Ludîler

LÛDÎLER

1451-1526 yılları arasında Delhi Sultanlığı’nda hüküm süren bir Afgan hânedanı.

Kurucusu, bir önceki hânedan olan Seyyidler’den Sultan Muhammed Şah’ın Sirhind Valisi Behlûl-i Lûdî’dir. Afganlar’ın Galzay kabilesine mensup olan Lûdîler, Gurlu Sultanı Muizzüddin Muhammed zamanında (1203-1206) ordunun yüksek kademelerine getirildiler; Delhi sultanı Memlük hânedanından Gıyâseddin Balban da (1246-1266) onları Hindular’a karşı serhad bölgelerine yerleştirdi. 1341’de Melikşah Lûdî adlı bir kumandanın önderliğinde ayaklanarak Mültan’da hâkimiyet kuran Lûdîler, bu tarihten itibaren Kuzey Hindistan’ın etkili güçlerinden biri haline geldiler. Seyyidler hânedanının kurucusu Hızır Han (1414-1421), Tuğluklular’a karşı verdiği mücadele sırasında büyük yararlılıklar gösteren Sultan Şah adlı Lûdî kumandanını İslâm Han unvanıyla Sirhind valiliğine getirdi. İslâm Han Lûdî, yine Hızır Han’ın câgîrdarlarından olan ve bir savaşta ölen kardeşi Melik Kala’nın oğlu Behlûl’ü himayesine aldı ve onu kızıyla evlendirdi; daha sonra da kendi oğlu bulunmasına rağmen güven duyduğu Behlûl’ü veliaht tayin etti (1431). Bununla birlikte İslâm Han’ın ölümü üzerine topraklar oğlu Kutub Han, kardeşi Melik Fîruz ve Behlûl arasında bölüştürüldü. Behlûl amcasıyla birlikte Kutub Han’a ve kendilerini Sirhind’den çıkarmak isteyen Seyyid Sultanı Muhammed Şah’a karşı cephe oluşturdu. Ancak Muhammed Şah’ın askerleri yapılan savaşta bu cepheyi dağıttı. Pencap’a çekilen Behlûl, birkaç yıl içerisinde yeniden bir ordu kurarak Seyyidler’in son hükümdarı Alâeddin Âlem Şah’ın ordularını mağlûp etti ve Sirhind’i tekrar ele geçirerek bölgeye hâkim olup (1440) “hân-ı hânân” unvanını aldı. 1440’lı yıllarda Delhi’nin gittikçe artan bir şiddette Mâlvâ Sultanlığı’nın tehdidi altında kalması üzerine Alâeddin Âlem Şah, Delhi’nin yönetimini veziri Hamîd Han’a bırakarak Bedâûn’a gitti ve burayı başşehir yaptı. Ancak aslında Behlûl-i Lûdî’nin adamı olan Vezir Hamîd Han onu şehre davet etti ve Behlûl’ün Delhi’yi de ele geçirmesinden sonra Sultan Alâeddin tahttan çekildi; böylece Delhi Sultanlığı’nda Lûdîler dönemi başladı (1451).

Kısa sürede, Delhi civarında bağımsız hareket etme çabasında olan Hindu ve müslüman güç merkezlerini hâkimiyeti altına almayı başaran Behlûl, Timur’un 1398’deki saldırılarından beri kendini toparlayamayan Delhi’yi imar etti ve yeniden âlimler, sanatkârlar, sûfîler için bir merkez haline getirdi. Aynı zamanda hâkimiyeti altındaki topraklarda ekonomik refah ve istikrar sağlayarak harap vaziyette bulunan pek çok yerleşim biriminin canlılık kazanmasına imkân verdi. Diğer taraftan onun Delhi tahtına oturmasını kabullenemeyen Şarkî Sultanı Mahmud ile 1452’de başlayan savaşlar Mahmud’un halefleriyle de sürdürüldü. 1487’de son Şarkî sultanı Hüseyin Şah bozguna uğratıldı ve Jaunpûr ele geçirildi. Tesis edilen içtimaî ve idarî yapılanmada geniş çevrelerin temsilcileri konumunda olan eşrafa özel önem verildi. Bu arada Behlûl, Afganlar’a karşı Horasan asıllı kimseleri ve diğer kumandanları yüksek mevkilere getirerek denge sağladı. Bunu yaparken de kendisine karşı sadakatsizliğini hissettiği kişileri cezalandırdı. Ancak onun istibdat içerisinde geçen otuz sekiz yıllık saltanat dönemi aynı zamanda bir istikrar ve refah dönemi oldu.

1489’da Behlûl’ün ölümüyle başlayan taht mücadelesinde Nizam Han galip geldi. İyi yetişmiş, yetenekli asker kişiliğiyle tanınan Nizam Han, İskender Şah unvanı ile tahta çıktı ve kısa zamanda Behlûl’ün bıraktığı toprakları iki misline çıkararak bütün Kuzey Hindistan’ı Bihâr ve Chanderi’ye kadar ele geçirdi. Sultanlığın iktisadî, idarî ve siyasî yapısında da değişiklikler yapan İskender Şah, ciddi bir merkezî yönetim uygulayarak eyaletlerin muhasebesini sıkı denetime tâbi tuttu ve kurduğu istihbarat ağı ile eyaletlerde olup biten her şeyi takip etti. Bu arada eşraf ve kumandanların sadakatlerinin devamı için zaman zaman sert tedbirlere başvurdu. O dönemin yazarlarından Rızkullah Müştakī bununla ilgili olarak, “İhaneti görülenler ya idam edilirler ya da sultanlık topraklarından kovulurlardı” demektedir (bk. bibl). Sosyal kurumlara da önem veren İskender Şah ihtiyaç sahipleri için çeşitli vakıflar kurdu ve aş evleri açtı. İlim adamları, şairler ve sanatkârlar teşvik edilip ödüllendirildi. Bu arada resmî dairelerde Farsça’dan başka dil kullanılması yasaklanarak Hindu memurlara kısa sürede bu dili öğrenmeleri mecburiyeti getirildi. Kaynaklarda halka âdil davranmaya gayret gösterdiği ifade edilen İskender Şah’ın uzun saltanatı sırasında istikrar ve ekonomik refahın yaygınlaştığı ve temel ihtiyaç maddelerinin temininde güçlük çekilmediği sık sık zikredilen hususlardandır. Ayrıca şehirleşmede büyük gelişmeler sağlandı; Agra, Sultanpûr ve Sikenderâ (İskender) Rao gibi birçok yeni şehir kuruldu ve idare merkezi Delhi’den Agra’ya taşındı. Sultanlığın diğer bölgelerinden davet edilen tüccarlar, âlimler ve sanatkârlar burayı kısa zamanda önemli bir ilim, idare ve ticaret merkezi haline getirdiler. Aynı dönemde yeni tarım alanları kazanma yolunda planlı gayretler sarfedildi. Tarımı geliştirmek için köylülere teşvikler verildi, vergiler azaltıldı ve zoraki işçilik yasaklandı. Bu arada toprak sisteminde değişiklikler yapılarak bütün sultanlık arazileri hâlise ve iktâ olarak ikiye ayrıldı. Bu toprakların işletimi yaygınlaştırıldı, yönetimi Dîvân-ı Vezâret adıyla bir merkezde birleştirildi.

İskender Şah’ın 1517’de ölümünden sonra tahta İbrâhîm-i Lûdî geçti; fakat eşraf ve emîrler onu topraklarını kardeşi Celâl Şah ile paylaşmaya zorladılar. Baskıya dayanamayan genç sultan eski Şarkî topraklarını Celâl’e verdi. Ancak bunun her ikisine de zararı olabileceğini açıklayarak kardeşini bu paylaşmadan vazgeçirmeye çalıştı; Celâl kabul etmeyince güçlü bir ordu ile üzerine yürüdü. Celâl ise İbrâhim’in karşısına çıkmadı ve onun yokluğundan faydalanarak başşehir Agra’yı kuşattı; İbrâhim geri dönünceye kadar şehri düşüremeyince çaresiz kalıp Gevâliyâr racasına sığındı. İbrâhim Gevâliyâr’a bir ordu gönderdi ve Mâlvâ Sultanlığı’na sığınmak amacıyla yola çıkmış olan Celâl yakalandı; diğer taraftan Gevâliyâr racası da Lûdî Sultanlığı’nın hâkimiyetini tanıdı. Bu olaylar sırasında İbrâhim bazı kumandanlarının sadakatinden şüphelenerek onları cezalandırıp merkezden uzaklaştırdı. Geleceklerinden emin olamayan bu kumandanlar Bihâr’da Deryâ Han Nu‘mânî’nin etrafında İbrâhim’e karşı bir birlik oluşturdular. Bu sırada Hindistan’da ilerlemesini sürdüren Bâbür şahı durdurmakta ihmalinden şüphelenilen Lahor Valisi Devlet Han Delhi’ye çağrılınca isyan ederek Sultan İbrâhim’in amcası Âlem Han’ı Gucerât’tan getirtip Alâüddin unvanıyla yeni Lûdî sultanı ilân etti; aynı zamanda Bâbür ile anlaşıp İbrâhim’e karşı ittifak kurdu ve Babür’ü Delhi tahtını ele geçirmeye kışkırttı. 1526’da yapılan Panipat savaşında Bâbür, müttefiklerinin de desteğiyle Sultan İbrâhim’i bozguna uğrattı. Böylece Hindistan tarihinin başlıca dönüm noktalarından biri olan bu zaferle Lûdî hânedanının yönetimindeki Delhi Sultanlığı yıkıldı ve yerine bütün Kuzey Hindistan’ı kapsayan Bâbürlü İmparatorluğu kuruldu. Bu savaş, Bâbürlü ordusunun Kuzey Hindistan’da ilk defa top kullanmış olmasından dolayı da önemlidir.

Lûdîler dönemi Hindistan tarihinde, Timur’un bıraktığı dağınıklık ve düzensizliğin yavaş yavaş ortadan kalktığı nisbî bir istikrar dönemi olarak yerini almıştır. Özellikle Sirhind bölgesinde bulunan Lûdî türbeleriyle diğer bazı mimari eserleri hâlâ ayaktadır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.