Orta Taş Çağından itibaren başladığını ortaya koymuştur. Bu yarımada, MÖ 3000’lerde Yeni Taş Çağını yaşamış ve zaman içerisinde büyük göçler almıştır. İtalya’ya göç eden kavimlerin en eskileri İtaliklerdir. Daha sonra buraya Etrüskler gelmişlerdir. Bu göçler, Fenikeliler ile Yunanlıların kurdukları kolonilerle devam etmiştir.

İtalya Yarımadası ve Akdeniz çevresinde kurulan büyük bir uygarlığa adını veren Roma şehri, MÖ 753 yılında Romulus tarafından kurulmuştur. Başlangıçtan MÖ 510 yılına kadar Roma, krallık ile yönetilmiştir. Krallık döneminde, kral ihtiyarlar meclisi tarafından teklif edilmiş, “kuria” adı verilen halk meclisi tarafından seçilmiştir. Kral senatoya karşı sorumludur.

Roma toplumu patriciler, plepler ve köleler olmak üzere üç sınıfa ayrılmıştır. Patriciler, Romalı soylulardan meydana gelmiştir. Mülkiyet, devlet memuru ve asker olabilme hakkına sahiptiler. Sosyal yaşam açısından diğer sınıflarda yer alanlara göre daha rahattılar. Roma’ya sonradan gelip yerleşenler plepleri oluşturmuştur. Plepler, hiçbir siyasi hakka sahip değillerdir. Daha çok hayvancılık, tarım, ticaret vb. işlerle uğraşmışlardır. Köleler ise Roma’nın işgali altındaki ülkelerden getirilmişlerdir. Patricilerin evlerinde hizmetçilik ya da uşaklık, tarlalarda işçilik ve kâhyalık gibi işler yapmışlardır. Hiçbir hakkı olmayan bu sınıf, efendisinin her istediğini yapmak zorunda kalmıştır. Eğlence maksadıyla vahşi hayvanlarla dövüştürülmüşlerdir. Sınıfsal ayrım yüzünden kötü şartlarda yaşayan köleler, zaman zaman yönetime karşı ayaklanmışlardır.

MÖ 510 yılında krallık yönetimine son verilerek Cumhuriyet Dönemine geçilmiştir. Roma’da Cumhuriyet Döneminde devlet konsül adı verilen iki yüksek memur tarafından yönetilmiştir. Konsüller, bir yıllık süreyle görevlendirilmişlerdir. Konsüller birbirlerine ve senato adı verilen meclise karşı sorumluydular. Konsüllerin başlıca görevleri, orduya komuta etmek, gerektiğinde senatoyu toplantıya çağırmak, vergi sistemini düzenlemek ve vergilerin toplanmasını sağlamaktır.

Cumhuriyet Döneminde Roma, genişleyerek İtalya Yarımadası’nı ve Akdeniz’in batısında bulunan yerleri hâkimiyeti altına almıştır. Daha sonra Makedonya, Suriye ve Mısır’ı zapteden Roma, Doğu Akdeniz’in fethini tamamlamıştır. Sınırların genişlemesinde düzenli Roma ordusunun etkisi büyüktür. Roma ordusu yaya ve atlı askerlerden oluşmuştur. Ordunun temelini lejyonlar (askerî birlikler) meydana getirmiştir.

Roma’nın geniş bir coğrafyaya hakîm olması, sosyal yapının ve düzeninin bozulmasına neden olmuştur. Patriciler zamanla zenginleşirken plepler ve köylüler yoksullaşmışlardır. Bu nedenle pleplerle patriciler arasında uzun süren çatışmalar ortaya çıkmıştır. Bu çatışmaların sonucunda plepler ile patriciler arasındaki sınıfsal farklılıkları ortadan kaldırmak için “On İki Levha Kanunları” adıyla bilinen hukuki düzenlemeler yapılmıştır.

Pleplere de memur ve asker olma hakkı tanınmıştır. Buna benzer düzenlemelerle Roma hukuku birçok devlete örnek olmuştur.

Roma’da çıkan sınıfsal çatışmalara dıştan gelen saldırılar da eklenince bu durumdan yararlanan bazı komutan ve konsüller yönetimi ele geçirmek istemişlerdir. Bunlardan bir tanesi de Julius Caesar (Sezar)’dır. Julius Caesar ile Roma’da Cumhuriyet Dönemi sona ermiştir.

JULIUS CAESAR

Julius Caesar, MÖ 101 yılında Roma’da soylu bir ailenin oğlu olarak dünyaya geldi. Yirmi yaşlarındayken siyasi nedenlerle Roma’dan kaçmak zorunda kaldı. Daha sonra Roma’ya dönen Caesar kırk bir yaşına geldiğinde,Roma’nın seçkin kişilerinden biri olmuştu.

Dönemin ünlü generalleri ile anlaşarak kendisini konsül (devlet başkanı) seçtirtti. Galya (Fransa) valiliğini de üzerine aldı. Caesar’ın, Galya valisi olarak Roma’dan uzaklaşması senatonun işine geldiğinden bu duruma ses çıkarmadılar.

Caesar’ın amacı, Galya’da kendine bağlı bir ordu kurmak ve Roma’nın üzerine yürüyerek diktatör olmaktı. Konsüllük süresi bir yıl sonra bitince Caesar Galya’ya gitti ve sekiz yılda bütün Galya’yı Roma İmparatorluğu sınırları içine kattı.

MÖ 50’de Caesar ordusuyla, Roma üzerine yürüyüşe geçti. Caesar’ın bu hareketi kısa süre içinde bütün Roma İmparatorluğu’na yayılarak, bir iç savaş hâline geldi. Savaşı kazanan Caesar, Roma’ya hâkim oldu. Caesar, kendisini senatoya önce bir, sonra on yıllığına ve aradan çok geçmeden de, ömür boyunca diktatör seçtirtti. Ayrıca Caesar’ın toprak reformu, eyaletlerde koloniler kurulması gibi yoksullar yararına aldığı önlemler senatonun tepkisini çekti. Sonunda, soylular Caesar’ı öldürmek için gizli bir örgüt kurdular. Bu örgüte, Casear’ın evlatlığı bazı kaynaklara göre de öz oğlu Brütüs de girmişti.

Caesar, senatoda, suikastçılar tarafından öldürüldü. Suikastçılar Caesar’ın ölümünden halkın sevinç duyacağını sandılar. Fakat Roma halkı bu durum karşısında umulanın aksine ayaklandı. Bunun üzerine Caesar’ın katilleri Roma’dan kaçtılar ama peşleri bırakılmadı. Bunlardan, Caesar’ın çok sevdiği Brütüs, Makedonya’da yakalanacağını anlayınca intihar etti.

Sabahat Atlan, Roma Tarihinin Ana Hatları, s. 135-176’dan yararlanılmıştır.

Roma’da MÖ I. yüzyılın sonlarında Cumhuriyet Dönemi sona ermiş ve MÖ 27 yılında Oktavianus (Oktavyanus)’a Augustus (Agustus) unvanı verilerek “İmparatorluk Dönemi” başlamıştır. Bu dönemde iç güvenlik sağlanarak halkın refah seviyesi yükseltilmeye çalışılmıştır. Ancak III. yüzyıldan itibaren Roma İmparatorluğu gücünü kaybetmeye başlamıştır. Merkezî otoritenin zayıflaması, Kavimler Göçü, savaşların uzun sürmesi ve iç karışıklıklar gibi nedenler imparatorluğun 395 yılında ikiye bölünmesine neden olmuştur. Bu bölünme sonucunda başkenti Roma olan Batı Roma İmparatorluğu ile başkenti İstanbul olan Doğu Roma İmparatorluğu kurulmuştur. 476 yılında kuzeyden gelen barbar kavimlerinin saldırılarıyla Batı Roma yıkılmıştır.

Romalılar ilk dönemlerde tarım ve hayvancılıkla uğraşmışlardır. Zamanla Akdeniz ve çevresinin Roma egemenliğine girmesi Roma’nın zenginleşmesini sağlamıştır. Yapılan yollar sayesinde ticaret gelişmiştir.

Roma uygarlığı, mimari ve sanatsal açıdan büyük bir gelişme göstermiştir. Romalılar, Yunan tiyatrolarına yeni bir boyut kazandırmıştır. Çeşitli yarışlar ve gösteriler için kullanılan amfi tiyatrolar, hayvan ve insan dövüşlerinin yapıldığı bir alan olarak kullanılmaya başlanmıştır.

Yapılarda kemerli ve kubbeli yapım tekniği büyük ölçüde geliştirilmiştir. İç mekânı ön plana çıkaran ve anıtsal bir yapı özelliği kazandıran bir üslup benimsenmiştir. Romalıların geliştirdikleri mimari üslup günümüze kadar varlığını korumuştur. Agustus Tapınağı, Roma Hamamı, Aspendos Tiyatrosu, Valens (Bozdoğan) Su Kemeri Romalılardan günümüze ulaşan eserler arasındadır.

Romalılar, çok tanrılı inanca sahip olup Yunan tanrılarını benimsemişlerdi. Tanrılarını insan şeklinde düşünmüşlerdi. Hristiyanlık, 313 yılında serbest bırakılmış, 381’de de devletin resmî dini hâline getirilmişti.

Latince konuşan Romalılarda edebiyat Yunan edebiyatının etkisinde gelişmiştir. Romalılar, özellikle tarih yazıcılığı ve hitabet sanatında büyük gelişme göstermişlerdir.

Doğu Roma İmparatorluğu Döneminde İstanbul, kültür ve sanat merkezi hâline getirilmiştir. Bunun yanında, İskenderiye, Efes, Antakya, Atina da birer kültür merkezi olmuştur. Doğu Roma sanatının en önemli eseri Ayasofya’dır. Bunun yanında Aya İrini, Hora (Kariye Camii), Sergios ve Baküs, Efes’teki Meryem Ana kiliseleri ile Binbirdirek ve Yerebatan sarnıçları Doğu Roma Döneminin en önemli sanat ve kültür değerleridir.

Doğu Roma İmparatorluğu, aynı zamanda Bizans İmparatorluğu olarak da bilinmektedir. Bu devletin en parlak dönemi Justinianus (Justinyen) Dönemidir (527-565). Bizans Büyük Selçuklu Devleti’yle Malazgirt Savaşı’nı, Türkiye Selçuklu Devleti’yle de Miryokefalon Savaşı’nı yapmıştır. Her iki savaşta da aldıkları yenilgilerle Anadolu’da Türk hâkimiyetine engel olamamışlardır. Doğu Roma,1453 yılında Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethiyle yıkılmıştır.

Bizans’ta Batı Roma’dan farklı olarak ülke “thema” adı verilen eyaletlere bölünmüştür. Bu eyaletlerde bulunan kalelerde ise tekfur adı verilen valiler görevlendirilmiştir. Latin kültürü yerine Helen kültürünü benimseyen Doğu Roma, Hristiyanlığın Ortodoks mezhebini ve resmî dil olarak da Grekçeyi benimsemiştir.

ROMALININ BİR GÜNÜ

Romalılar erken kalkarlardı. Sabah kahvaltısı, Romalılar için pek önemli sayılmazdı. Evin beyi kahvaltıdan sonra çalışma odasına geçerdi. Sabahın en önemli olayı himaye edilenlerin hamilerine saygılarını sundukları ve çeşitli isteklerini dile getirdikleri “selamlama ziyareti” idi. Sonrasında ise genellikle villanın ön tarafında yer alan dükkânlarına uğrarlardı.

Çocukların eğitimi okuma, yazma ve hesap yapma becerilerinin geliştirilmesinden ibaretti. 16 yaşından sonra hitabet eğitimi verilirdi. Evin çocukları okuldan eve geldiklerinde ya hafif bir şeyler yer ya da villalarının bahçelerinde hemen oyuna dalarlardı.

Evin hanımı ise kahvaltıdan sonra uzun süren bir makyaj yapar, daha sonra arkadaşlarına giderdi. Öğle yemeği buğday veya arpa ekmeği, et veya balık, sebze ve peynir gibi hafif yiyeceklerle geçiştirilirdi. İçecek olarak da su, ballı su içilirdi.

Öğleden sonra dinlenmede geçen süreye “siesta” adı verilirdi.Romalılar siesta ile hem sıcaktan korunur hem de egzersiz ve banyoyla geçirilecek olan öğleden sonraya hazırlanırlardı.

Hamamlar, Romalıların günlük hayatında önemli yer tutan mekânlardı. Sadece temizlik için değil sosyal, kültürel ve eğitim faaliyetlerinin yapıldığı bir kulüp şeklinde düzenlenmişti. Okumak, dinlenmek, gezinmek, müzik resitalleri dinlemek ve sohbet için odalar ayrılmıştı. Hamamdan sonra çeşitli tahta oyunları oynanırdı. Romalılar oyundan başka, gladyatör yarışlarını, vahşi hayvan avlarını, at ve araba yarışlarını izlerlerdi. Kültüre düşkün olanlar ise tiyatroya gitmeyi, müzik dinlemeyi ve kitap okumayı tercih ederlerdi.

Birçok kültürde olduğu gibi Roma kültüründe de akşam yemeği önemli bir yere sahipti. Mutfak çalışanları misafirlerin statülerine göre sade ya da gösterişli yemekler hazırlarlardı. Misafirlere yemek servisi köleler tarafından yapılırdı. Yemekte oturma düzeni sosyal statüye göre belirlenirdi. Yemek sonrasında düzenlenen eğlencelerden bazıları müzik, okuma, dans ve akrobasi gösterileri idi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.