Timur

TİMUR

(ö. 807/1405)

Timurlu hânedanının kurucusu ve ilk hükümdarı (1370-1405).

25 Şâban 736’da (8 Nisan 1336), on iki hayvanlı Türk takvimine göre Sıçan yılında Keş (Şehrisebz) yakınlarındaki Hoca Ilgar köyünde doğdu. Babası yöredeki Barlas kabilesinin emîri Turagay, annesi Tekina Hatun’dur. Timur doğduğu sırada Çağatay Hanlığı çökmeye yüz tutmuştu ve hâkimiyet Cengiz Han soyundan gelen hanlardan çok kabile reislerinin elinde bulunuyordu. Batı Çağatay ulusunda beylik Barlaslar ve Celâyirliler’in elinden çıkıp Karaunaslar’ın (itibarı olmayan, melez ve karışık) eline geçmişti. İlk defa 761 (1360) yılında adından söz edilen Timur, Çağataylar ve Moğollar arasındaki çatışmalara katıldı, sık sık saf değiştirdi. Yararı dokunacağını ümit ettiği kimselerle akrabalık bağları kurdu. Kendine müttefikler sağlamak suretiyle on yıllık mücadeleden sonra Mâverâünnehir’e hâkim olarak Semerkant’ta tahta oturdu (12 Ramazan 771/9 Nisan 1370). Onun başarısının en önemli sebebi bölgede kabileler arasındaki mücadeleler ve ciddi bir rakibinin bulunmaması idi. Kendisinin “Aksak” veya “Lenk” diye anılması da bu mücadele döneminde sağ kolu ve sağ bacağından yaralanmasından dolayıdır.

Timur hâkimiyeti ele geçirdiğinde İran parçalanmış haldeydi. Merkezi Herat olmak üzere Horasan’da Kertler, merkezi Sebzevâr (Beyhak) olmak üzere Horasan’ın batı taraflarında Serbedârîler, merkezi Cürcân olmak üzere Esterâbâd, Damgan ve Simnân yöresinde Toga Timurlular, merkezi Şîraz olmak üzere Fars ve Kirman taraflarında Muzafferîler, merkezi Bağdat olmak üzere Irâk-ı Arab, Irâk-ı Acem ve Azerbaycan bölgesinde Celâyirliler hüküm sürüyordu. 1380’de Serbedârîler, Toga Timurlular, Kertler ve Muzafferîler arasındaki mücadeleler yüzünden Horasan karışık bir durum arzetmekteydi. 1370-1372’de Fergana vadisine sefer yapan ve nüfuzunu bu yönde yaymaya çalışan, 1373’te Hârizm’e karşı harekete geçen Timur, hemen ardından Horasan’ın içinde bulunduğu bölgenin şartları zaptı için uygun görerek oğlu Mîrân Şah’ı Horasan’a gönderdiği gibi kendisi de arkadan gidip Kertler, Toga Timurlular ve Serbedârîler’in varlığına son verdi. Horasan’a seferleri sırasında İran’ın vaziyetini daha yakından gören Timur 788’de (1386) buraya yürüdü. “Üç yıllık sefer” diye anılan (1386-1388) bu harekât sırasında Mâzenderan, Luristan ve Gürcistan üzerinden Azerbaycan’a giderek Karabağ’a ulaştı. Onun Kuzey İran ve Azerbaycan’ı ele geçirmesi, vaktiyle Cuci ulusu ile İlhanlılar arasında olduğu gibi bölgede çatışmaların yeniden başlamasına yol açtı. Timur’un desteğiyle Altın Orda’da hâkimiyeti ele geçiren Toktamış Han ona karşı gelmeye başladı. Her ikisinin de zengin Azerbaycan’ı kendi istekleriyle terketmeyeceği açıktı. Toktamış Han, Kahire’ye Memlük sultanına bir elçilik heyeti yollayıp Timur’un İran’da kuvvetlenmesi ihtimaline karşı onunla ittifak hazırlığına girişti.

1387 baharında Toktamış’ın askerlerinin Derbend’i geçerek Samur suyu kıyısına ulaşmaları karşısında Timur, oğlu Mîrân Şah’ı bölgeye gönderdiyse de taraflar arasında ciddi bir çarpışma olmadı ve Toktamış’ın askerleri geri çekildi. Azerbaycan’a sevkettiği ordunun başarısızlığından sonra Toktamış Han, Timur’un yokluğundan yararlanıp doğuya doğru yöneldi. Timur bu sırada Güney İran’da Şîraz’ı kuşatmakla meşguldü; Toktamış, Siriderya kıyısındaki şehirleri ele geçirmeye kalkışınca Semerkant’a döndü. 793 (1391) yılı başında buradan hareketle Otrar, Yesi, Karaçuk, Sayram üzerinden bozkırı aştı ve Receb 793’te (Haziran 1391) Kundurca (Kunduzca) mevkiinde Toktamış Han’ı yenilgiye uğrattı. Ardından daha önce boyun eğdiği halde yeniden muhalefete kalkışan İran’daki bazı yerli hükümdarlara karşı yürüdü ve 1392 yılı Haziran ayında “beş yıllık sefer” denilen (1392-1396) sefere çıktı. Ceyhun’u geçerek Mâzenderan ve Luristan yoluyla Şîraz’a varıp Muzafferîler hânedanına son verdi (795/1393); böylece Bağdat kapılarına dayandı. Bu sırada Anadolu’da ve Suriye kesiminde Memlükler dışında kendisine ciddi rakip olabilecek bir güç yoktu. Osmanlılar Anadolu’da henüz tam anlamıyla hâkim durumda değildi. Sivas-Kayseri bölgesinde Kadı Burhâneddin, Osmanlılar’la savaş halini sürdüren Karamanoğulları, Doğu Anadolu’da Erzincan Emirliği ve Karakoyunlular, Maraş dolaylarında Dulkadıroğulları ve kuruluş aşamasındaki Akkoyunlular bulunuyordu. Hâkimiyetleri Malatya’ya kadar uzanan Memlükler, Anadolu’daki siyasî gelişmelerde söz sahibi durumundaydı, fakat iç mücadeleler bu devleti de yıpratmıştı.

1393 yılı Ağustos ayında Timur’un Bağdat’a inmesi karşısında Osmanlı, Memlük, Altın Orda ve Kadı Burhâneddin devletlerinde bazı tedbirler alınırken Anadolu beyliklerinde sevinç havası esmeye başlamıştı. Bağdat’ı ele geçirdikten sonra (20 Şevval 795/29 Ağustos 1393) kuzeye doğru hareket ederek Tikrît’e ulaşan Timur Erzincan emîri, Karamanoğlu, Dulkadıroğlu, Karakoyunlu ve Akkoyunlu beyleriyle Kadı Burhâneddin’e haber gönderip itaat etmelerini istedi, Memlük sultanına da bir elçilik heyeti yolladı. Ancak gelecek cevapları beklemeden kuzeye yöneldi; Musul, Mardin ve Diyarbekir’i aldı, Van gölü kuzeyindeki Aladağ’a ulaştı. Bu sırada Memlükler’e gönderdiği elçilerin öldürüldüğü haberini alınca Suriye’ye yürüme kararı aldı. Bu durumda tehlikeyi hisseden Kadı Burhâneddin ona karşı cephe kurmaya çalıştı. Yıldırım Bayezid, Memlük Sultanı Berkuk, Altın Orda Hanı Toktamış ve Kadı Burhâneddin arasında bir ittifak kuruldu. Timur bu ittifakı parçalamak amacıyla Sivas’a doğru ilerledi ve Erzurum’a ulaştı, ancak Toktamış’ın hareketini duyunca onun üzerine yürüdü. Timur’un amacı kuzeyde Toktamış ile güneyde Memlük Sultanlığı arasındaki bağı kesmekti. Zira 1394 ve 1395 yıllarında Toktamış Han bütün gayretini Berkuk ile sağlam münasebetler kurmaya sarfetmiş, Timur’un kendileri için aynı derecede tehlikeli olduğunu belirterek yardım istemişti.

Timur önce Gürcistan’da fetihlerde bulundu. 1394 yılı güzünde Kuzey Azerbaycan’da Şeki’de iken Altın Orda kuvvetlerinin Derbend’i geçip Şirvan yöresini yağmaladığı haberini aldı. Bunun üzerine Toktamış Han’a karşı yürüdü. 23 Cemâziyelâhir 797’de (15 Nisan 1395) Terek ırmağı kıyısında yapılan savaşı kazandıysa da Toktamış’ı ele geçiremedi. Toktamış’ın kuvvet toplayarak yeniden mücadeleye girişmesinden çekindiği için Özü (Dinyeper) ırmağı taraflarına gidip Toktamış’la iş birliği yapmış olan bazı kabileleri cezalandırdı; onları Balkanlar’a doğru sürdü ve kuzeye Ten (Don) ırmağına yöneldi. Moskova yakınlarına ulaşarak etrafı yağmaladı ve dönüş yolunda zengin şehirler olan Azak, Hacı Tarhan (Astarhan-Ejderhan) ve Berke Sarayı’nı yağmalayıp yaktı. Berke Sarayı’n-da yapılan kazılarda bu yangının izlerine rastlanmıştır. Timur’un amacı bu seferle Altın Orda’ya kesin bir darbe indirmekti. Böylece Altın Orda Hanlığı’nı parçaladı. Ayrıca bu sefer Orta Asya, Güneydoğu Avrupa, Baltık ülkeleri ve Rusya bakımından önemli sonuçlar doğurdu; Ruslar’ın güçlenmesinin önü açılmış oldu.

Timur 1396 yılı güzünde Derbend, Azerbaycan ve İran üzerinden Semerkant’a döndü. Başşehrini dünyanın en büyük şehri haline getirme düşüncesiyle fethedilen ülkelerden getirdiği mimar ve ustalara Semerkant’ın imarını emretti. Beş yıllık seferden sonra Hoten ve Çin taraflarına yönelme düşüncesiyle torunu Muhammed Sultan’ı hazırlık yapması için doğuya gönderdi. Ancak fikrini değiştirerek Hindistan’a gitmeye karar verdi. Bunun sebebi tam bilinmemekle beraber ileride yapmayı tasarladığı seferlerine maddî kaynak sağlama amacı taşıdığı söylenebilir. Nihayet “kâfirler ve putperestlerle cihad” adı altında Receb 800’de (Mart-Nisan 1398) Semerkant’tan hareket etti. O sırada Pencap ve Sind bölgeleri, merkezi Delhi olmak üzere Tuğluk Hükümdarı II. Mahmud Nâsırüddin Han’ın hâkimiyetindeydi. Timur yolu üstündeki Hindular’a ağır kayıplar verdirdi; ardından Delhi yakınında Tuğluk hükümdarı ile karşılaştı ve onu yenilgiye uğrattı, Delhi’de büyük bir yağma ve katliamda bulundu. Bol ganimet ve fillerle 29 Nisan 1399’da Semerkant’a döndü.

Timur’un Anadolu’dan çekilip Toktamış Han’ı yendikten sonra Hindistan’a yönelmesi kendisine karşı oluşturulan dörtlü ittifakın çözülmesine yol açtı. Timur, Toktamış’ı ikinci defa mağlûp ettiği sırada Şirvan’da iken Yıldırım Bayezid’e bir mektup göndererek Berkuk ile Kadı Burhâneddin’e haddini bildireceğini yazmış, zımnen ona ittifaktan ayrılmasını ihtar etmişti. Fakat ittifak üyeleri arasındaki bağlar gevşeyince müttefikler, Timur’u Anadolu ve Suriye üzerine yürümeye teşvik eden veya onunla iş birliği yapanlarla mücadeleye girdiler. Bu arada Karakoyunlular ve Celâyirliler de eski yurtlarını elde etmek için Timurlular’la mücadeleye başlamışlardı. Kadı Burhâneddin’in 1398 yazında Timur’a taraftar olan Akkoyunlu Beyi Karayülük Osman Bey tarafından öldürülmesi bölgede sağlanan iş birliğinin sonunu getirdi. Yıldırım Bayezid’in Anadolu’da Karamanoğulları’na karşı giriştiği mücadele neticesinde Konya, Lârende ve Aksaray gibi şehirleri ele geçirmesi, Kadı Burhâneddin’in öldürülmesiyle önce Amasya’yı, ardından Sivas’ı kendi topraklarına katması, 1399’da Memlük sultanının vefatı üzerine Fırat bölgesine inerek Malatya, Darende ve Divriği’yi işgal etmesi söz konusu ittifakın tam anlamıyla çökmesi demekti. Timur bu durumdan faydalanacaktı.

Hindistan seferinin ardından bir süre Semerkant’ta kalan Timur İran’a yöneldi. Kafkaslar’ın güneyindeki Gürcü ve Ermeniler’in yeniden etrafa saldırılarda bulunduklarını öğrenmiş, daha önce Hülâgû Han tahtına gönderdiği oğlu Mîrân Şah’ın uygunsuz davranışlarından haberdar olmuştu. Kadı Burhâneddin ile Berkuk’un ardarda ölümleri, Berkuk’un yerini çocuk yaştaki Ferec’in alması ve Memlük Devleti içindeki mücadeleler, Bayezid’in Anadolu’da birliği silâh zoruyla sağlamasının yarattığı hoşnutsuzluk Timur’un büyük bir güçlükle karşılaşmayacağını gösteriyordu. Timur, 8 Muharrem 802 (10 Eylül 1399) tarihinde “yedi yıllık sefer” diye adlandırılan (1399-1404) batıya doğru son seferine çıktı. 1399-1400 yılı kışını Karabağ’da geçirdikten sonra Bingöl’e ulaştı. Anadolu ve Suriye’yi istilâ etmek için siyasal ortam çok uygundu. Timur’un Azerbaycan’a gelmesiyle yurtlarını terkeden Karakoyunlu Yûsuf Bey ile Celâyirli Sultan Ahmed, Timur’un Sivas’a gitmek niyetinde olduğunu işittiklerinden Memlükler’e sığınmaya karar vermişler, ancak bu gerçekleşmeyince Timur’un Sivas’ı ele geçirmesinin ardından güneye doğru indiğini görüp Bayezid’e sığınmışlardı.

Timur ile Yıldırım Bayezid arasında gidip gelen elçiler herhangi bir anlaşma zemini oluşturamadı. Yıldırım Bayezid’in Timur’un müttefiki Mutahharten’in merkezi Erzincan’a yürümesi Timur’a Anadolu üzerine tasarladığı seferi için meşrû bir sebep hazırladı. Fakat Timur, emanla teslim olduğu halde bütün halkını kılıçtan geçirdiği Sivas’ı zaptettikten sonra önce güneye Memlükler’e yöneldi. Suriye’de Halep, Hama, Humus ve Dımaşk gibi şehirleri aldı. Memlükler’e ağır bir darbe indirdi, ardından tekrar Tebriz’e döndü. Bu sırada Yıldırım Bayezid’e gönderdiği tehdit mektubunda kendi başarılarını sayıp döktü ve onun kendisine itaat etmesini istedi. Buna karşılık Bayezid de kendi soyunu ve zaferlerini sayarak savaş için hazır olduğunu bildirdi. Timur bu cevaba karşı aralarında dostluk sağlanması gerektiğini, bu dostluğun kâfirlere karşı İslâm’ın gücünü arttıracağını yazdı; Bayezid’in oğullarından birini rehin olarak göndermesini ve kendisinin yolladığı hil‘ati giymesini istedi. Bu açıkça Bayezid’in kendisine tâbi olmayı kabul etmesi anlamına geliyordu. Bu arada ordusunu takviye eden Timur, geride kalan son önemli rakibi Bayezid ile savaşa karar verdiğinden ona kabul edilemeyecek tekliflerde bulunmayı sürdürdü. Önceki talepleri yanında Anadolu beylerinden alınan yerleri eski sahiplerine geri vermesini, Kara Yûsuf’un kendisine teslim edilmesini istedi. Bayezid bütün teklifleri reddetti. Timur böylece Bayezid’i suçlayıp savaşın sorumluluğunu ona yükleme siyaseti izliyordu.

7 Şevval 804’te (10 Mayıs 1402) hareket eden Timur Kemah, Sivas, Kayseri, Kırşehir üzerinden gelip Ankara’yı kuşattı. Bu sırada Yıldırım Bayezid de Ankara’ya yaklaşmış bulunuyordu. Savaşın cereyan ettiği saha doğuda Çubuk çayı vadisi (Ankara Esenboğa Çubuk Hacılar köyü); batıda Kuşçudağı, Miredağı, Ova çayı, Kışlacık deresi; kuzeyde Cankurtaran; güneyde Karacaviran, Kuşçudağı arasında kalmaktaydı. Asıl vuruşma, Çubuk çayından itibaren batıya doğru yaklaşık 6 km. kadar uzanan Kızılcaköy deresinde cereyan etti. Tarafların kuvvetleri hakkında değişik rakamlar verilmektedir. Osmanlı ordusunun 70.000 kişi, Timur ordusunun ise bundan daha fazla olduğu bildirilmekteyse de Timur’un ordusunun daha kalabalık oluşu dışında bu rakamlar güvenilir değildir. Savaşın günü için 27 Zilhicce 804 (28 Temmuz 1402) Cuma genelde kabul görmüştür. Timur, Ankara Savaşı’nda Osmanlı ordusunu mağlûp etti. Yeni ele geçirilmiş Anadolu beyliklerinin askerleri Timur’un yanındaki beylerinin tarafına geçmişti. Bozgundan dolayı herkes bir an önce kendi yurtlarına dönmeye bakıyordu. Devlet ileri gelenlerinden her biri bir şehzadeyi yanına alarak kaçmış ve yalnız kalan Bayezid esir düşmüştü. Bu durum Osmanlı Devleti’nde büyük bir krize yol açacak ve fetret devri başlayacaktı.

Timur, savaşın ardından başta Bursa olmak üzere Anadolu’nun çeşitli yerlerine asker sevketti; kendisi Kütahya, Denizli, Aydın, Ayasuluk, Tire yoluyla İzmir’e gitti. XIV. yüzyılın ortalarından beri Türkler’in elinden çıkmış bulunan İzmir’i ve etrafındaki bazı kaleleri aldı, şehri Aydınoğulları’na bıraktı. Buradan Rumeli’ye geçmek niyetinde olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim Bizans İmparatoru Manuel Palaiologos’tan Rumeli’ye geçiş için gemi hazırlamasını istemişti. Manuel, Timur’un İstanbul üzerine yürüyeceği ihtimalini düşünerek elçi ve armağanlar gönderip bağlılığını bildirmişti. Fakat Timur bundan vazgeçti, İzmir’den tekrar doğuya döndü. Denizli’den Akşehir’e doğru yöneldiği sırada Yıldırım Bayezid’in Akşehir’de öldüğü haberini aldı (Mart 1403). Bir yıl kadar Anadolu’da kalıp Anadolu beyliklerini canlandıran Timur, Ankara Savaşı sırasında kendi saflarına geçen Orta Anadolu’daki Kara Tatarlar’ın büyük bir kısmını göçürerek Muharrem 807’de (Temmuz 1404) Semerkant’a döndü ve bu seferindeki zaferlerini kutlamak için toylar, ziyafetler düzenledi.

Artık sıra Çin’e gelmişti. Timur’u Çin üzerine bir sefere iten sebepler tam olarak belli değildir. Kendisi bunu müşriklere ağır bir darbe indirmek maksadıyla açıklamıştı. 23 Cemâziyelevvel 807’de (27 Kasım 1404) Semerkant’tan ayrılarak Siriderya ırmağını buzların üstünden geçip Otrar’a vardı, fakat burada hastalanarak 17 Şâban 807’de (18 Şubat 1405) öldü ve Semerkant’taki türbesine defnedildi. Geriye iki oğlu Mîrân Şah ile Şâhruh kalmış olmakla birlikte kendisi torunu Pîr Muhammed’i veliaht tayin etmiş, fakat buna rağmen kimse onun hükümdarlığını tanımamıştı. Delhi’den Moskova’ya, Çin’den İzmir’e kadar uzanan seferleri ve fetihlerine rağmen ölümünde vârislerine bıraktığı ülke o kadar geniş değildi. Ölümü oğulları ve torunları arasında şiddetli taht mücadelelerine yol açmış, sonunda küçük oğlu Şâhruh hâkimiyeti ele geçirmiştir.

Büyük bir cihangir olarak tanınan Timur onunla görüşen Clavijo’ya göre sade görünüşlü, başında kürk başlığı bulunan azametli bir hükümdardı. Oldukça zeki ve kurnazdı. Her şeyden önce göçebe kabilelerin bağlılığını kazanıp zamana ve zemine göre değişen siyasî bünyeyi geliştiren, kalabalık orduları fetihlere yönelten etkili bir devlet adamı, askerî bir taktikçi ve strateji uzmanıydı. Daha başından itibaren durumunu güçlendirip meşruiyet kazanmak için kukla bir hanı tahta oturtup onun adına devleti idare etmek suretiyle bir taraftan Cengiz Han soyunun destekleyicisi tavrını sürdürürken Cengiz Han soyundan bir kadınla (Saray Melik [Mülk]/Bîbî Hanım) evlenip “Küregen” (han güveyisi) unvanını kullanmaya hak kazanmıştı. Müslüman bir çevrede doğup büyüyen Timur eski Türk ve Moğol geleneklerini yaşatmaya çalışmış, bu arada töre/yasayı da ihmal etmemişti. İbn Arabşah’a göre yasayı şeriata tercih ediyordu ve bu yüzden bazı ulemâ tarafından kâfirlikle suçlanmıştı. Gerek kıssahanlardan dinledikleri gerekse ulemâ ile sohbetlerinden edindiği bilgilerle İslâm dini hakkında mâlûmat sahibi olmuştu. Ulemâya Sünnîlik-Şiîlik meselelerine dair tartışmalar yaptırır, bu tartışmalara bizzat kendisi de katılırdı.

Horasan’da Şiî Serbedârîler’in reisi Hâce Ali b. Müeyyed ile görüşmesinde Sünnîliği destekleyen, Mâzenderan’da Şiî seyyidlerini cezalandıran Timur, Şam bölgesinde Ali taraftarlığı tavrını takınmış ve Sünnîler’ce koyu bir Şiî diye nitelenmişti. Bir işi yapmak istediğinde kendini haklı göstermek için Kur’an’dan âyetler okuyabilecek derecede bilgiliydi. Tarihçi Nizâmeddîn-i Şâmî’nin naklettiği bir olay Timur’un düşüncesi hakkında fikir vericidir. Timur, İran ve Turan ülkesinden topladığı ulemâ ile İslâmiyet hakkında konuşurken eski devrin ulemâsının hükümdarları irşad ettiğini, gerekli uyarılarda bulunduğunu, kendilerinin ise bunları yerine getirmediğini söylemiş, buna karşılık onlar da kendisinin davranışları ile herkese örnek olup insanların öğütlerine ihtiyacı bulunmadığını belirtmişlerdi. Şeriatın yasaya üstünlük kazandığı oğlu Şâhruh zamanındaki tarihçilerin Timur’u olduğundan daha çok dindar gösterme eğilimi taşımaları tabiidir. Aslında din, onun için siyasî emellerine erişebilmek amacıyla kullandığı bir vasıtadan başka bir şey değildi. Zaman zaman Hz. Ali taraftarı imiş gibi bir tavır takınmasına rağmen onun on iki imam Şiîliğine bağlılığını ileri sürmek için hiçbir delil yoktur. Sikkelerinde dört halifenin adı yer almakta, oğul ve torunları arasında Ömer ve Ebû Bekir adlarına rastlanmakta, ancak Ali adı hiç görülmemektedir.

Seferlerinin Türk-İslâm devletleri üzerine yöneltilmiş olmasından dolayı Timur ağır eleştirilere uğramıştır. Aslında bu faaliyetleri o dönemin hâkimiyet anlayışı düşünülerek değerlendirilmelidir. Cihan hâkimiyeti fikrine sahip bulunan Timur’un amacı o zamanın dünyasına kendi idaresini tanıtmaktı. Tarihçi Yezdî ona, “Dünya iki hükümdara yetecek kadar değerli ve büyük değildir; Allah nasıl bir tane ise sultan da bir tane olmalıdır” sözünü isnat eder. Timur’un, hâkimiyetini kabul etmeyenlere çok sert ve zalimce davrandığına, İsfahan’dan Delhi’ye, Tebriz’den Sivas’a, Astarhan’dan Bağdat’a kadar ele geçirdiği bazı şehirlerde büyük tahribat ve katliam yaptığına dair dönemin kaynaklarına yansıyan birçok rivayet vardır. Hatta onun zulümlerine dair müstakil kitaplar yazılmıştır. Bütün eleştirilere rağmen Orta Asya göçebelerinin İslâmIaşmasında Timur’un büyük hizmetler gördüğü inkâr edilemez bir gerçektir. Hükümranlığı süresince bütün gücü kendi elinde tutmuş, saygı duyduğu insanlardan, ulemâ veya şeyhlerden hiçbirinin siyasî bir gücünün bulunduğu görülmemiştir. İktidar ve fetih hırsını hiçbir zaman dizginleyememiş, seferlerini daima kendisi yönetmiş, çeşitli kabilelere mensup beylerin ve soylarının güçlenmesini önlemek için onları kontrol altında tutmuştur. Bu durum, ölümünden sonra haleflerinin hâkim olduğu bölgelerde hüküm sürmelerini güçleştirmiş, vârisini zor duruma sokmuş, vasiyetinin yerine getirilmesini de engellemiştir.

Timur’un teşkilâtçı bir lider niteliği taşıdığı anlaşılmaktadır. Devlet teşkilâtı ve ordu sisteminde bunun izleri görülür. Bozkır kültürünün hüküm sürdüğü bölgelerden çok şehir kültürünün hâkim olduğu memleketleri ele geçirme amacını taşıyan Timur göçebelerce hoş karşılanmayan bir harekette bulunup Semerkant’ı başşehir yapmış ve burada binalar inşa ettirmiştir. Ele geçirdiği ülkelerden getirdiği usta ve sanatkârlara Semerkant civarında Dımaşk, Şîraz, Sultâniye ve Bağdat adlarını verdiği köyler kurdurmuş, şehrin dışında bağ ve bahçeler yaptırmıştır. Semerkant’ta Timur’un bizzat ilgilenerek inşa ettirdiği yapıların en muhteşemi Bîbî Hanım Mescidi adı verilen Semerkant Camii’dir. Onun Semerkant’taki büyük yapılarından biri de Gök Saray olup daha çok devlet hazinesinin saklanması için kullanılmıştır. Kendisi ve hânedan mensuplarından bazılarının gömülü olduğu türbeyi de (Gûr-ı Emîr) Timur yaptırmıştır. Onun inşa ettirdiği eserlerin en önemlilerinden bir diğeri Ahmed Yesevî Hankahı’dır.

Yezdî’nin kaydettiğine göre Timur ülke içinde tarıma elverişli hiçbir yerin boş kalmasına razı değildi. Bu düşünceyle ele geçirilen ülkelerden birçok aşireti başka yerlere göçürerek o zamana kadar iskân edilmemiş yerleri iskâna açmış, Horasan’da Murgab, Azerbaycan’da Beylekān olmak üzere ülkenin pek çok yerinde kanallar kazdırmıştır. Anadolu’dan göç ettirilen 30.000 çadır Kara Tatar’ın çoğunu Isık Göl dolaylarında yerleştirmiştir. Clavijo’nun ifadesine göre Timur başşehrini dünyanın en mükemmel şehri yapmak için ticareti daima teşvik etmiştir. Bu düşünceyle 1402’de Fransa kralına gönderdiği mektupta karşılıklı ticaretin teşvik edilmesini, tüccarlara güçlük çıkarılmamasını, zira dünyanın tüccarlar sayesinde bayındır hale geldiğini yazmıştır.

Timur, başarılarının yazılarak şahsının ölümsüzleştirilmesini arzu ettiğinden seferleri sırasında kâtiplerine Türkçe ve Farsça günlük tutturuyordu. Bu sebeple Nizâmeddîn-i Şâmî ve Şerefeddin Ali Yezdî’nin Žafernâme’leri onun hayatı için en önemli kaynaklardır. Timur’un, ele geçirdiği ülkelerden Semerkant’a götürdüğü sanatkârlar içinde bazı mûsikişinaslar da bulunuyordu. İbn Arabşah’ın Timur devri hânendeleri arasında saydığı Abdüllatîf Damganlı, Mahmud ve Cemâleddin Ahmed Hârizmli, Abdülkādir b. Gaybî Meragalı olup Celâyirli sarayından getirilmişti. Bu dönemde mûsikide özellikle iki kişinin adından üstat diye söz edilir. Bunlardan biri Endicanlı Yûsuf, diğeri Abdülkādir-i Merâgī’dir. Timurlular devri resim sanatının kaynağı Bağdat, Tebriz ve Şîraz okullarıdır. Timur bu şehirleri ele geçirdikten sonra buralardaki sanatkârlardan bazılarını Semerkant’a götürmüş, daha sonra onlardan bir kısmı torunu Gıyâseddin Baysungur tarafından Herat’ta toplanmıştı. İbn Arabşah, Timur devrinin en büyük nakkaşı olarak Bağdatlı Abdülhay Hâce’yi anmaktadır.

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.